Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2025
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
SAYFA CUMHURİYET 21 TEMMUZ 1995 CUMA
OLAYLAR VE GORUŞLER
Marx'a ne zaman sıra gelecek
MELÎH CEVDET ANDAY
D
enizden çıkmıştım, kıyı-
da güneşleniyordum;
baktım bir gezinti tekne-
si yaklaşıyor, geldi geldi,
ta yanıbaşımda demir at-
tı. Kalabalıkça idi gemi,
arna ıçinden ine ine iki kişi indi.
Kim dersiniz? Gani Girgin ile eşi de-
ğil mi!
Şasırmıştım.
Kaptan,
- Bir saat kalacagız, dedi Gani'ye kü-
peşteden.
Sarmas dolas olduk.
- Cezaevinden mi çıkün? diye sordum.
Gani Girgin,
- Ne cezaevi? dedi. Ne demek istiyor-
sun?
Dedim ki,
- Adana cezaevinden bir mahpus AJi
Sirmen'e mektup yazmış, "Gani Girgin
ben'im" diyormuş da...
Gani Girgin,
- Sen beni belâ ettin milletin başına,
dedi koluma girerek. Evin yakjn mı?
- Yakın yakın.
- Hadi eve gidelim de biraz konuşalım.
Vaktimiz az.
Anlatacak epey konusu vardı, belli, sa-
bırsızlanıyordu; hemen başladı anlatma-
ya.
- Gemide anlaşmazhk çıktı, dedi.
- Hangi komıda? diye sordum.
- Müzik konusunda. Gecen gûn Mo-
zart'm 40. Senfonisi'ni koydum, arka-
daşlardan biri hayallere dalmış, senfoni
bittiğinde "Neydi bu vahu?" diye sordu.
"Ne olduğunu bilmeden mi dlntedin?"
dedim. "Evet, müzik biz insanlar için-
dir" dedi. Görüyor musun, beleşe kon-
mak istiyor.
- Ne demek?
- Dünyada hiçbir şey çabasız kazanıl-
maz. Müziğin tadına mı varmak istiyor-
sun, öğreneceksin onu. Müzik elbette in-
sanlar içindir, ama öğrenmek isteyen in-
sanlar için. hayal kurmak için değil. Kim
bilir ne aptalca hayaller kurmuştur o he-
rif. Bunlar müzikten tad almayı keyifle
kanştınyorlar; onun için de alaturka mü-
ziği yeğliyorlar, sözle nağmeyi birbirine
sokup macun yapıyorlar. Sokrates'in
idam edileceği gün. bayrama rastladıği
için, mahkeme cezayı birkaç gün öteye
atmış. lşte o günlerden birinde, büyük
düşünür. bir yakjnına şöy le demiş, "Tan-
niar bugünlerde bana bazı işaretler yol-
luyorlar. sandığıma göre müzik öğrenme-
mi istiyoriar. Olmeden yapmak isterim
bunu!"Görüyor musun1
"Bana bir şey
çahn,söykyin!" demiyor. Müzikten hoş-
lanma yeteneği doğadan verilmemiştir
bize, o yeteneği biz yaratınz yaratabilir-
sek. Beleş yok.
Gani Girgin durdu. Ben de durdum.
- Ama dostum, dedi, müzik gene de
birtakım duygular uyandınyor bizde, ki-
mi nagmeler kimi duygulara karşılık dü-
şüyor. Bence bir tansıktır bu, başka bir
deyişle, doğa"nın araya girmgsidir Do-
ğal olmayanın doğallaşması.
Sonra yürümeğe başladı.
- Nereye gidiyorsun? dedim. tşte gel-
dik, burası bizim ev.
Gani Girgin'in eşi:
- Balkonda oturalım, dedi. Ovaya bak-
mak istiyorum.
Müsaade isteyip mutfağa gittim, ko-
nuldanma birer içki hazırladım.
Dönüşümde Gani Girgin yeni bir ko-
nu açtı.
- Müzikte olduğu gibi, bilimlerde de,
bakıyorsun, soyut bir dizge, somut olan-
la uyum içine giriyor.
- Nasıl yâni9
- Şundan ki dostum, bilimlerimiz dil-
den başka bir şey olmadığı halde, doğa-
ya uygun düşüyor.
- Ne demek?
- Biliyorsun, dilbilimi kuran Ferdi-
nand de Saussure'dür. Ondan öncckilcr
bubilimin alanını çizememişlerdi. Belli
bir dili konuşan insanlann bu dil üzerin-
deki anlaşmalan tümden saymacadır.
Demek sözcüklerimiz bir göstergeler
dizgesinin ögeleridir. Bildiğin şeyleri
söylediğim için kusura bakma.
- Söyle söyle, nasıl olsa söyleyeceksin.
Gani Girgin:
- Alay etme, dedi.
Sonra şöyle sürdürdü sözünü:
- Şimdi, örnek olarak "ağaç" sözcüğü-
nü eie alalım Bu sözcük doğadaki
"ağaç"ı göstermez; kulağımızdaki ses
imgesi ile beynimizdeki kavramı birleş-
tirir. Biliyorsun, kulağımdaki ses imge-
si (ağaç sözcüğünün uyandırdığı imge)
bir gösterendir. Beynimizdeki kavram
(ağaç kavramı) ise gösterilen. Gösteren
ile gösterilen'ın birleşmesınden bir gös-
terge çıkar ortaya. lşte biz bu gösterge-
lerle anlaşıyoruz ve kuşkusuz bilim dil-
leri de bunlarla kuruluyor. Artık doğada-
ki "ağaç" ile hiçbir ilişkimiz kalmıyor.
Şimdi anlıyor musun ne demek isteği-
mi? Saymaca bir göstergeler dizgesi ile
kurduğumuz bilim dilleri gene de bize
doğa üzerine bilgi verebiliyorlar. Müzi-
ğe benzetmem bundan.
- Ama bir de deney var dedim, onu hiç
hesaba katmıyorsun.
Gani Girgin:
- Beni aptal yerine koyma, dedi. Ben
bu konuyu açarken hiç bu soruyu düşün-
mez olur muyum? Deney, Rönesans'tan
sonra ortaya çıktı, ondan önce hiç bilim-
sel çalışma yok muydu? Vardı, ama bu
buluşlann çoğu yanhş çıktı. Dostum, bu-
na bakıp da aldanma, deneyden sonraki
bilimsel çahşmalarda da oldu bu, çoğu
deneysel bilgi yanhş çıktı. Bilim, yanıl-
malarla doludur. Hem unutma ki, Einv
tein, ünlü buluşunu, deneyle değil, ma-
tematikle ortaya attı. Matematik de bir
göstergeler dizgesidir.
- Nereye varmak istiyorsun?
- Şuraya; müzikte olsun, bilimde ol-
sun, aklımız doğa içinde çalışıyor. Onun
soyutlaması da doğaya uygun. Hadi şu-
nu da söyleyivereyim; doğa'nın soyut bir
dizge olduğu yann ortaya çıkabilir.
Gani Girgin, içkisini bitırdı, saatine
baktı ve eşine:
- Gemiyi kaçırmayahm, dedi.
Eşi de ona:
- Bunlan Melih Cevdet'e mektupla da
yazabilirdin, dedi.
Gani Girgin,
- Ben ancak konuşurken düşünebili-
yorum, diye yanıtladı eşini.
Bende,
- Yaşa Sokrates, dedim.
Kalktık.
Gani Girgin,
- Sana bir şey söyleyeceğim, dedi.
- Müziküstüne mi, bilimlerüstüne mi?
- Sosyalizm üstüne.
Deniz kıyısına doğru yola koyulduk.
Gani Girgin,
- Sovyetler Birliği'nin yıkılmasmdan
sonra Stalin eleştinsı başladı, arkasından
Lenin'in kötülenmesi geldi. Neden ara-
ma geTeksemesinden doğdu bu. düşün-
mekle bir ilişkisı yoktur. Çocuk ağaçtan
düştükten sonra "Dal zayıftı" demek ko-
laydır. Sonuca bakarak hüküm yürütül-
mez. Sonra bu eleştırilen gerine gerine
söyleyenlerin tümü eskiden Stalinci ve
Leninci idiler. Onlara düşen ilk iş., ken-
dilenni yargılamaktır.
Kıyıya varmıştık.
- Çoİc az oldu, dedim.
Gani Girgin,
- Marx"a ne vakit sıra gelecek dersin,
dedi.
- Bilmem
Gani Girgin,
- Yediadalara gidiyoruz, dedi. orada
başka bir tekne ile buluşacağız. Hadi,
hoşça kal!
- Güle güle!
ARADA BİR
Prof.Dr.TALAT TEKİN
11 II
Aleme lterir Talkını
Başbakanlığa bağlıdevtef dairesiyeni TDK, Bab kay-
naklı sözcüklere karşılık "teklif etme" işini sürdürüyor.
Her ay Türk Dili dergisinde yayımlanan bu karştlıklan ay-
nca gazetelere de gönderiyor. Batı kökenli bazı sözcük-
lere en son önerdiği, özür dilerim "teklifettiği", yeni kar-
şılıklar da böylece gazete haberieri arasında yer alıyor.
Son olarak "teklif" edilenler arasında en çok göze çar-
panı da ingilizce first lady deyimi için bulduklan "baş-
hanımefendi" karşılığı oldu: Başhanımefendi Hillary
Clinton... İsteyen güle güle kullansın!
Aslında yeni TDK'nun son olarak önerdiği karşılıkla-
nn hepsi, daha önce önerilenlerin çoğu gibi, yeni değil.
Bunlann bir bölümü yıllar önce önerilmiş ve dil devrimi-
ne inanan ve onu savunanlarca zaten yıllardır kullanıl-
makta olan karşıhklar. Örneğin pragmaf/zmiçin öneri-
len "faydacılık, yararcılık"',pragmatik içinönerilen "fay-
dacı, yararcı", part-time için önerilen "yanm gün" ile
full-time için önerilen "tam gün" karşılıklan bunlar ara-
sında. Bu karşıhklar dil devriminden yana olan yazar ve
aydınlarca zaten kullanılmakta olduğuna göre burada
yeni TDK'nun yaptığı nedir? Eski bir deyimle "malumu
ilam", yani bilineni yeniden bildirme! Yeni TDK'nun bu
gibi karşıhklar için yaptığı budur işte!
Öte yandan Batı dilleri kökenli sözcükler için öneri-
len bazı karşıhklar da öz Türkçe olrnayıp Arapça - Fars-
ça kökenlidir. Örneğin, metafor için önerilen mecaz,
metaforik için önerilen mecazi karşılıklan gibi. Sormak
gerekir. Mecaz'ın ve mecazi'nin neresi Türkçedir? Ba-
t kökenli metafor anlamca ne denli bulanıksa Arapça
kökenli mecaz da o denli bulanıktır. Eski TDK yıllar ön-
ce "mecaz" için iğretileme karşıhğını önermişti. Bildi-
ğim kadarı ile bu terim okullarda ve ders kitaplannda
kullanılıyor. Yeni TDK bu terimi beğenmiyor anlaşılan.
O zaman da yapılacak iş Arapça kökenli, yani yine "ya-
batıa " mecaza sanlmak değil, buna iğretileme'üen da-
ha iyi Türkçe bir karşılık bulmaktır! Ne var ki bu kolay iş
değildir. Yeni TDK bu güç işe girişmiyor, metafor yeri-
ne Arapça kökenli mecaz sözcüğünü öneriyor. Başka
deyişle, işin kolayına kaçıyor.
fnsan merak ediyor: Yabancı (Batı) kökenli sözcükle-
re karşı olan, bunlann kullanılmasını istemeyen ve bun-
lar için çoğu kez Arapça-Farsça (yani yine yabancı!)
kökenli Türkçe (!) karşıhklar öneren yeni TDK yönetici-
leıinin bu gibi sözcükler karşısındaki davranışları nasıl
acaba? Kendileri bu gibi sözcükleri hiç kullanmıyor ya
da kullanmaktan elden geldiğince kaçınıyorlar mı?
Isterseniz bu sorulann yanıtını Kurum'ca yayımlanan
Türk Dili dergisinin Mayıs 1995 sayısındaki türlü yazı-
lardan rastgele seçilmiş bazı örneklerde arayalım: "Tür-
kiye Türkçesinde kullanılan üç bin civanndaki Doğu
kökenli kelimedeki uzun hecelerin fonksiyonel olanla-
n" (s. 439), "eserin orijinal nüshası" (s. 449), "Kelime-
lerin okunuşu yanında verdiği transliterasyonlar" (s.
451), "Bu fonolojik olarak imkânsızdır"(s. 454), "Hangi
fonetik değişikliklere" (s. 468), "Kırgız Türkçesindeki
güçlü singarmonizm" (s. 479), "Araştırmacının kısa bi-
yografisi" (s. 517), "bibliyografya", "dekoratör", "res-
torasyon projeleri", "Tanzimat devri romancılannın en
popüleri", vb. vb.
Evet, Türk Dili dergisinde her ay yayımladıklan "Ya-
bancı kelimetere karşıhklar" listesiyle kendilerini Batı
kökenli sözcüklere gerçekten karşıymış gibi gösteren
yeni TDK yöneticileri, kendi yayınlannda, hem de aynı
dergide, fonksiyonel, fonetik, fonolojik, transliterasyon,
biyografi, bibliyografya, restorasyon, proje, popüler
vb. gibi Batı kökenli sözcükleri bol bol ve rahatça kul-
lanabiliyorlar. Üstelik, bu sözcüklere hiç gereği yokken
"ünlü uyumu" demek olan singarmonizm gibi Rusça bir
şözcüğü de katmakta hiçbir sakınca görmüyorlar. Ge-
lin de bu yöneticilerin yabancı sözcüklere karşı olduğu-
na inanın!
Ne denir, yeni TDK yöneticileri "Âleme verir talkını,
kendiyutar salkımı" sözüne uygun bir davranış içinde
olduklannı kanıtlamayı sürdürüp duruyortar işte!
Düşle gerçek
AHMET YORULMAZ
üşter biiimdir' diyen S.Fre-
ud. onlann öncmsiz şeyler
olduğununiddiaedilemeye-
ceğini ileri sürer. Günümüz-
de de ruh hastalannın psi-
kanalizle tedavisinde düşle-
rin yeri inkâredilemiyor. Bilinç ve bilinçaltı kav-
gasıdır; gönülle, duygu ve sezgiyle bağıntıh de-
ğildir, deniyor.
Dünyada ve Türkiye'de, düşe değer veren sa-
yılamayacak kadar insan vardır. Değer vermenin
ötesinde, çok çok önem verirler. Düş, geleceği
muştulayan ya da karartan, uyaran, dikkati çeken
bir simgedir. Dûşlerde insanın ilkel yanının açığa
çıktığını, dolayısıyla düşlerdeki dilin de ilkel dil ol-
duğunu, anlatmaya çalışan uzmanlar vardır.
Bilinç ve bilinçaltı kavgası... Geleceği muştu-
laması... însanın ilkel yanının açığa çıktıği savı
vb... Peki, bir düş hastası olan ben, gördüklerimi
nasıl yorumlayacak, nereye oturtacağım! Bir ör-
nek vereyim: Onlü Alman kimyacısı Frederick
KekuK, iki önemli kuramını (teorisini), yayım-
lamadan önce düşünde görmüş! Benimkilerin bir
kuramla filan ilgileri yok; film şeridi gibi, tablo-
lar gibi, gelecekten çok sanki günümüz... Anla-
tınca. altın yüklü katırlar.yerine, satırlar, sopalar
çıkacak bu işlerden, diyenleriniz çıkabilir; ona
kanşmam işte, o sizin yorumunuz derim. Hem
benim gördüklerim karabasana da dönüşse, alt ta-
rafi düş! Hem o denli düşler ki, gerçekle tek ba-
ğıntılan, bunlan yazıyla size aktarmaya çalışan
ben.
Bu düşlerde saptayamadığım ince iki nokta
var: Yer ve zaman. Terden sınlsıklam olduğum o
şeytanlı, labirentli (dolangaçlı) düş gecelerinde
neler çekmişimdir, neler!
Bir süre önce gaipten (görünmeyenden) yan-
kılanarak gelen gür bir sesin söylediklerini anım-
sıyorum: Sana bir ülkenin basın-yayın dünyası-
nı tanıtacağım. Benden duyacaklannla ola ki ter-
lersin! Serinkanh ol, terleyip altına etmeyi ileri-
ki zamanlara sakla; onlann açtıklan yaralann do-
ğuracağı acılarbüyük olacak, o zaman!.. "Nasıl
yani" diyecek oldum, ses yine daha ağır bir ton-
la yanıt verdi: Töplumun her katını çürüttüler;
hastahğın çürüttüğü beden nasıl ki ayakta kala-
mazsa, toplumlar da öyle çöker. Bak sana sırala-
yayım da kendi ülkende bu biçim işlerin olma-
ması için emek harcayasm, ter dökesin.
O ülkede yüksek katlardan gelme bir gazeteci
var: sıkı gazetecidir. toplumcu eski bir partiden
gelmedir. iyi bir aile çocuğudur. Fakat gel gör ki,
ülkenin devlet adamı gibi değil, kumarhane ka-
badayısı gibi davranan, konuşan devlet başkanı
ölünce, ülkeye yaptığı büyük hizmetler yüzünden
saygıyla şükranla anılacağını yazabildi. Oysa
ölen, toplumuna da. devletine de onulmaz yara-
lar açmış biriydi. Bu gazeteci için ne düşünürsün
şimdi. yararlı adam mıdır?
Gel, gel şu koca pencereden içeriye bak! Bir
zengin sofrası. Ablak surath. yırtık sesli, peltek
peltek konuşan ünlü bir gazeteci. Inanmışhğın-
dan değil, sırf "ad" olmak için yurdu uyandırma-
ya soyunmuştu. Fakat baktı ki pabuç pahalı, ters-
yüz etti, bu sofralara çöreklendi. Bak, içkiden na-
sıl mayışmış! Oğullan da babaya çekmiş olacak-
lan ün peşindeler, gerçekleri alabora etmekteler.
Baba. ektikleriyle gençleri ipe yolladı, şimdiler-
de de kurşuna... Çocuklan ise demokrat görü-
nüm altında sahtekârlıklanyla devleti kundaklı-
yorlar. Bunlar iyi insanlar mıdır?
Yok, yok, uyanma! Dinle, bak!
Geçmişte ülkeyi temeUerinden yıkıp yeni baş-
tan kurma sevdahlan vardı; bu amaçlannı gerçek-
leştirebilmek için de silahlı savaşım başkoşul,
derlerdi. Arap gerilla kamplannda eğitim gör-
müşler, kendilerini bilemişlerdi. Sonra çok yet-
kili birinin silahsız olarak devlet kurumlannı tek
tek yıktşına tanık olunca, ondan yana tavır aldı-
lar. Eski yollannı terk ettiler, tümü de delibozu-
ğun adamı haline geldi. Çünkü yetkili kişi, yık-
mak istediklerini yıkıyor, onlann yöntemlerine
gerek kalmıyordu. Hem işin ucundâ ne ipe ne de
hapishaneye gitmek vardı! Bu adamlann hemen
hemen tümü de önemli yerlerde, işbaşında!
Terbiyesi de, devlet göreneği de olmayan deli-
bozuğun ardından
u
en bü>ükdevrimcilerden bi-
ri olarak tarih galerimbde oturmalıdır" diye ya-
zan kıyıkent kökenli, çok satışlı bir gazetenin ya-
zan var, ün peşinde garibim. Bunun irikjyım hem-
şerisi bir gazetecilik fukarası da, o ülkenin ulu-
sal tarihinde yerini almış küçük bir şilebi transat-
lantiğe çevirip "bûyûk gazeteci" olma hevesine
kapıldı, tutturamadı zavallıcık!
Bir başka gazeteci, Avrupa lokantalannda mid-
ye yıyebilme parası kazanabilmek amacıyla, dev-
leti kuran sistemi yok sayar, rejimi numaralama-
ya çalışır! Bir başkası televizyon kamerasının
karşısına geçip, patronunun hesabına gelmeyen
kişiieri, kurum ve kuruluşlan karalamaya çaba
harcar.
lşte o ülkenin basını bu! Ülkeyi de insanlannı
da içinden çıkılmaz bir batağa sapladılar. Belki
sen. bunlardan bir ders alırda ülkene yararlı olur-
sun! Güm güm yankılanan sesten sonra sınlsık-
lam uyandım; kara kara düşünmeye, Freud'un
kendisini de, devamcılannı da o günden bugüne
sürekli kanştınr oldum. Fakat nafıle! Bir yanıt,
biryorum yok! Sıra, sahaflarda satılan yerli rüya
tabiri kitaplanna geldi, onlan kanştıracağım.
TARTIŞMA
Bilge Karasu üzerine
PENCERE
1
974 yılında
'Troja'da Ölüm
Vardı'yı ilk
okuduğumda
(sonra birkaç kez
okudum) çok
şaşırdım. Bu benim o
zamana dek okuduğum
hiçbir alıntıya
benzemiyordu. Tüm
sözcükleri biliyor, tüm
tümceleri çözüyor, ama
hiçbir şey
anlamıyormuşum gibi
geliyordu (belki de
anlamıyordum). Sanki
çok lezzetli bir tath
yiyormuş. çok hoş bir
kokuyu içime
çekiyormuşum gibi
geliyordu. Her öyküyü
bitirdikten sonra bu
duygu içimde kalıyordu.
Daha sonra bunun Roland
Barthes'ın deyimiyle
"okuma keyfi' olduğunu
anlayacaktım.
Öykülerinde ne birçok
kahraman ne aynntıh bir
uzam betimlemesi ne de
aralıklan vurgulanan bir
zaman aluşı vardı.
Aynı yıl kendisiyle
tanıştığımda
bu duygumu kendisine
anlatmaya çalışırken "İyi
Benim istedigim de bu"
dedi. Ama ben hep bir
eksiklik hissettim.
1982'deSıtkıHoca'yla,
Tansu'yla Bilge Bey'in
'imbilim* dersini izleme
ayncahğına eriştim.
Oğrenim yaşamım
boyunca ben böyle bir
ders izlemedim. Tüm
bilgisini büyük bir
yalmlaşma yeteneğiyle,
İceyfiyle, saygıyla
öğrencisine aktanyordu.
lşte o zaman niye bir
eksiklik duygusunu
yaşadığımı anladım.
Onun zengin bir kültür
birikimiyle yoğunlaşmış
göndergeleri,
gerçek yaşamın
aynntısında,
bakmasını-görmesini
bilen okurun gözünde
olmalıydı.
Okur, yapıta ustalıkla
sindirilmiş bu
göndergeleri
birleştirebilme
çabasmı göstermeliydi.
Yoksa o yakından
tanıdığımızı
sandığımız sözcüklerin
içi boşalıyor, metin
yalınkatlaşlyordu.
Bir anlatıda geleneksel
anlamda kurgu
arayan okuyucuyu
düş kınkhgına
uğratabilirdi. Çünkü onun
anlatılannda giderek
karmaşıklaşan, sonra da
çözümlenen 'sürüklevici'
kurgular yoktur.
Kahramanlar olavlann ilk
bakışta anlamsız gelen,
küçük, ama belirleyici bir
bölümünü büyük
bir düşünsel ve
duygusal yoğunlukta
yaşar. kendi çözümü
ya da çözümsüzlüğüyle
yetinir.
Dikkatli bir okur;
bunahmlan, üzüntüleri,
iletişimsizlikleri,
yanhş anlamalan,
çaresizlikleri, coşkulan,
sevinçleri, aşkı, sevgiyi-
şefkati, kısacası insana ait
her şeyi sezer.
Belki pek iyi bilinmez,
ama Bilge Bey
müzik ve resim
konusunda da çok
bilgiliydi. Belki bu
nedenle müzik eğitimi
almış okurlar, onun
yapıtlanndaki
sözcüklerin, izleklerin
'musikisi'ni
yakalayabilmişlerdir.
Anlatılanndaki görsel
öğeler ve bunlann ayıncı
özellikleri; yetkin bir
resmin, bir filmin -
ustalıkla kesilmiş
parçalan gibi okur
tarafından
birleştirilmeyi,
anlaşılmayı gerektirir.
Bilge Bey'i okumanın
zorluğu onun çok iyi bir
düşün adamı, çok iyi bir
'imbilimci' olmasından
kaynaklanmaktadır. O
çocuksu hınzırlığı ile
okuruna küçük tuzaklar
kurduğunu sanırsınız.
Ama hayır.
Onun yapıtlan o kadar
saydam, o kadar
aydınlıktır ki gözünüz
kamaşır. lşte gözünüz bu
aydınhğa alıştığında onun
yapıtlannın tadına
vanrsınız.
Ayşe (Eziler) Kıran
Bacım Benim!..
Benim bir bacım var..
Adı:
Tansu!..
•
Bacı, eskiden yalnız köyde, halk arasında kullanı-
lan bir sözcüktü; kente göçünce önce sol kesimde
duyuldu; köy kökenli devrimciler, Istanbul kızlanna
seslenmeye başladılar: . .
- Bacım benim!.. <
Vallahi kötü niyetle söylemiyorum; ama, bu 'bacı'
sözcüğü kentleşince bir tuhaf oldu.
İnsan bacısına yan gözle bakar mı?..
GünahtırL
Istanbul kızı bacı olmaktan mutlu, için için uç ve-
ren bir tuhaf duyguyla köy kökenli devrimcinin yakı-
nı olmaktan gururlanarak bu sözcüğe yattı...
Ne var ki bacı sözcüğünün pek de saf sayılama-
yacak bir tarihçesi de geçmişe uzanır; eskiden aynı
tarikata bağlı erkekler birbirlerine 'ihvan', kadınlara
'bacı' derlerdi. Tarikata giren bacının köydeki saflığı
kalır mı?. 'Bacı' Islamda bir sıyaset kolunun üyesi olu-
yor demek...
Solculuğun içinde de tarikatlar vardır; kadın üye-
leri de bacım aşağı, bacım yukan...
Erkeğin ruhuna sinmiş maçoluk, kente göçen ba-
cım sözcüğünün saflığını çatlattı.
Kahrolsun şu erkek milletiL
•
Ah, ne kadar sevinmiştik Tansu Hanım başbakan-
lık koltuğuna oturunca; ama, sevincimiz kursağımız-
da kaldı.
Neden?..
Çünkü Tansu Hanım, Başbakanımız olacağına ba-
cımız oldu; son kez Malatya'ya gittığinde bu hevesi-
ni yine gösterdi. Başbakanımız kendisini selamlayan
tören birliğindeki askerlere, "Merhabapolis" dedik-
ten sonra kürsüye çıkıp dinleyen erkek kalabalığına
demiş ki:
"- Malatya bize emanet değil mi!.. Ben size sahip
çıkmaya geldim, siz de bu bacınıza sahip çıkın!.."
Bacım benim!.. .
Hem de ne bacı!.. \
Kolej çıkışlı..
Kolejden ve öteki seçkin yabancı okullardan çok
iyi bacı çıkar, Tansu Hanım'a bir bakın!.. Ne yaman
bir bacı!.. Malvarlığının kaynağı bilinmiyor, Ameri-
ka'ya yatırım yapıyor, vergi vermiyor, bir giydiğini bir
daha giymiyor, verdiği sözü tutmuyor.. bacım be-
nim...
Bacım, başbakanlık koltuğuna oturur oturmaz enf-
lasyonu patlattı; halkm canınaokudu...
Bacımdır, helal olsun!..
•
Bacım amacının ne olduğunu Malatya'dan dünya
âleme duyurmuş...
Demiş ki:
"- Davamız ezan sesini tüm dünyaya dinletmek!.."
Helal olsun bacıma!..
Hele Avrupa bizi 'gümrük birliği'ne bir alsın, bacı-
mın başı göğe ersin, siz ondan ne ezanlar dinleye-
ceğinizi görün!.. Bacım, Amerika'ya gidip CNN'de bi-
le ezan okur...
Ne var ki Müslümanlıkta ezan okuyan müezzin er-
kek oluyor.
Kadından ne imam olur, ne müezzin!.
Kadın, minarenin şerefesine ezan okumak için tır-
manamaz; tırmansa tırmansa başbakanlık koltuğu-
na tırmanabilir...
En iyisi bacım başbakanlık koltuğunun üstüne çı-
kıp ezan okumalı!..
Çünkü halkın cenaze namazını kılmaya az vakit kal-
dı.
BÜYÜK BAŞKAN
KEMAL
TÜRKLER
- Katlinin 15. yılında katillerin hâlâ elini ko-
lunu sallayarak dolaşıyor...
- Sömürü daha da vahşileşerek sürüyor...
- Işığın, çalışanlann bayraklaşan mücadele-
si ile büyüyor...
- Bitmeyen kavgamız devam ediyor...
- Ve seni yann alkışlarla mezannın başında
anıyoruz.
Savunmaıun
Av. RASİM ÖZ
Sendikal Hareketin Büyük Önderi,
DİSKveT.MADEN-IŞ
Genel Başkanı
KEMAL
TÜRKLER'İ
Demokrasi Düşmanlannca
Öldürülüşünün 15. yılında saygı
ve
sevgiyle anıyoruz.
BtRLEŞtK METAL-İŞ
SENDİKASI
22 Temmuz 1995 Cumartesi günü. saat 10.00'da mezan başında anılacaktır.
Alınterinin onuru,
DİSK'in kurucusu ve
T. Maden-İş'in unutulmaz
Genel Başkanı
KEMAL TÜRKLER'İ
• • faşistlerce katledilişinin
15. yılında saygıyla anıyoruz.
TÜRKİYE
DEVRtMCÎ İŞÇİ SENfDtKALARI
KONFEDERASYONU
Not: Kemal Türkler'i anma töreni 22 Temmuz 1995, Cumartesi günü saat
11.00'de Topkapı'daki mezan başında yapılacaktır.
DİSK ve T. MADEN - İŞ
Genel Başkanı,
Ailemizin Onuru
KEMAL
TÜRKLER'İ
Karanhk odaklarca
katledilişinin
15. yıldönümünde saygı ve
sevgiyle anıyoruz.
AİLESİ
22 Temmuz 1995 Cumartesi günü saat
10.00'da mezan başında anılacaktır.