23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
21 $UBAT1995SALI CUMHURİYET SAYFA KULTUR 13 Yaşar Saraçoğlu 10. yılmı TOBAV'daki bale fotoğraflan sergisiyle kutluyor Balenin dogaDıgını bozmak istemem N. RANA EVCtıM 1985 yıhnda, Atatürk Kültür Merkezı'ndekı bale çalışmalannda, sahne provalannda,kulıslerde, elınde fotoğraf makınesıyle çekingen çekingen dolaşan bır delıkanlı belirdı. Umulmadık anlarda ortaya çıkıveren, sonra sessizce kaybolan bu gızemlı kışilik kısa zamanda herkesın tanıdığı \e sevdiği Yaşar Saraçoğlu'ndan başka kım olabilirdı kı9 O sırada Mımar Sinan Ünıversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Fotoğraf Bölûmü son sınıf öğrencısı olan Yaşar Saraçoğlu, diploma tezinı bale ile ilgili bır konuda hazırlamayı aklına koymuştu. Gününün büyük bır kısmmı ı AKM'nın alışılmadık mekânı ı içinde. tozlu köşelere atılmış \ pınltilı kostümler, genış , hangarlara yığılmış alacalı ' bulacalı deİcorlar arasında I geçınyordu. Sahnede ışıklar, ' dekor ve müzık eşhğinde seyırciye sunulan o düşler dünyası ıle sahne arkasındakı I kendine özgü kargaşa, | balennlenn kaymamak ıçın . "potnflenne sürdüğü reçıne tozu. yakından ürkütücü görûnen abartılı sahne makyajı ve sahne dünyası dışındakı ınsanlann aklına bile gelmeyecek bir y ığın olağan dışı sorun... Zaman içinde Yaşar Saraçoğlu da bu ortamın olağan bir parçası halıne geldi. Diploma tezıni "Kuğugölü'nün Hazırlanışı" konusunda tamamiadıktan sonra da bale dünyasından kopamayan bu sanatçı, çeşitlı eleştirilere hedef olmuş. Bale fotoğrafı çekmenın kolay olduğunu, balenin estetik değerler bakımından önceden pişirilmiş, hazırlanmış zengın malzemesıni kullanarak kolaya kaçtığmı ıddıa edenlere karşı kendısını savunmak zorunda kalmış. Bu kaygı içinde hazırlanılan ılk bale fotoğraflan sergısınde , sahne fotoğrafina rastlamak olası değıl. Her kare ıçın aynntılı kompozısyon | çahşmatan yapmaya özen göstenlmış. Sahne ışığından yardım alınmadan gerçekleştınlen çalışmalarla ışık konusundakı ustalığını kanıtlamaya çalışmış... Her şeye rağmen. Yaşar Saraçoğlu'nun çektıği bütün bale fotoğraflan. baleyı kendı mekânından kopanp stüdyoya taşımaya kalkışmadan gerçekleştınlmiş: "Baleyi hiçbir zaman stüdyoya sokmak istemedim; benim için bale gerçek mckânlannda görüntülenmesi gereken, aksi takdirde özelliğinden çok şey • "Bir fotoğrafçı için olağandışı ve çarpıcı görselliğin çok önemi var. Başlangıçta, gerek ışık gerekse kompozısyon bakımından her şey benim için çekici bir fotoğraf malzemesi oluşturuyordu. Sonradan baleyi, insanlannı ve kendine özgü teknik sorunlannı daha iyi öğrendiğimde, bale fotoğrafina bakış açım da değişti. Bale için fotoğraf ve fotoğraf için bale arasında bir denge kurmam gerektiğini gördüm. Benim bale fotoğraflanm, bana Joseph Koudelka'nın Çingenelerin yaşamı ile ilgili albümünü düşündürüyor. O da iki yıl Çingenelerin içinde yaşamış, onlann bir parçası haline gelmiş, bir yandan da onlan görüntülemiş. Benim yaşadığım da buna benzer bir şey... Bale dünyasını tanıdıktan sonra benim de buna benzer bir avantajım oldu."' yitiren bir konu. Balenin doğallığını bozmak istemem. Kaldı ki stüdvo. ticari anlamda para kazandıgım bir yer... Bale konusunda içimdeki amatör heyecanı asla yrtirmek istemem. Tkaret ve amatör heyecan birlikte olmuyor, bu konudan çok rahatsızun. Belki para kazandıgım işin başka bir iş olması daha doğnı olurdu. Şu anda, stüdvodaki işlerim yüzünden baleye ayıracak zamanım olmuyor, buna rağmen AKM'den kopmamak için kendimi zoriuyorum. Eğer o ortamdan koparsam sanatsal boyutumu yitireceğim korkusu içimi kemiriyor. Ben, fotoğraf tekniğimin, foto ışığı anlayişımın geÜşmesini AKM'ye borçluyum. Aynca, müzik kulağımdan kostüm zevkime kadar daha birçok estetik değeri orada öğrendim. Bugün ticari stüdyo işündeki başanm varsa, bu tamamen orada kazandıgım niteüklere bağhdır." Bütûn sahne sanatlan gıbi, doğrudan doğruya sergılendığı ana, o kısa anın özelliklenne bağlı olarak var olan bale sanatı da. ancak izleyicilerinın zıhnmde bıraktığı izlerle varlığını sürdürür. Aksı takdirde, zamanın acımasız akışı içinde Yaşar Saraçoğlu kaybolmaya mahkûmdur. Bu sanat dalında gerçekleştınlen yapıtlann, icracılann ölümsüzleştınlmesı, ılen kuşaklara aktanlması bakımından onlarla ilgili dokümanlann önerru büyüktür. Işte bu yüzden, arşiv mantığını henüz pek geliştirememiş olan Istanbul Devlet Opera ve Balesı için Yaşar Saraçoğlu'nun çalışmalannın ayn bir değeri var. Her eser ıçın 50 fotoğrafl ık bır arşiv dûzenlendığınin ıddia edılmesıne rağmen, bu arşıvlenn öğrencilere ve araştırmacılara sunulması için elverişlı koşullar henüz sağlanmamış durumda. Bu konuda Devlet Tiyatrolan'mn yaptığı çalışma ıse daha da yetersiz. Bir gün çağdaş bir arşiv düzenlenmek istendiğinde. bu çalışmada Yaşar Saraçoğlu'nun fotoğraflannm değer biçihnez bır katkısı olacağı kesindir. Yaşar Saraçoğlu daha ilerdeki yıllarda. bale fotoğraflan konusunda yalnızca tstanbul Devlet Balesi'nm görüntülenmesi ile yetınmemiş, konservatuvarlardan bağımsız dans topluluklanna, özel bale okullanna kadar geniş kapsamlı çalışmalar yapmıştır. Ûrneğin, Türkuaz, bir kurum olarak artık varlığını sürdüremese bile, Yaşar Saraçoğlu'nun çalışmalanyla farklı bır boyutta ölümsüzleşmiştir: "Son zamanlarda çektiğim bak fotoğraflannda eskisi kadar özen gösteremez oMum. Kendimi daha çok somut, net görüntüler vakalamak ve gjşelerde, fuayede yararfa olacak fotoğraflar çekmek kaygısına kapürdım. Oysa çoğu zaman bir fotoğraf provası bile alınmıyor, fotoğraf için gerekli olan ışık düşünülüyor, karanhklar içinde tşık avüyoruz. Hareketti bir görüntünün fotoğraflan masında ışık çok daha önemlidir, kimse bu konuda beni dinlemek istemiyor. Oysa Türkuaz Modern Dans Topluluğu'nda fotoğrafa çok önem verilirdL Işıklara müdahale edebilryordum. Bu toplulukla yaptığım çalışmalar beni kamçıbvordu. Çıkar kavgası ve parasızbk yüzünden böylesine değerti ve başanlı bir topluluğun dağılmasi beni çok kırdı; bu sanaü seven herkes, hepimiz kırüdık." Son zamanlarda, bu sanatın toplumumuzda kalıcılığı için duyduğu kaygı, Yaşar Saraçoğlu'nun fotoğraf sanatının yanı sıra video çekımlenne de yönelmesine neden olmuş: "uk düşündüğümde, bu yılki sergimin konusunun baleden farklı olmasını tasariamıştım. Ama, baleye yapüan saldınlar ve 10 yıllık çalışmalanmda bu sanatın bana kazandırdıklan, beni bu konuda duyarb davranmay a yöneltti. Böylece, bu yılki sergimin de bale ve dans fotoğraflanmdan ohışması boynumun borcu oMu." Değişik yaklaşımlarla 'Ankara' Kültür Servisi- Yapı Kredı Yayınlan'nın "Şe- hir Monografîleri" dizısının yenı kıtabı, başkent Ankara'yı konu edınıyor: "Ankara Ankara" Dı- zının ılk ıkı kıtabı u Istanbul tçin Şehr-engiz"ve "Üç tzmir" gıbı bu kıtapta da kullanılan yazılar ve görsel malzeme içinde klasik sayılabılecekler bulunduğu gıbı bu kıtap ıçın hazırlanmış olanlar, daha önce "bu gözte" bakılmamış olanlar. hatta ılk kez gün ışığına çıkanlar da var. Prof. Dr. Do- ğan Kuban'ın "Sunuş,"u\la başlayan "Ankara Ankara". beş bölümden oluşuyor "Klasik Çağ- da Ankara". "Ankara'da Selçuklu ve Ösmanlı Damgası". "Cumhuriyetin tçinden Doğan Baş- kent", "Ankara'dan Geçerken-Seyyah Gözüyle" ve "Sanatın Edebiyatın İçinden Yeni Başkente Övgü" Doğan Kuban. sunuş yazısında, cumhunyet ta- rihinın bu küçük kasabada başladığını vurgulaya- rak bozkınn ortasındakı bu başkentin Türk top- lumunun bütün ikilemlerini sergiledığıne dıkka- ti çekivor "Çankaya'dan Ulus'a bir cumhuriyet çağdaşhk ve demokrasi aksL Ulus'tan öteye kent- üleşmeye çalışan bir köy_" Ankara- Megalopo- lis'in, currihunyetin yaktığı ışıkta, Türk toplumu- nun frenlenemeyen biyolojik dinamızmi ve glo- balleşmenın politık konjonktürünün arakesitın- de. tarihımızde eşi olmayan, bir kente-ulaşmaya- çalışan-yerleşme ımgesı ve ortamı yarattığını be- lirten Kuban, Ankara'nın büyük bır hızla biçim- den bıçıme girdığıne değâıniyor "Fakat evTensel bir tarihi perspektif içinde, bü- tün bu sancılı dönüşümlere, karmaşaya karşın. boztar ortasında harekete getirilmiş bu dev oluşu- ma Atatürk"ün anısına dikilmiş. devinen bir anıt olarak bakabiliriz." En geniş bölüm 'Seyyah Gözüyle' "Klasik Çağda AnkanTbaşhklı binnci bölüm- de; Sedat Alp'in "Hitit Çağında Anadolu Kentle- ri", Sevim Buluç'un "tlkçağda Ankara". Ord.Prof.Dr. Ekrem Akurgal'ın "Augustus Tapı- nağı ve 'Yazıtlar Kralıçesı' "(Hamıt Dereli'nin ılk Türkçe çevirisiyle) ve Prof.Dr SunaGüven'in "Res Gestae Drvi Augusti Yanü ve Ankara'nın Roma Dünyasuıdaki Yeri" başlıklı yazılan yer alıyor "Ankara'da Selçuklu ve Osmanlı Damgası" başlıklı ikincı bölümde ise Mehmet Ali Küıç- bay'ın "SofŞehri", Prof.Dr.Gönül Öney'ın "An- kara'da Selçuklu ve Beyttkler Devri Ahşap Mal- zemeli Cami ve Mescitleri". Doç.Dr Sevgi \ktü- re'nın "17. ve 18. Yüzyıllarda Ankara", İlberOr- taylı'nın "19. Yüzyılda Ankara", Prof Dr.Rifat Önsoy'un "19. Yüzyılda Ankara'nın Sosyal ve Ekonomik Tarihi" başlıklı yazılan bulunuyor "Cumhuriyetin İçinden Doğan Başkent" baş- lıklı üçüncü bolümde ıse cumhunyet Ankarasf nı polıtikada "Ankara'nın Başkentiik Karan.-" (İV- han Tekeli). kentsel planlama alanında "Anka- (Fotoğraf: ARA GÜLER) ra'da Kent Planlama DeneyL.." (Raci Bademti) ve mimande "Ankara'da Cumhuriyet Dönemi Mi- marisi"(Yı)dınm Yavıız) gibi değişik konularda ele alan yazılar var. Kıtapta en geniş yer kaplayan bölüm, "Anka- ra'dan Geçerken-Seyyah Gözüyle". Bu bölümde Evfiya Çelebi'den bu yana Ankara dan geçen gez- gmlerin ve diplomattannyazdıklanndanparçalar aktanlıyor. Bu bölümdekı yazarlar arasında Ev- liya Çelebi, Ahmet Hamdi Tanpuıar, Ahmet Mu- hip Dıranas, Nezihe Araz, Sadri Ertem, Avram Galanti, Refîk Halid, Selim İleri, liğur Kökden, Ahmet Oktay.Can Alkor gıbi bizden isımlerin ya- nında Polonyalı Simeon'dan Busbecq'e, Georges Perrot'dan NeBa Pavlova'ya kadarpek çok y aban- cı ısım de var. Yabancı yazarlardanJean Schück- Bn ve Grace EUison gıbi Türkçeye ılk kez çevri- len bazılannın yanı sıra romancı ve Mardin Mil- letvekili Vakup Kadri Karaosmanoğlu'nun eşi Leman Karaosmanoğlu ıle vapılan bir görüşme de yer alıyor. Ece Aydoğdu ve Ali Cengizkan'ın yaptığı söyleşide Leman Karaosmanoğlu, ılk kez 22 yaşında geldiği "bir başkentte Ukgünkrini ve bir başkentin Uk günkrini" anlatıyor. Bir kentin değişik dönemfcri "Sanatın Edebiyatın tçindenYeni BaşkenteÖv- gü" başlıklı son bölüm, Levent Kavas' ın 1920'den bugüne Ankara'da edebiyatı ve edebıyatta Anka- ra'yı değişik bir bakış açısıyla ve örnekler eşli- ğindeelealdığı "CümleAhaİisiKadıveAskerTa- ifesi" başlıklı^azıyla açıhyor Bu bölümde "Sa- nat" (Kaya Ozsezgin), "Kartpostallar"(Nezih Başgelen). "Ankara Palas" (N'urcan tnci Fırat) ve "Şiirlerr (Orhan Veli, Halid Fanri, Nihat Aşar, Şaban Raşh) gıbı değişik öğeler ve isimler aracı- lığıyla "Yeni Başkent" ve sanat-edebiyat ilişkisi ömekleniyor. Ali Cengizkan'ın, Augustus Tapınağı'ndan gü- nümüze tarihi, arkeolojık, rrumari ve edebi veri- ler aracılığıyla Ankara'nın dününü bugününe bağlamayı denedıği fantastik deneme/öykûsü "Momentum Ankara" da bölümün renkli yazı- lan arasında. Kıtabın son yazısı, bir akçiğdem tü- rüne adını veren botanikçımiz Hikmet Birand'ın "Ankara çiğdenıi"(Crosus ancyrensıs) ıle söyle- şisi EnisBatur'un hazırladığı. 520 sayfalık "Anka- ra Ankara "da kullanılan görsel malzeme, başta Alman Arkeoloji Enstitüsü, AraGüferveGökhan Akçura olmak üzere pek çok kaynaktan sağlan- mış. Kımı ılk kez gün ışığına çıkan bu malzeme- nin kaynaklan arasında cumhunyetin değişik dö- nemlerinde yayımlanmış dergi, gazete, broşür vb. de önemlı bir yer tutuyor. Böylece "Ankara An- kara", bir kentin değişik dönemlerde, değişik ge- rekçeler ve değişik yaklaşımlarla nasıl görüldü- ğünü topluca gözlemleme olanağı veren biryapıt nıteliğı kazanıyor. ALINTILAR TAHSIN YUCEL Birmilyonluk Birmilyonluğa öyle bir dalıp gittim ki, dostum kaygılan- maya başladı. "Baka baka eriteceksin şu parayı, en iyisi gidip yiyelim" dedi. Yanıt vermedim. Nasıl olsa erimek onun da değişmez yazgısıydı. Başka bir şey kanştınyor- du benim kafamı: Kırklı yıllann sonuna dek basılmış tüm paralan anımsıyordum, bulunduğumuz yıldan birkaç yıl öncesine dek dolaşımda kalmış paralan da anımsıyor- dum, ama ara yerdekiler tümden sılinmişti bellegimden. Yoksa bellek mi gidiyordu? "Kim anımsıyor ki?" dedi dostum. "Bu iş böyle, gelen gıdeni unutturtuyor. Senin birmilycnluk da geçen yıl orta- dan silinen beşbinliği unutturtacak, çünkü onun yerine gel- di. "Beşbinliğin mi? Yok canım!" "Herhalde, onbinlikler henüz dolaşımda. Onbinliği kal- dınnca da beşmilyonluğu basariar." "Onbinliğin yerine mi?" "Onbinliğın yerine." Kafam daha da kanştı. Ama paralann yüzünü unutmuş olmama karşın, olaylan anımsıyordum. örneğin altmışlı yıllann sonlannda, iş dönüşü, otobüste, unutulmaz dos- tum Berke Vardar'la aylıklanmızı konuştuğumuz bir sıra- da, Berke, "Yakın bir zamanda on bin lira ayiık alacağız" demişti de ters ters bakmıştı herkes. Kendimizi ne sanı- yorduk! "Bu enflasyon yıllar yılı sûrekli para konuşturttu bize, ama para düşkünü olmamızı da önledi" dedi dostum. "Amaç bu değildi herhalde" dedim. Bu işlerden pek anlamam, gene de bana öyle gelir ki, her şeyden önce "demokrasi şehıdımız" Adnan Mende- res'in rakamlan karşılaştırmatutkusundan kaynaklandı bu iş: Ülkenın alanlannda "toeşuş birçehre"y\e konuşurken, döneminin inönü dönemıne ustunlüğünu kanıtlamak için enflasyona gereksinimi vardı. Ama çok doğru, bu enflas- yon bizi para düşkünlüğünden kurtaımıştı. Elimize geçen paralar kaşla göz arasında uçup gittikçe zenginiigin gü- zellikten de geçici olduğunu ögrenmiştik. Şu var ki, "de- mokrasi şehidimiz")n son dönemlerinde Istanbul'dagiriş- tiği dıllere destan karşı-Sinan eylemi, uyanıklann önünde adına para denilen soyut karşılaştırma öğesinden daha üs- tün ve daha sürekli bir zengınlik çevrenı açmıştı. Dostum, varsayımıma ses çıkaımadı, ama parayı soyut bir öge saymamı da beğenmedı. Ben de Cemal Süre- ya'nın gözlemınden yarariandım: Enflasyon yüzde yüzü, yüzde iki yüzü, yüzde iki bıni buluyor, ama para gene sıfı- ra inmıyordu. Bu çelişki, paranın gerçek yaşamda karşılı- ğı bulunmayan, soyut bir veri olduğunu değil de neyi gös- terirdi? "Ama karşılığı var" dedi dostum. "Karşılığı neymiş? Altın mı" diye sordum. "Yoksullar" dedi. "Yoksul deyip de geçme, en büyük zenginlik onun zenginliğidir; bır kez olsun sofrasına otur- madan, onun ekmeğıni yer herkes, yerieryerier, tükete- mezler." Yoksulluk sözcüğü gene çocukluğuma götürdü beni, yeni para tutkumu bir kez daha kabarttı, birmilyonluğumun üzerine eğildım; güzel hazırlamışlardı doğrusu, ınsanın göğsünü kabartıyordu. Dostum, herhangi bir paraymış gi- bi, umursamazlıkla çekip aldı önümden, ışığa tuttu. *'Alman Markı'ndan iki kat, Amerikan Dolan'ndan dört kat daha güvenli" dedim. Dostum, yüzünü buruşturarak önüme attı paramı: "İşin en kötü yanı da bu bence" dedi. "Bayan ÇillerVn uğuriu elleri de işin içine girince, böylesine güvenli bir pa- ra, enflasyonujet gibi uçururartk, sağlam kanatlannın üs- tünde yüzde bınlere dek götürür." "Böyle konuşma" dedim. Içim sıkılmıştı birden; ne de olsa hemen gidip harcayamazdım milyonumu, ondan dört kat daha guvensiz Amerikan Dolan'yta degiştirmeyi de düşünemezdım. "Böyle saçma sapan konuşacağına, kor- kunç erimeye bir çözüm göster" diye ekledim. "Bu işlerden hiçbir şe anlamadığın belli" dedi. "Küre- selleşme çağında enflasyona çözüm aranmaz; çözüm enf- lasyondan doğar. Senin gibi bulutlarda yaşayanlar arar böyle çözümleri." "Arasam da bulamam" dedim. "Ama işin biryönü var ki, beni çok rahatsız ediyor. Hiç değilse bu konuda biröne- rim olabilir." "Neymiş o" diye sordu. Ben de anlattım: Uygulamada en küçük para birimi ek- meğe göre altı, benzine gore yirmi bin olduğuna göre, bir- ler, onlar, yüzler basamağı şımdiden işe yaramaz durum- daydı, binler basamağına da yol görunmüştü. Öyteyse in- sanlan, özellikle de çocuklan çıldırtmamak için bir denge kurmalıydı. "Sen de sıfıratmayanlısı mısın" dedi dostum. "Tam değil" dedim, "Ben sorunu, üç ya da dört sıfın li- ranın yanına çekip bunlaria lırayı bir birleşik ad içinde kay- naştırarak çözelim diyorum. 500.000 lirayı 500 bin lira, 1.000.000 lirayı 1.000 binlira yaparşak bir başka deyişle para binmimizi 'binlira'ya dönüştürürsek, ne şiş yanar ne kebap, sorun da bir ölçüde çözülmüş olur. * Dostum güldü: "Bunlan Cumhuriyet'/n kültür sayfasında yaz da ozan- lar yarariansm" dedi. "Korkanm, bu birmilyonluk yüzün- den tıriatacaksın." "Kolay değil, ilk kez dolardan dört kat daha güvenli bir paramız oluyor" dedim. Ne cterlerse desınler, bir gün bu parayı önüme koyup ya- zıyla resmini çizeceğim. Miîyartar döneminde bana bugün- leri anımsatır. ( Russof Yaytı Çalgüar Dörttösü • Kültür Servisi - "Russo" Yaylı Çalgılar Dörtlüsü bu akşam saat 19.00'da Totonya Kulübü'nde bır konser verecek. 1984'te Moskova Devlet Konservatuvan'nın bünyesmde kurulan dörtlünün üyeleri 1969-73 arasında doğan genç müzısyenlerden oluşuyor. Topluluk bugüne kadar birçok festivale katılmış, ulusal ve uluslararası ödüHer kazanmış. Güzel tonlu, ateşli tamperamanı ve dengelı yorumuyla eleştirmenlerden övgüleralmış. Uğur Mine Tamay sergisi • Kültür Servisi - Uğur Mine Tamay'm resim sergisi 14 mart tanhme dek Almelek Sanat Galerisi'nde sürecek. 1958 yıhnda Ankara'da doğan Tamay, 1976-83 yıllan arasında ıstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Resim Bölümü'nde okudu ve Prof. Adnan Çoker Atölyesi'nden mezun oldu. Sanatçı 1981'de "Günümüz Sanatçılan Sergisi", 1984'te "İnönü Vakfı Resim Sergisi", 1986'da "TPAO Resim Sergisi", 1987'de "Kültür veTurizm Bakanlığı Resim Sergisi", "U. Bandırma Resim Sergisi", "Uluslararası Olimpiyat Komitesi Resim ve Heykel Sergisi "nde çeşitli ödüller kazandı. 1. Rock Festivali'nde degişMik • Kültür Servisi -1. Rock Festivali programında bir değişıklik oldu. Çarşamba günü konser vermesi beklenen Volvox grubunun yerinı Mercury aldı Roxette, Çiıfde sansüre takdtiı • STOCKHOLM (Cumhuriyet) - Dünya turnesini sürdürmekte olan Roxette, cuma akşamı Pekin'de sansüre takıldı. Izleyıcilenn çakmak yakarak şarkılara eşlik etmesının, konserin afışlerle ilan edılmesinin ve halkın konser sırasında dans etmesinin yasaklandığı konserde, aynca Roxette'ın bazı şarkı sözleri de sansüre uğradı. Grup, sansürlenen şarkı sozlennı ya lsveç dılınde söyleyecek ya da anlaşılmaz şekilde mınldanacak.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear