Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
SAYFA CUMHURİYET 19ŞUBAT1995PAZAR
PAZAR KONUGU
Avrupa'nın amacı Türkiye'yı ne yaşatmak ne de öldürmek
LEYLA TAVŞANOGLU
- Ülkemizde tanınan ve kitapları
okunan biryazarsınız, Üstelik
İstanbul doğumlusunuz. tlk ve orta
öğreniminizi de İstanbul'dayaptınız.
Ama kitaplannızt Türkçe
yazmıyorsunuz. Bunun nedeni nedir?
YERASİMOS - Ev et. Ama arada bir
ya da iki Türkçe yazdığım oldu. Bunun
nedeni de şu: Uç ciltlık "Az
Gelişmişlik Sürecinde Türidye" adlı
kıtabım aslında Fransa'da yazdığım
doktora tezımdır. Bunu mecburen
Fransızca yazmıştım. Ondan sonra
arada kaynamış gıbi görünen "Türk-
Sovyet LÜşkileri" adlı kitabım var. Onu
da Türkçe yazmıştım. "Az Gelişmişlik
Sürecinde Türidye" ise Fransızca
yazılmasına karşın Türkçe'ye çevrilip
sadece Türkiye'de kitap halinde
basıldı; onun Fransızca baskısı yok.
Diğer kitaplar ise Fransızca yazılıp
Fransa'da yayımlandı ve Türkçeye
çevrildi. Bütün yazdığım kitaplar
Türkiye ve bulunduğu bölgeyle ilgili.
- "Milliyetler ve Sınırlar" adlı son
kitabınızda Türkiye 'nin Hıristiyan ve
Müslüman dünya arasındaki ara
bölge kimliğine sahip olduğunu
yazıyorsunuz- Türkiye bu ara bölgede
bulunmakla kimliğini tam olarak
saptayabildi nti? Yoksa, Batı
SUNUŞ: İstanbul'daFransız
Konsolosluğu bünyesinde
çahşmalarını sürdüren bir Fransız
Anadolu Araştırmalan Enstitüsü
var. Bu enstitünün başkanlığına
birkaç ay önce Türk aydınlarının iyi
bildiİderi bir isim olan Prof.
Stefanos Yerasimos atandı. Prof.
Yerasimos, Fransa da 22 yıldan bu
yana çeşitli üniversitelerde öğretim
üyeliğiyapan bir bilim adamı.
Türkçeye pek çok kitabı çevrildi ve
yayımlandı. İstanbul doğumhı ve
eğitimli olduğu için Türkçeyi ana
dili gibi bilen Prof. Yerasimos la
kitaplarını neden Fransızca
yazmadığı, son kitabı "Milliyetler
ve Sınırlar: Balkanlar, Kafkasya ve
STEFANOS YERAStMOS - 1942, İstanbul dogumlu. tlk ve orta öğrenimini İstanbul'da tamamladı. Daha sonra Paris'te mimaruk eğitimi gördü. Ortadoğu "da Türkiye ve mİİÜV
1994'e kadar Paris VTO Ünrversitesi'nde profesörlükyapü. Ekim 1994'te tstanbuTdaki Fransız Anadolu Araştırmalan Enstitüsü'ne (Ensütut Fran- miUivrtrihkİp ilcrili anriJtJpri i h i
çais d'Etudes Anatotiennes) başkan olarak atandı. Türkiye'de 1970'li yıllann başuıda üç cütlik kitap olarak yayımlanan Fransa'daki doktora tezi " " " ' /
e
' S - " ^
s
* [.
"Azgeüşmişlik Sürecinde Türkiye" ile yayguı olarak tanındı. Pek çok araşbrması kitap ve yan olarak yayımlandı. aynntlll bir konuşma yaptlk.
'Esas amacı süriindürmek'tarafından tabiri caizse hem itilip
kakıhrken, biryandan da Batı için
gerekli iilke ilan edilip pohpohlanması
bu ara bölgede bulunması vüzünden
mi?
YERAStMOS - Bence bu ara bölge
gerçeği var. Ama kimse bu gerçeği
görmek istemiyor. Hiç kimse.
"Türkiye ne Batı'dadır, ne Doğu'dadır;
ara bölgededirr>
demiyor. Bu durum.
Balkanlar'dakı ülkeler. Yunanistan için
de geçerli. Bazı Balkan ülkeleri bu
durumu görüyor, ama kabullenmek
istemıyorlar. Ara bölgede bulunmak
kabul edilebilseydi Türkiye'de bazı
şeyler çözülebilirdi. Avrupa'nın bir
yandan Türkiye'yi pohpohlarken bir
yandan itıp kakması yine bu ara bölge
konumundan ortaya çıkıyor.
Türkiye'nin jeopolitik konumu Avrupa
için çok önemli. Bir de Avrupa, "Biz
Türkhe'yi tam olarak dışlarsak
Türkiye acaba tslamcılığa. Doğu'ya
kayar m^kaygısı içinde.
- Yani Avrupa 'nın amacı Türkiye 'yi
ne öldürmek, ne yaşatmak. Esas
amacı süründiirmek, diyebilir miyiz?
YERAStMOS - Bir bakıma öyle
diyebiliriz. Avrupa ülkeleri için
Türkiye jeopolitik ve ekonomik açıdan
önemli. Ama Türkiye'yi kendi
aralanna almayı da pek istemıyorlar.
Çünkü Türkiye Avrupa'nın kurduğu
kültürel gelenekten dışlanıyor. Ama
tam olarak da dışlanmıyor. Ne dışarda,
ne içerdedir. Ara bir
durumu vardır. O ara
durumun da nedeni
Türkiye 'den önceki
Osmanlı Imparatorluğu,
Osmanh'dan önceki
Bizans Imparatorluğu'nun
konumudur. Osmanlı
tmparatorluğu daima
Avrupa politikasının bir
parçasıydı; Avrupa
politikasının içindeydi.
Onaltıncı yüzyıldan
Birinei Dünya Savaşı'na,
tkinci Dünya Savaşı ve
ardından NATO'yla
bağlantıdan sonra bugüne
kadar Avrupa'da genel bir
Avrupa politikası
düşünüldüğü zaman akJa
hemen Türkiye de geliyor.
Osmanlı'da ve Türkiye'de
durum aynı. Hep Batı'ya
karşı politikanın ne
olacağı düşünülmüş. Bu.
Tanzimat'la başlayan bir
olgu değil. Tanzimat
bunun sonucu... Iran'da,
ya da Arap ülkelerinde ise
bu tartışılmıyordu. Arap
ülkeleri zaten Osmanh
lmparatorluğu'nun
içindeydi. Ve o
tartışmadan doğan çok
önemli bir şey var:
Avrupa'nın teknik olarak
ilerlemesi bir yerde
Avrupalılaşma gereğini
FransızAnadolu
Araştırmalan
Enstitüsü
Fransız Anadolu Araştırmalan Enstitüsü,
İstanbul daki Fransız Sarayı nın (Palais de
France) bahçesindeki birbinada 1931
yılında kuruldu.
Ağırlıkla Türkoloji, Osmanlı ve çağdaş
Türkiye tarihi konulu araştırmalan
bünyesinde topluyor. Enstitüde 15 bin cilt
kitap içeren bir de kütüphane var. Bu
kütüphanede Enstitü Başkanı Prof. Stefanos
Yerasimos yönetiminde "istanbul
Dokümantasyon Merkezi" ile "Orta Asya
Kafkasya Dokümantasyon Merkezi"adlı
iki merkez kuruluyor. Enstitü çalışmalan
kapsamında atölyeler de faaliyete geçti.
Ayda bir toplanan bu atölyelerden birisi
"Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu
Arasında Türkiye", öbürüde "İstanbul:
Mekânlar ve İnsanlar" adını taşıyor.
korunmasıyla laik bir biçımde
çözülebildi. O nedenle de Batılılaşma
ve laiklik, olabildiği kadar Türkiye'de
oldu.
Türkiye geçiş halinde
Bu, Arap ülkelerinde de, Iran'da da
olamadı. Bütün bunlar Türkiye'nin ara
bölgede olması sayesinde başanlabildi.
Ara bölge kavramı sırasında negatif
olarak da algılanabiliyor. Oysa ara
bölge çok kendine özgü bir konum.
Bu, ya iki tarafın bir sentezidir, ya da
iki tarafın arasında kendine özgü bir
durumdur.
- Sizce Türkiye bu sentezi beeerebildi
mi?
YERAStMOS - Türkiye bu sentezi
devamlı olarak uyguluyor. Ama
başanlı oldu, oldu bitti, diye bir şey
söylenemez. Çünkü ara bölgenin
karakteristiğı devamlı bir geçiş halinde
'Ne olursa olsun
parlamento işliyor'
doğurdu. Avrupa'ya karşı çıkmanın tek
çaresinin onlann tekniğini almak
olduğunu gordüler. Oradan da Avrupa
ve Avrupalılara eşit olma fîkri doğdu.
Bence bu kendi içinde laik bir fıkirdir.
-Neden?
YERAStMOS - Çünkü başka dinden
olan birisıyle eşit olmayı
amaçlıyorsunuz; yanşa çıkıyorsunuz.
Tanzimat'tan hemen önce ve
Tanzimafta Avrupa'nın dinini almak
değil. tekniğini almak, onunla
yanşmak fîkri doğuyor. Bence
îaıkliğin bazında bu vardır. Oysa Arap
dünvası Osmanlı lmparatorluğu'nun
bir parçası olarak o dönemi yaşamadı;
daha çok dınsel bir anlayış içinde
kaldı. Islami hareketlerinin temeli de
bu çelişkiden kaynaklanıyor.
Türkiye'de o çelişkı bence
Av rupalılaşma süreci yaşanırken dinin
olunmasıdır. İki dünya arasında
devamlı bir sentez yapılması gereği
olduğu jçin sürekli bir sentez ve arayış
vardır. Bu var; bir de bu durumu kabul
etmeyerek kendinı belli modellere göre
ölçme durumu var. Biz Islam'a göre.
Batı'ya göre ne kadar aykınyız, gıbi...
Hep aykınlık düşünüldüğü zaman
kompleks yaratan bir durum ortaya
çıkıyor.
Sentezi kabul etmek lazım
Oysa bu sentezin değerine vanrsak
bunun çok önemli olduğunu
görüyoruz. Bence bu sentezi kabul
edip ona göre yaşamak lazımdır. Bu,
hiç de olumsuz bir şey değildir. Bu
sentezi yapabilmeli ve devam
ettirebilmelidir. Türkive'nın taa
Osmanh zamanından gelen sanatı,
kültürü de eninde sonunda bu sentezin
ürünüdür. Osmanlı minyatür tekniğine
baktığınız zaman bile bunu
görüyorsunuz. Minyatür tekniğini
Doğu'dan almışlar, ama içine
perspektif katrruşlar. "Ne Batiya, ne
Doğu'ya benzeyebildik. Acayip bir
mahluk haline geldik"" gibi negatif
anlavışı pozitıfe çevirmek lazım. Bunu
olumlu bir sentez olarak görmeliyiz.
- Sizin sözünü ettiğiniz bu ara
bölgenin adı neden hiç konmadı?
YERAStMOS - Konmadı, çünkü
model başka bir yerdedir. Bu ara
bölgede olmak, ama bu ara bölgeyi bir
hakaret gibi kabul edip sürekli olarak
bundan kurtulma duygusu hep var.
Balkanlar'da da bu böyle. Ama
Balkanlar'da Batı'dan başka bir yol
arayışı yok.
Oysa Türkiye'de bu var. "Ban olmazsa
isİam olabüir mi?" fikn ortaya çıkıyor.
Ama ikisi de değil: Türkiye'de
dinle ilgili pratikler.
gelışmeler Arap ülkelerinden
çok farklıdır. Yüzyıllardan
gelme bir laiklik geleneği, bir
farklı yaşama modeli var.
- Bütün bu laiklik geleneğine,
farklı yaşama modeline
karşın bugün Türkiye'de
İslam köktendinciliğinin güç
kazanması ciddi kaygılar
yaratıyor. Sizce ülkemizde
İslam köktendinciliğinin güç
kazanması olasılığı ne
ölçüdedir?
RP krtJe partisi değil
YERAStMOS - Ben bundan o
kadar korkmuyorum.
Türkiye'de, köktendinciliğin
daha sert, daha hırçın olduğu
ülkelere kıyasla iki fark var.
Bir kere laiklik tepeden inme
ve kısa zamanda yapılmış bir
iş değil. Bunun uzun bir
geleneği var. Osmanlı'da
Batılılaşma gereğini gören ve
yapan insanlar başka bir
ülkeden çıkmış insanlar
değildir. Bu, ülkenin kendi
içinden gelen bir hareket, bir
gelişmedir. Laikliğin 1920'li
yıllarda yerleşmesinden
bugüne kadar iki-üç nesil
geçmiştir. Bütün bu geleneği
bir yana itip başka bir yere
gitme isteği ne derece geçerli
olabihr? Laiklik ve bunun
içinde yetişen birkaç nesil çok önemli
verilerdir. Ikincisı de bugün,
Türkiye'de ne olursa olsun parlamenter
demokrasi işliyor. Ülkede çok partili
bir sistem var. Hemen hemen her
seçimden sonra da partiler değişiyor.
Her parti oy alırsa iktidara geleceğini,
oy alamazsa iktidardan gıdeceğini
biliyor.
Bu da diğer islam ülkelerinden çok
önemli bir farktır. Bu iki nedenden
dolayı Türkiye'ye köktendinciliğin
gelmesi çok daha az ihtimaldir.
Türkiye'de köktendinciliğin temsilcisi
olan RP'nin giderek büyüyen bir kitle
partisi olması lazım. Ve köktendinci
diğer nüvelerin çevresindeki çok daha
geniş bir kitleyi de kapsaması gerekir.
RP daha çok Avrupa'daki muhafazakâr
Hıristiyan demokrat partiler gibi bir
parti olabilir.
- Yani RP sizce sistem dışı bir parti
değil mi?
YERASİMOS- Hayır. değil.
Parlamenter demokratik sistem
muhafaza edıldiği sürece sistem dışı
bir parti olamaz. Eğer bu sistemi
yıkmak için bir müdahale yapılırsa
parti içindekı sistem dışı köktendinci
unsurlar iktidara gelebilirler. Ama
şimdi iktidara gelemezler. çünkü
RP'nin önce bir kitle partisi haline
gelmesi lazım. Kavga bence
demokratik parlamenter sistemin
sınırlan içinde yürütülecek.
Türkiye'nin Osmanh'dan ve Kemalist
dönemden gelen bir özelliği var.
Türkiye'de parlamenter sistemi az çok
vesayeti altına alan bir devlet unsuru
bulunuyor. Bu, devletin esas yönünden
sapmasını koruyan bir sistem. Bu
sistem içinde ordu vardır, yargı
sisteminin üst düzey kişileri ve yine
üst düzey bürokratlar
bulunmaktadır. Hangi parti
iktidara gelirse gelsin bu
sistem devamlılığı sağlıyor.
Bu, Türkıye'nin bir özelliği.
Durumuna göre oîumsuz ya
da olumlu olabiliyor. Bu
sistem gelişmeyi önlüyor.
Ama gelişmeyi her yönde
önlediği için de belirli bir
istikrar sağlıyor. Bu dengeyi
tutturabilmenin tek çaresi
parlamenter sistemin devam
etmesidir.
- "Milliyetler ve Sınırlar " adlı
kitabınızda "Ulus sorununu
çözme iddiasındaki son
imparatorluk SSCB 'ydi. Bunun
dağılmasıyla eski şeytanlar
yeniden ortaya çıhp tepinmeye
başladılar' diyorsunuz. Kim
bu eski şeytanlar? Şimdi
neler beceriyorlar?
YERAStMOS-Eski
şeytanlar dediğim
milliyetçilik fikridir. Size
şöyle anlatayım. Millı
devletler Avrupa'da çok kısa
bir süre içinde kurulmuştur.
Bu, 20. yüzyıla kadar devam
etmiştir. Osmanlı
Imparatorluğu'nda bu, 19.
yüzyıl içinde bitirilmeye
çalışıldı. 1914'te Balkan
Savaşı'yla birlikte de
noktalandı. Balkanlar'da
devletler kuruldu; nüfus
mübadeleleri yapıldı; herkes
yerli yerini buldu. İkinci Dünya
Savaşı'na kadar birtakım faşist
rejımler kuruldu. tkinci Dünya Savaşı
oldu, bitti. Demirperde ortaya çıktı.
1989'da o rejimler dağılmaya başladığı
zaman baktık ki milli devlet kurma
süreci devam ediyormuş. Ve her şey
yeniden tartışılmaya başlandı. Demek
ki bu süreç bitmemişti. SSCB
dağıhnca orada da bir ulus-devlet
kurma süreci başhyor ve daha yeni
başlıyor.Avrupa'da şimdi bir milli
devlet ötesi birleşmeye doğru gidiliyor.
Bu olacak mı, olmayacak mı hiç
bilemiyorum. Bunun yanmda milli
devletleri kurma süreci de devam
ediyor. Bu süreç ne kadar devam
edecek belli değil. Yeniden bitmek
tükenmek bilmez kavgalara doğru
sürükleniliyor gibi bir durum var.
Şeytanlar bunlar...
- Sizce Türkiye 'de milli devlet
kurulması nasıl oldu?
YERAStMOS - Osmanlı'da birçok
devlet kurulduğu gibi Türkiye de
kuruldu. Osmanlı'da hele son dönemde
Türk kökenli olan hâkim sınıf Türk
milliyetçiliğini ancak 1913'ten sonra
kabul ettirdi. Daha önce Ittihat ve
Terakki'nin 19O8'de iktidara
gelmesiyle çokuluslu imparatorluğu
korumaçabası vardı. 1913'te, 'herkes
milli devlet kurdu. biz de kendi milli
devletimizi kurmalıyız' fikri doğdu.
Osmanlı camiası içinde en geç doğan
milliyetçilik Türk milliyetçiliğidir.
Ondan daha geç doğan milliyetçilik de
Kürt milhyetçiliği... Biliyorsunuz,
Misak-ı Milli sırurlan çizildi; bundan
sonra gelecekteki Türk devletinin
sınırlan olacak denilen sınırlar
mütareke sınırlandır.
- Mütareke sınırlan nedir?
'Kürtler geç kalmış bir
kavgayı veriyorlar'
YERAStMOS-Mütareke 30 Ekim
1918'de imzalandı Ve "Mütareke
sınuian ertesi gün saat 12'de ordulann
duracağı yerdir" denildi.
Misak-ı Milli sınırlan böylece 31
Ekim saat 12'de ordulann bulunduğu
yerlere göre belirlendi. Onun için
şimdi bazı şeyler tartışılıyor. Ingiliz
ordulan 31 ekımde saat 12~de
durmadılar. birkaç gün daha ilerlediler.
Yani soyut bir limitten hareket edilerek
yenı bir milli devletin sınırlan çizildi.
Milli devlet. siyasi yapı olarak çok kısa
bir süre içinde kuruldu. Devlet yapısını
oluşturmak sonraki yıllara kaldı.
- Şimdi de bir Kürt milliyetçiliği
yaşanıyor...
YERASİMOS - Bence bu
kaçınılmazdı; eninde sonunda olacaktı.
Şimdi biraz imparatorluktan milli
devlete geçiş süreci yaşanıyor. Bu
kavga belki yüzyıhn başında
verilecekti. Bugün geç kalmış bir
kavga olarak veriliyor. Bu geç verilmiş
kavgadan da olumlu bir şey
çıkarabilirdik. Bu artık milli devlet
kuruluşu içinde değil, milli devlet ötesi
bir görüşle halledilebilırdi. Fakat bu da
zor. Türk milhyetçiliğinin yeni oluşu,
eski modellere göre kurulmuş olması,
herkesin kendi yennı istemesı sorun
yaratıyor.
Uzlaşılması lazım. Bu bence uzun ve
zor bir iş. Herkes tarihin getırdiği
modeller içinde hapsedilmiş. Herkes
hâlâ yüzyıhn başındaki tarihi yaşıyor.
Ve tabii geriye dönemediğimiz için
işin içinden çıkamıyoruz. <3ünün
koşullanna uygun bir çözüm bulmaya
çalışırsak herkesin yaşaması için ayn
birimler, ayn devletler halinde değil
de, ekonomik ve kültürel ımkânlann
verilmesiyle birlikte yaşamayı
düşünmemiz lazım. Ama bence arada
çok büyük bir uçurum var ve bu
uçurumu kapatmak o kadar da kolay
olmayacak.
Parçalanma çözüm deği
- Bunun zor bir süreç olduğunu mu
söylemek istiyorsunuz...
YERASİMOS - Zor bir süreç. tkide bir
de Sevr'e atıf yapıhyor. Çünkü Sevr
zamanından kalan bir olgu bu. Sevr
Antlaşmasf nda bir Kürt bölgesinin
sınırlan çizildi. "Bu
bölgeye sahip çıkmak
isteyen varsa bir yıl içinde
referandum yapıîacak"
dendı. Ama hiç kimse
buna sahip çıkmadı. Çünkü
o sırada Kürtler hâlâ
Osmanlı camiası içinde
yaşamaya devam etmek
istiyorlardı. Bugün artık
yüzyıhn başını değil.
önümüzdeki yüzyıhn
başını düşünerek
yaşamahyız. Çünkü artık
bugün bir siyasi
parçalanmanın Türkiye
için bir çözüm olmadığını
biliyoruz.
ÜHceninimkanlan
yetersiz
Ama hâlâ doğal yol odur
dıye düşünüyorlar. Onun
için de bir türlü çözüm
bulunamıyor. Belki bunun
çözümünü hiç kimse
bılmiyor ya da görmüyor.
Ya sorun kendi içinde
çözülecek ya da hiç
kimsenin öngöremediği bir
yola girecek. Dünyada
bunun gıbi bazı sorunlar
vardır. Orneğin Irlanda
sorunu.. trlanda sorunu bu
yüzyıhn başından beri var,
bugüne kadar sürüyor ve
nasıl çözüleceği de belli
değil. Bask sorunu da çok daha küçük
bir halk olduğu için çözülememıştir.
Bu gibi sorunlann bir çözümü
ekonomiktir. Örneğin Fransa, kendi
topraklan içinde kalan Bask sorununu
ekonomik olarak çözdü. Şu anda
Fransız topraklannda bulunan Bask
bölgesinin ili Fransa'mn en zengin
illerinden biridir. Çünkü Fransa,
sorunu çözmek için burasını paraya
boğdu.Bugün Türkiye'nin
Güneydoğusu'ndaki illerin yaşam
düzeyleri Batı Anadolu'dakinden daha
yüksek olursa o zaman durum farklı
olur. Ama bu da galiba olanaksız.
Türkiye'nin imkanlan bugün bunu
gerçekleştirmeye yetmez.
Yani şöyle söyleyebiliriz: Bugün
ekonomik çözüm var. Ama
Türkiye'nin imkanlan bunu hayata
geçirmeye yetmez.