18 Aralık 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 12 MART 1991 Koşullu Af Her toplum "buhranlı günler" geçirmiş olabilir; geçmişin silinmesi, sakin günlerüı sağlanması, "eski kinler"in unutulması gerekli duruma gelebilir. Prof.Dr.FARUK EREM Af tekrar gündeme geldi. Affın "sosyal bir ihtiyaç" halinde görünmesi karşısında bir af kanununun nasıl yapılması gerekeceği düşü- nülebilir. Evvelce düşülen hataların tekrar iş- lenmemesine dikkatli olunmaiıdır. Cumhurbaşkanı'nın "cezalann tecili"ni önerdiği ileri sürülüyor. Bu öneri genel anlam- da "tccil"in gelişmiş şeklidir, fakat " a f de- ğildir. tngiliz sistemine göre hâkim, sanığı yar- gılar, hüküm verir, fakat açıklamaz. "Hük- mü" tecil ettiğini açıkiamakla yetinir. Eğer sa- nık yeniden suç işlemez ise tecil edilmiş mah- kûmiyet düşer. Hukukun güvenlik supapı Bu öneri elbette isabetlidir, fakat "af mii- essesesi"nden pek farkhdır. Ceza kanunları genel olmak zonındadır. Genel bir kanun ise her olayda "uygun kanun" anlamına gelmez. Genel olan, olaylann bazı- lannda haksız görülebilir. Bir yazar, bu neden- le af yetkisine "hukukun emniyet supapı" adı- nı vermişti. Başka bir yazar "Af cezayı zayıf- latmaz, onun adaletli biçimde uygulanmasını saglar" demişti. Her toplum "buhranlı gün- ler" geçirmiş olabilir; geçmişin silinmesi, sa- kin günlerin sağlanması, "eski kinler"in unu- tulması gerekli duruma gelebilir. Yasama dUzeninin bozulması, suç ile ceza arası oranın çeşitli değişikliklerle doğurduğu karmaşa, "Kanunsuz suç olmaz" kuralının (özellikle 141, 142,163. maddelerde olduğu gi- bi) geniş çapta zarar görmüş olması, hakh bir dengenın artık maddelerde yasa değişikliği ile giderilmesi olanağımn yitirilmiş bulunması, pek çok ceza veren hükmün toplumsal yara- nnı da yitirmiş olması ve toplumsal gelişmeyi engelleyecek nitelik kazanması, kısaca ceza kurallannın çağın gerisinde kalması, af yet- kisinin kullanılmasını hakh gösterebilir. 1) Güçlerin aynlıgı: Yargının yoğun emek- le kararlaştırdığı "hüküm"ü yasamanın bir çır- pıda kaldırmasım "güçler ayrıhğı" ilkesi ile bağdaştırmak hakh gözukmeyebilir. Güçler aynlığının zedelenmesini önlemek için yasa- manın affın yalnız geniş hatlannı göstermesi, bu koşulların bulunup bulunmadığının yargıç tarafından karara bağlanması düşünülebilir. Böylece yasa yapmakla onu uygulamak ayrı- mı sağlanmış olur. "İyi hal"in gerçekleşmesi, bu gerçekleşmenin kanıtlanması usulünün ya- sada belirtilmesi isabetli olur. 2) Koşuilu af: Affın koşula (şarta) bağlan- ması yerinde olur, sanık ya da hükümlü ser- best bırakıhr. Belli bir süre (Örneğin beş ya da on yıl) içinde kasıtlı bir suç işlenmesi duru- munda affedilmiş cezanın geri geleceği, yeni suç ile eski suçun cezasının birlikte çektirile- ceği hükmünün koşul olarak kabulü yerinde olur. Böyle bir koşul, serbest bırakılan, affe- dilen suçlunun yeniden suç işlemesini önleyi- ci bir "önlem" olmuş olur. 3) Affı reddetmek hakkı: Affedilen sanığın, eğer affedilmese idi suçsuzluğunu mahkeme- de kanıtlaması mümkündür. Bu kamda olan sanık affın uygulanmamasım isteyecek, dava devam edecek, suçsuz olduğunu kanıtlayabi- lecek olursa beraat edecek, eğer suçlu olduğu anlaşılacak olursa o zaman hakkında af hük- mü uygulanacaktır. Bu anlamda bir hükme ih- tiyaç vardır. Böyle bir hüküm olmazsa suçsuz olan kimse, suçsuzluğunu kanıtlayamamak korkusuna kapılarak ret hakkını kullanmak- tan çekinebilir. Böylece sanık af kanununun yayınından itibaren saptanacak süre (örneğin üç ay) içinde affı reddetme hakkını kullana- caktır. Ret isteğinin sunulacağı makamın ka- nunda belirlenmesi faydalı olur. 4) Affın kapsanu: Daha önce çıkanlan af kanunları birtakım suçları affın kapsamı dı- şında bırakıyordu. Niçin af dışuıda bırakıldık- lannı açıklamak mümkün değildi. Oysa genel- de affın kapsamından bazı suçlan dışta bırak- mak —bir dereceye kadar— "eşitlik kuralına" aykınlık sayılabiliyordu. Aynı cezanın verildiği çeşitli suçlarda verilen veya verilecek olan ce- zaya bakılarak ağırlıklan ölçülebüir. Daha ha- fif cezayı gerektiren bir suçun affedilmemesi- ne karşın, ağır cezayı gerektiren suçun affe- dilmesi izahsız kahyordu. Bu nedenle Ceza Ka- nunu'nda saptanacak ceza miktarını (örneğin on seneyi) aşmayan, istisnasız bütün suçlann af fedildiği, bundan fazla cezalı suçlaruı ceza- larının bir bölümünün indirilmesini öngören bir metin isabetli olacaktır. Böyle bir metin- de on sekiz yaşından küçük olanların suçlan- nın sımnnın (Örneğin on iki seneye) çıkarıla- bilmesi hâkimin takdirine bırakılabilir. 5) Öbiir cezalar ve sonuç: Para cezalarımn tümünün affı (hatta tazminat kabilinden olan- lar dahil) gereklidir. Af uygulandıktan sonra kişisel istemi varsa dosyanın ilgili hukuk mah- kemesine gönderilmesini sağlayacak bir hük- mün kanuna eklenmesinde isabet vardır. Fer'i cezalarla tamamlayıcı cezalann, bütün sonuçlan ile birlikte affedilmesi düşünülme- lidir. Af kanununun hazırlanmasında bu husus- ların nazara ahnmasını dileriz. HESAPLASMA BURHAN ARPAD Tepeler ve Tepeleri Türk-Sovvot İlişkiİ4TÜHİO 70 Yü 194O'lı yılların İstanbulu için Yeditepe şehri denirdi. Son- radan yediyi aşan tepelerin adlan şöyledir: Gayrettepe, Esen- tepe, Gültepe, Çeliktepe, Fikirtepesi, Kartattepe, Sevdatepesi, Seyrantepe. 1945- li yıllarda sadece 500.000 kişi yaşıyordu. 1950 seçimlerini kazanmış olan Demokrat Parti yönetimi- nin "Bırakınız!" sloganıyla Anadolu insanlan şehirlere akıp yerleştiler. İstanbul'da yaşayan insanlar neden ve nasıl böyiesine arttılar? Başlıca neden ekonomikti. Kısa sürede hızla tırmandılar. En ycksulu bile kısa sürede varlıklı insan olmayı başardı. Bir bölümü sırt taşımacılığı yaptı. işportacılar da yoksulluktan kur- tuldular Aracılıkla kazanç sağlayanlar hiç de az değildi. Köyden ya- kını olanlar daha verimli işlerde hızla tırmandılar Yapılarda, en zor işlerde gece gündüz çalışarak tırmanmayı başardı- lar Kapıcı yamağı olarak bir yere kapılandılar ve sadece bir iki yılda 'büyük inşaatçı', 'çok sayın bay' falan oldular Ne var ki, köyden büyük şehre göç edenlerin hepsi mut- luluğa erişemedi. Büyük şehre göçüş planlan hayal kırıklı- ğıyla sonuçlandı. Bu duruma düşmüş olanlar, köyünde bir süre kaldıktan sonra yeni deneme yaptılar ve Almanya yol- culuğunu seçtiler. İstanbullu hemşerilerin en büyük sorunu, başlannı soka- bilecek bir dam altına kavuşabilmekti. 1950 başlarında ilk örnekleri vermiş olmalarına karşın hiç de kolay olmadı. İstanbul'un iş merkezterinin epeyce uzağı- na düştüler. Tarih yapraklarının gözalıcı güzel İstanbulu, bir kültür ve iş merkezi niteliğini yıllardır yitirmekteydi. Aralıksız savaşlarda Osmanlı orduları gerilemekteydi. Ayastefanos Ba- ftŞıAntteşmast bunu bekjeliyor. Osmanlı imparatorluğu'nun savaş gücü, Yeniçerıler, Osmanlı imparatorluğu kanlı bozgun- lara dönüşmektedir. Osmanlı imparatorluğu'nun hiç bir za- man üretıci olmamış talancı dokusu çatırdamaktadır Sağduyusu ve kültürü sağlıklı kimi padişah ve yakınlan çö- küntüyü kurtaramazdı. Aydınlık düşünce çağının düşünce- ye, insan değeriyle beslenmekte olan bir toplum düzeni kar- şısında ayakta kalamazdı. Atatürk, aydınlık düşünce toplumbilim ışığında gerçeği gör- müştür. Kurtuluş Savaşı kazanılır kazanılmaz iki gerçeği genç Türki- ye Cumhuriyeti topraklannda uygulamaya başlamıştır. Yaban- ct ülkelerin para ve teknik yardımıyla ülkenin degişik tanm bölgelerinde fabrikalar kurdurmuştur. Osmanlı toplumundan kalmış on milyon insanımız kısa sü- rede yerleşik düzene uyarak yerleşik yurttaş düzenine yük- selmiştir. Günümüz Türkiyesi'nin çalkantılı düzeni 1950, İkinci Dünya Savaşı sonrası başlatılan 'büyük ihanet'in kaçınılmaz sonucudur. SPOR TOTO - SPOR LOTO OYNAYANLARA DUYURU En son Alman bilgısayar tekniği ile geliştirilen Spor Toto, Spor Lototormüllen,Spor Toto'da, 3 banko ile dereceyi 32 kotonda 13+1'i garantı ediyoruz. Spor Loto'da 2 banko ile dereceyi 28 kotonda 8'i garantı ediyo- ruz. Toto 65 sayfa, Loto 60 sayfadır, isteginiz kitap ödemeli gönde- rılir isteme adresi: Halil Çakmak: PK. »49 Ulua/ANKARA Telefonumuz yoktur. 1920'de kurulan diplomatik ilişkiler, 1921 martında Moskova Antlaşması ile sağlam bir temele oturtulmuştu. Bu antlaşma ile Kars-Ardahan Türkiye'ye geri verilerek bugünkü sınır kabul ediliyor; Moskova, Türkiye'nin "Misak-ı Milli" davasını destekliyor; Türkiye, Boğazlar Statüsü'nün yalnız Karadeniz devletlerince düzenlenmesini kabul ediyor; iki taraf birbirinin iç işlerine (yani Türkiye'de komünizm kışkırtması gibi) karışmamayı yükümleniyordu. İSMAİL SOYSAL Emekli Büyükelçi Osmanlı-Rus ilişkilerinin son 240 yılın- da ortalama her 20 yılda bir savaş olduğu düşünülürse, yetmiş yıllık Türk-Sovyet iliş- kilerinin hiçbir savaşa meydan vermeden sürdürülebilmesi gerçekten önemli ve sevin- dirici bir olgudur. Biz burada iki komşu devletin bu 70 yıl- lık siyasal tarihini şu dönemler çerçevesin- de anlatmaya ve irdelemeye çahşacağız: I) 1920-1939 yıllannda dostluk ve dayanışma; II) 1939-1945 tkinci Dünya Savaşı'nda so- ğukluk ve tedirginlik; III) 1945-1953 yılla- nnda gerginlik; IV) 1953-1964 döneminde Doğu ile Batı blokları arasındaki "soğuk savaş" (cold war) atmosferi ve V) 1964-1990 yülannda siyasal yumuşamarun (detente) et- kileri. I. İlk yirmi yıllık dönemin başlangıcın- da yalnızlık içindeki her iki devlet Batılıla- rın tehdidi altında idi. O nedenle birbirle- rine destek olmak durumunda idiler. An- kara hükümeti İngiltere, Fransa ve Yunanis- tan'a karşı "Kurtuluş Savaşı" yaparken, Sovyetler Birliği'nden beklenmedik bir za- manda sağladığı politik destek, silah ve para yardımı onun için son denli değerli olmuş- tu. Sovyetler Birliği de 1917 Ekim Devrimi 1 ne karşı cephe alan Batılılara karşı —ki İn- giltere Batum'a kuvvet çıkarmıştı— guney- de kendisine dost bir ülke buluyordu. Boy- lesine olağanüstü koşullar içinde, 1920'de kurulan diplomatik ilişkiler, 1921 martın- da Moskova Antlaşması ile sağlam bir te- mele oturtulmuştu. Bu antlaşma ile Kars- Ardahan Türkiye'ye geri verilerek bugünku sınır kabul ediliyor; Moskova, Türkiye'nin "Misak-ı Milli" davasını destekliyor. Türki- ye, Boğazlar Statüsü'nün yalnız Karadeniz devletlerince düzenlenmesini kabul ediyor; iki taraf birbirinin iç işlerine (yani Türki- ye'de komünizm kışkırtması gibi) karışma- mayı yükümleniyordu. Böylecedostca kom- şuluk ilişkileri hızla kurulmuştu. Türk-Sovyet dayanışması Batılılarda de- rin kaygı uyandırmıştı. Hatta Fransa'nın, müttefiki Ingütere'ye danışmadan 1921 eki- minde Ankara hükümetiyle bir ön barış antlaşması yapmasımn nedenlerinden biri de Türkiye'de Moskova'nın tehlikeli olabi- lecek etkisini dengelemek arzusu idi. 1923 Lozan Barış Konferansı'nda Boğaz- lar sorunu üzerindeki görüşmelere Sovyet- ler Birliği'nin yani sıra Ukrayna ve Gürcis- tan'ın da kalılmasına Ankara hükümeti önayak olmuştu. Lozan'da Boğazlar rejimi, Moskova Antlaşmasf nın benimsediği sis- tem bir kenara bırakılarak Batılılann iste- diği gibi düzenlenince Sovyet hükümeti Bo- ğazlar Sözleşmesi'ni imza etmemişti. 1925 Türk-Sovyet Antlaşması, ilişkilere yeni bir boyut olarak "saldırmazlık" yü- kümlulüğü getirmişti. Ayrıca Türkiye, o sı- rada Musul sorunu nedeniyle İngiltere ile —ki Italya da onu destekliyordu— bir sa- vaş cıkabileceğini düşünerek Sovyetler Bir- liği'nden bir güvence sağlamak istemişti. Ama Sovyet Dışişleri Bakanı Çiçerin Türk meslektaşı Aras'a verdiği gizli bir mektup- ta, bir savaş durumunda 1921 Moskova Antlaşması esprisi içinde hareket edeceği- ni bildirmekle yetinmişti. 1925 antlaşması süresinin 1930'da ikinci kez uzatılması sırasında kabul edilen ayn bir protokol, tarafların birbirine haber ver- meden ve onayını almadan öbür komşu devletlerle —ki o sırada Fransa Suriye'de, İngiltere de Irak'ta mandater sıfatıyla Tür- kiye'nin komşusu idi— siyasal bağıtlar yapıl- masını öngörüyordu. Türkiye'nin dış poli- tikasını Soyyetler Birliği gibi büyük bir dev- letin politikasıyla uyum içinde yürütmesi anlamına gelen bu yükümlülüğe Turk hü- kümeti sonuna dek sadık kalmıştır. Özel- likle, 1928'de Cenevre Silahsızlanma Kon- feransı'nda Sovyet tezini savunmuş; 1932'de Milletler Cemiyeti'ne girerken onun onayı- nı alnuş: 1933'te saraşın >'asaklanması ile il- gili Litvinof Protokolü'nü imzalamış; 1934'te Balkan Paktı'nı yaparken Sovyet- ler'le dayanışma içinde kalmış ve onlar le- hine pakta bir rezerv koymuş; 1936 Mont- reux Boğazlar Sözleşmesi ^pılırken Sovyet delegasyonu ile sıkı temasta bulunmuş: 1937 Sadabat Paktı'nı yaparken Sovyet görüş ve onayını almış ve son olarak 1939 eylülunde hazırlanan Türk-İngiliz-Fransız tttifakı ta- sarısından Sovyetler'e bilgi vermiş ve onlarla bu tasarıya ters düşmeyecek bir savunma aranjmanı aramış, ama bunu elde edeme- yince Üçlü Pakt'a, Sovyetler'le savaşa girme- mek rezervini koydurmuştur. Sovyetler Bir- liği ise bir büyuk devlet olmanın rahatlığı ile örneğin 1935'te Fransa ile ittifak bağıt- lanırken olsun, 1939 ağustosunda Alman- ya ile saldırmazlık paktını yaparken olsun, Türkiye'ye haber vermemiştir. Şu da bir gerçektir ki 1930-35 yıllarında Batı ile ilişkilerini düzelten Türkiye, Sovyet- ler Birliği'nin Türkiye'nin dış politikasında- ki ağırlığını dengelemek yolunu tutmuştur. Bu politikasını 1936 Montreux Konferansı görüşmelerinde belli etmiştir. Montreux Bo- ğazlar Sözleşmesi ile Boğazlann geçiş reji- mi konusunda Sovyet tezi ile Batılılann te- zi arasında bir kompromi bulunması ve Bo- ğazlarda Türkiye'nin tam egemenliği ve de- netiminin sağlanması bu denge politikası- nın bir ürünüdür. Artık Türkiye daha çok Batılılara, özellikle Ingiltere'ye yaklaşmak, ama aynı zamanda Sovyetler'le bir soğuk- luk ortaya çıkarmamak gibi ince bir diplo- masi faaliyeti içine girmiştir. İkinci Dünya Savaşı öncesi 2-3 yıllık süre bu hava içinde geçmiştir. • • • II. 1 Eylül 1939'da başlayan İkinci Dün- ya Savaşı'nda Türk-Sovyet ilişkileri, bu sa- vaş boyunca politik ve stratejik alanda de- ğişen koşulların etkisinde dalgalanmalar göstermiştir. 25 eylülde Moskova'da başlayan Türk- Sovyet görüşmeleri bir sonuç vermemişti. Çünkü 23 ağustosta Sovyet-Alman Saldır- mazlık Paktı'ndan beri Moskova, Batılılar- dan uzaklaşmış, Berlin ile uyum içine gir- mişti. Moskova görüşmelerinde Sovyetler, Türkiye'den Boğazlar konusunda Montre- ux sistemine aykırı taleplerde bulununca Türk Dışişleri Bakanı Saracoğlu Ankara- ya eli boş dönmüştü. Böyle olunca, zaten imzaya hazır bulunan Türk-İngiliz-Fransız lttifakı 19 ekimde Ankara'da imzalanmış- tı. 1940 haziranında Italya, Almanya'nın ya- nında savaşa katılınca, savaş Akdeniz'e ya- yılmış olduğundan Türkiye'nin Üçlü ltti- fak'a göre İngiltere ve Fransa'nın yanında savaşa girmesi gerekirdi. Ancak Türkiye bu pakta koydurduğu Sovyet rezervini (Sovyet tehlikesi) ileri surerek "savaş dışı" mütte- fik kalacağını açıklamıştır. 1941 bahannda Almanya Balkanlan is- tila edince Sovyetler bundan büyük kaygı duymuş ve Almanlara karşı politikasını de- ğiştirmişti. Artık Türkiye'ye sıcak bakıyor, onun Boğazlan korumasını bekliyordu. Ne var ki Almanya, 18 haziranda Türkiye ile bir saldırmazlık paktı yapouş ve dört gün sonra Sovyetler BiçliğFne karşı saldınya geç- mişti. Bu durumda Sovyet hükümeti Türkiye 1 yi Batılılar-Sovyetler Ittifakı'nın yanında sa- vaşa sokmak üzere baskılara başlayacaktı. Özellikle 1943 ekiminde Moskova'da Sovyet-Amerikan-lngiliz dışişleri bakanla- n toplantısında ve kasımda üç büyüklerin Tahran Konferansı'nda bu yönde kararlar alınırken, Türkiye'nin gerekirse savaşa zorla sokulmasında ısrar eden Sovyetler olmuş- tu. 1945 şubatında Yalta Konferansı'nda Stalin, Montreux Boğazlar rejiminin değiş- tirilmesi gereğini ileri sürmüş, ama ABD ve İngiltere buna pek yanaşmamıştı. Sovyetler Birliği Boğazlar konusunda Ankara üzerindeki baskısını daha etkin hale getirraek için 19 Mart 1945'te 1925 Türk- Sovyet Saldırmazlık Paktı'nın 20 yıllık sü- resinin kasımda dolacağını bildirerek ona son vereceğini, bu pakt yerine dünyadaki değişikliklere uygun bir yeni antlaşma ya- pabileceğini Ankara'ya bildirmişti. Bu dav- ranışının gerisinde Boğazlar rejiminin Mos- kova'nın isteklerine uygun biçimde değişti- rilmesi ve Boğazlarda bir üs elde etmek ar- zusu yatıyordu. Ayrıca Kars ve Ardahan'ın Sovyetler Birliği'ne geri verilmesi yolunda bir kampanyaya girişmişti ki bu, daha çok Boğazlar konusundaki taleplerini gerçekleş- tirmeye yarayabilecek bir etken izlenimini vermişti. 1945 temmuzunda üç büyükler Potsdam- da toplanınca ABD ve Ingiltere'nin Sovyet- (Arkast 14- Sayfada) PENCERE 'Vietnam Sendromu' Oüşünmesini sever misiniz? Eski zaman bilgesi "İnsan düşünen hayvandır" dememiş mi? insan olup da düşünmeye karşı çıkılır mı? Elbette hepi- miz düşünmeyi çok severiz... Ya da sevmeliyiz. Bugün size 'Vietnam sendromu' deyimi üzerinde düşün- meyi öneriyorum; çünkü bu deyim gazetelerde çok kullanı- lıyor; yazılanlara bakılırsa Körfez savaşından sonra Ameri- kan toplumu 'Vietnam sendromu'ndan kurtulup bir 'oh' çek- miş; analar ve babalar soluk almış; Amerika eski güvenine kavuşmuş. Bizim kimi yazanmız veya gazetecimiz de çok seviniyor bu işe; neredeyse zil takıp oynacağız: — Körfez savaşındaki zaferinden sonra Amerika, 'Vietnam sendromu'nu aştı! Politika sözlûğünde 'Vietnam sendromu' ilginç bir anlam kazandı; belki yakında siyasal bilim araştırmalarında ince- lemesi yapılacak; kitaplara geçecek. Peki, nedir 'Vietnam sendromu'? 'Sendrom' Yunanca kökenden gelen bir sözcük; "Hasta- lığın saptanmasında gözlemlenen belirtHer" anlamına geliyor; ama, bizi daha çok sendromun ruhbilimdeki içeriği ilgilen- dirir. Psikolojide 'etki sendromu' denen olgu kısaca şöyle ta- nımlanıyor: "Kişinin kendisine düşünceler, eylemler ve duy- gular dayatan ya da düşüncesini çalan bir dış gücün egemen- liği altında bulunduğuna inanması biçiminde beliren bir tür oto- matizm." 'Dış etken sendromu' da deniyor buna; demek ki 'Vietnam sendromu' denince, Amerikalının ruhsal durumu, korkusu, ürküntüsü belirginleşiyor; Vietnam'da bir yenilgiye uğradı Amerika, içinden yıkıldı; 50 bin ölü ve kayıpla geri çekildi; analar ve babalar, eşler ve kardeşler denizaşırı bir ülkede sevdiklerinin boşu boşuna harcanmasına isyan ettiler; ye- nilginin utancıyla savaşın yıkımı üst üste gelince, bir daha böyle bir denemeye girişmekten sakınma bilinci toplumda kök saldı. Oysa daha önceleri Amerikalıda böyle bir bilinç yoktu; ABD üstün güçleriyle dünyanın her yerinde silahlı müdahaleye gi- rişip yengiye ulaşır, sonuçta 'gurur' duyardı. * Peki, Körfez savaşından sonra Amerikalının 'Vietnam send- romu'ndan kurtulması ne anlam taşıyor? Irak diktatörü, Ortadoğu'da Amerika'ya altın bir tepsi içinde kolay 'zafer's sundu. Neresınden bakarsanız bakın, Saddam Hüseyin'in siyaseti geri zekâlılık sergılemesidir. Vaşington, Amerika'nın denizaşırı petrol çıkariannı devletler hukuku adh na yürütmek olanağını yakaladı; elindeki silah stoklarını eritti; savaşın faturasını Arap ülkelerine çıkararak; Ortadoğu'ya yer- > leşti; en önemlisi de 'Vietnam sendromu' geride kaldı. Konuya yaklaşırken bir ikilemi vurgulamak gerekiyor: Eğer Irak'ta Saddam'ın silahlı gücü direnebilseydi, savaş uzaya- caktı, çok kan dökülecekti, barışa ulaşmak kolay olmayacak- tı; bu bakımdan ateşkesin kara savaşı başladıktan 100 saat sonra gerçekleşebilmesi olumludur. Ancak Amerika'nın 'Vietnam sendromu'nu aşması, hayır- lı bir gösterge değil. Vietnam, bir ulusal kurtuluş savaşıdır; Türkiye Cumhuri- yeti de böyle bir savaşla kurulduğu için olayı benimsiyoruz; Vietnamlınm ABD'ye verdiği ders, insanlık açısmdan çok ya- rarlı bir sonuç yaratmıştı; şimdi Amerikalının bu dersin şifa verici bilincinden kurtulması, insanlık adına ilerisi için yararlı bir oluşum değildir; ola ki ileride 'çirkin Amerikalı'y\ yürek- lendirecek yeni bir yanlışlığa yol açabilir. Dileriz ki 'Vietnam sendromu'nu aşan Amerika, bir başka mazlum ülkede yeni bir Vietnam deneyımine girişmek cü- retini göstermez; çünkü bu hayırlı sendrom. süper güçlerin mazlum halklara karşı babalanmasını engelleyen yararlı bir ders içeriğini taşıyordu; aynı dersin Amerikan belleğine ya- zılması için yeni bir savaşa 'inşallah' gerek kalmaz. "Amerika Vietnam sendromu'ndan kurtuldu" diye sevinen Türklere gelince: Eski zaman bilgesi, "İnsan düşünen hayvandır" demişti; bunlar düşünmeyen hayvanlardır. işçi kıyımı: 250 bin işçi sokağa atıldı Türkiye'de Patronlar İşçileri Ortadoğu'da ABD, Arap ulusunu vurdu! \- Hava-İş'te grev kararı -^ Zonguldak'ta kılıçlar bileniyor - - Arnavutluk'ta Stalinizm sallamyor! A- 8 Mart bütün kadınlara kutlu olsun! 8 Mart 1991, 10. sayı bayilerde Jakılbent Sok. No49/3 SultanahmeMSl Te\ 516 84 54 1986 YILI VE 86/10911 SAYIU BAKANb^R KURULU KARAHINA GORE SIGARA SAGLİGA ZARARLIDIR
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear