18 Aralık 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CUMHURÎYET/14 DİZİ-RÖPORTAJ 12 MART 1991 'Yasal düzenleme'lerin yarattığı karışıklık, doğal ortamın bozulmasından çıkan olanlann ekmeğine yağ sürüyor Zenginmevzuat,fakir çevreÇevreyle ilgili son yıllarda oldukça 'zenginleşen' mevzuatımız, 1990'da eklenen bir dizi yasal düzenlemeyle dana da karmaşık bir niteliğe büründü. Hemen her yasada, aynı anda 'sorumlu' bir kurumun da belirlenmesi, içinden çıkılması zor bir 'yetki karmaşası' yarattı. Bugün pek çok bölgede, çevrenin kimler taranndan korunacağı' sorusuna artık yanıt bulunamıyor. — 1 — OKTAY EKİNCİ Körfez savaşı tarihte eşi görülmemiş bir doğal ve kültürel zenginlik tahribatma ne- den olurken, Türkiye'de de bu değerlerin konınmasına yönelik yasalarda tam bir "kargaşa ortamına" girildi. Çevreyle ilgili son yıllarda oldukça "zengiııleşen" mevzu- atımız, 1990'da eklenen bir dizi yasal dü- zenlemeyle daha da karmaşık bir niteliğe büründü. Hemen her yasada, aynı anda "sonnnhT bir kurumun da belirlenmesi, bu karmaşaya koşut, içinden çıkılması zor bir "yetki kargaşası" da yarattı. Bugün, pek çok bölgede, çevrenin "kimler tarafından korunacagı" sorusuna —artık— yanıt bu- lunamıyor. Böyle bir ortam ise çevrenin bo- zulmasından "çıkan olanlann" işine daha çok yanyor. Dünya, Körfez'de yok olan değerlere kar- $ı "kuknksal önlemleri arttırmayT tartışır- ken, acaba doğal ve kültürel zenginlikleri- mizle ilgili bizdeki mevzuatın "durumu" ne- dir? Neler, hangi yasalarla yasaklanmış ya da serbest bırakılmıştır? Ülkemizdeki çev- re değerlerinin korunmasından "kimler", nereye kadar, nasıl sorumludurlar? Yürürlükteki altı yasanın genel bir dökü- münü yaparak "kargaşayı" çözümlemeye çabşacagız. (Bkz. Tablo 1) 1) tmar Yasası "Çevre sorunlan" denince akla gelen "acmadann" başında, kuşkusuz "çarpık kenfeşme", "gecekonduUşma-." Ve bunlara son yıllarda eklenen "altyapısız gökdekn- leşme" yer alıyor. Bu başlıklar, aynı anda, milyonlarca insanın "saglıksız bannması" ve "gerilim içinde yasaması" anlamına da geliyor. Kentsel çevre, ülke nüfusunun gi- ABtarfa sakfl şeridindeki bu 'giizel görüntü', çevre mevzuatının 'neJere kadir' oldngunu gösteren iyi bir örnek. Yasalarla görevlendirilen "çevreden sorumlu" kurumlar iigiN yasa Imar Yasası Turizm Teşvik Yasası Çevre Yasası Kültür ve Tabiat Varlıktannı Koruma Yasası Kıyı Yasası Özel Çevre Koruma BMgeteri Karamamelen VasaM. 3194 2634 2872 2863 3621 KH.K. r> aOfWwSOmM D M KNfMNaf ^ — Belediyeler: Belediye ve komşu (mûcavir) alanları sınırtan içinde. — Valilıkler: Belediye ve komşu alanlan sınırtan dışında. (Bayındıriık ve Iskân il Mûdürlükleri eliyle) — Bayındıriık Bakanhğı. Yasanın 9. maddesindeki yeîki ile Başbakan onayıyla saptanan "özel" yerterde Turizm Bakanhğı ve ilgili daıre başkanlıktan — Çevreden Sorumlu Devlet Bakanlığı — Başbakanlık Çevre Mûsteşarltğı - Yûksek Çevre Kurulu (Bakanlık yetkilileri ile oluşan, Başbafcanlığa bağlı kurul) - Mahalli Çevre Kurulu. (il kamu kuruluslan mûdûrleri ile oluşan, valiliklere bağlı kurul). — Kûltûr Bakanlığı-Eski Eserter ve Mûzetef Gen. Md.lûğû — Taşınmaz Kültûr ve Tabiat Varlıklan Yüksek Kurulu — Taşınmaz Kûltûr ve Tabiat Varlıkiarı Bölge Kurullan (Ankara-lstanbul-lzmır-Bursa-Edıme-Antalya-Adana Trabzon... bölge kurullan — Mûze Müdûriûkleri — İl Kültür MCıdürlûkleri — Bayındıriık ve Iskân Bakanlığı-ilgıli daire başkanlıklan - VaMikler (Bayındıriık ve Iskân || Müdûriûkleri) <*) — Başbakanlık Özel Çevre Koruma Bölgeleri Kurumu — Kurum Başkanlığı — Kurum Bölge Koordinasyon Müdûriûkleri (*) Nisan 1990'da yürürlûğe giren bu yasada, belediyelenn kıyılarta ilgili öncekı yetkileri kaktınlmtştır. (**) 5 Temmuz 1986 ve daha sonrakı çeşitli tarihierde kabul edilen Bakanlar Kurulu kararlan-Kanun Hükmündekı Karamameler Mit: Bu kunımlann dışında; il Sağlık Müdöriükleri, halk sağlığı laboratuartan, Hıfzıssıhha MüdürtûMeri, Orman Bakanhğı ve taşra önjûtten, Tanm II Mûdüriülden gıbi kurumlar da kendı ılgi alanlan içinde çevreden sorumlu resmi kuruluşlardır. 1990'da bu yelpazeye, "II Çevre Korjma Vakıdan" da eklenmiştir. derek çoğunluğunu etkiüyor... 3194 sayılı Imar Yasası, tüm bu "yapüaş- madan kaynaklanan" gelişmelerin de "te- md yasası" olma niteliğini taşıyor. 1985 yıh mayısında yürürlüğe girdiğinde, kendisin- den önceki 6785 sayıh yasaya göre en önemli aynmının "yerel demokrasiye verdiği önem" olduğu vurgulanmış ve bu ilke "planlama yetkilerinin belediyelerde oJması" şeklinde yasaya yansıtılmıştı. tmar Yasası'nın 1. maddesi "amacını" söyle özetliyor: "Bu kanun, yeriesme yer- leri ile bu yerlerdeki yapdaşmalann plan, fen, sağlık ve çevre şartlanna uygun teşek- külünü sağlamak amacıyla düzenlenmiştir." Bu amacın gerçekleşebılmesi için ise bele- diye ve komşu (mucavir) alan sınırları için- deki tüm yapılaşmalardan belediyeler, dı- şındakilerden de valilikler sorumlu tutulu- yorlar. Ne var ki özellikle 26 Mart 1989 yerel se- çimlerinden sonra yofcunlaşan "tersine" bir uygulamayla (yasanın 9. maddesindeki "ba- kanlık yetkilerinin" genişletilmesiyle), imar planlarıyla ilgili karar erkinin yeniden "hiikiimete" alınmaya başlandığı göz önü- ne alındığında, "sorumlular" arasında mer- kezi yönetimin de daha ağırlıkh olarak yer aldığı söylenebilir. Yam sıra 1985-1990 dö- nemindeki 5 yülık sürenin "uygulama sonuçlanna" bakıldığında, her üç sorum- lu kurumun da "yasanın amacına uygun" bir başarı gösteremedikleri ortada... Kentsel çevreyi, önümüzdeki günlerde Imar Yasası açısından 'tartışmalT bir hu- kuksal gelişme bekliyor. Danıştay 6. Dai- resi, Mimarlar Odası'nca Bakırköy (Istan- bul) Yeni Bosna'daki "bakanlık onaylı" bir imar plarunın iptali istemiyle açılan dava- da, imar konusunda hükümete "müdaha- le hakkı" tanıyan 9. maddeyi "anayasaya aykın" buldu ve Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu. Söz konusu madde, İmar Yasa- sı'na 1987 yılında eklenen hükümlerle Ba- yındıriık ve Iskân Bakam'nın kentlerde di- lediği yere, parsel ölçeğine dek, "özel imar koşuhı" getirebilmesûıe olanak sağlıyor. Ba- kanlık bu yetkiyi Başbakan'ın onayı ile alıyor... Anımsanacaktır, hükümet bu "olanagını" en kapsamlı şekilde 1989 ha- ziran ayında kullanmış ve başta Dolmabah- çe sırtlanndaki Süzer'e ait gökdelen-iş mer- kezi olmak uzere, tstanbul'da ve tüm ülke- de 25 merkezde, yerel imar planlarıyla da çelişen kararlarla yüksek yoğunluklu inşa- at izni vermişti. Ardından, aynı yasa mad- desine dayanılarak Türkiye'nin öbür büyük kentlerinde ve özellikle Ege-Akdeniz kıyı- larında, sayılan yüzlerceyi bulan "turizm yatınm" alanlannda, "başbakan onayı" iie Bayındıriık BakanlığYnca özel imar olanak- lan sağlanmaya başlandı. Şimdi, Danıştay 6. Dairesi, 22 kasım 1990 gün ve 1990/1804 esas sayılı karanyla, Anayasa Mahkemesi'n- den bir maddenin iptalini istiyor. Gerek- çe olarak ise hem yasayla verilen genel bir yetkinin, özel yatınmlar için yerel yönetim- lerden alınamayacağmı hem de Başbakan'- ın, "parsel ölçeğine kadar" inşaat izinleriyle uğraşmasının "anayasal bir görev olmadığını" ileri sürüyor... Yakında bu başvuru sonuçlanacak ve eğer İmar Yasası'nın 9. maddesine 1987 yı- lında yapılan bu "ek hükiimler" iptal edi- lirse, Türkiye'nin en değerli kentsel arazile- rinde ve kıyılarında "hükümetin özel izni ile" yükselen yüzlerce tesis, "anayasaya aykın" yapılaşmalar olarak çevre hukuku tarihinde "simgesel" yerlerini alacaklar... Imar Yasası'nda, 1991'de beklenen bir başka gelişme ise bu yasanın "içeriginin" ve "temel ilkelerinin" tümüyle değişmesi olasılığı. 1989 ılkbaharından bu yana TBMM gündeminde "sırasını bekleyen" bir tasanya göre, yerel yönetimlerin planlama yetkileri "nazım plan aşamasında" hüku- mete bağlanıyor. Böylece, kentlerin "nasıl yapılaşacağına" yönelik genel kararlann ba- kanlıkça abnması, belediyderin ise uygula- ma imar planlarını bu kararlara "uydurması" amaçlanıyor. Eğer, güçlü bir "muhalefet" yaratılamazsa ve tasan bu şek- liyle yasalaşırsa 9. maddeyi Anayasa Mah- kemesi'nin "iptal eünesi" bile bir sonuç ya- ratmayacak. Çünkü, yerel yönetimler, "ya- samn yeni genel çercevesi içinde" zaten yet- kisiz kalacaklar. Bir yandan gökdelenler ve iş merkezleri "altyapısız" kentlerin üzerin- de hızla kurulurken öbür yandan "turizm" adına tarihsel ve doğal çevrenin "betoniaşması" da özei izinlerden kurtulup, "genel bir imar politikasına oturacak..." 2) Turizmi Teşvik Yasası Çevre değerlerimiz açısından önemli so- rurdann başlannda gelen Turizmi Teşvik Ya- sası için bir "degişiklik tasansı" da 1991'in yasama sürecinde yerini alıyor. 1990'ın yaz aylarında kamuoyuna yansıyan ve bakan- lığın "çalışma broşiirlerinde" de "deklare edilen" tasanya göre, 1982'den bu yana sü- re gelen "turizm merkezleri" uygulaması- na, bundan boyle "turizm noktalan" da ek- lenebilecek. Bilindiği gibi Turizm Teşvik Yasası, Tür- kiye'de anayasanın buhıamadığı bir dönem- de, 12 Mart 1982'de yürürlüğe girmişti. Ar- dından, gerek "kamu yaran", gerekse "çevre koruma" ve "kamulaştınna" ilkeleri bakı- mından 1982 kasımında kabul edilen ana- yasaya da aykırılığı saptanmış, ancak ana- yasanın "12 EyKil kanunlanna doku- nulmazlık getiren" ünlü geçici 15. maddesi nedeniyle iptali "bile'' istenememişti. Türkiye'nin en değerli doğal ve kültürel değerleriyle bezeli Hazine arazilerinin ve or- manlık alanlarının turizm yatınmcılarına "tesis kurmalan için" 49 yılhğına kiralana- rak dağıtılmasıra başlatan bu yasa, 1991 yı- lında da aynı işlevini sürdüreceğe benziyor. Yasada düşünülen değişiklikler ise bu olum- suz "12 Eylül sürecini" durdurma yönün- de değil, tam tersine hızlandıracak bir içe- rik taşıyor. Orneğin "ulusal parklana" bi- le turizm yapılaşmasına açılabileceği, kent- lerde "istenilen arsalann" turizm amaçlı gökdelenlere teslim edilebileceği ("inrizm noktası" olarak) yerel yönetimlerin bu tür "bakanlık denetimine alınan" yerlerde tü- müyle yetkisiz kalabilecekleri... öngörülen "yenilikler" arasında. Çevre, bu yasanın "girdabmı" da I991'de yoğunlaşarak yaşayacak. Degişiklik gerçek- leşirse "turizm potansiyHi" olarak görulen doğal ve kültürel değerlerin "yağması" ve "yok olması" daha da hızlanacak. Y a r a : Çevre Y S H M , Kıyı Y a s a a ve diferleri HABERLERIN^DEVAMI Türk-Sovyet Bişkilerinde 70 (Baştarafi 2. Sayfada) ler'in Türkiye üzerindeki istek- lerinden kuşkulan artmıştı. So- nunda, Boğazlar işinde Türkiye ile ayn ayTi temasa geçilmesi ka- rarlaştırılmışö. Görülüyor ki altı yülık savaş boyunca Tûrk-Sovyet ilişkileri genellikle gergin geçmişti. Montreus Sözleşmesi gereğince savaş durumunda savaşan dev- letlerin savaş gemilerinin Boğaz- lardan geçişi yasak olduğundan, Sovyetler Birliği Mihver'in (Al- manya, ttalya) Karadeniz üze- rinden bir tehdidi ile karşılaşma- mıştı. Gerçi Moskova birkaç Al- man ve Italyan ticaret gemisinin kamufle edilmiş savaş gemisi ol- duğundan yakınmıssa da bu, tartısma konusu olmaktan ileri geçmemişti. Herhalde Türkiye 1 nin 1939-1945 döneminde sava- şa katılmayıp fıilen tarafsız tu- tum içinde kalması —1. Dünya Savaşı'nın tersine— Rusya için ciddi bir sorun ortaya koyma- mış, yani Boğazlar üzerinden Rusya'ya ticaret gemileriyle lo- jistik yardımı aksamamıştı. • * • III. 1945-1953 dönemi Sovyet- ler Birliği'nin Boğazlar rejimini istediği gibi değiştirebilmek için Türkiye'ye yaptığı baskılarla başlamıştır. Bu baskılar karşı- sında önce 1947 Thıman Dok- trini çerçevesinde ABD'nin des- teğinden yararlanan Türkiye, 1952'de NATO'ya katıhnca sağ- lam bir güvenceye sahip olmuş- tu. Ertesi yıl Sovyetler Ankara1 ya karsı politikasını yumuşat- mıştır. Olaylar şöyle gelişmiştir: Sovyetler Birliği 1946 ağvstos ve eylülünde Boğazlann statusü- nün dünyada ortaya çıkan yeni- likler nedeniyle değiştiriknesi için TOrk hükümetine notalar vermişti. Türkiye, ABD'nin ve Montreux Sözleşmesi'nin imza- cılanndan tngiltere ve Fransa- nın desteğine sahip olarak bu ta- lepleri reddetmişti. Moskova da- ha ileri bir adım atamamıştı. Ancak Sovyetler, yeni bir Türk- Sovyet Saldırmazlık Paktı'nın yapılmasına razı olmayacak ve zaman zaman Türkiye'ye karşı hasmane tutumunu sürdürecek- ti. Tflrkiye'de 1950'de iktidara gelen Demokrat Parti, hem gü- venlilr konusunda hem de eko- nomik yardun sağlamak için ABD ile tam uyum içinde bir politika gütmeye başlamıştı. Türkiye'nin 1950'de ABD ile bir- likte Kore Savaşı'na girmesi; 1951'de Ortadoğu Komutanhğı (Middle East Command) güven- lik sistemi girişiminde üç büyük Batılı ile hareket etmesi; Mısır'ın öneriyi reddi üzerine NATO'ya girmekte ısrarb olması Mosko- va'nın ikaz notalanna neden ol- muş, Türk-Sovyet iliskilerinde gerginliği arttınnıştı. 1953 martmda Stalin ölmüş- tü. Yeni Sovyet liderleri NATO üyesi bir Türkiye ile gerginliğı- ni azaltmakta yarar görmüşler ve bir iyi komşuluk jesti olarak 30 Mayıs 1953'te bir bildirge (declaration) ile Sovyetler Birli- ği'nin Türkiye'den hiçbir toprak istemi olmadığım açıklamışlar- dı. Gerçi bu, Boğazlar konusun- daki görüşlerini de değiştirdik- lerini gösteriyordu. Ama anlaşı- hyordu ki Moskova, Türkiye*yi Batı tttifakı'na katümaktan alı- koyamadığına göre ona karşı tatlı - sert bir politika gütmekte yarar görmüştü. Zaman zaman uyan ve tehditlerde bulunacak, genel olarak da iyi komşuluk ilişkilerini geliştirmek isteyecek- ti. Ama Ankara, artık Sovyet- ler'e güven duymadığından iş- birliğini geliştirmekte isteksiz davranacaktı. • • • IV. 1953-1964 yıllannda Do- ğu ile Batı arasında soğuk savaş sürmekle birlikte, Kruşçev banş içinde birlikte yasama (peacuful coexistance) sloganı ile havayı yumusatmak istemişti. Türk- Sovyet ilişkileri de buna uygun inişÛ çıkışlı bir seyir izleyecek- ti. Nitekim Yugoslavya, 1953'te bir Sovvet tehlikesine karsı Bal- kanlar'da iki NATO üyesi Türki- ye ve Yunanistan ile bir dayanış- ma aramıştı. Türk hükümeti bu arayışı 1954'te Üçlü Balkan It- tifakı'na götürmekte başrolü oy- namıştır. Ancak 1955'te yeni Sovyet liderleri Yugoslavya'ya güvence verince bu pakt var oluş nedenini yitirecekti. Bu dönemde ABD, dünyanın neresinde olursa olsun Sovyetler Birliği'nden gelebilecek tehlikeye karşı koyma (containment) po- litikası güdüyordu. Böyle olun- ca NATO'nun Türkiye Doğu sı- nırlannda biten güvenük kuşa- ğını Pasifik'e kadar uzatmak politikası gerekiyordu. Bu kuşa- ğın Ortadoğu'daki halkası için ABD Dışişleri Bakanı Dulles 1953'te "Kuzey Kuşağı" (Nort- hern Tier) diye adlandırdığı bir pakt gerçekleştirmek kararında idi. Bu pakt süreci, 1954 Türk- Pakistan Antlaşması'yla başla- mıştı. Başbakan Menderes'in ça- balanyla 1955 şubatında Irak ile Bağdat Paktı imzaianınca Orta- doğu Savunma Paktı'nın teme- li atılmıştı. Türkiye-Irak- tngiltere-Pakistan-Iran'dan olu- şan ve ABD'nin dıştan destek- lediği bu paktı -ki 1958'de Irak'taki darbe üzerine CENTO haline gelecekti— Sovyetler Bir- liği kendi güney sınırlan yakı- nında bir tehüke gibi görmüş ve ona karşı bir kampanya başlat- mıştı. Böylece soğuk savaş Or- tadoğu bölgesine de yerleşiyor- du. Kruşçev 29 Aralık 1955'te yaptığı konuşmada, Türk- Sovyet ilişkilerinin bozulması- nın sorumluluğunun yalnız Tttrkrye'de olmadbğını, Sovyetler Birliği'nin Türkiye'den kabul edilemeyecek isteklerde bulun- duğunu itiraf ederken "Biz bu- nu düzeltmek istedik ise de so- nuç alamadık" diyordu. Moskova, 1956'da Türkiye'de Amerikan üslerinin kurulmak- ta olduğunu; 1957'de Türkiye 1 nin Suriye'yi tehdit ettiğini ve 1959*da Türkiye'ye orta menzil- li "Jüpiter" Amerikan füzeleri konuşturulma hazırhğını ileri sürerek Ankara'yı uyaran nota- lar vermişti. 1960 yılında Incir- lik Üssü'nden kalkan bir ABD U-2 gözetleme uçağımn Sovyet- ler Birliği'nde düşürülmesi üze- rine de Türk hükümetini sert bi- çünde kınamıştı. Moskova'nın Türkiye'deki üs- ler konusunda duyarlılığı nor- maldi. Ancak kendi ülkesinde de Türkiye'ye karşı pek çok ro- ket üsleri bulunuyordu. O ne- denle konuyu siyasi bir edebiyat ötesine götürmüyordu. Nitekim Sovyet hükümeti, Başbakan Menderes'i iyi komşuluk ilişki- lerini geliştirmek için 1960 ba- hannda Moskova'ya çağınnış- tı. Ancak 1960 Mayısı'nda Tür- kiye'de askersel müdahale olun- ca bu gerçekleşemeyecekti. Ha- ziranda Kruşçev, Türkiye'nin NATO üyesi bulunmasının Sovyet-Türk ilişkilerinin gelişti- rilmesine engel ohnadığım bil- dirmişti. Buna General Gürsel dostça karşıhk vermiş, ama Türkiye'nin dış politikasında hiçbir degişiklik olmayacağını hissettirmişti. 1961'de Türkiye'ye Jüpiter fü- zeleri yerleştirilince MoskovaL nin kaygılan artmıştı. Türkiye1 yi yeniden uyarmıştı. Ertesi yıl Küba bunalımı sona ererken ABD ile Sovyetler Birh'ği arasın- da Küba'daki Sovyet füzelerinin sökülüp geri gönderilmesi kar- şıhğında Türkiye'deki Jüpiterle- rin de kaldırılması konusunda bir uzlaşı oimuştu. Bu bunalım- dan sonra Rusya'ya davet edilen Ürgüplü baskanlığındaki parla- • mento heyeti orada dostça kar- şılanmıştı. Ertesi yıl Dışişleri Ba- kanı Erkin de Moskova'ya çağ- nlmıştı. Artık Uişkiler gerçekten yumuşama yolunu tutmuştu. V. 1964-1990 döneminde Türk-Sovyet ilişkileri; bir yan- dan Doğu ile Batı arasındaki "detente" havasının, öte yandan iki komşu devletin ortak men- faatlerinden kaynaklanan dina- nüzmin etkisiyle yavaş yavaş, ama sürekli gelişme göstermiş- tir. Sürtüşmeler giderek gücünü yitirecekti. Gerçekten, 1962 Küba buna- lunı Moskova'ya zıtlaşma (conf- rontation) politikasının ne denli tehlikeli olabileceğini göstermış, onu ABD ile diyaloğa ve ardın- dan ABD ile nükleer silahlar ko- nusunda antlaşmalara sevk et- mişti. Türkiye için bu yumuşa- madan yararlanmanın tam za- manıydı. Bunun baş nedeni, Kıbns sorununun nazik bir anında Başkan Johnson'un 1964 haziranında Başbakan înönü'ye kıncı Usluplu uyan mektubu ol- tnuştu. Bu durumda Türkiye'nin Moskova ile temaslarının arttı- nlması doğaldı. Moskova, Kıbns sorununun başından beri adanın bir ENO- SIS ya da ikiye bölünmesi sonu- cu bir NATO bölgesi (üssü) ha- line geleceğine inanıyordu. Kıb- ns bağımsız bir devlet olarak kalmalıydı. O nedenle bağımsız- lığa bağlı kaldığı sürece Maka- rios'u desteklemişti. Dışişleri Bakanı Erkin'in 1964 ekiminde Moskova ziyaretinde Sovyetler, ilk kez adada iki ayrı toplumun yasal haklannı kabul etmiş ve sorunun onlar arasın- da çözümünü istediğini açıkla- mıştı. 1965 ocak ayında Podgomi baskanlığındaki Sovyet Parla- mento heyetinin Türkiye'yi ziya- retini mayısta Dışişleri Bakanı Gromiko'nun ziyareti izlemişti. Ağustosta ise Başbakan Ürgüp- lü'nün Moskova ziyaretinde ekonomik işbirliğinin temelleri atılmıştı. 1966 arahğında Sov>-et Başbakanı Kossigin de Türkiye 1 ye gelmiş ve bu ziyarete ertesi yıl yeni Başbakan Demirel karşıhk vermişti. Bunları 1970'li yıllar- da her düzeyde başka ziyaretler izleyecekti. Artık ilişkiler gelişme süreci- ne girmişti. Ancak NATO üyesi Türkiye ile Varşova Paktı üyesi Sovyetler Birliği arasında bir sal- dırmazlık paktı yapılması düşü- nülemezdı. Bununla birlikte Sovyet hükümeti hiç değilse ye- ni bir dostluk antlaşması bağıt- lanmasını arzu ediyordu. Ancak böyle bir antlaşrna günümüze dek gerçekleştirilemeyecekti. Onun yerine aradaki iyi kom- şuluk ve dostluğu belirtici iki bildirge imzalanacaktı. Birinci- si Sovyet Prezidyıımu Başbaka- nı Podgorni'nin 1972 nisanında Türkiye ziyareti, ikincisi 1978 haziranında Başbakan Ecevit'in Moskova ziyareti sırasında ya- pılmıştır. tki hükümet, ayrıca "Avrupa Güvenliği ve Işbirliği" konusundaki 1975 Helsinki Ba- ğıtı'nın bağıtlanmış olmasından da mutlu olacaklardı. Türkiye, NATO çerçevesinde ortak savunma ile ilgili konular- da Moskova'ya karşı azûrüi dav- ranırken başka konularda onu kışkırtabilecek davranışlardan kaçınmıştır. örneğin 196O'lı yıl- larda ABD'nin, Türkiye'den Sovyetler Birliği halklarına yö- nelik, Münih'teki Amerikan 'Radio Liberry'nin yaptığı gibi propaganda yayınlanna başla- ması önerilerini kabul etmemiş- tir. öte yandan Boğazlardan ba- nş zamanında gececek savaş ge- mileri konusunda Montreux Sözleşmesi'ni genelhkle Sovyet- ler Birliği'ne -bir Karadeniz ül- kesi olarak- anlayış gösterici bi- çimde yorumlamıştır. Nitekim 1976'da Kiev gemisine, daha sonra da ötekilerine hiçbir engel çıkarmamıştır. Moskova, 1974'te Makarios'u deviren ENOSIS'çi Sampson darbesini kuşkusuz tehlikeli gör- müştü. Ancak bu darbe üzerine Türkiye'nin Kıbns'ta askeri mü- dahalesine karşı çıkmış ve Bir- leşmiş Milletler kararlan sırasuı- da bunu göstermişti. Dolayısıyla ne 1975'te kurulan Kıbns Türk Federe Devleti'ni ne de 1983'te ilan edilen bağımsız Kuzey Kıb- ns Cumhuriyeti'ni tanıyacak- tı. Buna karşılık gene 1970'li yıl- larda Türkiye ile Yunanistan arasında Ege sorunlan (karasu- ları ve kıta sahanlığının genişli- ği, FIR hattı ve Ege adalannın silahlandınlması) ortaya çıkın- ca Moskova, tarafsız bir tutum içinde kalmakla birlikte Ege'de uluslararası sulann daraltılma- smı ve adalann silahlandırılma- smı, yani Yunan politikasını hoş görmediğini belİi etmişti. 1974'te Türkiye'nin Kıbrıs'a müdahalesi nedeniyle ABD ta- rafından Türkiye'ye 1975'te silah ambargosu uygulandığında, Türk-ABD ilişkileri bozulunca Ankara'nın Sovyetler Birliği ile daha yakın ilişkiler kurma eği- limi Moskova'da olumlu karşı- lanmıştı. Türkiye'de 1980 askeri müda- halesi öncesi iç karışıklıklar sı- rasında Türk-Sovyet iliskilerin- de bir duraklama görülmüştü. Bu durgunluk çok surmemiş, 1982'de Dışişleri Bakanı Türk- men'in Moskova ziyaretinden sonra iyi komşuluk ilişkileri ve ekonomik işbirliği yeniden rayı- na oturtulmuştur. 1985'te Sovyetler Birliği'nde Gorbaçov iktidara gelince, kısa zamanda 'glasnost' ve 'perestroyka' ilkeleriyle demok- rasi ve pazar ekonomisitloğrul- tusunda yeni bir dönem başlat- mıştı. Bu yenilik, Avıupa'da 1945'ten beri süregelen zıtlaşma- ya birkaç yıl içinde son vermiş, Almanva'nın birleşmesi başta, Doğu Avrupa'da büyük değişik- likler olmuş ve dünyada yeni bir düzen kurulması olanağı ortaya çıkmıştı. Türkiye gibi Sovyetler Birliği'nin komşusu bir ülke için bu antlaşma ve işbirliği havası tarihsel bir önem taşıyordu. 16 NATO ve 6 Varşova Paktı üyesi devlet ve hükümet başkan- lan Paris'te 19 Kasım 1990'da bir ortak bildirge (joint declara- tion) yayımlayarak yeni bir ça- ğın ilkelerini (bağımsız devletle- re karşı tehdit ve kuvvet kullan- maktan kacınmak, bugünku sr- nırlara saygılı olmak, güvenliği güçlendirici işbirliği yapmak vb) açıklamışlardır. İki gün sonra gene Paris'te 1975 Helsinki Ba- ğıtı'nın imzacısı 34 devlet, bu bağıtı daha da güçlendirici 'Ye- ni Avrupa İçin Paris Yasasıru' bağıtlamıştır. Aynca Avrupa'da ilk kez konvansiyonel kuvvet in- dirimini öngören bir antlaşma aynı gün imzalanmıştır. Bütün bu gelişmeler Türkiye- Sovyetler Birliği ilişkilerinin ge- leceği için çok umut verici nite- liktedir. Işte bu olumlu atmos- fer içinde Türkiye, 1990'da Ka- radeniz ülkeleri arasında bir ekonomik işbirliği bölgesini ön- gören bir düzen girişiminde bu- lunmuş, bu girişim, Sovyetler Birliği dahil, ilgili tüm devletler- ce memnunlukla karşılanmışUr. Öte yandan Türkiye'nin, başta Azerbaycan olmak üzere gerek Türklerin yaşadıği cumhuriyet- ler gerek Ukrayna ve Gürcistan Sovyet cumhuriyetleri ile yakın ilişkiler kurmaşı Moskova tara- fından iyi karşılanmış ve teşvik edilmiştir. Moskova'nın, bu dav- ranışıyla Sovyetler Birliği içinde- ki Müslüman federe cumhuri- yetlerin laik Türkiye toplum modelini benimsemelerini yeğle- diği belli olmuştur. Işte bu koşullar içinde Cum- hurbaşkanı Özal, Sovyetler Bir- liği'ne bir ziyaret yapmaktadır. Skandal komediye (Baştarafı 1. Sayfada) 'Yeterli önlem almadılar, görev- lerini yapmadılar' savlan araş- ünlıyor mu" sorulanru dinledik- ten sonra gülerek, "Nasüsın, ha- valar giizel mi" dedi. Sungurlu, "Bu iddiamn dogruluğu ya da yanlışüğı hiç araşünlmıyor mu" sorusuna da yine gülerek, "ld- dia nedir, bugünlerde pek gaze- teleri okumuyorum da" yanıtı- nı verdi. Cumhuriyet'in Içişleri Bakanhğı yetkililerinden edindi- ği bilgilere göre İstanbul Emni- yet Müdürlüğü'ne ilişkin bu sav- lara henüz herhangi bir işlem yapılmadı. Bakanlık yetkilileri, "Bu tür olaylar öncesinde ben- zer ihbarlar her zaman yapılır, polis de gerekli önlemi zaten alır. Istanbul'da da gerekli ön- lemlerin zaten alındığını biliyo- ruz. Bu nedenle konuya ilişkin araştırma yapılması yönunde herhangi bir talimat gelmezse, yapılacak bir islem de söz konu- su degil" diye konuştular. tstanbul'da Cumhuriyet Sav- cılıklarının da Taşar ve Aykut'- un savlan için herhangi bir ya- sal işlem yapmadığ] öğrenildi. İstanbul Basın Savcılığı yetki- lileri, kendilerinın bu konuda herhangi bir inceleme ya da so- ruşturmalanmn bulunmadığmı belirterek, konunun, ANAP il teşkilatının bulunduğu bölgeden sorumlu Beyoğlu Adliyesi'nin yargı alanı içine girdiğini, ora- dan sonılmasını istediler. Bunun üzerine Beyoğlu Cumhuriyet Savcılığı'nı arayan Cumhuriyet muhabirine, buradan bir yetki- li, "Tamam, parti binası bizim bölgemizde. Ama bu iddiamn yapıkhgı Hilton OteB bizim yar- gı alanımız içinde degil ki. Bu nedenle bizim herhangi bir ya- sal Işleme gecmemiz söz konu- su olamaz" yanıünı verdi. Yet- Marksist eğilîmlî lider (Baştarafı 1. Sayfada) yıllann başında uzlaşma sağlan- dı. Bu uzlaşma, 1975 yılında tran-Irak arasında yapılan Ce- zayir anlaşması sonucu Kürtle- rin yenik düşmesiyle yeniden bozuldu. Talabani, bu tarihten sonra SSCB'nin onayını alarak Kürdistan Yurtsever Birliğİ'ni kurdu. Iran-Irak savaşı patlak verdi- ğinde Barzani liderliğindeki Kürtler, Tahran'Ia işbirliği ya- parken Talabani, lran'daki Kürt isyanını destekledi. Bu ge- lişmeler üzerinde Saddam Hü- seyin yönetimi ile Talabani ara- sında görüşmeler yapıldı. Saddam ile Talabani arasın- daki görüşmelerde Kerkük'ten Kürtlere verilecek petrol geliri konusunda anlaşma sağlanama- yınca Talabani, Bağdat yöneti- mine karşı da cephe aldı. So- nuçta Talabani, 1986 yıhnda Barzani liderliğindeki Irak Kür- distan Demokrat Parti yönetimi ile uzlaştı. Taraflar, Saddam re- jimine karşı işbirliği yapmaya karar verdiler. Irak Kürdistan Yurtsever Bir- liği lideri Celal Talabani ve Irak Kürdistan Demokratik Partisi lideri Mesut Barzani ile birlikte Saddam karşıtı ittifaka, Kürdis- tan Sosyalist Partisi, Kürdistan Halk Partisi de katıhnca 'Irak Kürdistan Cepnesi' oluştu. Cep- he şu an Saddam karşıtı muha- lefetin en önemli halkalanndan birini oluşturuyor. Talabani'ye bağlı olan Peş- mergeler, Kuzey Irak'ta Süley- maniye, Erbil ve Kerkük bölge- lerinde faal olduklan biliniyor. kili, Şişli Cumhuriyet Savcıhğı- nın aranmasını istedi. Şişli Cum- huriyet Savcılığı yetkilileri de he- nüz söz konusu iddiaya ilişkin herhangi bir işlem yapılmadığı- ııı söylediler. Bir yetkili, "Ama demek değil ki yapümayacak. Bakarsımz postadan bir ihbar mektubu falan çıkar, o zaman geregi yapılır" dedi. Aynı yetki- li, "Başında çıkan haberler ih- bar kabul edilip herhangi bir iş- lem yapılmadı mı" sorusuna da "Şu anda bu konuda bir şey yok" karşılığını verdi. Devlet Bakanı Mehmet Keçe- ciler, Nokta dergisine 10 Mart tarihli sayısında yer alan "Asi bakanlann kirii çamasırlan" ' başlıklı haberle ilgili olarak gön- derdiği yazıb açıklamada, hak- kındaki iddiaların itibar ve ilti- fat görmesi için "küometrekare- ye düşen ahmak sayısının dün- ya ortalamasının üstünde oldu- ğu bir cemiyetin mevcut" olması gerektiğini kaydetti. Keçeciler açıklamasında, "Bu cemiyetin mevcudiyetini de ancak güzeiük, sevgi ve rahmet nğramamış, iz- bderin karanlık adamlarma alet olan, asli görevi 'muhbir', kad- rosu 'muhabir' olan mensubu- nuz bilebüir" görüşüne yer verdi. Yaşamının hiçbir dönemine, Konya mitingi dahil, "kanan- suzlugun izdüşümünün yansı- madı|ı"nı savunan Keçeciler, şu görüşleri savundu: Yakın zamanda derginizin sa- hibi Sayın Asil Nadir'e Ingiüz basınının reva gördüğü haksız muamele henüz sıcaklığını ko- rurken ibret almayıp Türkiye'de kendini yargmın üzerinde gören- lerin suç ihalesine taşeronluk yapmanız, savunduğunuz hu- kuk devletinin insan haklarmm hangi çağdaş kriterine sığar? Nokta, bu yayını ile parti içi de- mokrasiye 'sis bombası' atarak bir müteselsil mesuliyet ymklea- miş olmaktadır." Keçeciler acıklamasmda hak- kındaki iddialan da şöyle ya- nitladı: "— Hiçbir tarikaün faaatik , mensubu defilim. Din ve vicdan özgiirlfi|iine iaanan bir Miis- liimanım. — Petrol Ofısi'nin bir tek ba- yiliginin bile bulunmadıgı Bul- garistan'da, bazı teşkilat men- suplanmıza benzin istasyonu aç- maian için imtiyaz sagladıgım iddiası, tabii ki yalandır. — Birlik Vakfı'na bağış için hiçbir şirketten talepte bulun- madım, yalandır. — Konya Belediye Başkanb- ğım döneminde de milletvekil- liği ve bakanhğı m sırasında da ahlaki ölcüleri kimligim ve kişi- liğime sindirmenin onunı için- de yasadım."
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear