02 Haziran 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CUMHURİYET/6 DİZİ-RÖPOKiAj 3 0 Y I L S O N R A 2 7 YIS 29MAYIS 1990 S. l P H / K I H A M A A fEm.Kur.Alb.Eski MBh üyosi) tiarekâtın yönetimi Harb Okulu} ndan değil bütün garnizonlarla irtibatı olan sıkıyönetim binasından yapılacaktı Parola inkılap,hedef karargâh— 10 — Saat tam 3.15'te Haxb Okulu'n- dan en son ayrılan ekip bendim. flarb Okulu son sııuf öğrencisi 3 'teğmenle bir cipe bindim. Jandar- \na okulu bölgesindeki jandarma dlayının nöbetçi subaylarımn ya- riına giderek, onları oyalamakla görevlendirikn Kur. Alb. Necati Kumruoğlu da bizim arabaya bin- di. Yedek subay okulu yönûnde b/Uıya doğru hareket ettik. Sıkı- jSnetime arka tarafından yakla- şâcaktık. Üç Harb Okulu öğren- cisi arkada, ben ve Kumruoğlu önde oturuyorduk. Çevrede derin Mr sessizlik vardı. Binalann dışın- daki ve yollardaki ışıklardan baş- ka her taraf karanlıktı. Yedek su- bay okulunun yanından kıvrılarak ana yola, asfalta çıktık. Bir an dü- şünuyordum: Şu anda yedek su- bay okulu içinde herkes uykusun- d]a, mışıl mışıl uyuyor. Ya Harb Okulu (!) Kaynayan bir yanardağ. Asfaltta Geneikurmay'a doğru hızla gidiyoruz. Jandarma bölge- sine aynlan yol kavşağında Alb. Kumruoğlu inıyor, birkaç yüz metreyi yuruyerek gidecek. Genel- kurmay binasırun 200-metre geri- sindeki çıkış kapısı önünde cipten iniyoruz. Harb Okulu öğrencileri çevremde benden 5 metre ayrıla- rak •bcni korumaya alıyorlar. Çı- kış kapısı önünde sıra düzeninde iki topluluk var. Kitnler olduğu karanlıkta sezilemiyor. Daha düz- gun sıra düzeninde duranın Bnb. Fazıl Akkoyunlu'nun birliği oldu- ğunu duşünerek yanaşıyorum. Bir subay tekmil veriyor. Ona sor- dum: "Binbaşı Akkoyunlu nerede?" "Milli Savunma Bakanlıgı ve Genelkurmay binalannda nobet- çi subaylannı degiştiriyor." : Biraz canım sıkılıyor. Içirnden: ' "Bu gorevi başkasına yaptırmah vq birtigin başında kalmalıydı" dı- yorum. Karşıda duran ve subay ol- döklarını anladığım hepsı silahlı 2Î-3O kişıhk diğer topluluğa yak- laşıyorum. Yuzlerine yakından bakarak önlerinden geçiyorum. Genç subaylar, çoğunu tanıyamı- yorum. Bir tanesi birden öne atı- larak: "Karaman yarbayım" deyip boynuma sartlıyor Kur. Bnb. Ha- san Lslu. Onu "Benimle gel" di- yerek yanıma aldım. Tam o sıra- da Fazıl Akkoyunlu'nun sesi du- yuldu. 5-6 kişiyi önune katmış: "Çabak ynıüyiin - dıyerek bize doğru geliyorlar. Değiştirdiği nö- betçi subaylannı sılahtan arındır- mış getiriyor. Bir tanesi yuksek sesle karşı koyuyordu. Silahını ge- ri istiyordu. "Ben de sizdeninT di- yor. Bu subayı tanıdım. Erkân şu- besine bitişik odada levazım şube- sinde çalışan Yzb. Ceraal. Silahı- ru verdirerek onu da yanıma alı- yorum. Fazıl Akkoyunlu'nun bir- liğinden de 6 er alarak, 250 metre ötedeki sıkıyönetim karargâhına arkasından yöneliyoruz. Fazıl Ak- koyunlu, birliğine bazı direktifler verdikten sonra arkamızdan yeti- şerek bize katıldı. 13 kişiyiz. Ben, Bnb. Fazıl Akkoyunlu, Kur. Bnb. Hasan Uslu, Yzb. Cemal, Harb Okulu öğrencisi 3 teğmen ve 6 er, avcı hattında yayıldık. Bugün Deniz Kuyvetleri Komu- tanlığı binasımn bulunduğu ve o zaman boş bir arsa olan araziden koşar adımlarla geçerek sıkıyöne- tim karargâhına arkadan yanaş- tık. Binanın yan tarafında ve bi- raz gerisinde büyük bir çadırın içinde 30-40 kadar er yatıyordu. Harbiyehlerden birini ve bir eri ça- Yarbayı kucakladım. Öptüm. Kendimi de ona öptürdüm. Diğer nöbetçi subayları da etkisizleştir- mek için yanından ayrıhrken ba- şına bir Harbiyeh diktım: "Yarbay ım 10 dakika şu telefo- na dokunmak vok" dedikten son- ra, yaıbayı tekrar optum ve bir da- ha kendimi de öpturdum. Harbi- yeliye de "Yarbay tdefona dokun- mayacak, doknnursa ihtarsız ateş edeceksin" emrini verdim. Bitişikteki odaya yöneldim. Orada da dun akşam sıkryönetim- den aynhrken kendisine ustü ka- palı haber verdiğim Kurmay Bin- bası Remzi Kalayooğlu yatıyordu. lu'ndan sınıf arkadaşım imış. Aynı işlemleri ona da yaptık. Kurmay Bnb. Hasan Usln'yu sı- kıyönetimde, aldırdığımız tertip- lerın başında sorumlu kışi olarak bıraktım. Fazıl Akkoyunlu ve ben suratle ayrıldık. Saat 3.35'ti. Bina dışında kontak anahtan üzerinde bırakılan araçlardan birine bine- rek asfalttan Harb Okulu'na yö- neldik. Beni bırakacak, kendisi birliğinin başına dönecekti. Harb Okulu-Dikmen yol kavşa- ğma geldiğimizde, artık alacaka- ranlık başlıyordu. Yol ayrımının 100 metre ilerisinde, yolun iki ta- rafmda birerli kolda tertiplenmiş doğru sessizce akmaya başladı. Yolun ortası boş bırakılmıştı. Bu- radan araçlara bindirilmiş olarak Harb Okulu II. Taburu suratle ülus bölgesinegidecekti. Böylelik- le Bakanhklar-Kızılay bolgesi ile Ulus bölgesine aynı anda vanla- eaktı. Harb Okulu önune geldi- ğimde, General Madanoğlu başta, komutanlık harekât karargâhı Atatürk heykelinin önünde ayak- ta bekliyordu. Geriden tank oku- lu bölgesinden tank ve araçların motor sesleri yükseliyordu. Şafak sökmek uzereydi. Bir an başımı Çankaya'ya doğru çevirdim. îçim- de acı bir burukluk hissediyor- koyunca, sıkıyönetime gıdilmesi- ne karar verildi. Arkası açık bir pi- kap otosuna bindik. Sıkıyönetim karargâhına hareket edildi. Derin bir sessizlik içerisinde ha- rekât başlamıştı. Gorevliler, yay- dan boşalmış bırer ok gıbi plan- lanmış hedeflerine koşturuyorlar- dı. Harb Okulu'ndan uzaklaşır- ken arkada kalan Ataturk'ün hey- keline bakıyordum. Bana sanki, yaptıklarımızı süzuyorrnuş gibi geldı. İhtılal korautanlığı karargâhım taşıyan araç bir iki dakika sonra sıkıyönetim binasına yaklaştığı sı- rada Ankara'da ılk silah sesleri netime yerleştirdiğim Kur. Bnb. Hasan Uslu'nun içerden, önden binaya yaklaşan Sezai O'kan'a si- lahını çevirip, "Dur yaklaşma, parola" diye bağırdığı duyuldu. Tam o sırada, ben de binanın ar- kasından dolaşnuş, kapıya yakla- şıyordum. "Ne yapıjorsun?" diye bağırdım. Hasan Uslu, silahıru in- dirdi. Heyecandan titriyor ve ağ- lıyordu. Heyecan ve yanılgı az kal- sın bir felakete sebep olacaktı. Bız içeriye girdiğimizde arkamızdan Kurmay Alb. Emin Alplekin'in ateş altında yatıp kalkarak, bına- ya yaklaşmakta olduğunu pence- reden izledik. Karşıhklı ateş 5 da- Y. Ankara'da hareketli saaller yaşanırken İstanbul'da durum sakindi. 28 mayıs sabahı ordu denetimine geçmiş valilik binasından Cağaloğlu yokuşunun görunuşıi. .eni Meclis binasımn karşısında Emniyet Genel Müdürlüğü'nün zemin katından ateş açılmıştı. Meclis'in çıkış kapısı hizasında bulunan Harbiyeliler, Meclis duvarının gerisinde siperlenerek karşı yaylım ateşine başladılar. İçinde bulunduğumuz araçla sıkıyönetim binasımn Önüne kadar gitmek olanaksızlaştı. Arabadanatladık. Binanın arkasına dolaşıp bir hamlede içeriye sıçramak gereİcti. Ateş altında heyecan doruk nQktasındaydı. dınn başına nöbetçi koyduk. Ça- dırdan dışarıya kimse çıkanlma- yacaktı. Sonra binanın yanından dolaşarak birden ana kapının önüne çıktık. Kapıdaki 2 nobet- çiye "kjpırdama (!)" diyerek silah- larını aldık. Bina içinde, koridor- da sol tarafa kıvrılarak nöbetçi amirinin odasına daldık. Personel Yarbay Muzaffer, nöbetçi amiriy- di. Uyandırdım. Kalktı ve hırsla bağırdı: "Ne var yahu ne oluyor!" "Kaik yarbayım. thtilal oldu. SUahh Ku>^ederttlkedeidare>i ek aldı. Şimdi sıra sıkıvonetime gel- di." Uyandırdık. Gülerek yatağından kalktı. Aynı işlemleri ona da uy- gulayarak başına bir Harbiyeii diktik. "10 dakika telefonlara dokunalmayacak" dedikten son- ra ayrıhrken şunları konuştuk: "Sana haber vermiştim Remzi, beni neden beklemedin?" "Gece saat 24.00'e kadar bek- ledim. Umudumu kestim. Sonra yatüm." "Sana kim dedi, saat 24.00'ten evvel ihtilal yapılır." Üçuncu odadaki nöbetçi suba- yı Bnb. Cevat, bu patırtıdan uyan- mıştı. Neşeliydi ve güluyordu. Sonradan oğrendim ki Harb Oku- Harb Okulu 1. Taburu'nun kolba- şına yaklaşırken durdurulduk. — Parola? — İnkılap. Ve geçtik. Kolbaşındaki en kı- demli subaya şunları söyledim: — Binbaşım, sıkıyonelira ta- raamdır. Birekiple ele geçirilmiş- tir. Baslannda Bnb. Hasan Uslu var. Oraya kadar rnarş raarş üe gi- din, tam gıivence için, bir takım- la sıkıyönetim karargâhım koru- ma altına alın. Arkadaki çadırda sıkıyönetim karargâhının erleri henuz uyuyor. Harb Okulu'nun 1. taburu as- faltın iki tarafından bakanlıklara dum. Kafamdan şu geçiyordu: "Acaba Osman Koksal şimdi ne japıyor?" Gece yapılan planlamada kabul edilmeyen onenmı General Mada- noğlu'na jinelemeye başladım. Harekâtın yönetimi Harb Okulu'ndan değil, butun garnizon bırlıklerı ıle her turlu irtibatı bu- lunan, sıkıyönetim karargâhından yapılmalıydı. General Madanoğ- lu, harekâtın yönetimini Harb Okulu'ndan yapmak istiyordu. Sı- kıyönetim karargâhına gitmekte isteksizdı. Önerimi ısrarla yineli- yordum. Başta Sezai O'kan, diğer arkadaşlar da benden yana tavır duyuluyordu. Yeni Meclis binası- mn karşısında Emniyet Genel Mu- dürlüiü'nun zemin kaündan ateş açılmıştı. Meclis'in batıdaki çıkış kapısı hizasında bulunan Harbi- yeliler, Meclis duvarlannın geri- sinde siperlenerek karşı yaylım ateşine başladılar. içinde bulun- duğumuz araçla sıkıyönetim bina- sımn önune kadar gitmek olanak- sızlaştı. Arabadan atladık, bina- nın arkasından dolaşıp giriş kapı- sına daha yakın bir yere yanaşa- rak, bir hamlede içeriye sıçramak gerekti. Ateş altında heyecan, do- ruk noktasındaydı. Birden daha önce benim sıkıyö- kika kadar surdu. önce karşıdan açılan ateşin hızı kesıldı. Yavaşla- ,dı ve durdu. Harbiyeliler suratle siperlerinden îleriye fırladılar. Saat 3.55. Sıkıyönetim karargâ- hında komutanm maroken kol- tuklu odasına yerleştik. Telefon- lara sarıldık. Ilk olarak Sezai O- kan, cebındeki notu çıkardı. Çan- kaya'da Muhafız Alay Komutam 1 na hitaben, akşam Osman Köksal ve Samı Kuçuk ile birlikte hazır- ladıkları ültımatom mesajı Muha- fız Alayı'nın nöbetçi amirine o tok sesiyle tane tane yazdırdı. L'yarı- nın sonu, "Kardeş kanı akmasın. 45 dakika süre tanıyornz, leslim İ K T İ D A R D A N I D A lkM T? T\J "T* r D F C ERCİ'MENT YA VUZALP ITİ Hl 1 1 J J Hl I \ ll« O (Özei Kolem Miktorüf Askerya da sivil, liderler bir süre sonra objektifliklerini yitiriyorlardı Kişilik değiştirten iktidar— 17 — Herkes ne olacağını bilmeden otururken sonuna kadar açılmış radyoda devamh marşlar çalıyor- dıi Etrafı, süngülu Harb Okulu oğrencileriyle dolu idi. Öğleye doğru bizleri aşağıdaki yemekha- neye goturduler. Yemekte görevli bir subay zannederim biraz da alaycı bir tonla "Beyler, kusiıra bajkmayin. Aceleye geldiği için siz- lene layık bir yemek haztrlayama- dık" dedi. Yemekte haşlanmış patates. peynir, ekmek gbi şeyler vardı. Aieleye gelmese hazırlık da yap- mış olsalar, ne olacağını bilmeyen ve merak ve endişe içinde bekleş- mekte olan kimselerin bir şey yi- yecek hali zaten yoktu. Yemekha- neden tekrar ılk geürilmiş olduğu- muz gazinoya dönuldü. Herkes ta- burelerdekı yerlenne oturdu ve marşlann eşliğinde tekrar bekle- yise geçildi. Bir saat kadar geç- tikten sonra görevlilerde bir ha- reket görüldü ve biraz sonra ar- kasında bazı subaylarla General Cemal Madanoğlu salona girdi. Salondakilere hitaben "Bejler, biz sizleri buraya sırf şahsi guvenliği- niz için aldık. Bu bakımdan gu- venlik bakımından endişesi olma- yanlar evlerine donebilirler" dedi. Bunun üzerine birçok kişi paşanın etrafını sardı; paşa, gerçekten gu- venlik bakımından riskli birkaç kişi dışında epeyi kimseyı salıver- di. En başta da ben, Recai Ergu- der, Celal Karasapan ve Ahmet Salih Korur'u bıraktı. Hatta vası- ta olmadığı ıçın bizi evlenmize kendi makam arabası ile gönder- di. Fakat daha sonra öğrendik kı ben, Erguder ve Karasapan dışın- da salıverilenlerin hepsi tekrar toplanmış. Eve dondukten sonra sokağa çıkma yasağımn kalkmasını bek- ledim. Yasak kalktıktan sonra dı- şişleri genel sekreterliği gorevinı .enderes'le Tarsus'a gittiğimizde, bir adamın elinde bıçak, oğlunu kurban etmeye kalktığını dehşetle izlemiştik. Onu "Fatih", "Büyük mimar" olarak selamlayan çok kişileri görmüştük. İhtilalden önce askerlere en azından sempatileri olmadığını bildiğimiz birçok kişinin içtenlikten uzak övgüler yağdırmalannın, genç subaylardan bazılannm kendilerinde Atatürk dehası görmeye başlamalarında büyük payı olduğu da bir vakıadır. Adnan Menderes, Harb Okulu'nu bitirenleri teftiş ederken... sıirdürmekte ve daha sonra dışiş- leri bakanı olacak olan rahmetli Selim Sarper'i telefonla aradım. Telefona özel kalem muduıu (Hayrettin Sumer) yerine bir yüz- başı çıktı. tsminden yuzbaşının vaktiyle kısa bir süre Menderes- in enıir subaylığında buiunduktan sonra çıkardığı bazı olaylar dola- yısıyla oradan uzaklaştırılmış bi- risi olduğunu anladım. Beni tanıdı \e ısrarla halen ne- rede bulunduğumu, adresimi, te- lefon numaramı istedi. Bunları herhalde benim aranmakta oldu- ğumu zannederek almıştı. Istedi- ğı bılgıyı verdim. Siz bulunduğu- nuz yerden aynlmayın dedi ve te- lefonu kapadı. Biraz sonra beni tekrar aradı ve kaçak olmadığınıı herhalde anladığı için bu sefer hal hatır sordu ve Selim Sarper'ın beni bekledığinı söyledi. SarperMn yardımı Daha sonra bu yuzbaşının ıh- tilal olunca birdenbire faal oldu- ğu, kendisine Selim Sarper'i bu- lup getirılmesı gorevi verildığinde, herhalde tutuklauacak diye, Sar- per'i bir cıple ite kaka getırdiğini gazeteler yazdılar. Sarper beni çok iyi karışladı ve "Zor bir gun geçirdin, hemen git, >anna kadar dinlen ve yann gel bakanlıktaki gorevine başla" de- di. Ben zaten maaşımı dışişlerin- den alıyordum ve ozel kalem mu- durluğunün kadrosu daha yüksek olmasına rağmen, ileride bakan- lığa dönuşumde yasal bir guçluk çıkmaması için ıhtıyaten bakanlık kadrosunda ve Başbakanhk'taki gorevimin kadro derecesine naza- ran daha duşuk olan kendi dere- cemde kalmayı uygun gonnuştum. Nitekim hjçbır formaliteye ge- rek olmadan bakanlığımda gore- \e başladım. Tabii, bu şekilde ih- tiyatlı davranırken aklımdan hıç bir zaman bakanlığıma bu şartlar- la döneceğim geçmemışti. Bakan- lıktaki eski derecem şube mudur- luğune tekabul ediyordu. Rahmet- li Sarper bana dönuşumde genel mudur yardımcıhğı gorevi vermek istedi. Teşekkur ederek şube mu- durluğunde kalmak istediğımı söyledim. Israr etmedi. İhtilalden sonra benim herhangi bir sıkıntı ile karşılaşmamam ıçın rahmetli Sarper içten çaba harcadı. Bu il- gisinı daima minnetle anı>qrum. Harb Okulu'ndan serbest bıra- kıldıktan sonra şehre inmek ıçın okulun bahçesınde beklerken Ma- danoğlu Paşa yanında bazı subay- lar olduğu halde bulunduğumuz yere doğru geldi. Subaylardan bi- rı paşamn başından çıkardığı şap- kasını, taşımak uzere istedi, ver- medi. Aynı subay biraz sonra "Pa- şam çok yoruldunuz, uykusuzsu- nuz biraz istirahat edin" dedi. Ona da babacan bir şekilde cevap ver- di. Bu subayın çızdıği kişilik, si- vilinde, askerinde ve her turlu ık- tidarda maalesef aşina bir kişilik, iktidarların daha ilk gunler^nde bile ortaya çıkıyor, kendini en ger- çekçi bir şekilde değerlendiren li- derleri bile belirli bir süre sonra et- ki altında bırakabiliyor ve liderlere hem kendilerini, hem olaylan ob- jektif bir şekilde değerlendirmek yeteneklerini yavaş yavaş kaybet- tiriyordu. Menderes'le Tarsus'a gittiğimiz- de, kalabahkta bir kişinin, elinde bıçak, oğlunu kurban etmeye kalktığını dehşetle gözlemiştik. Anadolu gezilerinde, onunde diz çokup ovgu dolu nutuklar soyle- yen, şiirler okuyan, onu "Fatih", "Buyuk mimar" diye selamlayan çok kişileri gormuştük. İhtilalden once, askerlere en azından sempa- tileri olmadığını bildiğimiz birçok kimsenın, içtenlikten uzak övgü- ler yağdırmalannın, genç subay- lardan bazılannm, kendilennde Atatürk dehasını görmeye başla- malannda buyuk payı olduğu da bir vakıadır. Inonu'nun cumhurbaşkanlığı donemınde \e demokratik süreç başladıktan sonra, "Ben Cumhu- riyet Halk Partisi'nin valisiyim" demekte hiç bir beis görmediğıne bızzat tanık olduğum bir eskı va- linin, Inonu'nun ikıncı başbakan- lığı doneminde, ona karşı hareket hazırlayan genç subaylarla gızlice işbirliği yaptığı da şimdi bir sır de- ğildir. Acaba siyası tarihimizde za- man zaman geçirdığimiz buyuk sı- kıntıların vebalıni sadece lıderie- rın hata ve gafletlerinde gormek sağlıklı bir değerlendirme midir? Bunlara ilave olarak daha başka faktorler de yok mudur? Bunun üzerinde biraz daha etraflıca dur- mak herhalde yararlı olur zan- nederim. Yann 27 Mayıs'a neden geldik? olun" diye bitiyordu. O sırada ateş sesleri ile uyanan her taraftan, sıkıyönetime telefon- lar yağıyordu. Sezai O'kan'ın me- sajı yazdırması bitene kadar, bizi bu krıtik anda uğraştırmasın di- yerek telefonlara yanıt vermiyor- duk, açıp kapatıyorduk. Ondan sonra da sıkıyönetim diye açılan telefonlara: "Burası Titrk SflahJı Kuvveüe- ri Başkomutanlıgı" yanıtını veri- yorduk. Böylelikle sıkıyönetime rahatlıkla başvurmak alışkanlığın- da olan iktidar çevrelerinın kafa- lanna dank ettiriyorduk. O zaman telefonu hemen kapatıyorlardı. Biz de telefonlan kendi amacımız için kullanmak fırsatı buluyorduk. Bu turde açılan bir telefonda, konuşmacıyı sesinden tanıdım. Konuşmacı Milli Savunma Ba- kanlığı Musteşan Org. Salih Coş- kun'du. Kendısı son yıllarda DP'ye coşkunlukla bağlanmıştı. Eşı de o sırada DP milletvekiÛy- di. Aramızdakı konuşma şöyle geçti. O, tiz bir sesle konuşuyor- du: — Alo, alo, alo.. — Buyurun, nereyi aradınız, kımsiniz? — Ben müsteşanm. — Hangi müsteşar? — Orgeneral.. Orası sıkıyöne- tim değil mi? Sen kimsin? — Hayır. Sfkıyönetim değil. Ben kim olduğumu söyleyemem. Burası Türk Silahlı Kuvvetleri Başkomutanlıgı. — O ne demek? — Bu demektır ki, TUrk Silah- lı Kuvvetleri bütün Türkiye'de yö- netimi ele aldı. Burası da onun Başkotnutanlık Karargâhı'dır. Konuşmacı telefonu kapattı. Durumun ağırhğım derhal anla- dı. Çünkü biliyordu ki Silahlı Kuvvetler Başkomutanlıgı gibi bir makam savaş sırasında kuruluyor- du. Barış donemınde böyle bir makam yoktu. Telefon rehberini açarak Org. Salih Coşkun'un telefonunu bul- dum. Bu kez ben ona telefon açı- yordum. Heyecanlı bir tonla da sesleniyordum: — Alo, alo aloö. — Buyurun. — Sayın Orgeneralim, ben Ad- nan (Milli Savunma Bakanı Emir Subayı Kur. Yb. Adnan Çelikoğ- lu) Vekil be> nerede? Bulamıyo- rum. — Ben de bulamıyonım. — Sıkıyönetimi aradınız mı? — Aradım. Telefonda bir ser- sen çıktı. Burası Türk Silahlı Kuv- vetleri Başkomutanlığı'dır dedi. Bu kez telefonu ben kapadım. Gulmemek için kendimi zor tut- tum. Bu ılk dakıkalarda telefon-. lan çok ciddi ilişkiler için kulla- nıyorduk. Dalga geçmenin zama- nı değildi. Karargâh arkadaşlan- mın yuzlerindeki ciddilik biraz azaldı. Acuner ve Kaplan, belirli belirsiz gülümsüyorlardı. Fakat Sezai O'kan kızıyordu. "Bırek Ka- raman, şakanın sırası mı?" diyor- du. tlk 45 dakika içensinde Anka- ra'da bulunan bütun bırlikler ıh- tilal karargâhının emir ve komu- tası altına alınmış tüm hedefler ele geçırilmişti. Ancak, ele geçirilen Ankara Radyosu henüz çalıştın- lamamıştı. Bir de Çankaya dire- niyordu. İstanbul'da hiç ateş açılmamış- tı. Fakat Ankara'da Bakanhk böl- gesinde ilk başlatılan ateşten sonra sureleri çok kısa da olsa jandar- ma bırliklerı bölgesinde PTT ve Radyoevi önlerinde karşıhklı ateş açılmış, çarpışmalar olmuş, birkaç yaralanmamn dışında Harb Oku- lu öğrencisi Teğmen Ali thsan Kal- maz şehit olmuştu. Bu ateşler yü- zunden herkes sabahın erken sa- atlerinde yatağından fırlamış, pencerelerden çevrede olup biten- leri izliyor, telefonlaşıyorlardı. Harekât planlamasında görev alan merkez komıtesi uyeleri işle- ri bıttikçe ihtilal karargâhına ge- liyor, buradaki çalışmalara ayak üstü toplantılara katılıyorlardı. Bu yuzden ihtilal karargâhı, maroken koltuklu komutan odasıru bırak- mış, daha geniş bir salona geçmiş- tı. Erat yemek masalannı andıran, buyükçe uzun bir örtüsüz masa- nın etrafında kimimiz sualara, ta- burelere oturmuş, kimimiz ayak- ta, toplanan haberleri değerlendi- riyor, ortaya çıkan durumlar için ani kararlar alıvorduk. İçlerinde yüzbaşı ve binbaşıların da bulun- duğu merkez komitesi üyelerinin toplandıkları bu salonun ve diğer dış kapılann önünde, ellerinde makineli tabancalı albaylar büyuk bir vakar ve ciddiyet içerisinde ko^ 1 ruma nöbeti tutuyorlardı. Salon- dan ya da binadan dışarı çıktığı- nızda buyuk rütbeli subayların gorev istedikleri oluyordu. Sonra- dan Adalet Partisi'nden milletve- kılı olan bir generalin: "Karaman yarbayım Jjana da bir görev verin" demesini her zaman hatırladım. tstanbul Radyosu 4.30'da yayı- na başlamıştı. Marşlar arasında bir bildiri sık sık okunuyordu. An- kara Radyosu ele geçmiş, fakat Etimesgut vericisi çalıştınlamıyor- du. Böylelikle Türkiye düzeyinde guçlü bir yayın yapılamıyordu. Sivıl-asker teknik elemanlar Eti- mesgut'a sevk edildi. Ankara Radyosu 6.30'a doğru ancak yayına başladı. Yann: Çaakaya ve Bavar dlrenlyor
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear