02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

30 GİTTİM, GÖRDÜM, YAZDIM Zeytinin hikmeti ve teri tomobilimizin motoru su kaynatO masa durmayacaktık, o sıcak yaz günü Balıkesir’in Savaştepe ilçesinde. Günlerden pazardı ve her yer tatildi. Eşim ve ben çaresizlik içinde söylenirken tamirci aradığımızı duyan birileri aracılığıyla tanıştık Hüseyin Amcayla. Elinde küçük bir alet çantası vardı. Yardımcı olmak istediğini söyledi. Hiçbir yere dokunmadan uzun süre motorun çalışmasını izledi. Soğutma sisteminde sorun görmediğinden söz etti, sonra “Her şey normal görünüyor ve su kaynatıyor ise araba su eksiltiyor demektir. Muhtemelen kalorifer peteği delinmiş, su kaçırıyordur. O takdirde döşemelerin ıslak olmalı” dedi. Onca uzmanın çalıştığı servisin yola çıkmadan önce bulamadığı sorunu saptadı ve çözüverdi. Teşekkür edip borcumu sordum. Arabanın camındaki tıp armasını gösterdi; “Doktor musun” diye sordu, “Evet” deyince, “Bizim hanımın yıllardır geçmeyen ağrıları var. Gelip bakarsan ödeşiriz” dedi. Hep beraber, Hüseyin Amcanın evine gittik. Hanımının şikayetlerini dinleyip, muayene ettim. Çoğu yaşlılığa ve menopoza bağlı yakınmaları için tavsiyelerde bulunup iki de ilaç yazdım. Kadıncağızın yüzü güldü. Çay hazırlamak için izin istedi. Bu arada ilkokul çağındaki kızım boş durmuyor odaları dolaşıyordu. Bir şey kırıp dökmesin diye yanına gittiğimde evin bir odasının duvarlarının kitapla dolu olduğunu gördüm. Şaşkınlığım daha da artmıştı. Muhabbet ilerleyince, tamirci sandığım Hüseyin Amcanın emekli ilkokul öğretmeni olduğunu ve 39 yıl Ege’nin köylerinde çalıştıktan sonra Savaştepe’ye yerleştiğini öğrendim. Meğer, Hasan Ali Yücel’in döneminde açılan ilk köy enstitülerinden Savaştepe Köy Enstitüsü’nün ilk mezunlarındanmış. “Peki bu tamircilik işi nereden çıktı” diye sordum, “Köy enstitüsü mezunu olmanın ne demek olduğunu bilmezsiniz. Orada bu toprağın çocuklarına okuma yazmanın yanı sıra çiftçiliği, hayvancılığı, inşaat yapmayı, yemek yapmayı, bozulanları tamir etmeyi, örgü örmeyi hatta az buçuk hekimlik yapmayı bile öğrettiler. Hayatı öğrendik ve öğretmen olup hayatı öğrettik çocuklara” dedi. Bu arada çaylar geldi. Çayın yanında ekmek peynir ve zeytinden oluşan kahvaltı da hazırlamıştı Hüseyin Amcanın hanımı. Emekli olduktan sonra zeytinciliğe başladığını sofradaki zeytinin de kendi ürünleri olduğundan söz etti. “Zeytinin hikmetini bilir misin” diye sordu ve başladı anlatmaya: “Meyveleri ile karnımızı doyurmuş, yağını çıkarmışsız. Kandillerde yakıp aydınlanmışız, odunu ile ısınmışız. Giderek ona benzemişiz” dedi ve çanaktan aldığı zeytini ışığa doğru tutup, devam etti: “Doğup büyüdüğünde zeytin tanesi gibi acı, yeşil bir meyve insan. Çoğunu sıkıp yağını çıkarıp posasını da sabun yapıyoruz. Yani heba olup gidiyor. Bir kısmını sofralık ayırıyor selede tuza yatırıp acı suyunu atmasını buruşup bu hale gelmesini sağlıyoruz. Veya salamura yapıp tatlandırıyor olduğundan daha şişkin gösterişli hale getiriyoruz. İnsanlara da böyle yapmıyor muyuz? Okullarda okutup hayata hazırladığımızı sanıyor ya şişiriyor ya da buruşturup sürüyoruz hayata.” “Sizin köy enstitülerinde yaptığınız da böyle bir şey değil miydi” diyecek oldum hanımına baktı gülüştüler: “Hurma zeytini bilir misin? Ege’nin bazı yerlerinde olur. Ağaç aynı ağaçtır ama her yıl ka sım ayı sonu gibi denizden karaya esen rüzgar ile zeytin ağaçlarına bir mantar bulaşır. Bu mantar zeytinin terini giderir, acısını dalında alır. Dalında olgunlaşır zeytinler. Toplandığında yemeğe hazırdır anlayacağın. Köy enstitüleri de böyleydi. Dalında olgunlaşan zeytinler gibi insanları oldukları yerde yetiştirmeye, onların bilgilerini de diğer insanlara bulaştırmayı amaçlamıştı. Doğup büyüdüğü ortamda olgunlaştırıyorlardı, insanı. Hayata hazırlıyorlardı. İşte bu yüzden, öğrendiklerimin zekatını vermek, zeytinin terini hatırlatmak için buradayım.” Kitaplığından çıkardığı iki kitabı kızıma hediye etti. Vedalaştık; arkamızdan bir tas su döküp, uğurladılar. Dr. Mehmet Uhri OKURLARDAN... Vandallar Selçuk’a yaptığım gezide karşılaştıklarım bana “Bu kadar da olmaz” dedirtti. Efes antik kentini gezerken hayretle ve hayranlıkla seyrine doyamadığım eserlerin üzerinde Türklere özgü izler vardı. Günümüze asırlar öncesinin sanat harikası olarak kalan eserlere; yazılar, şiirler yazılmış. Taşların üzerine kalpler, isimler kazınıp, kalpler birer okla süslenmiş... Celcius Kütüphanesi’nin sütunlarına, aşklarının ilanını yazmışlar... Bu ne biçim bir hazdır ki, tarihin üzerine kendinizin, sevgilinizin adını yazıp tarih atarsınız. Pes doğrusu, tarih ve sanat düşmanlığının bu kadarı. Yetişen yeni nesil lütfen duyarlı, tarihine ve toplumuna saygılı olsun. Emine Şentürk
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle