Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
26 DOĞU EKSPRESİ ‘Kara’sı gitti ‘tren’i kaldı Haldun Aydıngün ir Temmuz sabah saat B 08.35’te trenimiz hafifçe sarsıldı. Kısacası tam saatinde yola çıkıyordu. Biz içerdeki üçü çocuk on kişi dışarıda bıraktıklarımıza el sallıyorduk. Nedense Haydarpaşa Garı’nın toplumsal bilincimizde önemli bir yeri var. Orası en ciddi ayrılıkların, gurbetlerin, şark için Erzurum’a yataklı trenle gitme fikri benden çıkmıştı. Trenin çok romantik bir seyahat aracı olduğunu düşünürüm ve yaptığım her uzun tren yolculuğundan önce çok heyecanlanırım. İçinde bulunduğumuz Doğu Ekspresi de kanımca dünya üzerindeki önemli trenlerden biriydi. Ekibi oluştururken henüz 11 yaşındaki kızım Bengi’yi de yanıma almıştım. Ardından düzenlemenin mutlu bir tesadüf olduğunu sanırken yolculuk ilerledikçe aslında bunun özel ve bilinçli bir seçim, biz yataklı vagon yolcularının da trenin hatırlı müşterileri olduklarını anlamaya başladım. Yemek vagonlarını biraz Ankara trenlerinden hatırlıyorum. Sigara dumanından iyice havasız hale gelmiş, ağır yerler gibi aklımda kalmış. Bizimki alabildiğine ferah, giderken ara sıra kendimi tutamayarak, öğreten adam olup, bir şeyler göstermeye çalışıyordum. Onlar da ilgileniyorlarmış taklidi yapıp, toplam ikişer saniye boş boş dışarı baktıktan sonra bebeklerine geri dönüyorlardı. Kim bilir belki de akıllarında bir şeyler kalıyordu. Akşamın kızıl ışığında, yani kalktıktan 10 saat sonra Ankara’ya vardık. Tam o sırada eşim arayıp “Ha ha hay! Daha orada mısınız” deyip moral verdi. Baktık deneyimli yolcular kendini dışarı atıyor, biz de onlara uyup 1970’ler usulü izdiham yaşanan küçük bir büfenin önüne yığılıp su aldık. Tren yarım saat sonra hareket ettiğinde, lokomotif elektrikliden dizele dönmüş, tüm personel de değişmişti. Yemek vagonunda gene aynı tip gülümsemeli, babacan bir garson vardı. Akşam günün son ışıklarında yıllardır en büyük hayalim olan bir işi gerçekleştirdik. Bozkır yanımızda yavaşça süzülürken sofra kurdurup kafa çektik. O kadar keyifliydi ki sırf bunun için bile trene binilebilir. Erzurum’a ertesi akşam gün batarken vardık. Ekipteki kimse seyahat şeklimizden pişman olmamıştı. Eğer aceleniz yoksa ve yanınızda olmasında zevk aldığınız insanlarla birlikteyseniz hiç olmazsa bir kez trenle bir yerlere gitmeyi düşünebilirsiniz. h@aydingun.com hizmetlerinin başlangıç, aynı zamanda da bitiş noktası. Çok duygu yüklü olması gereken bir yer. Ama ne bizde ne de bizi uğurlamaya gelenlerde bu ciddiyetin izini görebiliyorduk. Biraz hayal kırıklığı hissettim. Koskoca ve efsanevi “Doğu Ekspresi” yolcusundan ziyade lunaparkta sıradan bir oyuncağa binenler gibiydik. Yani eğlenip, eğlenip sonunda inecektik. Kaçkar dağlarına ulaşmak iki baba kız daha katılmıştı. Ayrıca altı büyük kişi daha vardı. Kompartımanlarda üçer yatak, bir küçük masa ve küçük bir lavabo var. Çok mütevazı bir motel odası gibi görünüyorlardı. Hele kalabalık bir şekilde gidildiğinde tren yolculuğunun keyfine doyum olmuyormuş. Yataklı vagonumuz trenin en arkasına eklenmişti. Bitişiğimizde yemek vagonu vardı. Bu açık camlarından sabah kokuları dolan, milyonlarca km gittikten sonra filozoflaşmış bir garsonun servis yaptığı harika bir yerdi. Kendi kurabiyelerimizi açıp yemek yasakmış. Garson “torbanızı sandalyeye koyun, görünmesin” dedi. Sonra aramızdan biri günün ilk kahvaltısını ısmarladı; çaylar, çorbalar geldi. Kızlarımızın daha önce hiç görmedikleri yurt köşelerinden hızla geçip