06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6C haberler SÖZDEN YAZIYA GÜRAY ÖZ 27 HAZİRAN 2008 CUMA Prof. Dr. Yarsuvat, yasadışı yöntemlerle toplanan delilin otoriter toplumlarda geçerli olabileceğini söyledi Dinleme AİHM’ye aykırı İstanbul Haber servisi Türk Ceza Hukuku Derneği’nin “Ceza Muhakemesi Kanunu”nun üç yılını değerlendirmek üzere düzenlediği sempozyumda, modern ceza hukukunda delillerin yasalara aykırı toplanması halinde, kanıt olarak sunulamayacağı vurgulandı. Prof. Duygun Yarsuvat, “Yasalara aykırı dinleme ve arama yöntemleriyle toplanan delilin kabul edilmesinin, demokratik hukuk devleti ülkelerinde değil, ancak otoriter toplumların ceza hukuklarında geçerli sayılabileceğine” dikkat çekti. Prof. Dr. Duygun Yarsuvat, Türk Ceza Hukuku Derneği (TCHD) tarafından Galatasaray Üniversitesi’nde düzenlenen “Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) Üç Yılı” başlıklı sempozyumun ikinci ve son gününde, “Kanıtlar, kanıtların değerlendirilmesi, hukuka aykırı kanıtlara dayanma yasağı” konulu bir tebliğ sundu. Yasaların, delillerin kabul edilmesinde hukuka aykırılık olmadan toplanması gerektiği hükmünü koyduğunu ifade eden Prof. Dr. Yarsuvat, bunun nedenlerini de şu sözlerle açıkladı: “Delil yasaklarının iki konuluş amacı var. Birincisi ülkede insan haklarını garanti altına almak; ikinci amaç, polisi, bu konuda çalışanları disipline etmek. Çünkü, bu yöntemle, polis yasaya aykırı elde ettiği delilin yargılamada kullanılmadığını anlamalı.” Delillerin kanuna aykırı olarak elde edilemeyeceği hükmünün “Arama yapılırken, oraya başka delillerin arama yapanlar tarafından konulmasın” diye getirildiğini anlatan Yarsuvat, “Kendimle ilgili yapılan bazı işlemlerde gördüm ki delil ekiliyor. Aramalarda yasada belirtilenlere uygun delil bulunmadığında delil ekiliyor” dedi. OLCUOĞLU’NDAN ANEKDOT Yarsuvat, İstanbul Barosu Başkanı Kâzım Kolcuoğlu’ndan dinlediği bir olayı ise şöyle anlattı: “İstanbul Barosu’na kayıtlı bir Liberal Dünyanın Gülleri Kapitalizmin ise gelişmek için laikliğe, halkı uyutmak içinse hurafeye ihtiyacı vardı. Daha sonra işi genişletmiş, ideolojik cephanesini zenginleştirmiştir. İslam dünyasının bu kavgaya geç katılması bir dönem için yararlı, sonrası için ise felaket olmuştur. Bir dönem İslam bilimle kavga etmemiş, “İlim Çin’de olsa arayınız” demeyi bilmiş, daha sonra ise iç dinamikleriyle kapitalizme geçememenin ve hazır bulunmuş zenginliklerin tuzağına düşmüştür. Bu nedenle gecikmiş bir ortaçağı yaşamayı, dinle devleti aynılaştırmayı sürdürmüştür. Bizim şimdi yaşadığımız “travma”nın kökünde bu gecikmiş ortaçağ ve ona tükenmeyen hasret yatıyor. Arkadaşların hasreti budur. ??? Şimdiki kavga, arkadaşlar üzülecek ama çaresiz bir kavgadır. Laikliğin terk edilmesi, ortaçağın parıltılı bile olsa ebedileştirilmesi olanaklı değildir. Geçici “travmalar” olabilir. Dört koldan çalıştıklarına göre böyle bir umutları var arkadaşların. Ama olmaz. Sizin ulus devletle kavga adına yapmaya çalıştıklarınız, emperyalist büyük ulus devletlerin plan ve projelerinde kendinize yer aramaktan başka bir şey değil. Türkiye’de laiklik tartışmalarının yarı yerden başlatılmasının nedeni de budur. Laikliğin, din ile bilim arasındaki büyük mücadeleyi görmeden tanımlanması olanaksızdır. Ama siz yaparsınız. Sizin sözüm ona bilim adına “ezber bozmalarınızın” ideolojik temeli pek zayıf. Artık o kadar pervasızlaşmışsınız, meydanı o kadar boş bulmuşsunuz ki, Atatürk’ü “tesettürün koruyucusu” yapabiliyorsunuz. O kadar coşmuşsunuz ki, gözlerinizi zevkten kısmış, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda emperyalistleri göremeyecek hale gelmişsiniz. Ne diyebiliriz ki bu arkadaşlara Kavramlarla fazla oynamayınız. Tarihle kavga etmeyiniz. Kelimelerle savaşmayınız. O kelimeler, o kavramlar ki, canlı gibi değildirler, gerçekten canlıdırlar... Dönüp sizi vururlar. guray?cumhuriyet.com.tr AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ’NİN KARARLARI Prof. Dr. Yarsuvat, delillerin yasalara uygun toplanmasının gereğine örnek olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) 17 Temmuz 2006 tarihli kararını gösterdi. AİHM’nin baktığı davada güvenlik güçlerinin, yakaladıkları bir uyuşturucu satıcısını kusturarak yuttuğu uyuşturucuyu çıkarttırdıklarını anlatan Yarsuvat, “AHİM kararında olay, ‘Tedavi maksatlı değil, delil elde edilmek üzere bir insanın vücudu üzerinde oynanmıştır’ olarak değerlendiriliyor ve üçüncü maddeye aykırı olarak adil yargılanma hakkının kötü muamele ile ihlal edildiğine karar veriyor” diye olayı açıkladı. hükmü yer alır. Bütün bunlara bakınca hukukta insan hakkına saygıyı görüyoruz” diye konuştu. AİHM kararlarında, yasaya uygun olmayan arama emrine dayanılarak yapılan dinlemeler sonunda elde edilen delillerin geçersiz olduğu ve yapılanın insan hakkı ihlali olarak görüldüğünü anlatan Yarsuvat, İngilter’ye karşı açılmış “Örs” davası örneğini şöyle aktardı: “Polis karakolda, ellerinde delil olmadığı için gözaltına aldığı kişilerin karakoldaki konuşmalarını banda alıyor. Ve bu kayıtlara göre de mahkum edilmelerini sağlıyor. Mahkemece bu davada, ‘özel hayatın gizliliğine dokunulmuştur’ deniliyor. Çünkü dinlerken haber vermen gerekirdi deniyor.” HUKUKTA İNSAN HAKKINA SAYGI Anayasanın 38. maddesinin son fıkrasında kişiler “Hukuka aykırı olarak elde edilmiş delillerle suçlanamaz” denildiğini anımsatan Yarsuvat, “Ceza Muhakameleri Kanunu’nun 206. maddesinde delillerin kanuna aykırı olarak elde edilemeyeceği, aksi halde bunların delil olarak kabul edilemeyeceği öngörülmüştür. 217. madde de olay ve iddia hukuka uygun şekilde edilmiş her türlü delille ispat edilir K avukatın yazıhanesinde arama yapılacakmış. Özel yetkili savcı, Kolcuoğlu’na ‘Saat sabah 06.00’da orada olun’ diye telefon etmiş. Kolcuoğlu da başka bir arkadaşına telefon ederek arkadaşının orada olmasını istemiş. Savcı gitmiş, bilgisayarını, her şeyini polis toplamış. O sırada avukata biri telefon etmiş ve ‘Ne haber, seni alıp götürecekler şimdi. Seni de Ergenekon’a soktular’ demiş. Arayan kişinin amacının bir boşanma davasında, kocasından boşanan bir kadının avukattan intikam almak olduğu ortaya çıkmış. Herhangi biri savcıya telefon açıyor, ‘Bu adam Ergenekon’un parçasıdır’ diye ve savcı gidip bu araştırmayı yapıyor. Şimdi orada baronun temsilcisi olmasaydı, bu aramada kim bilir neler olacaktı.” 1 MAYIS ÖRNEĞİ Polisin kanuna aykırı bir şekilde elde ettiği delilin, yargılama sırasında işe yaramayacağını gördüğünde o yola başvurmayacağını belirten Yarsuvat, “Nitekim biz de ‘cezalandırılır’ diyoruz, ama polis aleyhinde açılan davalar hep hüsrana uğramaktadır. Bunun bir örneğini 1 Mayıs’ta yaşadık” diye konuştu. Modern ceza hukukunun, hâkimin önüne gelen delillerin kabul edilebilir nitelikte olması gerektiğini öngördüğüne dikkat çeken Prof. Dr. Yarsuvat, “Eğer bir delil kanuna uygun olarak elde edilmemiş ise, iki sorumluluk hali karşımıza çıkar. İlk sorumluluk hali, bunun toplayan kişilerin sorumluluğudur. İkincisi ise bu delillerin geçersiz olması halidir” diye konuştu. ‘SİYASİ SİSTEMİN AYNASI’ Modern ceza kanunlarında, ceza usul kanunlarında bu şekilde elde edilen delillerin geçersiz olduğunu öngören hükümler bulunduğunu anlatan Prof. Dr. Yarsuvat şöyle devam etti: “Ceza hukuku, devlette hüküm süren siyasi sistemin bir aynasıdır. Siyasi sistemin otoriter ya da liberal olmasına göre ceza hukuk sistemi de değişir. Eğer kişi hak ve özgürlüklerini ön plana almışsa bir ülke, kanuna aykırı olarak elde edilen deliller geçersiz sayılır. Buna karşılık otoriter bir sistemi kabul etmiş ise, delilin nasıl toplandığı önemli değil, delil delildir.” Dışişleri’nin raporunda ifade özgürlüğünün sınırlandırıldığı, işkencenin sürdüğü belirtildi ABD’den Türkiye’ye eleştiri Bahadır Selim DİLEK ANKARA ABD Dışişleri Bakanlığı’nın 2008 tarihli “Özgürlük ve Demokrasiyi Geliştiren Ülkeler Raporunda Türkiye’ye eleştiriler yöneltilirken Kürt sorunundan ruhban okulunun açılmasına kadar çeşitli istekler de sıralandı. Çok sayıda ülkeyi kapsayan raporun Türkiye bölümünde, ifade özgürlüğünü kısıtladığına, işkencenin devam ettiğine ve suikastların sürdüğüne vurgu yapıldı. Raporda, ABD’li yetkililerin Türkiye’deki dini ve etnik azınlıkların temsilcileri ile düzenli olarak bir araya geldiği bilgisi de yer aldı. ABD yönetiminin Türkiye’deki 2007 yılı seçimlerinin ardından yaptığı tespitler rapora şöyle yansıtıldı: Hükümet, vatandaşların insan haklarına genellikle saygı göstermesine rağmen ülkede güvenlik kuvvetlerinin taciz uygulaması, işkence ve suikastlar gibi ciddi sorunlar da yaşanmaktadır. Askerler, siyasiler ve diğerlerinin yargıyı etkileme girişimleri olmakta ve hâkim ile savcıların yakın ilişkileri adil bir duruşmaya engel oluşturmaya devam etmektedir. Gayrimüslim dini grupların serbestçe ibadet etme, mülk edinme ve liderlerini yetiştirme hususlarında uğradıkları kısıtlamalar devam etmektedir. Namus cinayetleri, tecavüz gibi kadınlara yönelik şiddet ve çocuk yaşta yaptırılan evlilikler yaygın bir sorundur. NTERNET YASAKLARI DA RAPORDA Hükümet, anayasal kısıtlamaları ve yasaları kullanarak ifade özgürlüğünü kısıtlamaktadır; telekomünikasyon sağlayıcılarının Web sitelerine erişimini yasaklayan mahkeme kararları alınmıştır. aiklik tanımları havada uçuşuyor. Yaşadığımız “travma” ise bildiğiniz gibi değil. Herkes karakolla mahkeme arasında hep bocalayan Dengir Mir Fırat’la uğraşıyor, daha “etraflı” konuşanı, daha lafını sakınmazı var, siz ona bakın. Sevan Efendi’ye, Sevan Nişanyan’a bakın. Ne diyor hazret? “Bizde laiklik tasfiye hareketiydi. Dinin, devletin mutlak gücünü kısıtlama potansiyeli ‘laiklikle’ yok edilmek istendi. Çünkü amaç laiklik değil, mutlak iktidardı.” Başka... “Emperyalizme karşı savaştığımız yönünde hayret verici görüşü, 1960’larda Doğan Avcıoğlu ve Mihri Belli icat etti. Aslında Kurtuluş Savaşı, TürkiyeYunanistan savaşıdır.” Daha başka...“Atatürk milliyetçiliği 1920’ler faşizmidir. Kurtuluş Savaşı’nda ise İslami cihat üzerinden hareket etti bu milliyetçilik.” Daha... “1918’de kadınlar tesettürü bıraktı. Ankara bu değişime inanılmaz bir taassupla karşı çıktı. Tesettürü savundu.” Bu sözlerin yoruma gereksinimi var mı? Desteksiz atış, deyip geçebilirsiniz. ??? Ama havada uçuşan sözlerin, kâğıda geçen kelamın bir derdi olmalı. Durup dururken yazmayız, durup dururken söylemeyiz. Laiklik üzerine konuşuyorsak, bu kavramın neyi anlattığını, neyi anlatmadığını biliriz. Niyetlerin kavramlarla ilişkisini de biliriz. İnsanoğlunun niyetlerini kavramları eğip bükerek ifade etmeyi pek sevdiğini de biliriz. Laiklik konusunda işin doğrusu en baştan başlamak, lafı dolandırmamaktır. Laiklik, bilimin tarihsel mücadelesidir. Dinle ilişkisinin tarihidir. Bilim insanlarının taassupla, engizisyonla kavgasıdır. Rahiplerin, papazların, papaların siyaseti dinle, hurafeyle yürütme çabasının bilimin ışığıyla alt edilmesidir. Hiç kuşku yok, feodal dönemin kaba bir eşleştirmeyle ortaçağın sonlarında mesenlerin, kimi kralların desteğiyle ayakta kalmayı, o karanlık çağın içinde mayalanmayı başaran bilim ve sanat, insanlığı kurtardı. Laikliği yaşam biçimi haline getirdi. Kiliseyi sınırladı. L TÜRKÇE DIŞINDA YAYIN “Türkiye, demokratik ve hukukun üstünlüğüne yönelik reformlarını devam ettirmelidir” denilen raporda, ABD’nin Türkiye’ye yaklaşımı da şöyle ortaya kondu: “Başlıca amaçlarımız arasında, anayasanın yeniden gözden geçirilmesi gibi, devlet kuruluşlarının daha demokratik, şeffaf ve hesap verebilir olmasını sağlayacak yasal reformları desteklemek; bireysel haklara, sivil topluma ve etnik çeşitliliğe saygı gösterilmesini temin etmek; güvenlik haricindeki meselelerde askeriyenin İ etkisini azaltmak ve yargının adil olmasını sağlamaktır. Hükümetin, Türkçe dışındaki dillerde yayın yapılmasına yönelik kısıtlamaları azaltmasını; azınlığın görüşlerini yansıtan ya da 1915 katliamı gibi tartışmalı konuları ele alan kişilerin ifade özgürlüklerini arttırmasını; din özgürlüğünü koruyarak Rum Ortodoks Heybeliada Ruhban Okulu gibi gayrimüslim din kuruluşlarının serbestçe işlemesine izin vermesini ve Kürt meselelerinin ele alınması için somut adımlar atmasını teşvik ediyoruz.” Raporda ABD’li yetkililerin “İnsan haklarını ve demokratik değerleri desteklemek” üzere yasama, yürütme ve yargı kuvvetleri üyeleriyle ve ülkenin siyasi, dini, kültürel ve etnik gruplarıyla düzenli olarak bir araya geldiği bilgisi de yer aldı. İlhan Selçuk’a suikast planı Gazetemize molotofkokteyli atan 13 yaşındaki saldırgan, Bedirhan Ş. adlı zanlının kendisine silah vererek “İlhan Selçuk kapıdan çıkınca vuracaksın” dediğini söyledi İstanbul Haber Servisi Cumhuriyet gazetesine 29 Mart günü geç saatlerde molotofkokteyli attıktan sonra yakalanan 13 yaşındaki U.E, saldırganlardan Bedirhan Ş’nin kendisine silah vererek “İlhan Selçuk kapıdan çıkınca bu silahla vuracaksın” dediğini öne sürdü. Şişli Cumhuriyet Savcılığı’nın U.E. hakkında hazırladığı fezlekede Bedirhan Ş’nin aynı cezaevinde tutuklu oldukları Seylun Z. adlı kişi ile cezaevinde bulundukları sırada İlhan Selçuk’u vurma planları yaptıklarını söyledikleri kaydedildi. Şişli Cumhuriyet Savcılığı tarafından U.E. hakkında “Suç örgütüne üye olmak” ve “Kasten bina yakmaya teşebbüs ve ruhsatsız silah taşımak” suçlarından 3.5 yıldan 10 yıla kadar hapis istemiyle hazırlanan fezleke, İstanbul Çocuk Mahkemesi’ne gönderildi. Diğer şüpheliler Bedirhan Ş., Seyhun Z. ve Oğuzhan A. hakkındaki soruşturma ise halen İstanbul Cumhuriyet Savcılığı tarafından yürütülüyor. Şişli Cumhuriyet Savcılığı tarafından hazırlanan fezlekede, şüphelilerden Bedirhan Ş’nin ifadesinde, cezaevindeyken Seyhun Zaim isimli kişi ile İlhan Selçuk’un silahla vurulması konusunda plan yaptıkları ve serbest kaldıktan sonra da bu konuda kendisine telkinlerde bulunulduğunu söylediği kaydedildi. Şüpheli Bedirhan Ş., savunmasında, kendisinin cezaevinde yattığı sırada görüştüğü Seyhun Z. ile İlhan Selçuk’u silahla vurma konusunda plan yaptıklarını ileri sürdü. Bedirhan Ş., “Aklıma ilk olarak gazeteye silah ile ateş etmek geldi. Daha sonra el bombası atmayı düşündüm ama ‘sonuç ağır olur’ diye molotof atmaya karar verdim” dediği anlatıldı. Fezlekede ifadelerine yer verilen şüpheli U.E., olay günü Bedirhan Ş’nin 12.30 sıralarında yanına geldiğini anlatarak Cumhuriyet gazetesine bomba atacağını ve kendisinden yardım istediğini ileri sürdü. U.E., daha sonra taksiye binerek hazırladıkları molotoflarla Cumhuriyet gazetesinin önüne geldiklerini, bu sırada Bedirhan’ın belindeki silahı çıkararak kendisine, “İlhan Selçuk kapıdan çıkınca bu silahla vuracaksın” dediğini öne sürdü. Bedirhan’ın yanında bulunan molotofu gazete bahçesine attığını itiraf eden U.E., “Kaçmaya çalışırken bana ‘Silahla ateş et’ dedi. Ancak korkarak silahı yere attım” dediği kaydedildi. Oğuzhan A. ise savunmasında, “Olay günü Bedirhan Ş. ve U.E. geldi. Bedirhan Ş., bana Cumhuriyet gazetesine molotofkokteyli atacağını, U.E’nin bu sırada silahla ateş edeceğini, benim de bir şeye karışmadan yanlarında duracağımı ve 500 YTL alacağımı söyledi. Bedirhan ayrıca bu olay için kendisinin 10 bin YTL alacağını söyledi” dedi. engir Mir Mehmet Fırat ne demişti? Atatürk devrimlerinin Türk toplumunu travmatize ettiğini, bir gece içinde kıyafetlerini, dillerini değiştirmelerinin istendiğini, dinlerinin altüst edildiğini söylemişti. Kime söylemişti? New York Times gazetesine. Ve ardından kıyamet kopmuştu. Her ne kadar Fırat durum vaziyeti her zaman olduğu gibi kurtarmaya çalışsa da genellikle sözlerinin arkasında olduğunu söyledi. Fırat’a yüklenenler, Cumhuriyet’in, Atatürk devrimlerinin toplumu travmatize falan etmediğini, toplumun devrimleri benimsediğini söylediler. Hâlâ da söylüyorlar. Fırat zihniyetinin Cumhuriyet ve Atatürk devrimleri ile hesaplaşmak istediği de söylendi. Bazıları da halkın dilinin, dininin, kıyafetinin bir gecede değiştirildiği iddiasının yalan olduğunu kanıtlama çabasına girişti. Aslında bu çabalara hiç gerek yok. Dengir Mir Mehmet Fırat’ın haklılığının altını çizmek daha mantıklı. D GENİŞ AÇI HİKMET BİLA ‘Travmatize’ gören, kadını her türlü toplumsal yaşamdan, miras hakkından, kız çocuklarını eğitim hakkından yoksun bırakanları travmatize ettiği doğrudur. Kadın ve erkek yan yana gelemez, kadın ve erkek aynı tramvaya, otobüse binemez diyenleri travmatize ettiği doğrudur. Erkeği sarığa, kadını çarşafa saranları travmatize ettiği doğrudur. Bu geriliği siyasal zemin olarak kullanıp iktidar sahibi olmak isteyenleri travmatize ettiği doğrudur. ??? Atatürk ve dava arkadaşları cumhuriyeti kurup çağdaş devrimleri çatır çatır yaşama geçirirken travma geçirenlerin kimler olduğu biliniyor. Arşivlerde, tarih kitplarında hepsinin adı yazılı. Yaptıkları, yapamadıkları, Biriki düzeltmeyle Dengir Bey’e hakkını vermek gerek. ??? Atatürk devrimlerinin ‘travmatize’ ettiği doğrudur. Yüzyıllarca toplumu geri bırakan, soyup soğana çeviren saray ve saray yandaşlarını travmatize ettiği doğrudur. Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisi olduğu yalanıyla halkı afyonlayıp sürü gibi güdenleri travmatize ettiği doğrudur. Aklı, bilimi, teknolojiyi reddedip ‘ulema’yı baş tacı edenleri travmatize ettiği doğrudur. Halkın yüzde 97’sini eğitimsiz, okumayazmasız bırakanları travmatize ettiği doğrudur. Kadınları ikinci sınıf insan olarak hareketleri, tavırları da. Bu travma öyle bir kuyruk acısı yaratmıştı ki, bir türlü hazmedemediler. On yıllar geçti, yine hazmedemediler. Mustafa Kemal, ‘asrileşmek’ten (çağdaşlaşmak’tan) söz ederken hoca takımından biri itiraz etmişti: ‘Paşa Efendi, Paşa Efendi, asrileşmek de ne demek?’ Mustafa Kemal, hocanın bu alaycı sorusuna net bir cevap vermişti: ‘Adam olmak demektir Hoca Efendi, adam olmak.’ Bu ülkenin insanlarının adam gibi yaşamasını içlerine sindiremeyenler, çok ciddi travma geçirdiler. Öyle kalıcı bir travma ki çaresi yok, Tedavisi yok, Rehabilitasyonu yok. ‘Allah kurtarsın’ demekten başka yapacak bir şey yok. ??? İlhan Selçuk ‘Pencere’yi yeniden açtı. Ortalık aydınlandı. Hoş geldin İlhan Abi... hikmet.bila?ntv.com.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle