06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

14 C röportaj YANSIMA OSMAN İKİZ 27 HAZİRAN 2008 CUMA Aspendos bu yıl duayenlere adandı Bu yıl 15.’si düzenlenen Aspendos Opera ve Bale Festivali Türk operasının duayenlerinden Leyla Gencer ve Aydın Gün’e adandı Ayça TEZER Devlet Opera ve Bale Müdürlüğü tarafından düzenlenen 15. Aspendos Opera ve Bale Festivali, ünlü İtalyan opera sanatçısı Nicola Martinucci’nin konuk olduğu gala konseriyle başladı. Seyircinin büyük ilgi gösterdiği konserde Martinucci’ye Nilgün Akkerman, Birgül Su Ariç, Aylin Ateş, Efe Kışlalı, Erdem Erdoğan, Cenk Bıyık ve Tuncay Kurtoğlu‘nun yanı sıra Ankara Devlet Opera ve Balesi Orkestra ve Korosu da eşlik etti. 3 Temmuz’a dek sürecek olan festival, bu yıl Türk operasının duayenlerinden Aydın Gün ve Leyla Gencer‘e adanıyor. Ülkemizin tanıtımına kültürel bir boyut kazandıran festival kapsamında Ankara Devlet Opera ve Balesi, Verdi’nin ‘Nabucco’ operasını ve ‘Çaykovski’nin ‘Kuğu Gölü’ balesini sahneledi. Bu yıl festivaldeki iki yabancı konuktan biri Sofya Ulusal Opera ve Balesi, Puccini’nin ‘Turandot’ operasını 17 Haziran’da sahneledi. 30 Haziran’da ise Reggio Calabria Belediyesi Francesco Cilea Tiyatrosu Bellini’nin ‘Norma’ operasıyla izleciyle buluşacak. İstanbul Devlet Opera ve Balesi 24 Haziran’da Verdi’nin ‘Aida’ operası, 27 Haziran’da Minkus’un ‘La Bayadere’ balesiyle izleyici karşısına çıkacak. Festival, Türk Silahlı Kuvvetler Armoni Mızıkası’nın konseriyle sona erecek. Konserin solisti ise piyano sanatçısı Gülsin Onay olacak. Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürü ve Genel sanat Yönetmeni Rengim Gökmen, aynı zamanda Aspendos Opera ve Bale Festivali’nin fikir babası. 15 yıl önce yine aynı görevdeyken festivali yoktan var eden Gökmen, festivalin doğuşunu şöyle anlatıyor: “Ben Aspendos’un ismini ilk kez babamdan duymuştum. Tiyatro sanatçısı olan babam ve arkadaşları 1960’lı yıllarda Aspendos Antik Tiyatrosu’na Sofokles’i oynamak için gelmişler. Tiyatronun olağanüstü bir akustiğe sahip olduğunu duyduğumu hatırlıyorum. Devlet Opera ve Balesi’ndeki ilk genel İnsan Hakları Kurşunlandı Ordusu’’ diye tanımlayan Berlusconi’nin neler yapacağını yakında göreceğiz. Sarkozy’nin AB dönem başkanlığını üstlenmesiyle birlikte hava gerilmeye başlarsa kimseyi şaşırmasın. müdürlüğüm zamanında 1993 eylül ayında Aspendos’ta izlediğim Careras ve M. Caballe konserinde atmosferin ve akustiğin güzelliğinden gerçekten büyülendim. Ve o gece, burada bir opera ve bale festivalinin ne kadar güzel olabileceği düşüncesine kendimi kaptırdım. 1994 yılındaki ilk festival işte böyle doğdu.” Aspendos Opera ve Bale Festivali’nin ilk yılındayken, bu festivalin 15. yılında da açılış konuşması yapacağının hiç aklına gelmediğini dile getiren Gökmen, “Festivalin artık Türkiye’nin gündeminde olması benim açımdan oldukça gurur verici. 15. yılın sonunda gelinen nokta festivalin tahminimizden çok daha hızlı gelişmiş olması. Festival, Aspendos Antik Tiyatro’nun adını dünyaya duyurdu. Aspendos Opera ve Bale Festivali, antik tiyatronun sanatsal platformdaki dünyaya en önemli açılımıdır. Festival, artık Antalya’nın ve hatta Türkiye’nin önde gelen sanatsal etkinliklerinden birisi olmuştur. Bu bakımdan yalnız Devlet Opera ve Balesi’nin malı değildir. Tüm Türkiye’ye aittir. Devlet Opera ve Balesi olarak Antalya’da büyük çapta bir kültür hareketi başlattığımız için gurur duyuyoruz” diye düşüncelerini ifade ediyor. Bu yılki festivali bu yıl içinde kaybettiğimiz, Türk operasına büyük katkıları olan, iki büyük ustaya, Leyla Gencer ve Aydın Gün’e adadıklarının altını çizen Rengim Gökmen, Aydın Gün’ün adını ölümünden kısa bir süre sonra Ankara’daki bir çalışma odasına verdiklerini ve büstünün açılışını yaptıklarını anımsatarak Leyla Gencer için de Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın bir kitap hazırlığı içinde olduğunu ve 2009 yılında ölüm yıldönümünden önce onun sesini şimdiki genç nesillerin ve gelecek nesillerin tanıyabilmesi ve yaşayabilmesi için bir cd projesini hayata geçirme arzusu içinde olduklarını söylüyor. Genel bir politika olarak özellikle solistlik kariyer yapmakta olan genç sesleri çeşitli konserlerle bir araya getirmeye çalıştıklarına değinen Gökmen, geçen yıl Yeni Yıl Konseri ile başlatmış oldukları bu projeyi Aspendos Uluslararası Opera ve Bale Festivali Gala Konseri’nde de sürdürdüklerini belirterek sözlerine şöyle devam ediyor: “Ankara, İstanbul ve İzmir Devlet Opera ve Baleleri’nden yurt dışında da kariyer yapmış genç sanatçılarımızın bir araya geldiği bu konser çok başarılı geçti ve Aspendos Uluslararası Opera ve Bale Festivali çok renkli bir açılış ile başladı. Özellikle Martinucci gibi dünyanın en ünlü tenorlarından biriyle sahneyi paylaşan sanatçılarımız adına özel bir deneyim olduğu gibi bizler adına da unutulmaz bir akşamdı.” Bu yıl festivalde dünya operalarının en önemli repertuvar eserleri yer aldığı için festivalin çok ilgi göreceğini düşündüğünü belirten Rengim Gökmen, “Aspendos Tiyatrosu ile uyum sağlayan eserlerden oluşan bir repertuvar oluşturmaya da dikkat ettik. Konuları antik çağlarda geçen görkemli ve büyük operalar sergilenmesini gözettik. Balelerin de dünyaca tanınmış baleler olması izleyicilerimizin eserlere daha çok ilgi göstermelerini sağlıyor. Aspendos Uluslararası Festivali bunca yıl içinde kendi izleyici kitlesini yaratmış durumda. İzleyici profilimizin çoğunlukla yaz aylarında tatillerini Antalya’da geçiren yerli ve yabancı konuklardan oluştuğunu söyleyebilirim” diyor. Önümüzdeki yıllarda hedeflerinin tüm ülkeye Devlet Opera ve Balesi’nin olanaklarını sunmak ve tüm yörelerimizde kültürel kalkınmanın bir parçası olabilmek olduğunu her fırsatta dile getiren Rengim Gökmen, repertuvar tespitinden, ulaşım olanaklarına kadar birçok detayı gözden geçireceklerini belirtiyor ve ekliyor: “Tüm Antalyalıların ve turizm sektörünün katılım sağlayacağı bütünsel bir festival hazırlamayı planlıyoruz. Bu bağlamda 16. Aspendos Opera ve Bale Festivali devrimsel nitelikte yepyeni bir festival olacak. Bu bağlamda Sayın Valimiz Alaattin Yüksel ve Sayın Başkan Menderes Türel’in önemli desteklerini almış bulunuyoruz.” vrupalı politikacılar 18 Haziran 2008’in, utanç günü olarak tarihe geçmesi için ellerinden gelen gayreti gösterdiler. Yeni liberal politikaları pervasızca uygulayan Avrupa sağı Stockholm ve Strasbourg’da iki utanç belgesinin mimarı olarak tarihe geçtiler. Muhafazakarlarla, destekçileri liberaller ve neden sosyalist olduklarını açıklamaları gereken birkaç sosyalist ’’Dönüş Yönetmeliği’’ adlı yasayı Avrupa Parlamentosu’ndan geçirmeyi başardılar. Aynı gün İsveç Parlamentosu’nda da ’’Gizli dinlemeTelekulak’’ yasası kabul edildi. Sağcı yeni liberal hükümetin ortakları muhafazakarlar, Hristiyan Demokratlar, bir zamanlar köylü tabana dayanan merkez partililer ile yeni liberal politikalarda bütün sağcıları geride bırakan liberallerin oylarıyla parlamentodan geçen yasa istihbarat servisine telefonları dinleme, sms ve elektronik postaları okuma yetkisi veriyor. Üstelik istihbarat servisi üzerinde parlamenter denetim mekanizması oluşturulmadan. İnsan hakları 18 Haziran’da çapraz ateşe tutuldu. Kurşunlar Strasbourg ve Stockholm’den atıldı. Avrupa Parlamentosu’ndan geçen, ’’Dönüş Yönetmeliği’’ yasasıyla göçmenlere kolaylık sağlanacağı iddia ediliyor. Yasa parlamentoda konuşan BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri’nin uyarılarına rağmen kabul edildi. Yasanın polis devleti uygulamalarına kapı açtığı aşikar. Başvuruları kabul edilmeyen ya da haklarında çıkış kararı verilmiş olup sınırdışı edilmeyen yüzbinlerce göçmen insanlık dışı muamelelere maruz kalma riskiyle karşı karşıya. A İKTİDAR SARHOŞLUĞU Aydınmanın, hümanizmanın beşiği Avrupa kıtasında faşizan yasaların çıkarılması paradoks gibi görünüyor. Oysa değil. Yeni liberal ekonomi, küresel talan politikasını sürdürebilmek için halkı terörize ediyor. Sanki etrafımız teröristlerle çevrilmiş de, atılacak kurşunların, patlayacak bombaların hedefi olacakmışız havası yaratılıyor. İsveç sağcıları ’’Telekulak’’ yasasını ABD patentli terörizme karşı savaş politikası çerçevesine oturttular. Tabii ki bunu herkes yemedi. Sivil toplum örgütleri mahkeme yolunda. 2006’da ülkede ekonomik sorun yokken, sosyal demokratları devirip seçim kazanan muhafazakarlar zafer sarhoşluğu içinde bu yasayı da sancısız yürürlüğe sokacaklarını sandılar. Yasayı parlamentodan geçirdiler ama başlarına da belayı aldılar. Tıpkı Tayyip Erdoğan’ın türban özgürlüğünü anayasaya sokup anayasa mahkemesine toslaması gibi. İktidar sarhoşlarına sorarsanız çıkarılan bütün yasalar halkın çıkarına. Böyle diye diye demokrasiyi de tüketip trajikomik bir tiyatroya çevirdiler. KTİDAR SARHOŞLARINA İRLANDA TOKADI Demokrasinin beşiği Avrupa’nın haline bakın. Halk kabul etmeyecek diye AB Anayasası niteliği taşıyacak olan Lizbon belgesi referanduma sunulmuyor. Halka güvenilmiyor. Ama aynı halk onları iktidara getirince oylar kutsal oluyor. Neyse ki İrlanda bu antidemokratik uygulamaya ayak uydurmayıp referandum yaptı. İrlandalılar’ın Lizbon belgesine ’’Hayır’’ gerekçeleri de umut verici. Lizbon belgesi esas itibariyle sağlıktan, eğitime kadar ekonomiyi kökten özelleştirme sürecini garantiye alıyor. Üstelik AB üyesi devletlerin veto hakkını ortadan kaldırarak. ’’İrlandalılar ’’Hayır’’ dediler ama süreci engelleyebildiler mi? AB liderleri ’’Hayır’’dan tabii ki memnun değiller ama onları yollarından çevirmek kolay değil. Şimdi her şeye rağmen bu belgeyi yürürlüğe sokmak için nasıl bir katakulli çevireceklerini düşünüyorlar. Demokrasinin geldiği yer işte bu: Dengir Fırat aritmetiğine uygun bir komedi. Sahi Türkiye’de biri AB’yi eleştirdi mi hemen ’’ulusalcıKemalistgericimilliyetçi’’ damgalayan AB’ciler İrlandalılar için ne diyorlar acaba? osman.ikiz?tele2.se İ NSANLIK DRAMI YAŞANIYOR Nisan ayında Avrupa Parlamentosu’ndan bir komite Danimarka’da incelemelerde bulundu. Parmaklıklar arkasında sekiz yıldır kaderi hakkında karar verilmesini bekleyen göçmenlere rastlandı. Komitenin tahminlerine göre Avrupa ülkelerinde yıllardır haklarında verilecek kararı bekleyenlerin sayısı 20 00025 000 arasında. Yunanistan’da durumun tam bir trajediye dönüştüğü çoktandır bilinmekte. Afganistan’dan, Irak’tan Yunanistan’a kadar gelebilmeyi başarmış çocukların insanlık dışı koşullara katlanmak zorunda kaldığı gazetelerde yazılıp duruyor. Amnesty International başta olmak üzere sivil toplum kuruluşları Avrupa ülkeleri için geçerli bir yönetmeliğin gerekli olduğunu savunmaktaydı ancak yönetmeliğin polis devleti uygulamalarına kapı açabilecek belirsizlikler taşıyacağını kimse beklemiyordu. Bu yasa yeni trajedilere kapı aralıyor. İtalya’ya insan kaçakçıları tarafından sokulanları ’’Şer İ Şanghay Film Festivali HONGKONG (AA) Bu yıl 11.’si düzenlenen Şangay Uluslararası Film Festivali’nde Vladimir Kott’un yönettiği Rus filmi “Mukha” adlı film, festivalin en önemli ödülü “Jin Jue” ödülüne değer görüldü. Film, babasının öldüğünü zanneden ve aniden ortaya çıkmasıyla şaşkınlığa uğrayan bir genç kızın öyküsünü anlatıyor. Çin filmi “Old Fish” Jüri Büyük Ödülü’nü alırken yönetmen Maris Martinsons “Loss” adlı filmiyle “en iyi yönetmen” ödülünü kazandı. “En iyi sinema fotoğrafçılığı” ödülünü ise Alman filmi “My Mother’s Tears” aldı. etameli bir konuya bir kez daha giriyorum… Netameli, çünkü ordu konusuna bir “solcu” tarafından girildi mi ondan kesinkes ordu karşıtı bir söylem beklenir. Hele bu solcu, yani bu satırların yazarı, 12 Eylül’ün zindanlarından birinde kalmışsa, 80’li yılların birinde toplam iki davadan yaklaşık 15 yıla mahkum edilmişse, uzun süre yurtdışında siyasi sürgün olarak yaşamak zorunda kalmışsa, bu nedenlerle de ciddi sağlık vb. sorunları yaşamışsa, konu daha da çetrefilleşir… Yine aynı solcunun 1960’lı yıllardaki yedek subaylığının son aylarını sürgün olarak atandığı bir kışlada geçirdiğini ve askerlik görevini oda hapsinde tamamladığını da ekleyelim… İlk cümleye dönerek “bir kez daha” sözcüklerine de açıklık getireyim… Bu sütunda 6 ve 13 Mart 2004 tarihlerinde “Çözümsüzlük” ve “Ordu, Sivil Toplum, Hümanizm, Yurtseverlik” başlıklarıyla yayımlanan iki yazımda da konulardan biri “ordu”ydu… Söz konusu yazıların birinde geçen aşağıdaki paragraf, lehte ve karşıt görüşlere yol açmıştı… Bu paragrafı, yaklaşık dört yıl sonrasında, aynı görüşü savunarak şimdi bir kez daha tekrarlayacağım: N CUMARTESİ YAZILARI ATAOL BEHRAMOĞLU Ordu Konusunda Samimi Olmak çimle düşecekti türünden safsataları ciddiye almak mümkün mü? 1961 Anayasası ve 60’ların ilk yılları Türkiye’de bir milattır ve bu miladın mimarı da ordudur… Buna, kuşkusuz, 28 Şubat 1997 süreçlerini de eklemeliyiz… Bu yazıyla amacım, ordu konusunda sosyal bir irdelemeye girişerek zaten bilinen birtakım slogansal sözleri sıralamak değil. Türkiye ordusu eğitimiyle, gelenekleriyle birçok ülke ordusundan farklıdır ve öyle olmaya devam etmesi de, hem bulunduğumuz coğrafyanın özellikleri hem de içerideki sosyal ortam bakımından gerekli ve yararlıdır… Burada ordu karşıtı bir “sol”a (ve sözüm ona birtakım “demokrat”lara) yönelteceğim ve bence yanıtı çok açık tek bir soru var: Ülkemizde sivil toplumun bir türlü ayakları üzerinde duramayışının, soldaki ve sosyal demokrasideki dağınıklığın nedeni; merkezde buluşması gereken güçlerin bugünkü iktidar partisi karşısındaki yenilgilerinin “Bugün aklı başında hiç kimse, ordudan şu ya da bu yönde bir darbe beklentisi içinde olamaz. Ama hiç kimse, yurtsever subayların ülke sorunlarına ilgisiz emir kulu olmalarını da beklememelidir. Daha önce de yazmıştım; Türkiye’de ordu, eğitimiyle, gelenekleriyle, sivil toplumun bir parçasıdır. Bu nedenle de sivil toplum orduya sahip çıkmalı, yurtsever subayları ya da bütünüyle orduyu yıpratma çabalarına ödün vermemelidir.” ??? Yukarıda, “ordu” ile ilgili olarak 80’li ve 60’lı yıllarda yaşadığım sıkıntılardan söz etmiştim. Bunlara 70’li yılları da eklemeliyim. 12 Mart sonrasında, yine birçok aydın, yurtsever, devrimci gibi benim de sıkıntılarım oldu. Ama bütün bunlardan söz ederken 27 Mayıs 1960’ın ve onun ürünü olan 1961 Anayasası’nın ülkemize kazandırdıklarını göz ardı edebilir miyiz? DP iktidarı darbeyle devrilmeseydi nasıl olsa se biricik sorumlusu sadece ve sadece (aradan geçen şunca yıl sonrasında da) 70 muhtırası ve 80 darbesi mi, yoksa aynı zamanda ve günümüz bakımından daha da çok bu sivil güçlerin “malul” oldukları hastalıklar, zaaflar, çapsızlık, yeteneksizlik ve sorumsuzluklar mıdır? ??? Ordu konusunda samimi olalım ve orduyu rahat bırakalım. Türkiye ordusunun yurtsever geleneklerini, aydınlanmacı kimliğini yok etmek isteyen çevrelerin hizmetinde olmayalım… Yurtsever solcunun, sağcının, ortacının günümüzdeki Türkiye ordusuyla bir sorunu olamaz… Ülkemizin Batı demokrasileri yönünde, özgürlükçü, bağımsız bir kimlikle gelişip ilerlemesinde orduyu “müttefik” değil düşman olarak görenlerin ya başka hesapları ve bağlantıları vardır ya da gözleri doğruyu göremeyecek kadar körleşmiştir. Demokrasimizin önündeki sorun ordu değil; Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkıp parçalayarak dinci bir yapılanma gerçekleştirmeye çalışanların karşısında, çağdaş insan kimliğine sahip herkesin güç ve eylem birliğinin sağlanmasıdır... Singin’ In The Rain’in yıldızı Cyd Charisse öldü Kültür Servisi Hollywood’un altın çağında müzikal filmlerle ün kazanan ABD’li oyuncu Cyd Charisse, Los Angeles’ta kalp yetmezliği sonucu hayata veda etti. “Singin’ In The Rain”de Gene Kelly’ye, “The Band Wagon”da Fred Astaire’e eşlik eden Charisse 86 yaşındaydı. ataolb?cumhuriyet.com.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle