Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
27 HAZİRAN 2008 CUMA bilim/vaziyet C Yağmur Deniz 17 İnsan veya balık, toplu hareketleri birbirine benziyor Sürüler halinde hareket eden hayvanları araştıran bir evrim biyoloğunun asıl amacı yüz binlerce çekirgenin nasıl bir araya geldiğini öğrenmekti. Bu sorunun yanıtını ararken çok ilginç bilgiler edindi. Mesela toplu halde yürüyen insanların, balık sürüleri gibi aynı hareket motifini oluşturması gibi... Nilgün ÖZBAŞARAN DEDE Avrupa: “Türk milli takımını çözemiyoruz” Biz de... K uşlar, balıklar ve arılar, hatta çekirgeler bile sürüler halinde hareket etmeyi sever. Tamamen eşzamanlı hareket ederek aynı anda yönlerini değiştirebilen bu “süper organizmaların” karmaşık davranışlarına bilim de hep karmaşık açıklamalar getirdi. Son on yıllarda özellikle Afrika ve dünyanın diğer bazı bölgelerinde yaşanan çekirge istilaları tarıma büyük zararlar vermekte. Princeton Üniversitesi evrim biyologu Couzin, işte bu nedenle bu konuyu daha iyi açıklayabilmek için Afrika’daki çöl çekirgelerinin davranışlarını yakından izledi. Bilim adamının amacı Afrika’da çok geniş alanlara yayılan çekirge sürülerinin toplu hareketlerinin sebebini öğrenmekti. Çekirgeler tek başlarına hareket ettiklerinde çok ürkekler. Ama kritik bir sayıya ulaştıklarında birden bire belli bir düzen içinde hareket ederek çok büyük alanları çölleştirebilecek muazzam sürüler oluşturuyorlar. Couzin bu sorunun yanıtını ararken ilginç bir keşif yapmış. Çekirgeler birbirlerini takip etmeye başladıklarında birbirlerinin arka kısımlarından büyük parçalar koparıyor. Araştırmacı göğüs ve art kısımları arasındaki sinirleri kesince, art kısımlarını hissetmeyen çekirgeler birbirlerini takip etmeyi bırakmış ve sürü dağılmış. Bunun üzerinde araştırmacının aklına şöyle bir soru gelmiş: Böcekleri sürüler halinde hareket etmeye iten yamyamlık mı? Bu sorunun yanıtını öğrenmek isteyen Couzin, Kuzey Afrika’da ancak sadece birkaç tane yolunu şaşırmış çekirge bulabilmiş. Ve araştırmacı çekirgeleri elleyince parmaklarında ŞIMARIK çocuklar vardır. Ailenin ilgisizliğinden veya iyi aile çocuğu olmanın dayanılmaz hafifliğinden şımarmış, şımartılmış çocuklardır bunlar! Şımarık olduğu kadar da arsız ve yüzsüzdürler. Terbiyesiz. Yılışık. Utanmaz, arlanmaz. “Yapma çocuğum” dersin yapar. “Etme yavrum” dersin eder. Bir karış dil, saygısızca laf yetiştirir, hızını alamazsa küfürleri ardı ardına sıralar. Gözünüzün içine bakarak yalan söyler. Ukaladır. Çokbilmiştir. Pişkindir. Kendi hatalarında hep başkalarını suçlar. Kural tanımaz. Foyasının meydana çıkacağını anlayınca da hemen ağlamaya başlar, duygu sömürüsüne sığınır. Fena halde şımardılar. Gazetelerde arsızca saldırıyorlar. Şımarıklık Gazetelerinde yüzsüzce yazıyorlar. Televizyonda desteksiz atıyorlar. Televizyonlarında terbiyesizce konuşuyorlar. Yalan, iftira, hakaret almış başını gidiyor. Yakıyorlar. Yıkıyorlar. Satıyorlar. Alıyorlar. Bozuyorlar. Kaldırıp atıyorlar. Ezip geçiyorlar. Kimseyi dinlemiyorlar. “Biz ve onlar” diyorlar. Kendilerinden saymadıklarını yok etmeye, yok edemezlerse değiştirmeye, değiştiremezlerse aşağılamaya, aşağılayamazlarsa etkisizleştirmeye çabalıyorlar. Şımarıklık sınırını çoktan aştılar arsızlaştılar. Her türlü saldırıya uğrayanlar bin türlü şımarıklığa, arsızlığa, yüzsüzlüğe rağmen yine de nezaketi elden bırakmamaya özen gösteriyor. Yargıtay kamuoyuna doğruları anlatmak için açıklama yapıyor. Danıştay halka doğruları anlatmak için açıklama yapıyor. Anayasa Mahkemesi yurttaşlara doğruları anlatmak için açıklama yapıyor. Genelkurmay ulusa doğruları anlatmak için açıklama yapıyor. Üniversiteler açıklama yapıyor. Meslek örgütleri açıklama yapıyor. İşverenler açıklama yapıyor. Ortak akılla davranan herkes ortak bir noktada buluşuyor ve aynı şeyi söylüyor. “Yapma çocuğum, daha fazla şımarıklık yapma!” “Etme yavrum, daha fazla arsızlık etme!” “Aklını başına topla!” “Bu kafada gidersen biraz sonra ağlayacaksın!” Yüksek Yerilim Hattı Newsweek: “AKP işine gelince liberal...” erdincutku@yahoo.com Demokrasinin işini bitirinceye kadar! Futbol Yaşar Şengel: “Diktatör Franco mezarından çıksın da bir ülke futbolla nasıl yönetilir görsün!” Hesaplaşma İSLAMCI AKP’nin Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat, kapatma davası görülen partinin ikinci adamı sıfatıyla Amerikalı bir gazeteciye konuşmuş; Mustafa Kemal Atatürk‘ün önderliğindeki Cumhuriyet Devrimlerini toplumsal travma olarak nitelemiş. New York Times gazetesindeki Amerikalı “Bugünkü kavgalar Türkiye’nin 1920’lerde başlayan olağanüstü tarihinin son halkası. Mustafa Kemal yüzünü Avrupa’ya dönmüş, Doğu’yla tüm bağlarını kesmiş, Latin alfabesine dönmüş, camileri devlete bağlamış ve dini kurumları ortadan kaldırmıştı“ yorumuyla topu havalandırdıktan sonra Fırat’a vermiş ve pası alan Fırat da şutunu çekmiş: “Türk toplumu bir travma yaşamıştır. Bir gece içinde kıyafetlerini, dillerini değiştirmeleri istenmiştir. Dini yaşama biçimleri ortadan kaldırılmıştır. Bu travmayı yaşamayan toplumlar, insanların nasıl giyindiklerine ilişkin tartışmaları anlayamazlar” demiş. Sıkmabaşın altındaki siyasi gerçek işte bu! Ampulün ışığında her şey çok açık görünüyor: 1920’li yıllarda karıncalar yuvaya yiyecek taşırken, dıştaki şeritlerden dışarı çıkıyorlar ve bu disiplinli hareket ormanın içinde 140m kadar devam etmekte. Peki karıncalar doğru izi nasıl buluyorlar, birbirlerine niçin çarpmıyorlar dahası “otoban” niçin tıkanmıyor? Mühendisler kendi kendilerine organize olarak,insanları tehlikeli bölgelerden çıkarabilecek kurtarma robotları geliştirmek istiyorlar. SÜRÜ ZEKÂSI Couzin şimdi Princeton Üniversitesi mühendisi Naomi Leonard ile birlikte yeni bir deneye hazırlanıyor. Deney sırasında bir sürü içine yerleştirilecek balık tuzakları, balıkları değiştirecek ve eğitecekler. Mıknatıslarla donatılacak olan bu tuzaklar, balık yerine kullanılacak mıknatısları hareket ettirecekler. Araştırmacının asıl ilgisini çeken sürü zekâsının kuralları. Çok çeşitli türleri inceleyen Couzin, farklı türlerde geçerli olan belli başlı motifler keşfetmiş. Mesela insanlar balıklara çok benzer bir şekilde hareket ediyor. Araştırmacı bunu önce bilgisayar modeliyle kanıtlamış. Ekran üzerindeki sanal balıkların sürü halinde hareket edebilmeleri için üç kurala uymaları gerekiyordu: 1 sürüden ayrılma 2 çarpışmaktan kaçın 3 yanındakiyle aynı yönde yüz. Balık sürüsünün kendiliğinden harekete geçmesi için bu üç kural yeterli. Balık sürüsü döner bir simit gibi hareket ediyor. İşin ilginç yanı insanların da aynı motife göre hareket ediyor olmaları. Bir deneyde sekiz kişilik gruplardan komut üzerine yürümeleri istenirken, yürürken birbirlerinden ayrılmamaları, durmamaları ve hiçbir şekilde birbirleriyle konuşmamaları söylenmiş. Bir süre sonra hep aynı motif olmuş, yani döner simit modeli. Hareket halindeyken enerji tasarruf etmenin en iyi yolu bu olsa gerek diyor Couzin. Grubun bazı üyelerce belli istikamete yönlendirildiği ikinci bir deneyde de aynı sonuç elde edilmiş. Konuşma veya işaret verme gibi etkileşimler ortadan kaldırıldığında insan sürüleri de diğer canlı sürülerinin kurallarına uygun olarak hareket ediyorlar. Amerika’daki cırcırböceklerinin de (Anabrus simplex), çöl çekirgelerinkine benzer kurallarla koloniler oluşturduğu keşfeden Couzin, çekirge bilmecesini çözdüğünü sanıyor. Araştırmacı İdaho’da yaptığı beş günlük gözlemin ardından şunu keşfetmiş: Yürümekte olan cırcırböcekleri aç kalmış, bedenlerindeki protein ve tuz miktarı azalmıştı. Bu maddeler azaldıkça kolektif davranışları da o denli saldırganlaşıyordu. Sürekli önlerindeki çekirgeyi yemeye çalışıyor ve aynı zamanda da arkadan gelecek saldırıdan kaçıyorlardı diyor araştırmacı. Yani sadece açlık değil arkadan gelecek tehlike de sürüyü harekete geçirmekte. Couzin bu arada yepyeni bir araştırma objesine yöneldi: Uyarı maddeleriyle iletişim kuran ve doku içinde birlikte hareket eden tümör hücreleri. Araştırmacı tümör hücrelerinin de karınca veya çekirge sürüleri gibi hareket edip etmediklerini bulmaya çalışacak. Kaynak: Spiegel 22/2008 BİLGİSAYAR MODELİ Karıncaların bu açıdan evrimsel bir üstünlüğü söz konusu, bu yüzden karıncalardan bir şeyler öğrenmeye çalışıyoruz, diyen araştırmacı karınca biyolojisine bakarak, iletişimin sadece dokunuşlar ve kokularla kurulduğu bir dininden uzaklaştırılan halk, bir travma yaşamış, yani ağır bir darbe almış, ancak son yıllarda kendini toparlayarak iktidara getirdiği AKP ile kendini bulmaya, aslına dönmeye başlamıştır. Ne var ki halkın tek umudu sadece AKP değildir; dinini yaşamak için İngiliz sömürgesi altına da girebilir. Öte yandan New York Times, Türkiye’de bugün yaşanmakta olan “mücadele”nin Atatürk reformlarıyla başlayan bir sürecin son aşaması olduğuna karar vermiş. İsterseniz siz buna, Cumhuriyet Devrimleri ile son hesaplaşma da diyebilirsiniz! Hatta biraz daha gerçekçi davranıp olup bitmekte olanın adını şöyle koyabilirsiniz: Karşı devrim süreci! Bu süreci Amerika’nın, kuruluş yıllarında bağımsız bir devlet olarak tanımadığı Türkiye Cumhuriyeti’ne burnunu soktuğu 1946 yılından başlatabilirsiniz. 1923’ten 1946’ya 23 yılda yapılanlar... 1946’dan 2008’e 62 yılda yıkılanlar... Amerikalı gazeteci filme bakıp “The end” diyor. Başroldeki sıkmabaşın ne büyük bir simge olduğu şimdi daha iyi anlaşılıyor ve koskoca bir devlet, bir bez parçasıyla teslim alınıyor ya da öyle sanılıyor! O halde hesaplaşalım bakalım! Keriz Sami Aktaş: “Condi, ‘Krizi çözmek Türkiye’nin kendi sorunu’ demiş. Haklı, onlar sadece krizi çıkarırlar!” Kus¸ Attila Aşut: “AKP kapatılırsa AB ile müzakereler dururmuş. Fena mı; bir taşla iki kuş vurmuş oluruz!” Zikkim Serkan Deniz: “Öğretmenin imam, öğrencinin cemaat, dersliklerin mescit olduğu bir ülkede; imam hatipler işlevini tamamlamıştır; ‘zıkkım’ deyip kapatılmaları normaldir.” CIA ajanları Türkiye âşığıymış... “Ne de olsa küçük Amerika!” Princeton Üniversitesi evrim biyologu Couzin. ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ kocaman kabarcıklar oluşmuş, bunun nedeni böceklerin üzerine yapışan agresif bitkisel maddeydi, diyor Couzin. KOLEKTİF DAVRANIŞLAR Çekirgelerde görülen bu kollektif davranışlar aslında çok çeşitli hayvan türlerinde izlenebilmekte. İster karınca, ister balık ya da insan olsun, burada çözülmesi gereken konu sürünün zekâsı. Nasıl oluyor da bireylerin basit hareketleri bir grubun karmaşık davranışları haline dönüşmekte? Örneğin bir balık sürüsünün yönü bir tehlike anında birden bire nasıl değişebiliyor? Göçmen kuşlar bilgi alışverişini nasıl yapıyorlar? Ya da yem aramak için kaç karıncanın yuvadan ayrılması gerektiğine kim karar veriyor? Bu tür kararları verecek bir liderin bulunması gerekmiyor. Bireylerin zeki olması da şart değil, hatta grubun ne yaptığını anlamak ya da izlemek zorunda bile değiller ama buna rağmen hayvanlar sürü halindeyken yine de daha akıllı davranıyorlar, diyor Couzin. Biyolog en çok da birkaç yıl önce Panama ormanlarında gözlemlediği yüz binlerce karıncadan etkilenmiş. Bu karıncalar kör olmasına karşın çok hızlı hareket ederken, topraktaki çukurları aşabilmek için bedenleriyle köprüler bile kurabiliyor. Araştırmacı karınca yuvasının girişinde bir tür üç şeritli otoban görmüş. Ortadaki şeritte bilgisayar modeli geliştirmiş. Çünkü karıncalar bu şekilde anlaşıyorlar. Mesela yuvada kalanlarla dışarı çıkanlar farklı koku algılıyorlar. Yuvaya dönen karıncalar, hemcinslerini yuvadan çıkaracak koku maddeleri salgılıyorlar. Çok fazla yiyecek bulduklarında daha hızlı geri dönüyor ve daha fazla koku maddesi salgılıyorlar. Bu da daha fazla yardıma ihtiyaç duydukları anlamına gelmekte. Sanal karıncalar da benzer izler bırakıyorlar. Her karınca modeli ayrıca duyargalarını da kullanabiliyor. Mesela bunlarla diğer bir karıncaya dokunduğunda onu kenara itiyor ya da onu yavaşlatarak önüne geçebiliyor. Model, karıncaların hareket alanının çok dar olduğunu göstermekte. Nitekim birbirlerinden uzaklaştıkları zaman kokuyu duymuyorlar. Çok yavaş hareket ettikleri zamansa arkadaki hayvanları engelliyor ve yol tıkanıyor. “Trafik akışı” aksamaması için yiyecek bulan işçiler engelsiz bir şekilde yuvaya giriyorlar, yuvadan çıkanlarsa her dokunuşta kenara çekiliyorlar ve böylece bilgisayar modelinde de tıpkı Panama ormanlarında olduğu gibi üç şeritli bir otoban oluşmakta. Karıncaların trafik kuralları gayet basit ama yine de karmaşık sorunların çözülmesinde işe yarayabilir. Telefon kuruluşları örneğin, santrallerde en hızlı bağlantı için bilgi verebilecek elektronik “koku maddelerinden” yararlanmak istiyorlar. Karıncaların stratejileri nakliye araçlarının rota planlamasında ve robot programlarında bile işe yarayabilecek nitelikte. ‘Şeyh Bedrettin’i silemediler “Hep bir ağızdan türkü söyleyip Hep beraber sulardan çekmek ağı, Demiri oya gibi işleyip hep beraber, Hep beraber sürebilmek toprağı, Ballı incirleri hep beraber yiyebilmek, Yârin yanağından gayrı Her şeyde / her yerde hep beraber! Diyebilmek için On binler verdi sekiz binini.. Yenildiler...” 15. yy. İslam dünyasının ünlü düşünürü Şeyh Bedrettin için Nâzım Hikmet büyük destanında böyle yazsa bile Denizlili mimarlar “yenilmediler”... Anafartalar, Karşıyaka, Aktepe ve Deliktaş mahallelerinden geçen “Şeyh Bedrettin Caddesi”nin adını, “Müftü Ahmet Hulusi Efendi”yle değiştiren 2005 yılındaki Belediye Meclisi kararına karşı başlattıkları hukuk mücadelesini “kazandılar”. Böylece, şu “göstermelik demokrasi” ile toplumun tarihsel değerlerinin yok edilemeyeceği kanıtlanırken; yüzlerce yıl önce Anadolu insanına “eşitlik ve adalet içinde birlikte yaşama”nın güzelliğini anlatan “efsanevi devrimci”nin Denizli’deki manevi varlığı da korunmuş oldu. Denizli İdare Mahkemesi 7 Nisan tarihli kararında özetle diyor ki: “Belediyeler, cadde ve sokaklara ad vermede yetkilidirler; ancak, eski adların o yerlerle özdeşleşmiş olduğunu da gözetmelidirler...” Yani, “demokratik hukuk devleti”nin yüce yargısı, “seçilmişlik yetkileri”ni kendi siyasal beklentileri uğruna kent kültürünü yok etmek için kullananlara şunu anımsatıyor: “Demokrasi, hiçbir yöneticiye, tarihsel yaşanmışlıklardan gelen toplumsal değerleri dışlama hakkı vermez...” Aynı dava açıldığında, “Mimarlar Odası’nın cadde adı değişikliğine karşı çıkma hakkı yoktur” denilmesini de Danıştay 8. Dairesi 19 Kasım 2007 tarih ve E.2006/5853 kararında bakın nasıl reddetmiş: “...kamu kurumu niteliğindeki Oda’nın görevi, sadece kentlerin planlanması, projelendirilmesi değildir. Mimarlar Odası’nın, sosyal, kültürel, tarihi açıdan da kent ve insan yerleşimlerinin üzerinde kamusal yetkisi vardır...” İşte böylesi “ders verici” aşamalarla sonuçlanan davanın ardından, Denizli Belediye Meclisi 10 Haziran’da tekrar toplanarak mahkeme kararı uyarınca “Şeyh Bedrettin Caddesi” adının iade edilmesini karara bağladı. “Davacı” Oda’nın eski başkanı mimar Süleyman Boz diyor ki; “Osmanlı’da kazaskerliğe kadar yükselmiş, Türk felsefe tarihinin ve evrensel toplumcu düşüncenin temel taşlarından olan bir devlet ve düşünce adamının itibarının yeniden iadesi, Denizli’yi de bir utançtan kurtarmış oldu...” Yaklaşık 500 yıl önce “yârin yanağından gayrı” her şeyde, her yerde “hep beraber” diyerek, Batı’daki sosyalist akımlardan çok önce benzer fikirleri savunan Şeyh Bedrettin, Yunanistan’daki Simavna’da doğmuş ve ileri yaşlarında da oraya kadı olmuş... 1417’de Sakız Adası’ndan Anadolu’ya geçerek Ortaklar ve Aydın üzerinden şimdiki Denizli’nin bulunduğu Ladik’e gelir. Düşüncelerini Honaz’daki Hıristiyan papazlarla paylaştıktan sonra, Kütahya ve İznik’e geçerek Yıldırım Bayezit’in oğlu Musa Çelebi’nin kazaskeri olur. Burada, Fatih’in öğretmenlerinden Akşemseddin’e bile hocalık yapmasına rağmen, 1420’de Anadolu’daki Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal isyanlarından sorumlu tutularak Serez’de idam edilir... Nâzım Hikmet, aynı destanına yazmış ki; “Tarihsel, sosyal, ekonomik şartların Zarurî neticesi bu! Deme, bilirim! O dediğin nesnenin önünde kafamla eğilirim. Ama bu yürek O, bu dilden anlamaz pek. O, ‘hey gidi kambur felek, Hey gidi kahpe devran hey,’ der...” Hani ben de diyorum ki Denizlililer, onurunu kurtardıkları caddenin bir köşesine de Nâzım’la Bedrettin’in heykellerini dikemezler mi? ekinci?cumhuriyet.com.tr