23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

29 ŞUBAT 2008 CUMA ekonomi PARİS’TEN UĞUR HÜKÜM Büyüme tahminleri birer birer aşağıya çekiliyor. Korkulu rüya ise işsizlik ve enflasyon Dünya resmen durgunlukta ABD: Konut sektöründe hiçbir iyileşme yok, mali istikrar sağlanamadı, ekonomik gerileme kaçınılmaz. AB: Alışılmadık bir belirsizlikle karşı karşıyayız. Büyüme yavaşlayacak. Enflasyon artacak. Ekonomi Servisi ABD Merkez Bankası (Fed), ABD ekonomisi için 2008 yılı büyüme beklentisini düşürdü. Fed’in 2930 Ocak tarihlerinde yaptığı toplantıya ilişkin tutanaklara göre ocak ayındaki agresif faiz indirimine karşın banka yönetim kurulu üyeleri, ekonominin gerilemeyle karşı karşıya kalabileceğini dile getirdi. Tutanaklarda, konut sektöründe hiçbir istikrar işareti görülmediği ve mali koşulların da istikrara kavuşmadığına dikkat çekilerek, büyümeye ilişkin risklerin halen devam ettiği vurgulandı. Tutanaklara göre ABD bu yıl yüzde 1.3 ile yüzde 2 arasında büyüyecek. Daha önceki tahminlerde bu rakam, yüzde 1.8 ile yüzde 2.5 arasındaydı. Fed, bu yıl için daha önce yüzde 4.9 olarak tahmin ettiği işsizlik ora 2008 Fransa Belediye Seçimleri 1 C 9 KARAMSARLIK TÜRKİYE’DE DE ARTIYOR Cari açığın yıl sonunda rekor düzeye çıkacağını öngeren piyasalar, enflasyonun artacağı, büyümenin ise yavaşlayacağı görüşünde. Merkez Bankası Beklenti Anketi’nin şubat ayı ikinci dönem sonuçlarına göre piyanını da yüzde 5.2 ile yüzde 5.3 aralığına çekti. ABD’de bu gelişmeler olurken; Avrupa Birliği (AB) Komisyonu, 15 ülkeyi kapsayan Avro bölgesindeki ekonomik büyüme tahminini yüzde 2.2’den yüzde 1.8’e düşürdüğünü açıkladı. Komisyon, küresel ekonominin bu yıl, “alışılmadık’’ bir belirsizliğe sahip olduğunu, bu saların yıl sonu cari açık beklentisi 41.8 milyar dolara, yıllık TÜFE beklentisi yüzde 6.54’e, dolar kuru beklentisi ise 1.2881’e yükseldi. 2008 büyüme oranına ilişkin beklenti yüzde 4.8’den yüzde 4.7’ye indi. nedenle ekonomik büyüme tahmininin düşürüldüğünü bildirdi. Avro bölgesinde büyüme geçen yıl yüzde 2.7 olmuştu. Komisyon, bu yıl için tahmin edilen enflasyonun da yüzde 2.6’ya çıktığını bildirdi. Bununla birlikte Fransa’da ocak ayı itibarıyla yıllık enflasyon yüzde 3.2 ile son 11 yılın en yüksek düzeyine çıktı. FED Başkanı Ben Bernanke Petrol gelirleri 500 milyar dolara dayandı ama bankacılık sistemine aktarılamadı Çanlar Rusya’da da çalıyor Neriman ÖZCAN ABD’de başlayan ve ilk aşamada Londra’ya sıçramış görünen mortgage krizi, Rusya’da da endişe ile izleniyor. Saint Petersburg Sanayi ve Ticaret Meclisi’nin eski delegesi Vladimir Kucherenko’nun Rus Nashe Vreme gazetesinde yaptığı değerlendirmeye göre, istikrarlı bir ekonomi için güçlü bankaların olması ve onlara taze para girmesi gerekiyor. Oysa Rus finans sistemi hâlâ gerekli yapıya kavuşamamış durumda ve bankalar uzun vadeli, düşük faizli kredi veremiyor. Merkez Bankası’nın yanı sıra sistemde yer alan binlerce güçsüz ve küçük banka, Batı’dan yüzde 4 faizle kredi alarak çarkı çevirmeye çalışıyor. Oysa mortgage krizi ve doların düşmesiyle birlikte Batı yavaş yavaş Rus bankalarına musluğu kısmaya başladı. Bu kredi musluğunun kesilmesi, Rusya için bir felaket olacak. Rus şirketleri tarafından 300 milyar dolar Banka ve finans sisteminin yapısal zayıflıkları, ülkenin iğneden ipliğe, sütten Mercedes’e kadar dışa bağımlı bir ithalat cenneti haline gelmesi, en büyük gelir kapısı sayılan enerji sektörünün geleceği konusundaki belirsizlikler ve en önemlisi zenginlerin paralarını yurtdışında tutmaları, Rusya’da giderek kriz korkusuna dönüşüyor. dan fazla kredi alınmış durumda ve bu borçlar ödenmediği takdirde çoğu için iflas tehlikesi kapıda bekliyor. Kucherenko’nun çok önemli bir uyarısı daha var; Putin’in döneminde Rusya dış borcunu kapattı ve petrolden gelen para 157 milyar dolardan 470 milyar dolara ulaştı, ama son 8 yıldır petrolden ve doğalgazdan gelen dolarlar ekonomiyi güçlendirmek için kullanılmadı. Enerji kaynaklarından sağlanan gelirin bir kısmı hazineye ve altın rezervlerine, bir kısmı da yabancı bankalardaki şahsi hesaplarla ABD ve Avrupa şirketlerinin değerli hisse senetlerine gitti. 2003’te Sanayi ve Ticaret Meclisi tarafından bu sıcak petrodolarların bankalara girmesi önerisi gündeme getirildiğinde reddedilmeseydi, Rusya bugünkü gibi büyük bir sosyoekonomik felaketin eşiğine gelmezdi. Kucherenko’ya göre marinalar, herkese ucuz ev ve benzeri görkemli planların kâğıttan kuleler gibi yıkılmasına az kaldı. Şimdi bu durumdan çıkış yolu aranıyor ama Rus hükümetinde şu anda bu ekonomik krizi engelleyecek uzmanlar yok. Bugüne kadar Rus ekonomisiyle ilgili stratejik plan oluşturulabilmiş değil. Şimdilik büyük şirketlerin aldığı borçlar devlet hazinesi tarafından karşılanıyor. Fakat mevcut doğalgaz ve petrol rezervlerinin hızla tükendiği göz önüne alındığında Rus ekonomisinin geleceğine dair karamsarlık gittikçe artıyor. ABD’de ekonomi durma noktasında CİDDE/WASHINGTON (AA) ABD Merkez Bankası’nın (Fed) eski başkanı Alan Greenspan, ABD’nin ekonomik büyümesinin durduğunu ve ekonomi sıfır seviyesinde ne kadar kalırsa, daralmaya başlamasının da o kadar muhtemel olduğunu söyledi. Suudi Arabistan’ın Cidde kentinde konuşan Greenspan, “Şu an itibarıyla ABD’nin ekonomik büyümesi sıfırda” dedi. Ulusal İş Ekonomisi Derneği’ndeki 49 ekonomistin katıldığı bir ankette ise katılımcıların yüzde 45’i ABD ekonomisinin yıl sonuna kadar durgunluğa gireceğini öngördü. Kadrolaşma yargıdan döndü... ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Elektrik Mühendisleri Odası (EMO) Yönetim Kurulu, Danıştay 5. Dairesi’nin, Türkiye Elektrik İletim AŞ (TEİAŞ) Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Yönetmeliği’nin, teknik görevlere mühendis olmayan personeli atamaya yönelik düzenlemesinin yürütmesini durdurduğunu bildirdi. EMO Yönetim Kurulu’ndan yapılan yazılı açıklamada, kamu hizmetinin gereği gibi yürütülebilmesi için zorunlu olan ve yıllardır titizlikle uyulan, “teknik kadrolara mühendislerin getirilmesi’’ ilkesinin, mevcut iktidar döneminde “siyasi kadrolaşma uğruna bozulduğu’’ vurgulandı. Açıklamada, EMO’nun, 15 Eylül 2005’de Resmi Gazete’de yayımlanan TEİAŞ Personeli Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Yönetmeliği’nin, öğrenim durumunu gözetmeyerek mühendis olmayanların teknik görevlere atanmasına olanak sağlayan düzenlemesinin iptali ve yürütmesinin durdurulması istemiyle Danıştay’da dava açtığı anımsatıldı. Davada, TEİAŞ Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Yönetmeliği’nin, “teknik görevlere mühendis olmayan personeli atamaya yönelik” düzenlemesinin yürütmesinin durdurulduğu belirtilen açıklamada, “Böylelikle teknik bir sorumluluk içeren TEİAŞ İşletme Grup Müdür Yardımcılığı görevine mühendisler dışında personelin atanmasının önüne geçilmiş oldu” denildi. Açıklamada, davada, yönetmeliğe ilişkin yürütmeyi durdurma talebiyle birlikte Batman’da 16. İletim Tesis ve İşletme Grup Müdür Yardımcılığı’na 2 yıllık yüksekokul mezunu bir çalışanın atanmasına ilişkin işlemin yürütmesinin durdurulması talebinin de kabul edildiği kaydedildi. u satırların okurları arasında “Paris Komünü”nü bilmeyen, duymamış olan kuşkusuz yok denecek kadar azdır. Ancak Fransız siyasiidari sisteminin en küçük yönetim biriminin “Commune” (Komün) olduğunu bilen kaç kişi çıkabilir acaba? Aslında kimine göre ütopi, kimine göre cehennem, sonuçta herkesin kendine (göre) yonttuğu “Komünist/Komünizm” sözleri, kavramlarının kökü de tahmin edebileceğiniz gibi bu sözcükte saklıdır. Yine tahmin edebileceğiniz gibi Latince “Communia” kelimesinden türeyen bütün bu söz ve kavramlar bugün çoğu Avrupa ve Amerika kıtalarında konuşulan, HintAvrupa dilleri grubunda yer alan dillere de yerleşmiştir. Özünde “sıradan, ortak” veya benzeri olgu ve durumları sıfatlayan bu sözcük, günümüzde Fransız “yerel/yerinden/bölgesel” yönetimlerinin, bir başka deyişiyle Fransız demokrasisinin de atardamarlarını oluşturur. Hele hele tepesinde, adı konmasa da neredeyse “İmparator” tutkusuyla oturan modern monarşistotoriternarsisist eğilimli bir cumhurbaşkanı olunca, taban yöneticilerinin, siyasetçilerinin ağırlığı iyice artar. Dolayısıyla önümüzdeki 9 ve 16 Mart’ta yapılacak belediye seçimleri her zamankinden daha büyük stratejik bir önem kazanır. Çünkü olayda yalnızca insanların içinde yaşadığı yöreyi, beldeyi yönetecek muhtar veya belediye reisini, meclisini seçmeleriyle yetinilemez. Evet, elbette ki her türlü oy kullanma vesilesi siyasi bir mesaj, anlam içerse bile, yerel seçimler çoğu zaman köye, mahalleye, kente yönelik, içe dönük olguların, sorunların, yüzyüzeliğin getirdiği özgüllüklerin sergilendiği bir ortamdır. Ama bu kez durum biraz değişik. 10 ay önce iktidarı ele geçirmiş, eşi bulunmaz (!) bir devlet başkanının kişiliği, davranışları ve 8 ay önce kurulmuş, tebaası edasında bir hükümetin politikasına da onay ya da protesto söz konusudur. ??? Yedi yılda bir düzenlenen Belediye seçimlerinin son buluşmasının galibi esas itibariyle şimdiki iktidardı. Kamuoyu De Gaullecü devlet başkanı Jacques Chirac (19952002/20022007) ile pek de barış içinde bir arada yaşayamayan, 1997 genel seçimlerinin iradesiyle zoraki nikahları kıyılmış sosyalist başbakan Lionel Jospin birlikteliğinden memnun değildi. Gerçi 2002 genel seçimleri B de bu eğilimi onaylayacaktı, ama daha 2001 belediye seçimlerinde ak koyun kara koyun belli oldu. İktidar partileri UMPUDF ve genelinde sağ cephe yaklaşık 29 bin belediye başkanlığından 17 binini alarak net bir galibiyet sağlamıştı. Sağ açısından tek falso sosyolojik dokusu değişmekte olan Paris ve Lyon gibi Fransa’nın en büyük üç şehrinin ikisinden geliyordu. Genel eğilimin aksine bu iki kentte yönetim Sosyalist/Komünist/Yeşiller koalisyonu birleşik solun yönetimine geçiyordu. (Özellikle Paris’e ilerde ayrıntılı geleceğiz.) Marsilya ise kıl payı kaçıyordu. ??? 1 Mart 2007 itibariyle Fransa’nın yerel yönetim yapısı 36 bin 782 “komün”den oluşuyor. Bunların 214’ü Fransa’nın deniz ötesi topraklarından bulunuyor. Bu “komün” veya mahalle/köy birimleri, 22’si Kıta Fransası tabir ettiğimiz Avrupa Fransası’da yerleşik 26 bölgede konuşlanmış. Bu bölümlenme yetişmezmiş gibi bir de ülke neredeyse 1789 Devriminden beri süregelen bir gelenekle 4039 kantonun oluşturduğu, 4’ü “deniz ötesi” denilen 100 İl’e, vilayete sahip. İşte gerçek hesaplaşma, siyasi çekişme bu illerin merkezindeki kentler planında yaşanıyor. Örneğin, büyük Paris yani IledeFrance’ı oluşturan 7 ilin merkezi Paris’teki kapışma sembolik ancak siyasi açıdan çok önem taşıyor. Seçmen kütüklerine kayıtlı yaklaşık 41 milyon Fransız’ın dışında, şu anda sayısını tam bilemediğimiz Avrupa Birliği çıkışlı bir “yabancı” topluluğu da iki turda oy kullanmaya adaylar. 9 Mart’ta 18 yaşına basan her Fransız’ın oy kullanabileceği seçim, basına yansıdığı kadarıyla 98 il ve 36 bin 683 komünde yapılacak. Bazı komünlerin nüfusu bir kişi olarak gözükürken, Paris’te Avrupalı yabancılarıyla yaklaşık 2.5 milyon kişi seçmen sandıklarına davetli. Geçtiğimiz pazartesi kapanan aday kayıtlarına bakılırsa şu anda, 20 alt belediyeye ayrılmış Paris’te 166 liste seçim yarışmasına katılıyormuş. Kaldı ki emniyet müdürlüğünün incelediği 167 ve 168. listeler bile 9 Mart’ta karşımıza çıkabilir. Temel özelliği Fransız kamuoyunun Sarkozy iktidarına tavır belirlemesi beklenen bu nefes kesici yarışın diğer ayrıntıları için gelecek haftayı beklemek zorundayız... ugur.hukum@gmail.com Karamehmet’in dönüşü Ekonomi Servisi Türkiye’nin 2007 zenginler listesi açıklandı. Milyarderlerin sayısı, 2007’de 13 kişinin eklenmesiyle 36’ya ulaştı. Türkiye’nin (milyonerler dahil) zenginler lisKaramehmet tesine bu yıl 15 yeni yüz eklenirken ilk 100’dekilerin servetleri yüzde 31 artarak 111.8 milyar dolara tırmandı. Listenin bu yılki şampiyonu Çukurova Holding’in patronu Mehmet Emin Karamehmet oldu. Sabah gazetesinin, Şarık Tara Forbes Türkiye’nin bu ay yayımlanacak sayısına dayandırarak yaptığı habere göre, Karamehmet deyim yerindeyse küllerinden doğarak zirveye çıktı. 4.3 milyar dolarlık servetiHüsnü Özyeğin nin önemli bir kısmı Turkcell’den, 1.5 milyar dolara yakın bir bölümü de bağlı diğer şirketlerden geliyor. Bugün 1.5 milyar dolar ciro yapan İddaa ile bahis sektörüne giren Karamehmet, gelecek dönemde en önemli gelir Ahmet Zorlu kaynaklarından birine sahip olmaya aday. Çukurova’nın yüzde 70’ine sahip olduğu Genel Enerji de, 5.5 milyar dolarlık bir petrol sahasında çalışıyor. inans sektöründe, özellikle bankalar yüksek kârlar açıklıyor. 2007 yılında IMKB’de YTL’nin Avro ve USD’ye karşı değer kazanmasının da etkisiyle yüksek getiri elde edilmesinden sonra, banka kârları da artıyor. Büyüme hızı ciddi biçimde yavaşlayan bir ekonomide, finans sektöründe yüksek kârların açıklanması, üzerinde durulması, nedenlerinin açıklanması gereken bir gelişmedir. Nasıl oluyor da yavaşlayan bir ekonomide, finans sektöründe kârlar, önceki dönemlere göre olağan dışı artabiliyor? Tüm banka bilançoları ayrıntılı olarak açıklanmamış, analiz edilmemiş olmakla beraber genel olarak şu nedenler üzerinde durulabilir: (i) Açıklanan yüksek kârlar, reklam amaçlıdır. Gerçekçi olmayan fiktif öğeler içerir. (ii) Geçici arızi nedenlerden doğmuştur. (iii) İyi bir yönetimin, verim artışının sonucudur. (iv) Yapısal bir değişimin, kapitalizmin giderek finansal kapitalizme dönüşmesinin, finans kapital egemenliğinin göstergesidir. Yüksek kâr başarı göstergesi olarak yorumlandığından, yöneticiler, kuruluşlar genelde yüksek kâr açıklamak eğilimindedirler. Gerçi yüksek kâr açıklamanın, vergi ödemek gibi bir maliyeti vardır. Ancak açıklanan kâr ile vergi matrahı aynı tutarda değildir. Vergi matrahı, açıklanan kâr tutarından düşük olabilir, ayrıca Kurumlar Vergisi oranı, sabit yüzde 20’ye indirilmiştir. (Asgari ücrette vergi yüzde 15). Bu nedenle yüksek kâr açıklamanın vergi ödeme gibi bir maliyeti çok düşük düzeyde kalabilmektedir. Gerçek vergi yükü için, kamuya açıklan F YORUM ÖZTİN AKGÜÇ mayan vergi beyannamelerini görmek gerekir. Sıkıcı, teknik bilgi, hatta ukalalık gibi gelebilir ama, bir bankanın açıkladığı kâr incelenirken, bir kaç gösterge üzerinde durulabilir: Faiz ve gelir reeskontları ile faiz ve gider reeskontları arasındaki fark. Gelir reeskontları / gider reeskontlarına ve aradaki farkın açıklanan dönem net kârına oranı... Kabaca ifade edilirse, gelir reeskontu, bilançonun ilişkin olduğu dönemde işlemiş, bankanın izleyen hesap dönemlerinde tahsil etmeyi öngördüğü faiz, ücret, komisyon gibi gelirlerdir. Bu tür gelir hesaplaması, izleyen dönemlerde tahsil edilemeyecek bazı gelir öğeleri de içerebilir. Faiz ve gider reeskontu ise yine ilgili bilanço dönemine ilişkin işlemiş fakat izleyen dönemlerde ödenecek faiz, komisyon vb. giderleri kapsar. Bu tür giderlerin de noksan hesaplanması olasıdır. Gelir reeskontunun gider reeskontuna oranının yüksekliği ve aradaki farkın açıklanan net dönem kârından fazla oluşu, bankanın kârlı gözükmesine karşın, içsel kaynak yaratamadığını gösterir. Bankalarda net faiz marjının yükselmesi (faiz gelirleri eksi faiz giderleri / getirili varlıklar veya toplam varlıklar oranı ) olumlu bir gelişmedir. Ancak bu oranın yükselmesi, Finans Sektöründe Kâr bankanın dövizde açık pozisyonunun bir sonucu olabilir. Türk parasının faizi yüksek olduğundan, yabancı para ile borçlanıp Türk parası kredi vermek ve/veya TP üzerinden çıkarılmış faiz geliri olan menkul kıymet almak, bankanın faiz gelirlerini yükseltir. Buna karşı yabancı paraların faizleri düşük olduğu için, toplam faiz giderleri düşük hesaplanıyor, bankaların net faiz marjı da böylece yüksek görünür. Bankaların kârlarını arttıran iki neden geçici olarak nitelendirilebilir. İlki tüketici kredileri, diğeri bankaların açık pozisyonlarının yüksekliği... Tüketici kredilerinin, özellikle kredi kartlarının faizi yüksektir, aylık olarak ödendiğinden, birleşik faizleri yıllık yüzde 70 ile yüzde 95 arasında değişmektedir. Ayrıca çoğu banka yüzde 3 nakit çekme komisyonu eklemektedir. Daralan bir ekonomide 2008 yılında tüketici kredilerinin artış hızının yavaşlaması, tahsili gecikmiş kredilerin artması olasıdır. Bankaların kârlarının 2008 yılında bu düzeyde sürmemesi olasılığı salt bu nedenle yüksektir. Dövizde açık pozisyon 2007 yılında bankaların kârlarını iki yönlü arttırmıştır. İlki TP’nin faizi, yabancı para faizine göre yüksektir; ikincisi TP dövize karşı değer kazan dığından bankaların kambiyo kârları yükselmiştir. Bu düzeyde yüksek faiz arbitraj kârının sürgit uzun süreli olması olasılığı da hemen hemen yoktur. Bu açılardan bakıldığında 2007 yılında açıklanan kârların, ayral (istisnai) olarak yerleşik olduğu sonucuna varılabilir. Yakın bir geçmişte yitirilen ABD’li ekonomist Paul Sweezy’nin bir yargısını aktarayım. (Batı’da dürüst, iktisat bilen ekonomistler var). “Finans kapital reel üretim ekonomisinin yardımcısı işlevinden kopunca kaçınılmaz biçimde yalnız kendi genişlemesi için donatılmış spekülatif kapital haline gelmiştir.” Günümüzde finans piyasalarında yaşanan türbülans, çalkantının ana nedenlerinden biri, finans kapitalin yüksek kâr peşinde koşan, etik değerlerden sıyrılmış, spekülatif, vurgunsal kâr amaçlı sermaye haline gelmesidir. Geçici nedenlerden de kaynaklansa, vurgunsal da olsa, hatta fiktif öğeler de taşısa, kâr belli dar bir gruba ait olmaktadır. Peki zararı kim ödeyecektir? Ülkemizde geçmiş dönemlerde olduğu gibi, olayları türban arkasında izlediğinden bir türlü göremeyen, yoksulluktan kurtulamayan geniş halk kitleleri. Finansal piyasalarda çalkantı başladığında bunun maliyetini kim ödeyecek sorusunu sormuş, yükün geniş halk kitlelerine yıkılması kaygımı dile getirmiştim. İngiltere’de Northern Rock bankasının devletleştirilmesi, bu kaygımı güçlendirdi. Kapitalist düzenin kuralı: Kârlılar yerli yabancı varsıllara satılmalı; zararlılar ise (TMSF yönetimine alma dahil) bir şekilde devletleştirilmelidir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle