29 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

16 2008’de küresel kitap adayları ve bölgesel kitaplarI Selçuk ALTUN C kitap KULE CANBAZI SUNAY AKIN 29 ŞUBAT 2008 CUMA Yapma bebek kadar güzel kimini aktardığı bir liman gibiydi onun için… Her derse büyük bir coşkuyla giriyor, en dalgınımızı bile etkiliyor ve güvertesinden eserlerini, hayatlarını öğrenmek istediğimiz çağdaş şairler, yazarlar el sallıyordu. “Okul”la, “ders”le aram hiç iyi olmadı ama öğretmenlerimi çok sevdim. Edebiyat’ın derinliğini bana ilk hissettiren de ders kitapları değil, Sevim Günay olmuştur. 70’li yıllarda hem okumaya, hem de kazasız belasız okula gidip gelmeye çalışıyorduk. Kimliğimizde “Haydarpaşa Lisesi” yazdığı için kimi köşe başlarında yolumuzu kesip “Gomunist misin lan?” diye soranlar oluyordu!.. Derslerin boykot edildiği günler giderek artıyordu… Son sınavına giremedim Sevim öğretmenin… Bu yüzden ilk yazılı notum ikiye bölününce Edebiyat’tan kalmış oldum!.. Ne garip, beni Edebiyat’tan bırakan, bana Edebiyat’ı sevdiren Sevim öğretmen olmuştur!!! Harita kolu olduğum için Tarih ve Coğrafya dersleri öncesinde öğretmenler odasına girip, konuyla ilgili haritayı alma görevi benimdi… Bir bahar günüydü ve haritayı öğretmenler odasına götürüp öğle teneffüsüne çıkacaktım. Okulun orta bahçesindeki futbol sahasında arkadaşlarım beni bekliyordu… Yedi, sekiz öğretmen hanımeli çiçekleriyle süsledikleri masada ev yapımı börekler, çörekler yiyordu… Sevim Günay da aralarındaydı ve beni masaya davet etmişti… Böylelikle, öğretmenler odasındaki ilk çayımı onun öğrenci sevgisi sayesinde içmiş oldum. Bu yüzden, öğretmenler odasında ne zaman bir çay içsem, yiyecek ikram etseler, Sevim Günay’ın biz öğrencilerinden hiç esirgemediği sevgi dolu yüreği gelir aklıma… Benim sevgili öğretmenim İstanbul Oyuncak Müzesi’nin bahçesine geliyor, hanımeli çiçeklerinin açtığı bahar günlerinde… Şairlerden, yazarlardan, İstanbul’dan, Türkiye’den konuşuyoruz uzun uzun… Sonra, “Başını çok ağrıttım, haydi bana eyvallah” diyerek kalkıp gidiyor, yanında kendisi kadar güzel kız kardeşiyle… Gidiyor öğretmenim, “Yapma Bebek Sokağı”ndaki evine!.. Ş u sıralarda izlemeyi düşündüğüm bazı AngloAmerikan kitaplar : a) His Illegal Self (Peter Carey, Knopf), (Roman): İki kez Booker ödülü kazanan Carey’in onuncu romanında, 1960’ların militan eylemcisi bir çiftin çocuğunu geçmişle ilgili ürkütücü gerçekler bekliyor. (Şubat) b) The Indian Clerk (David Leavitt), (Roman): Yirminci yüzyılın başında yaşanan eşcinsel aşk hikâyesinin bir ucunda, matematik dehası var. (Şubat) c) Taking Pictures (Anne Engright, J.Cape), (Öykü): Son Booker ödülünü kazanan İrlandalı yazarın öykü demetinde, erkeklerine duyduklarını sorgulamak zorunda kalan kadınların çıkmazları sıralanıyor. (Mart) d) Nazi Literature in the Americas (Roberto Bolano, New Directions), (Roman): Şilili yazar Bolano (19532003) ölümünden sonra küresellişti. İngilizceye çevrilen tüm yapıtlarını zevkle okudum. Yaşamöyküsüyle kurmacanın düello ettiği romanda arena, Pinochet dönemi zindanları. (Şubat) e) Byzantium: The Surprising Life of a Medieval Empire (Judith Herrin, Princeton Univ.), (Tarih): İstanbul’u taştaş, çeşmeçeşme tanıyan ve yazan fizik profesörü John Freely’e, “Yeryüzünün ıskalanmış en önemli uygarlığı Bizans’tır” dediğimde, “Ondan sonra da Selçuklular gelir” demişti. Prof. Judith Herrin 416 sayfaya sığdırmaya çalıştığı yapıtını, daha önce yazılanlardan alıntılamaktan öte günlük ve mektuplara da başvurarak varsıllaştırmış. Publishers Weekly dergisi, övgüye değer bulduğu kitapları “kırmızı yıldız” vererek taçlandırır. Yıldızlı Byzantium’u edineceğim. (Şubat) f) Our Story Begins (Tobias Wolff, Knopf), (Öykü): Raymond Carver ve Richard Ford ekürisinden usta öykücü Wolff, ağabeyi eğitmen, yazar Geoffrey Wolff’un izinden yazarlığa saplandı. Geoffrey’nin 1960’larda Robert Kolej’de öğretmenlik yaptığını özyaşamöyküsünden (Duke’s Deception) öğrenmiştim. (John Freely’de ilginç Geoffrey Wolff anekdotları mevcuttur.) Publishers Weekly’e göre Tobias Wolff, “günlük yaşamın katmanlarını ironi ve empati yoluyla irdeler.” Ben arka planda peydahlanan şiirsel hüznüne de kapılırım. (Mart) g) The New Turkey: The Quite Revolution On The Edge Of Europe (Chris Morris, Granta), (Belgesel): AngloAmerikanya yayın kuruluşlarından ülkemize atanan temsilciler ikilemler içinde İstanbul’a vasıl olurlarsa da; giderek yaşam tarzına alışıp, tadını çıkarmaya başlarlar. Döviz cinsinden maaş alıp lira harcadıkları için yaşam standartları da yükselmiştir. Ülkeyi sosyoekonomik açıdan deşifre ettiklerini duyumsayınca sıra bir belgesel kitap yazmaya gelmiştir. Kitabın asıl hedefi Batılı okur olduğu halde, “dost acı söyler” kıvamında tembihat da içerir. Iskaladığım bir özeleştiriyi aramak için göz gezdirdiğim o kitaplarda, aramızda yıllarca yaşasa da Batılıların bizi tam özümseyemediklerine tanık olurum. Chris Morris bir BBC muhabiri. Müstakbel kitabının kısa tanıtım yazısından, Türkiye’nin bir neomuhafazakâr düşün gerçekleştirildiği Müslüman ülke olarak algılandığı anlaşılıyor. * Londra’daki yayıncımın alt katında ve yalnızca onun ürünlerini satan Al Sagi Kitabevi’nden (26 Westbourne Grove) edinmiştim Turkey, The US and Iraq’ı. Yazarı Willam Hale, Türkiye uzmanı saygın bir akademisyen. 2007 ürünü araştırmayı sıkılmadan okudum. (A.B.D.’yi, Irak’ı istila ederse başlarına nelerin geleceğini en doğru şekilde tahmin ederek uyaran Türk’ün kim olduğunu merak ederseniz, onun iktidar veya muhalefetteki sözde devlet adamları olmadığını söylemekle yetineceğim.) William Hale’in iki araştırması Türkçe’ye çevrilmiş. (Türkiye’de Ordu ve Siyaset 1789’dan Günümüze HİL / Türk Dış Politikası 17742000, MOZAİK). Bir yayınevim olsaydı bu kitabı da Türkçeye kazandırırdım. * Günlük ve mektuplarla mücehhez bir kitap okurken, papparazisel tatlar da almaz değiliz. Yazar ve sanatçılarımızın mektuplarında çalakalem bir içtenlik vardır. Eloğlu’nunkinde bir ev ödevi kotarmanın sorumluluğunu duyumsar, giderek sıkılırım. Onlar, sanki bir gün yayımlanabilirler olasılığıyla yazılmışlardır… Aldous Huxley eşi ve oğluyla, 1932. Denk geldi, ardı ardına mektup külliyatından mürekkep üç kalın kitap bitirdim. Yılda iki bin mektup yazdığını iddia eden Graham Greene’den (19041991) A Life In Letters’ı okurken, sanki gençliğinden ölüm döşeğine dek ona fast forward eşlik etmiştim. Sırada, eşi Sylvia Plath 1963, metresi Assia Wevill 1969’da intihar eden İngiltere’nin şairi âzamı Ted Hughes’ın (19301998) yarım yüzyıl boyunca yazdığı mektuplar var. Göz gezdirdiklerimin gothic örgüsü beni şaşırtmazken şiirlerine taşıdı. 2008’de, Cesur Yeni Dünya’nın aykırı yazarı Aldous Huxley’in (18941963) seçme mektupları (Selected Letters) yayımlanacak. 18.01.2008 tarihli Times Literary Supplement’ta, eleştirmen Jeremy Treglown Huxley’in 1918’de evlendiği Maria Nys ile mutlu bir evliliği olduğunu ilk fırsatta açıklar. Karaciğer kanserinden ölen eşinin acısını azaltmak için, Huxley hipnotizma yeteneğine başvururmuş. Radikal bir biseksüel olan Maria Huxley, sanatçı ve yazar hamisi Lady Ottoline Morrell’e âşıktı. Karı ve koca Huxley’lerin, yazar Mary Hutchinson’la da ilişkileri vardı. Hutchinson, T.S. Eliot ve Samuel Beckett’in destekçisiydi ve Virginia Woolf’un, sanat eleştirmeni eniştesi Clive Bell’in de metresiydi… Treglown bu ilişki açılımlarını okurları kışkırtmak için sunmuştur. Editörlüğünü yaptığım bir romanda, böyle bir ön labirentle karşılaşsaydım ya ilişkileri çizer, yoksa yazarı kovardım. * Digital yayıncılık gurularından Mike Shatzkin’e göre 2008, elektronikkitap yılı olacakmış. Ekitaplaşma, dört yılda bir milyar dolarlık ciroya ulaşacakmış. iPhone ve iPod’lardan kitap okunabilecekmiş. İstanbul sokaklarında iPod’lu simitçi ve temizlik işçileri gördüm. (Ben edinmemekte direnmekteyim.) Bilgisayar, insanoğlunun hizmetçisi olma haddini aştı. Efendisi olmasıyla ilgili bilimkurgu filmlerine gülüp geçme zamanı geçmek üzeredir. nadolu’nun her kentinden, kasabasından, hatta Batı Trakya’dan gelen öğrencileriyle Haydarpaşa Lisesi, Nuh’un Gemisi kadar kalabalıktı ama, tek farkı, aralarında bir tane bile “dişi”nin olmayışıydı… Lise hayatım boyunca yalnızca Fizik dersinde öğretmen tarafından sözlü yapılmak üzere tahtaya çağrıldım. Sıraların arasındaki koridorda yürürken, arkadaşlarımın “Vay be!.. Şanssızlığa bak…” sözlerini duyuyordum. Sınıfın mevcudu 80’i geçmişti ve onca öğrenci arasından numaramın okunması büyük talihsizlikti!.. Lise 2’de sınıfımızın kapısında “5 Fen D” yazıyordu. O yıl da sınıf başkanı seçilmiştim. İlk günlerde yeni arkadaşlarla kaynaşırken, başka şubelere gidenler için de üzülüyorduk. Asıl merak ettiğimiz ise derslere hangi öğretmenlerin gireceğiydi. Haydarpaşa Lisesi’nin öğretmenleri o yıllarda üniversite hocalarından farklı değildi. Her biri kendi alanında son derece bilgili öğretmenlere sahiptik. Bizim sıkıntımız, derse girecek olan öğretmenin notunun kıt olup olmamasaydı. Okulun dev koridorlarında, üst sınıflarda okuyanlardan öğretmenler hakkında bilgi toplamak ilk günlerin en önemli uğraşıydı. Edebiyat öğretmenini sabırsızlıkla bekliyorduk. Bizi “mefail”in failinin kim olduğuyla yormayacak, edebiyatın iskeletinden ziyade ruhunu anlatacak bir öğretmen umut ediyorduk… Cumhuriyet döneminin şairlerini, yazarlarını da tanıyan, seven, önemseyen bir öğretmen!.. Sıradaki ders Edebiyat’tı!.. İlk günden ders işlemeye başlayınca karşımızda iyi bir edebiyat öğretmeni olduğunu kavramıştık. Düzgün Türkçesi, sıralar arasında dolaşması ve konuya hâkimiyetiyle geminin kaptanı olduğuna hepimizi ikna etmişti… Dersten çıktığında sınıf defterine attığı imzası dikkatimizi çekmişti; bu, yelkenli gemi şeklinde bir imzaydı!.. Sevim Günay, yelkenleri edebiyat rüzgârıyla dolu büyük bir geminin adıdır. Biz öğrencilerine sürekli olarak her biri koca bir kıta olan şairlerden, yazarlardan şiirler, öyküler taşıdı… Sınıf, biri A Kumanlar ve Tatarlar/ István Vásáry/ Çeviren: Ali Cevat Akkoyunlu/ YKY/ 232 s. Kumanlar ve Tatarlar, Avrasya steplerinden gelip, Ortaçağ Balkanları’nda kalıcı etki bırakan göçebe savaşçılarıydı. István Vásáry bu çalışmasıyla Kuman ve Tatar tarihinde 11851365 arasındaki dönemin kapsamlı bir araştırmasını sunuyor. Kuman ve Tatar siyasi başarısının gerisindeki temel araç, Balkanlar’da birbirleriyle savaşan toplulukların hiçbirinin alt edemediği askerî güçleriydi. Bunun sonucunda Kuman ve Tatar grupları, Balkanlar’ın çeşitli bölgelerinde yerleşik hayata geçip yöre halkalarına karıştı. Kumanlar birbirini izleyen üç Bulgar (Asen, Terter ve Şişman) ve bir Eflâk hanedanının (Basarab) kurucuları olmanın yanı sıra, Bizans, Macaristan ve Sırbistan’da etkin roller oynadılar; Kuman göçmenleri her ülkenin seçkinleriyle bütünleşti. Bu kitap 13. ve 14. yüzyıllarda Balkanlar’daki siyasi kargaşanın bölgeyi Osmanlı fethine nasıl hazırlandığını da açıklıyor. Bağdatlı Bir Yahudi Ailesinin Hikayesi/ Marine Benjamin/ Çeviren: Okşan Aytolu/ Profil Yayıncılık/ 320 s. “Bağdatlı Bir Yahudi Ailesinin Öyküsü”nde Benjamin, ailesinin yirminci yüzyılın ilk yarısında Irak’ta yaşayan Yahudiler arasındaki tarihi içinde uzun bir yolculuğa çıkıyor. Irak’ın bağımsızlığını kazandığı 1932 yılında Yahudiler bu ülkedeki en zengin ve en kalabalık etnik guruptu. Ticaret ve finans dünyasına Hizbullah/ Joseph Alagha/ Çevirmen: Kadriye Göksel/ Doğan Kitap/ 392 s. Tüm dünyada bir terör örgütü olarak tanınan Hizbullah, 19841991 yılları arasında, iddia ettiği gibi, toplumsal değişimi ve toplumsal adaleti amaç edinen, örgütsel, yapısal ve ideolojik anlamda gerçek bir toplumsal hareket haline geldi. 1992 yılından itibaren de pragmatik siyasi programının dar sınırları içinde çalışan bir kitle partisine dönüştü. Bu kitapta, Hizbullah’ın kimliğini, üç bileşenli ideolojisini üç aşamada geliştirdiği savunuluyor: Dışlayıcı bir dini ideolojiyi yaymak, daha kuşatıcı ve kucaklayıcı siyasi ideoloji ve gerçekçi bir siyasi program. Seni Unutursam İstanbul.../ Nora Şeni/ Çevirenler: Saadet Özen, Şirin Tekeli/ Kitap Yayınevi/ 216 s. “Doğduğum sokağın ismi değişmiş! Teşvikiye’nin Kuyulubostan sokağına, adını hiç duymadığım bir şehit subayın adı verilmiş. Sokağımın ismini hatırlarken İstanbul’da ne çok ‘bostan’lı mekân adı olduğu dikkatimi çekti; Caddebostan, Bostancı, Şahkulu Bostan, Çınarlı Bostan... Büyüdüğüm Maçka sokaklarına benzemeyen, bağlı, bahçeli mahalle araları geliyor gözümün önüne. Daha eskiye gidip 19. yüzyıl sonu şehir planına baktığımda ise en büyük Osmanlı kentindeki bu ‘bostan’lı sokak çokluğu mekânsal belleğin uzun ömürlülüğünü, kırsalı unutmamadaki ısrarını anlatıyor bana.” Nora Şeni, Paris VIII Üniversitesi Şehircilik bölümünde öğretim üyesi. Bu kitapta yazar, İstanbul’u şehircilik açısından ele alıyor. Türk bilim adamına Japonya’dan ödül İstanbul Teknik Üniversitesi FenEdebiyat Fakültesi, Kimya Bölümü öğretim görevlisi Profesör Dr. Yusuf Yağcı, Japon Polimer Bilimi Derneği (The Society of Polymer Science, JapanSPSJ) Yönetim Kurulu tarafından, “SPSJ Uluslararası Ödülü”ne layık görüldü. Ülkemizin önde gelen bilim adamlarından Prof. Dr.Yusuf Yağcı, aynı zamanda Türkiye Bilimler Akademisi Asli Üyesi. “Hayata gözlerimi kapatmadan önce bir Türkün Nobel ödülünü aldığını görmeyi ümit ediyorum." Bu sözler, Prof. Dr. Erdal İnönü'ye ait. Geçen yıllarda George Washington Üniversitesi'nde TürkAmerikan Bilim Adamları Derneği'nin toplantısında bu dileğini dile getiren Erdal İnönü'nün aklındaki isimlerden biri de Prof. Dr.Yusuf Yağcı idi. Yağcı'nın başlıca araştırma alanları polimer kimyası, fotopolimerizasyon, kontrollü polimerizasyon yöntemleri, iyonik polimerizasyondur; çalışmaları özellikle çevreye uyumlu ve az enerji gerektiren yön tamamen egemen olan ve Dicle sahilinde muhteşem villalarda yaşayan bu azınlık Irak’ın önde gelen şahsiyetleriyle sıkı dostluklar kurmuştu. Bu tarihten yalnızca yirmi yıl sonra cemaat tamamen fakirleşmiş ve üyeleri de Yahudilere düşman bir Irak hükümeti tarafından ülkeden sürülmüştü. Benjamin’in büyükannesi olan Regina Sehayek bütün bu olayları bizzat yaşamıştı. Benjamin’in keskin duyuları ve akıcı kalemi, hem iyi hem de kötü yönleriyle Regina’nın zamanındaki Bağdat’ın canlı bir tasvirini yapıyor. Bu kitap Yahudilerin hayatta kalmak için verdikleri savaşı anlattığı kadar ‘Eski Dünyaya’ ait olan Bağdat’ın acı ve tatlı yönlerini de kapsayan bir portresini ve kökleri İslamın doğuşundan bin yıl öncesine uzanan ve kültürüyle Irak’ın huzurlu bir çöl cennetine dönüşmesine katkısı olan renkli ve canlı Yahudi cemaatini de tasvir ediyor. Ne var ki bu Irak ve Yahudi portresi uzaklarda kalmış bir anıdır artık. Benjamin Irak’a ilk kez 2004 yılında gitti. Amacı bir zamanlar capcanlı olan Yahudi cemaatinden geriye kalanları aramaktı. Hüzünlü ve komik olayların birbirini takip ettiği “Bağdatlı Bir Yahudi Ailesinin Öyküsü”, aynı zamanda bir macera kitabı... İstanbul’un Anlatımı/ Federico Gravina/ Çeviren: Yıldız Ersoy Canpolat/ YKY/ 136 s. gördüklerini anlattığı “İstanbul’un Anlatımı”, Osmanlı toplumuna, âdetlerine, yaşam biçimine, İstanbul’da yaşayan diğer halklara, yapılara ve gündelik yaşantıya ilişkin Batılı bir gözden yansıyan yer yer abartılı gözlemleri sunuyor okuyucuya. Girit Kandiye’de Müslüman Cemaati 19131923/ Melike Kara/ Kitap Yayınevi/ 128 s. 1829’da bağımsızlığını kazanan Yunan devletinin topraklarına katmayı hedeflediği yerler arasında Girit de bulunmaktaydı. Girit Rumları bağımsız Yunanistan’ın ortaya çıkmasından sonra Osmanlı devletine karşı isyan etmişler ve 20. yüzyılın başlarında birçok farklı faktörün de etkisiyle Yunanistan’a katılma amaçlarına ulaşmışlardı. Osmanlı devleti 1913 yılında, I. Balkan Savaşı sonucunda imzalanan Londra Antlaşması ile Girit üzerindeki haklarından vazgeçtiğini bildirmiş ve aynı yıl Yunan kralı Girit’in resmen Yunanistan’a bağlandığını tüm dünyaya ilan etmişti. 1913’ten sonra Girit Müslümanları, Türkiye ile yapılan nüfus mübadelesine kadar Yunanistan vatandaşı olarak on yıldan fazla bir süre adadaki yaşamlarını sürdürdüler. Melike Kara çalışmasında, bu yeni koşullarda Kandiye Müslümanlarının sosyoekonomik durumunu ve yaşamlarında meydana gelen değişimleri ortaya koymaya çalışıyor. temler üzerinde yoğunlaşmıştır. Yağcı, SPSJ Uluslararası Ödülü'nü kabul ederse Japonya'da 29 Mayıs tarihinde düzenlenecek ödül töreninde ödülünü alacak ve bu törende bir konuşma yapacak SPSJ Uluslararası Ödülü her yıl polimer bilimine katkılarından dolayı üç ya da daha az sayıdaki polimer bilimcisine veriliyor. Şiir Ödülü Cevat Çapan’ın Kültür Servisi Bu yıl on birincisi düzenlenen Altın Portakal Şiir Ödülü Sempozyumu’nda 12. Altın Portakal Şiir Ödülü’nün Cevat Çapan’a verilmesi kararlaştırıldı. Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin desteğiyle Antalya Kültür Sanat Vakfı tarafından düzenlenen sempozyumun ardından toplanan seçici kurul; özel ile geneli buluşturmuş olması, kişisel olanın evrensel olana gömülü özünü lirizmle dile getirişindeki ustalık, doğallık ve sahiciliği gerekçesiyle Cevat Çapan’ın “Bana Düşlerini Anlat” adlı eserine verdi. Çapan’a ödülü, 21 Mart Dünya Şiir Günü’nde verilecek. İspanyol denizci Federico Gravina’nın 18. yüzyılın son çeyreğinde İstanbul’a yaptığı yolculuğunu ve mürettebatlarıyla birlikte İstanbul’da
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle