06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

29 ŞUBAT 2008 CUMA müzik YORUMLAR Behzat Gerçeker ve Enbe Orkestrası’nın ikinci albümünde starlar ve genç yetenekler bir arada C 7 Enbe Orkestrası’ndan müzikal şölen Hatice TUNCER Behzat Gerçeker yönetimindeki “Enbe Orkestrası”, Türk pop şarkılarından Fransız şansonlarına, İtalyan napolitenlerine, Latin müziklerine kadar bir dünyada dinleyiciyi gezdiren çok renkli bir orkestra. Ajda Pekkan’dan Ferhat Göçer’e ünlü isimlerin yanı sıra genç seslerin yer aldığı ikinci albümüyle Enbe Orkestrası, özel gecelerden çıkıp daha geniş bir dinleyici kitlesine ulaştı. Behzat Gerçeker’le TİM Maslak Show Center’da verdikleri konserden önce hazırlık heyecanı içerisinde görüştük. Gerçeker, yurtiçinde ve yurdışında yoğun bir konser programının kendilerini beklediğini anlatıyordu. Ankara Devlet Konservatuvarı piyano ve nefesli sazlar bölümlerinde müzik eğitimine başlayan Gerçeker, daha sonra İstanbul Devlet Konservatuvarı’nda yüksekeğitimini tamamladı. Konservatuvar öğrenciliği sırasında Nilüfer, Kayahan, Leman Sam, Nüket Duru gibi ünlü sanatçıların orkestralarında çalıştı ve şefliğini üstlendi. İstanbul Devlet Opera ve Balesi Orkestrası’nda çalışırken iki yıl da yurtdışında bulundu. Fransa’da Terry Canss ile çalışan Gerçeker, bir yıl da Macaristan’da etnik müzik üzerine araştırmalar yaptı: “Yurtdışına devlet gönderdi. Operada orkestra sanatçısı unvanım devam ediyor o sırada. Yurtdışında aranjörlüğü, orkestra yönetmeyi, enstrümanları daha iyi işlevsel hale getirmeyi, orkestranın kalitesini yükseltmek için neler yapılmalı gibi konuları çalıştım.” Yatılı okuduğu için İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nde zorunlu 9 yılını dolduran Gerçeker, orkestradan müzisyenlerle Enbe’nin temellerini atmıştı: “Ülkemize dünya çapında sanatçılar geli OSMAN ÇUTSAY essen ve Aşağı Saksonya’daki olay, Hamburg’daki eyalet seçimlerinde de yinelendi ve belki hâlâ küçük, ama etkisi giderek büyüyen bir siyasal oluşum, içinde sürekli artan sayıda Türkiye kökenli insanın da temsilci olarak yer aldığı Sol Parti, sahnedeki yerini sağlamlaştırdı. Sadece sağda değil, kendisini solda sayan birçok çevre için de “pek sevimsiz” bir gelişme bu. Eski çamlar bardak oluyor. Sanki çağdaş bir Robin Hood çıkıyor sahneye. Bütün sevimsizlik ondan kaynaklanıyor olmasın sakın? Mümkündür. ??? Devlet bütçesinin 1990’dan sonra ilk kez fazla vereceği açıklanan, dev şirketleri inanılmaz kârlar gerçekleştiren ve çalışan ya da çalışamayan insanları ise sürekli yoksullaşan bir ülkede yaşıyoruz: Almanya. Dünya ihracatında hâlâ bir numara. Tarihin eşine tanık olmadığı, inanılmaz bir zenginlik birikiyor ve insanlar sürekli yoksullaşıyor. Biri diğerinin nedenidir. Biz buna iktisatta, “azalan maliyetlerle üretim” de diyebiliyoruz. Reel ekonomideki maliyetlerin düşürülmesi, genelde, emeğiyle yaşayan insanların yoksullaşması anlamına gelir. Tabii, bu tür zamanlarda, seçmen de daha duyarlı bir hale gelir. Tepki biriktirme aşamasından tepki dillendirme aşamasına geçer. İşte tam da böyle bir âlemde, bir parti, tüm diğer siyasal oluşumları ardından çekmesini biliyor. Oskar Lafontaine dışındakilerin, bu gelişimin hakkını verecek durumda olduğunu söylemek, bu solcuların önemli bir bölümünü abartmak olur. Özellikle de parti yöneticilerini. Çoğunun bu süreci bırakın değerlendirmeyi, algılayıp algılayamadığı bile belli değildir. Ama ülkedeki siyasal gelişmeleri belirlediklerini görüyoruz. Küçük bir parti, tüm Alman siyasetini neredeyse parmağında oynatıyor ve Avrupa’nın en büyük bulvar gazetesi, artık ne kadar gazeteyse, Hamburg seçimlerinden sonra Oskar Lafaontaine’in (“Lafo”) ülkeyi yönetilemez hale getirip getirmediğini sorabiliyor: Demek ki, çok tedirginler. Peki, bu medya, bu siyasal aktörler ve bu partiler açısından, Almanya ile Türkiye arasında köklü herhangi bir fark var mı? Köklü bir fark yok. Ama nicel bir fark var: Türkiye’de insanlar şaşkınlıktan kendisini şeriat döküntülerine, sağın her türlü rezaletine vurmaya hazır. Tek, yeni bir tatsızlık çıkmasın; artık her şeye razılar. Sağcılığın, dinciliğin, milliyetçiliğin, kısacası neoliberal gericiliğin her türüne... Almanya’da ise seçmen, yıllardır biriktirilmiş ve inanılmaz bir barbarlıkla sürdürülerek insanların beynini silip süpürmüş antikomünizm silahına rağmen, sandıktan ilginç sesler verebiliyor. Yüzünü sola dönebiliyor. Türkiye’nin siyasal kurumlarıyla Almanya’nın siyasal kurumları çok fazla bir fark göstermiyor, ama seçmen şu sıralarda farklı tepkiler seslendiriyor. Almanya’daki Türkiye kökenli Robin Hood Sahne Alırsa... H Enbe Orkestrası, davul, bateri, bas, gitar, keyboardlar, piyano, nefesli sazlar, yaylılar ve vokal grubuyla 25 kişilik çekirdek bir kadrodan oluşuyor. Sahne aldıkları gecenin konseptine göre ekibe katılımlar olabildiği gibi görselliğe de önem veriliyor ve dans grubu da konserlere katılıyor: “Tonmaisterimizle, ışıkçımızla tam bir profesyonel ekip oluşturduk. Buna ‘Enbe ailesi’ diyorum. Çok paralar kazanmıyoruz ama her ay hayatımızı devam ettirecek yordu ama kendi orkestralarını getiriyorlardı. Türkiye’de biz çalalım istiyordum ve bunun altyapısını hazırlamaya başlamıştım. 1993 yılında Ahmet San’ın özel bir kuruluşun yıldönümü kutlamaları için Barry White konseri organize ettiğini duydum. ‘Biz çalalım’ deyince çok garibine gitti. ‘Para peşinde değiliz, kendimizi kanıtlamamız lazım’ diye ikna ettim. Gerçekten de Barry White geldi, provaya başladığımızda bütün parçaları yapmıştık. Çok iyi bir performans sergiledik. İşte bu benim için hayatımda çok önemli bir dönüm noktası oldu.” Behzat Gerçeker ve Enbe Orkestrası, Türkiye’ye gelen birçok dünya starına eşlik ederek adını duyurdu ve saygınlık kazandı. Richard Clayderman, Goran Bregoviç, Pavarotti, Domingo ve Monica Molina gibi uluslararası çapta ünlü seslere eşlik eden Enbe, aryalardan napoliten şarkılara, Latin müziklerinden caza geniş bir repertuvarla özel ge Enbe Ailesi... gelirimiz var. Herkes kader birliği yapıyor, bir lokma da olsa paylaşıyoruz, daha çok da olsa hep beraber yiyoruz, yoksa idare ediyoruz. Enbe Orkestrası her açılışta, her davette harika çalıyor ama arkasında binlerce kişinin emeği var. Anadolu’daki çocukların daha iyi eğitim alabilmesi için, kimsesiz çocuklar için, engellilerin yaşamını kolaylaştırmak için yapılan yardım konserlerine de çıktık ve bundan da mutluluk duyuyoruz.” münde kızı ve oğlu için yaptığı iki besteye de yer vermişti: “Ben klasik müzik eğitimi almış bir müzisyenim. Bu ülkede yaşarken her zaman otantik enstrümanları da duydum. İki uç noktada müzikal bir doygunluğa ulaştığımı hissettiğim an bunları birleştirip dünya müzik platformuna sunmak istedim.” celere renk katan ve aranılan bir orkestra oldu: “Biz dömi klasik bir orkestrayız. Yani hafif müzik orkestrası. Klasik ve pop müziği beraber icra ediyoruz. İnsanlara klasik müziği sevdirmek konumundaki orkestrayız ama klasik bir senfonik orkestra değil. Senfonik enstrümanlarla hafif müzik ve pop müzik yapabilen bir orkestrayız. Şimdi bizim Enbe’de günümüz dünyasının şartlarına ayak uydurabilen, ağırlıkla eğlence, gösteri dünyasında görsellik ile müzikaliteyi müzikseverlere yansıtabilen bir konseptimiz var.” KLASİKTEN POPA Behzat Gerçeker, “Enbe Orkestrası” adıyla yine Doğan Müzik’ten (DMC) çıkardığı yeni albümde yarı klasik tarzdan Türkçe popa doğru yönelmiş: “Enbe Orkestrası, yaptığı müzikle ancak belli bir kesime ulaşıyordu. Geniş kitleyi hedefleyerek Türkçe pop albümü yaptık. Orkestramızın bütün sazlarını değil, hangi parçada hangi müzikal cümlede ne gerekiyorsa onları kullandık. Müzik neyi istiyorsa, ne kadar tuz, biber, şeker atılması lazımsa onu yaptım bu albümde.” DÜŞLER Behzat Gerçeker’in, Enbe Orkestrası’yla 2006 yılında Doğan Müzik (DMC) tarafından yayımlanan “Düşler” albümü kendi bestelerinden oluşuyordu. İstanbul Devlet Opera ve Balesi Orkestrası piyano sanatçısı Birgül Gerçeker’le evli olan Behzat Gerçeker, Düşler albü Ajda Pekkan’ın desteği Gerçeker ikinci Enbe albümünde Ferhat Göçer’in vokalinin yanı sıra müzikal fikirleriyle de büyük desteğini görmüş. Enbe Orkestrası albümü pop müzik dinleyicilerinden büyük ilgi görürken, şarkılar da radyo ve televizyonların “hit” listelerine yerleşti. Ferhat Göçer’in internette ‘youtube’da keşfettiği Aslı Güngör’le düet yaptığı “Kalp Kalbe Karşı” son günlerin sevilen şarkıları arasına girdi. Göçer, Sezen Aksu’nun sesinden tanınan Atilla Özdemiroğlu’nun “Rakkas” bestesini Ozan Doğulu’nun düzenlemesiyle yorumluyor. Göçer aynı şarkının diğer versiyonunda rapçi Sultana ile düet yapıyor. BİR KAPIYI ARALADIK Ajda Pekkan’ın kendisinin arayarak projede yer almak istediğini söylemesi de Gerçeker için sık sık dile getirdiği bir övünç kaynağı olmuş. Pekkan bu albümde “Sevdiğim Adam” adlı parçası ile yer alıyor. Sezen Aksu’nun daha önce seslendirilmemiş “Unutamam” şarkısını, Aksu’nun aranjörü olarak tanınan Mustafa Ceceli okuyor. Aytekin Kurt ve Atacan Yüksel’in konuk solist olarak katıldığı albümde, Enbe’nin solistleri Ali Erenus, Ayşen Tan, Deniz Çevik ve Amerikalı Samuel Ofori Boateng, şarkı ları başarıyla yorumluyor: “Ülkemizde iki ünlü kişi yan yana gelip iş yapamazken bu albümde ünlü sanatçılarımız bir araya geldi. Ajda Pekkan, Türkiye’nin süper starı, çalışma şekliyle, müziğe verdiği önemle genç müzisyenlerin örnek alması gereken bir sanatçı. Bunun yanı sıra ilk kez genç yeteneklere de fırsat verdik. Enbe Orkestrası’nın kendi süper starları var. Bu solist arkadaşlarımız da repertuvarımızda olan dünya müziklerinden parçaları söylediler.” Gerçeker, 25 yıldan bu yana bir orkestra albümü çıkarılmadığına dikkat çekerken, genç müzisyenlere örnek olmak istediğini anlatıyor: “Bir kapıyı hafif ara ladık. Ben gençlerin bunun çok daha iyisini yapacaklarını, bizden daha ileriye götüreceklerini biliyorum. Enbe Orkestrası ve ben Behzat Gerçeker, albümde sıcaklığımızı, samimiyetimizi sunmaya çalıştık. Müzikseverlere de bize bu değeri verdiği için teşekkür ediyorum.” seçmenin durumu henüz belirsizdir. Bir başarı mı aranıyor? ??? Almanya’da yoksullaşma ile birlikte aşırı sağın, özellikle neonazi partilerin güçlenmemesi, Sol Parti’nin bir başarısı olarak görülebilir. Burada, halkın, o derinlerde yatan kendine dışarıdan bir dayanak bulma güdüsünün payı olduğunu söyleyebiliriz. Sıradan emekçi için, zenginliklerine zenginlik katan oligarkların pervasızlığını, şımarıklığını ve hatta acımasızlığını denetleyebilmek, ancak Robin Hood tarzı oluşumlar üzerinden mümkün. Elbette başka türlüsü de mümkün, ama acımasız sol düşmanlığı halkın beynini öylesine ezip biçmiştir ki, insanların artık kendi çıkarlarını tam olarak düşünecek halleri kalmamıştır. Kültür endüstrisi, insanların, aşağı sınıfların, kendi çıkarlarının aleyhine hareket etmesini kolaylaştırıyor. Halk, bazı odakları, zenginlerin şımarıklığına karşı bir tutamak noktası gibi besliyor. İtilip kakılan yığınlar, zenginlerin şımarıklığını en azından böyle kontrol edebileceklerini, pervasızlıklarını dizginleyebileceklerini düşünmeye teşnedir. Sorun, orada değil. Sorun, şurada: Bu rolü bir insanın üstlenmesi anlaşılabilir. Halkın, aklının bir yerlerinde Robin Hood tarzı bir dayanağa ihtiyacı olabilir. Ama bir partinin böyle bir rol alması, halk için hiç de sevinilecek bir şey değildir. Parti, herhalde saldırganın şimdilik elini kolunu tutacak bir “dışarıdaki güçlü adamdan”, çok daha fazla bir şeydir. Yepyeni bir toplumsal sistemi anlatıp, onu mümkün kılacak bir siyasal oluşumu, Robin Hood rolüyle sahneye itmek, çalışan insanlara yapılacak en büyük kötülüktür. Bu Robin Hood’un bir süre sonra kendisi himmete muhtaç bir dede halini alacağını söylemek için müneccim olmaya gerek yok. Biz bu oyunu, Almanya’daki sınıf çatışmaları tarihinden de Türkiye tarihinden de iyi biliyoruz. Türkiye’de ve Almanya’da, solun yaşadığı acımasız yenilginin temelinde biraz da bu vardı: Şımarık ve sorumsuz sol, sahneye Robin Hood gibi girmeye kalkınca, hem kendisini hem de ülkenin varoluş nedenlerini tasfiye etmeyi kolaylaştırdı. Milyonların söz hakkı da tasfiye edilmiş oldu. Böyle giderse, üst üste başarılarına rağmen, Sol Parti’nin de benzer bir kaderi yaşayacağını söyleyebiliriz. Hatta bu sonucu, Lafontaine faktörü olmasa, kaçınılmaz bile sayabilirdik. Almanya’da basılan Avrupa’nın en büyük gazetesi, manşetten, boşuna “Lafo”nun Almanya’yı yönetilmez yapıp yapmayacağını sormuyor... Nereye bakacaklarını biliyorlar. Solda herkes ahmak değil, içlerinde aklını kullananlar ve bu aklın halkı nereye çekeceğini hesap edenler de var. Protestocu seçmenin neonazi partiler yerine solu tercih etmesi, Almanya’da, üzerinde çok düşünülmesi gereken bir gelişmedir. Başarıdır, ama sonuçları olan bir başarıdır. cutsay?gmx.net Cesar Sinema Ödülleri belli oldu PARİS (AA) Fransa’nın Oscar’ı kabul edilen Cesar Sinema Ödülleri sahiplerini buldu. İtalyan oyuncu ve yönetmen Roberto Benigni ile Fransız oyuncu Jeanne Moreau’ya onur ödülü verildi. En iyi Fransız Filmi “La Graine et le Mulet”, en iyi yönetmen Abdüllatif Keşiş olurken en iyi kadın oyuncu Marion Cotillard, en iyi erkek oyuncu Mathieu Amalric, en iyi yardımcı kadın oyuncu Julie Depardieu, en iyi yardımcı erkek oyuncu Sami Bouajila, en çok umut vaat eden kadın oyuncu Hafsia Herzi, en çok umut vaat eden erkek oyuncu Laurent Stocker seçildi. Diğer ödüller ise şöyle; en iyi yabancı film “La Vie des Autres”, en iyi ilk film “Persépolis”, en iyi özgün senaryo Abdüllatif Keşiş, en iyi uyarlama Marjane Satrapi ve Vincent Paronnaud, en iyi film müziği Alex Beaupain, en iyi kısa metrajlı film “Le Mozart des pickpockets”, en iyi fotoğraf Tetsuo Nagata, en iyi dekor Olivier Raoux, en iyi ses Laurent Zeilig, Pascal Villard ve JeanPaul Hurier, en iyi kostüm Marit Allen, en iyi montaj Juliette Welfling ve en iyi belgesel “L’Avocat de la terreur”. epimiz insanız, bu köşenin yazarı da. Dün geceden beri gözümün önünden gitmeyen bir fotoğraf var. Genç adam askere uğurlanıyor, halaylar çekiliyor, sloganlar atılıyor: “Bu adam askere gidecek ve geri dönecek!” Ve bir genç kız, yüzünde insanı kahreden bir hüzün.. halay çeken genç adama bakıyor. Aşkla bakıyor ve ölümün kara görüntüsü halay çekenlerin arasında sinsice dolaşıyor. İşte ben ve siz ölümün her an insanları sinsice ele geçirdiği bir ülkede yaşıyoruz. Ruhsatsız bir işyerinde patlama oluyor, ölüyoruz; hiçbir iş güvenliğinin olmadığı tersanelerde düşüp düşüp ölüyoruz; karlı bir dağ başında mayına basıp ölüyoruz; vatanı korumak için hiç bilmediğimiz topraklarda ölüyoruz... Bu kadar ölüm bana fazla geldi, pencereden gökyüzünde uçan martıları izliyorum, sonsuz bir özgürlük duygusu.. ben bugün, her zaman sığındığım Halil Cibran’a sığınıyorum. ÇOCUKLAR ÜZERİNE: “Sonra yavrusunu göğsüne bastırmış bir kadın söz aldı ve ‘Bize çocuklardan söz et’ dedi. Ve El Mustafa yanıtladı: Sizin diye bildiğiniz evlatlar gerçek H AL GÖZÜM SEYREYLE IŞIL ÖZGENTÜRK Acı ve hayat üstüne dine bir hedef edinmiştir ve okları en uzağa eriştirebilmek için kendi gücüyle sizleri gerer. Yayı gerenin elinde seve seve bükülün. Çünkü oku atan o güç, uzaklaşan okları sevdiği kadar elinizdeki sağlam yayı da sever.” YEMEK VE İÇMEK ÜZERİNE: “Sonra han sahibi yaşlı bir adam söz aldı, ‘Bize yemek ve içmekten söz et’ dedi. Ve El Mustafa yanıtladı: Olabilse de yeryüzünü saran buhur ve bitkiler gibi aydınlıkla beslenerek yaşanabilse, ama değil mi ki, yemek için öldürmek ve susuzluğunu gidermek uğruna, yeni doğmuş bebeği bile anasının sütünden mahrum etmek zorunda kalıyorsun, öyleyse bırak da bu davranışın bir tapınma görüntüsüne bürünsün. Bırak da sofran herkesin ortaklaşa yemek yediği bir sofra olsun. Bil ki, böyle bir sofraya katılanların içi, or te sizin değildirler. Onlar kendini özleyen Hayat’ın oğulları ve kızlarıdır. Sizin aracılığınızla dünyaya gelmişlerdir ama, sizlerin değildirler. Sizlerin yanındadırlar ama, sizlerin malı değillerdir. Onlara sevginizi verebilirsiniz ama, düşüncelerinizi asla. Çünkü onların kendi düşünceleri vardır. Onların vücutlarını çatabilirsiniz ama, canlarını asla. Çünkü onların canları geleceğin sarayında oturur ve sizler düşlerinizde bile orayı ziyaret edemezsiniz. Kendinizi onlara benzetmeye çalışabilirsiniz ama.. onları kendinize benzetmeye kalkışmayın. Çünkü hayat ne geriye gider, ne de ilgilenir. Sizler, evlatların ok gibi fırlatıldıkları yaylarsınız. Yayı geren, sonsuza açılan yolda ken manların ve ovaların bilinen o saf temizliğinden daha saf ve temiz olur. Bir hayvanı öldürdüğünde içinden şunları geçir: ‘Seni kesip öldürten güç, günü gelince beni de öldürecek ve ben de senin gibi tükeneceğim. Seni benim ölümcül ellerime gönderen, beni de daha güçlü bir ele teslim edecek.’ Bir elmayı dişlediğinde içinden şunları geçir: ‘Tohumların benim vücudumda boy atacak, senin geleceğinin tomurcukları, benim yüreğimde yeşerecek, senin kokun, benim soluğum olacak.’ Mevsim sonbahara erdiğinde, bağından üzümleri toplayıp da cendereye doldurduğunda içinden şunları geçir: ‘Ben de sizler gibi bir asmayım ve benim yemişim de bir gün toplanıp aynı cendereye doldurulacak.Ve tıpkı yeni bir şarap gibi sonsuzluğun fıçılarında saklanacağım.’ Mevsim kışa erdiğinde, hazırladığın şarabı içerken, doldurduğun her kadeh için yüreğinde bir şarkı olsun.Ve o şarkıda sana hasat günlerinde, üzüm bağını ve cendereyi anımsatan sözcükler olsun.” Sağ ol Cibran.. kadehimi şu ölümün sinsice dolaştığı dünyada senin için kaldırıyorum. [email protected] 24. AYDIN DOĞAN VAKFI ULUSLARASI KARİKATÜR YARIŞMASI Birincilik ödülü Belarusya’nın Kültür Servisi Kadıköy Belediyesi Caddebostan Kültür Merkezi Sanat Galerisi 2006’da yapılan 24. Aydın Doğan Vakfı Uluslararası Karikatür Yarışması sergisine 8 Mart’a dek ev sahipliği yapıyor. Sergide serbest konulu 24. Aydın Doğan Vakfı Uluslararası Karikatür Yarışması’nda derece alan ve sergilenmeye değer bulunan yapıtlar yer alıyor. Yarışmada birinciliği Belarusya’dan Marina Markevitch kazanmıştı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle