07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 EVET/ HAYIR C olaylar ve görüşler 29 ŞUBAT 2008 CUMA OKTAY AKBAL Türban Düzenlemesi... nayasanın 10’uncu ve 42’nci maddeleri ile Yükseköğretim Kanunu’nun (YÖK) ek 17’nci maddesinde değişiklik yapılmasına ilişkin teklifler, bir paket olarak TBMM’ye sunulmuş ve anayasa değişiklikleri kabul edilmiş olmasına karşın, ek 17’nci maddenin değiştirilme zamanı ve içeriği konusunda teklif sahipleri uzlaşmaya varamadılar. Sorun, hem anayasanın 42’nci maddesine eklenen fıkranın, temel hak ve özgürlüklerin sınırlanmasını düzenleyen anayasanın değişik 13’üncü maddesinin benimsediği temel ilkeye aykırı olmasından; hem de 42’nci maddede yapılan değişiklik ile ek 17’nci maddede yapılan düzenlemenin kendi aralarında uyumlu olmasından kaynaklanıyor. 1982 Anayasası’nın 13’üncü maddesi, değiştirilmeden önceki ilk metninde, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasını iki nedene bağlamıştı. Bunlardan birincisi devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün, milli egemenliğin, cumhuriyetin, milli güvenliğin, kamu düzeninin, genel asayişin, kamu yararının, genel ahlakın ve genel sağlığın korunması amacına yönelen “genel” nitelikteki sınırlama sebepleri; ikincisi her hak ve özgürlüğün niteliğine göre anayasanın ilgili maddelerinde öngörülen “özel” sınırlama sebepleriydi. Genel sınırlama sebepleri temel hak ve özgürlüklerin tümü için geçerli olduğundan, herhangi bir özgürlük hakkında ilgili olduğu maddede özel bir sınırlama sebebi gösterilmemiş olsa dahi, 13’üncü maddede gösterilen genel sınırlandırma sebeplerine dayanılarak ve anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olarak o hak ve özgürlük hakkında yasa ile sınırlamalar yapmak mümkündü. Örneğin “Eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi”ni düzenleyen 42’nci madde bu hakkın sınırlandırılması ile ilgili herhangi bir özel sebep göstermemiştir. Ancak bu durum, kanun koyucunun genel sınırlama sebeplerine PENCERE Ne Oluyor?.. e oluyor?.. Herkes birbirine bu soruyu yöneltiyor... Evet, ne oluyor?.. Türk askeri Kuzey Irak’ta... Amerika.. Avrupa.. Asya... Ne söyleniyor?.. Operasyon devletler hukukuna uygundur... Devletler hukuku.. Ya da uluslararası hukuk.. Birleşmiş Milletler Hukuku.. Hukuk.. Ya da guguk.. ? Peki, öyleyse bu kadar yıl Türkiye Cumhuriyeti neden bekledi?.. PKK, Kuzey Irak’taki üslerinden hareketle, Türkiye içindeki terörünü besledi de besledi... Eylemlerini gerçekleştirdikçe gerçekleştirdi, sürdürdükçe sürdürdü... Partisini de kurdu... Meclis’e de soktu... Peki, neden beklenildi?.. Neden seyredildi?.. Neden rıza gösterildi?.. Devletler hukuku arkamızdayken, uluslararası hukuk yanımızdayken niçin edilgin kaldık?.. Teröre karşı neden hoşgörü gösterdik?.. Neden ve niçin?.. Bir sorumlusu yok mu bunun?.. ? Resmi ve özel, ciddi veya ciddiyetsiz kaynaklardan piyasaya sürülen bir sürü yorumda ileri sürülen neydi?.. Amerika ve İsrail artık laik Türkiye’den vazgeçiyorlar. Kuzey Irak yeni üs olarak hazırlanıyor. Türkiye parçalanacak, Güneydoğu’da Kürt devleti kurulacak; BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) için sınırlar yeniden çizilecek. Kurulacak Kürt devletiyle Türkiye ılımlı İslam modeli temelinde federasyona dönüştürülecek; Amerika Ortadoğu’daki petrol imparatorluğunu bu zemine dayanarak yürütecek... Peki, AKP?.. AKP iktidarı zaten bu proje için oluşturuldu... Ya PKK?.. Bu amaçla himaye edildi, kullanıldı... ? Hukuk ya da guguk bu lafların çeşitlemesinde yıllarca bir yana itilmiş, Türkiye AKP iktidarı sürecinde ve Amerika vesayetinde teröre karşı edilginleştirilmişti... Peki, ne oldu?.. Yoksa Amerika (ve de İsrail) iki aşiret reisinin feodal iktidarıyla bir terör örgütünün ittifakından oluşan Kuzey Irak’ın Türkiye Cumhuriyeti’nin kaybından doğacak boşluğu dolduramayacağını mı gördü?.. ? Soru boşluktadır... Sivili, askeri, bürokratı, esnafı, köylüsü, şehirlisi, vesairesiyle Anadolu’nun beyni yıkanmamış halk kesimi uyanık olmak zorundadır. Çanta Kafaya İnince! avgayı hiç sevmedim. İtiş kakış, çelme takma, tekmeleme, yumruklama çocuk yaşların ayrılmaz parçasıdır. Böyle böyle başlar yaşam savaşı! Kendini korumak, ona buna sataşmamak, onurunla yaşamak, uslu olmak!.. Ama gerektiğinde kaçmamak kavganın her türlüsünden... İlkokul son sınıftaydım. Bir kabadayı çocuk vardı. Güçlü mü güçlü, hani cezaevleri koğuşlarında astığı astık kestiği kestik kabadayılar vardır ya, öyle biri... Merdivenden inerken iter, top oynarken tekme atar, bahçede oynarken durup dururken sataşır... Yüksekkaldırım’dan iniyoruz. Birden yüzüstü yere yuvarlandım. Kalkınca baktım, bizim kabadayı Ahmet, pis pis gülüyor... Birden fırladım, elimdeki içi kitap dolu çantayı kafasına indirdim... Sonra ne mi oldu? Ne üstüme yürüdü, ne de gelip dövmeye kalkıştı, güldü, elini uzattı!.. Sonra en yakın arkadaşım oldu. ??? Onur diye bir şey vardır. Sırası gelince kavga etmeyi bilmek! Ne denli korkarsan, ne denli sinersen, ne denli “aman bu işlere karışmayayım” dersen, ne denli kavgayı gördüğün yerde başını öteye çevirirsen, kurtulamazsın sorumluluktan... Hiçbir şey değişmez, haksızlık, korkutma, ezmeye, yok etmeye kalkışma sürüp gider... Kişi yaşamında da böyledir, toplum yaşantısında da... Daha da çok toplum yaşantısında... ??? Adam kalkmış kendi beyinsizliğini hepimize benimsetme çalışıyor! Dar kafasının, yetersiz bilgisinin, uyanmamış bilincinin döküntüsünü sana bana uygulamaya, bizi kendine benzetmeye çabalıyor... Toplumları kendi çıkmaz yolunda yürütmek, bu işi sürgit uygulamak hevesinde!.. Bir yolunu bulmuş, gelmiş tepelere çıkmış, elinde her türlü silah, güç, yasa, baba ana ne varsa!.. Susacak mısın? Benimseyecek misin bu bir tür köleliği? “Yılan bana dokunmasın”, “Küçücük aşım, kaygısız başım” diye diye!.. ??? Ben uslu bir çocuktum. Mahalle kavgalarına, taş kavgalarına karışmazdım. Pencerede kitabımı okurdum. Dergiler, gazeteler alırdım. Oturur bir şeyler yazardım. Huzurlu günlerdi o otuzlu yıllar! Bir masal gibi gelir şimdikilere! Sokaklarda başı örtülü çarşaflı kadınlar da gezerdi, hiç şaşmazdık. Bu tür geriliklerin yakında kalkacağını, ülkenin hep ileriye, hep doğruya, hep güzelliğe gittiğini, gideceğini bilirdik. Bizi karanlıktan gerçek aydınlığa çıkaran devrimci gücün varlığına inanırdık. Ama iş başa düştüğünde en büyük dirençle haksızlığa, düşmanlığa karşı direnmesini de... ??? Bilmem bizim kabadayı Ahmet sonra ne oldu? Yaşıyorsa anımsıyor mu Yüksekkaldırım’da başına inen o çanta olayını? Kişileri de, toplumları da çoğu zaman böyle beklenmedik, umulmadık uyarıcı tepkiler kendine getirir!.. Tarihte de binlerce örneği var, yaşanmış, yaşanmakta, yaşanacak... A Nuri ALAN Emekli Danıştay Başkanı N K 42’nci maddede öngörülen yöntem düzenleme tekniğine de uygun değildir. Bu maddeye eklenen yedinci fıkradaki “Kanunda açıkça yazılı olmayan herhangi bir sebeple kimse yükseköğrenim hakkını kullanmaktan mahrum edilemez...” ifadesi karşısında, yasanın yükseköğrenimi sınırlayan sebepleri tek tek belirleyip sayması gerekir. Yasada unutulan ya da akla gelmeyen, ancak örneğin kamu düzenine, genel ahlaka, laiklik ilkesine aykırı olan giysilerle yükseköğretim kurumlarında eğitim görmek imkân dahiline girer. dayanarak eğitim ve öğrenim hakkına sınırlama getirmesine engel değildi. kının kapsamını tespit ederken dikkate alması gereken ilkelerdir. Kapsamı belirleme yetkisinin, sınırlama yetkisini de içerdiği tartışmasızdır. 42’nci maddede açık kalan husus, sınırlamanın hangi sebeplerle yapılacağıdır. Eğer anayasanın 42’nci maddesinde bir değişiklik yapılması gerekli idiyse bu noktada yapılmalıydı. Yani değişik 13’üncü maddede belirtilen ilkelerin ışığında eğitim ve öğrenim hakkını sınırlama sebeplerinin çerçevesi anayasada gösterilmeli, bu sebeplerin içi yasa ile doldurulmalı, ayrıntılar yine yasa ile belirlenmeliydi. 5735 sayılı kanunla bunun tamamen tersi yapıldı. Daha önce (05.02.2008 günlü Cumhuriyet) ayrıntılı olarak açıkladığım gibi eğitim ve öğrenim hakkını sınırlama sebepleri kanuna bırakılarak yasama organına bu konuda geniş bir takdir alanı tanındı. Bunun, anayasanın değişik 13’üncü maddesinde benimsenen özgürlüklerin sınırlandırılması yöntemine aykırılığı bir yana, Meclis’te çoğunluğu bulunan siyasi partinin keyfine göre sınırlama sebepleri belirlemesine veya hareketsiz kalarak hiç belirlememesine imkân tanıdığı da açıktır. Bunların ötesinde, 42’nci maddeye eklenen fıkra kanunda sınırlama sebeplerinin gösterilmesini isterken, ek 17’nci maddede sadece belli bir biçimde başını örtenlere yükseköğrenim yolunu açacak bir düzenleme yapıldı. Böylece eşitlik ilkesiyle ilgili 10’uncu maddeye eklenen ibarenin aslında belli bir inanç grubuna imtiyaz tanımak amacıyla getirildiği ortaya çıktı. Ek 17’nci maddede önerilen düzenleme bu nedenle anayasanın 10’uncu maddesine de aykırılık taşımaktadır. ÜZENLEME TEKNİĞİNE AYKIRI Bundan başka 42’nci maddede öngörülen yöntem düzenleme tekniğine de uygun değildir. Bu maddeye eklenen yedinci fıkradaki “Kanunda açıkça yazılı olmayan herhangi bir sebeple kimse yükseköğrenim hakkını kullanmaktan mahrum edilemez...” ifadesi karşısında, yasanın yükseköğrenimi sınırlayan sebepleri tek tek belirleyip sayması gerekir. Yasada unutulan ya da akla gelmeyen, ancak örneğin kamu düzenine, genel ahlaka, laiklik ilkesine aykırı olan giysilerle yükseköğretim kurumlarında eğitim görmek imkân dahiline girer. Ülkemizi huzursuzluğa götüren, tatsız tartışmalara ve karşılıklı suçlamalara neden olan 5735 sayılı kanunla yapılan değişiklikten vazgeçilerek anayasanın 42’nci maddesi yeniden düzenlenmeli; bu düzenlemede eğitim ve öğrenim hakkını sınırlama sebeplerinin çerçevesi çizilmelidir. Tüm siyasi partilerin katılımı ile, Anayasa Mahkemesi’nin özgürlüklere ve bunların sınırlandırılmasına ilişkin içtihatları göz önünde bulundurularak ve 4709 sayılı kanunla hak ve özgürlüklere getirilen özel sınırlama sebepleri değerlendirilerek bu maddede yeni bir düzenleme yapılması; bundan sonra 42’nci maddede gösterilecek çerçeve içinde ve değişik 13’üncü maddedeki ilkelere uygun bir kanunun yürürlüğe konulması en uygun çözüm olacaktır. hetiyatrosu?mynet.com 13. MADDENİN ÖNEMİ Anayasanın 13’üncü maddesi 3.10.2001 günlü, 4709 sayılı yasa ile değiştirildi; genel sınırlama sebepleri kaldırıldı ve temel hak ve özgürlüklerin, özlerine dokunulmaksızın, anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplerle ve ancak kanunla sınırlanabileceği ilkesi kabul edildi. Bu değişiklikte, sınırlamaların anayasanın sözüne ve özüne, demokratik toplum düzeninin ve laik cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı açıklanarak kanunla yapılacak olan sınırlamaların sınırı da belirtilmiş oldu. Aynı kanunla, anayasanın hak ve özgürlüklerle ilgili birçok maddesinde de değişiklik yapılarak özel sınırlama sebepleri gösterildi; böylece genel sınırlandırma sebeplerinin kaldırılması ile ortaya çıkan boşluk giderildi ve 13’üncü maddenin yeni metnine uyum sağlandı. Ancak 42’nci maddede herhangi bir değişiklik yapılmadı; yani eğitim ve öğrenim hakkı için özel bir sınırlama sebebi gösterilmedi. Her ne kadar 42’nci madde, ikinci fıkrasında öğrenim hakkının kapsamının kanunla tespit edileceğini ve düzenleneceğini belirtmiş; takip eden fıkralarda da eğitimin esasları, amacı, dili, ilköğretimin zorunluluğu ve benzer konularda kurallar getirmiş ise de bunlar ağırlıklı olarak eğitimin niteliği ile ilgilidir; kanun koyucunun öğrenim hak D HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN ‘Aydınlanma Devrimcisi’ Hasan Âli Yücel Ünlü Milli Eğitim Bakanımız Hasan Âli Yücel’in, iki ay öncesi, yani 17 Aralık 2007, doğumunun 110. yıldönümüydü; 26 Şubat 2008 ise onu yitirişimizin 47. yılı. Onu saygıyla, özlemle anıyoruz… Son aylardaki yaşadıklarımızla toplum, sanki her alanda bir kurtarıcı bekliyor. Özellikle de eğitim alanında bir kurtarıcıya her zamankinden daha çok gereksinim var. Eğitim deyince Hasan Âli Yücel, onun Türk eğitim ve kültür dünyasında yaptığı reformlar akla gelir. İşte bu büyük “aydınlanma devrimcisi”ni anmak için her yıl “Hasan Âli Yücel Haftası” adıyla kültür sanat etkinlikleri düzenleniyor. Çünkü, Alev Coşkun’un yeni kitabının adıyla da tanımladığı gibi, Hasan Âli Yücel, “Aydınlanmanın Devrimcisi” (1), yine Coşkun’un bir önceki kitabıyla da belirttiği gibi, “Eğitimde Çığır Açan Devrimci”dir (2). Ben de bu haftadan yola çıkarak, bu kitaplardan yararlanarak, hepinizin bildiği Yücel’le ilgili özet bilgileri sizlerle paylaşmak istiyorum. Şunu hemen söylemeliyim ki, Hasan Ali Yücel, sıradan bir şair, yazar, eğitimci olarak görülemez. O her şeyden önce Türk eğitim ve kültür dünyasında köklü reformlar yapan bir devrimci, yaşamını, toplumu aydınlatmaya adayan bir eğitimciydi. Yücel’in eğitimci, aydınlanmacı kişiliği o kadar küçük yaşta oluşmaya başlıyor ki, inanılır gibi değil! Ama gerçek. Tıpkı yaptığı reformlar gibi gerçek. Bu reformlar ki, inanılmaz olmaktan çıktı, hayatımıza karıştı. Atatürk’ün gösterdiği doğrultuda Türkiye’nin çağdaşlaşmasına katkıda bulundu, bu nedenle de Hasan Âli Yücel, efsaneleşti. Üzerine kitaplar yazıldı, incelemeler, filmler, belgeseller yapıldı. Alev Coşkun’un Mustafa Çıkar’ın Hikmet ALTINKAYNAK kitabından (3) aktardığına göre Yücel, devrimci kişiliğinin temel öğelerinin oluştuğu ilköğrenim yıllarını, “Bir taraftan öğretme usulünün ilkelliği, diğer taraftan ne yaptığımızı ve ne okuduğumuzu hiçbir surette bilemeyişimiz, küçük yaşta zekâmızı ezmek, bilincimizi karartmak için yeterli sebeplerdi” sözleriyle anlatacaktı. Mustafa Çıkar da şu yargıya ulaştı: “İkiüç ay içinde okulda ilerleme gösteren Hasan Âli, okulda edindiği bilgileri, kendi girişimiyle evdeki hizmetçilere ve evlatlıklara öğretmeye başladı. Bir bakıma Hasan Âli, daha 45 yaşında iken öğretmenliği seçmişti.” Yücel, hukuk öğrenimine başladı, hocası Celalettin Arif Bey’le tartıştıktan sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bırakıp Edebiyat Fakültesi’ne geçiş yaptı, felsefe okudu. Felsefe öğretmenliği, milli eğitim müfettişliği, ortaöğretim genel müdürlüğü, milletvekillik, sekiz yıla yakın bir süre Milli Eğitim Bakanlığı yaptı ve sonra kamu görevinden ayrıldı. Kamu görevinden ayrıldı ama.. kamu hizmetini bırakmadı. Kitaplar yazdı, Cumhuriyet’te yazarlık (22 Şubat 195223 Eylül 1960) yaptı, İş Bankası Kültür Yayınları’nı yönetti (19551960). Yaşamının sonuna kadar toplumun aydınlanması için üstün hizmetler verdi. YDINLANMANIN DEVRİMCİSİ’ Hasan Âli Yücel, henüz 33 yaşında genç bir müfettişken, Milli Eğitim Bakanlığı’nı temsilen Atatürk’ün yurt gezilerine (11 Kasım 19303 Mart 1931) katıldı. Yıldızı parladı. Yeteneğiyle, başarılarıyla kendini tanıttı. Atatürk’ün Çankaya sofralarında da yerini aldı. Yücel, Milli Eğitim Bakanlığı döneminde Köy Enstitülerinin kurulmasını (17 Nisan 1940), dünya klasiklerinin Milli Eğitim Bakanlığı’nca yayımlanmasını sağladı. Eğitim ve kültür alanında unutulmayacak çalışmalar gerçekleştirdi. Yurttaşlık Bilgisi, Edebiyat, Felsefe ve Mantık ders kitapları dışında inceleme, mektup, gezi, makale ve sohbet kitapları yazdı. Dil ve din konularına büyük önem verdi. DP’nin dini siyasete alet eden politikasını, dil devrimine karşı çıkan tutumunu eleştirdi. Herkesin okuması için İyi Vatandaş İyi İnsan kitabını kaleme aldı. Ayrıca şiirleri kitaplaşırken kimi dizeleri bestelendi. Sadettin Kaynak, “Hem aşkım hem ümidim” ile “Gözlerinden içti göynüm” şarkılarını besteledi. Oğlu Can Yücel, babası için şöyle diyordu: “Hasan Âli, Atatürkçü kadronun sivil kanadındandı. Eğitimci Necati Bey, Vasıf Bey, Cevat Dursunoğlu takımından; eğitimi Atatürk bu kadroya teslim etmişti. (...) Hasan Âli garplaşmanın başını çekiyordu. Batılılaşma bir hümanizma hareketiydi. Etrafına topladığı kadrolarla Tercüme Hareketi’ne başlaması bunun en büyük kanıtıdır.” Yıldız Teknik Üniversitesi Öğr. Gör. dirememiş bir çoğunluğun baskısıyla yapılmıyor mu? Böyle bir durumda ne yapacağız? Atatürk’ün hedefi olan çağdaş uygarlık düzeyini aşmaya, onun efsaneleşen Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel’in gerçekleştirdiği atılımları daha da ileri taşımaya, gericiliğe, yobazlığa asla ödün vermemeye çalışacağız, önce… Mustafa Kemal’in beraberindeki grupla yurt gezilerinde üç ay yakınında bulunan Hasan Âli Yücel’in bu günlerle ilgili bir anısını Alev Coşkun şöyle anlatıyor: “Mustafa Kemal, etrafında bulunanlara önemli bir soru yöneltmişti:‘Türk milleti, ne zaman kendini kurtulmuş sayabilir?’ Kimileri çekingen durdu, kimi dalkavuklar ise türlü fikirler ortaya attılar. Yücel soruyu, ‘Paşam, Türk milleti ne zaman kurtarıcı arama ihtiyacını duymayacak hale gelirse, o zaman kurtulmuş olur’ diye yanıtladı. Mustafa Kemal, ‘Hepiniz güzel fikirler söylediniz. Fakat bu çocuğun ileri attığı, üstünde bizi derin derin düşündürmeye değer bir fikirdir’ diyerek beğenisini açıkladı.” (Coşkun, 41, 42). Günümüzde her gün biraz daha özlemle Atatürk’ü, Atatürkçü düşünceyi arama çabamız, Hasan Âli Yücel’in eğitim ve kültür reformlarına gölge düşürülmemesi isteğimiz, boşuna değil… (1) Alev Coşkun, Hasan Âli Yücel/Aydınlanma Devrimcisi, Cumhuriyet Kitapları, Nisan 2007 (2) Alev Coşkun, Eğitimde Çığır Açan DevrimciHasan Âli Yücel, 1999 (3) Mustafa Çıkar, Hasan Âli Yücel ve Türk Kültür Reformu, T. İş Ban. Kültür Ya., 1997 ‘A GERÇEK GÖZLEMCİ Sözün bu noktasında sizlerin, “İyi ama.. Türkiye’de neler oluyor” dediğinizi duyar gibiyim. Haklısınız! Türkiye nereye gidiyor? Cumhuriyet yönetiminin kazanımları tersine çevrilmeye çalışılmıyor mu? Bu süreç yüzde 46.5’le iktidara gelen tek parti iktidarının, demokrasiyi içine sin CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle