06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 Yusuf Ziya Özcan, göreve geldiğinden bu yana açıklamaları ve uygulamalarıyla tepki çekiyor C haberler BİR BAKIMA SERVER TANİLLİ 29 ŞUBAT 2008 CUMA AKP’nin YÖK Başkanı ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan, göreve geldiğinden bu yana sergilediği “AKP yanlısı çizgi” ile kurulun “özerkliğine” gölge düşürüyor. Özcan’ın, yükseköğretim sisteminden sorumlu birinci kişi olarak, sürekli “AKP’nin isteklerini gündeme getirmesi”, uygulamalarının da bu yönde olması dikkat çekiyor. Özcan’ın, göreve geldiği 10 Aralık 2007’den bu yana imza attığı “skandallar” şöyle: Göreve gelir gelmez yaptığı ilk basın toplantısında, “üniversitelerdeki tüm yasakların kaldırılmasından yana olduğunu” açıkladı. Özcan’ın, “türbana yeşil ışık yakan” bu açıklamasından sonra, AKP konuyla ilgili çalışma başlattı. Özcan, üniversitelerde türban yasağına ilişkin yargı kararları için “Bunlar, üniversitenin dışında konmuş yasaklardır. Mahkemelerle ilgilidir. Bu bakış meselesidir. Öyle bir kural olabilir. Ama siz onu önemli görmeyebilirsiniz, bir sürü insanı rahat ettirirsiniz” dedi. Üniversitelerin paralı olması gerektiğini söyleyen Özcan, “Amaç, sadece belli sayıda insanı üniversiteye taşımak olabilir. Okullar bedava. Hiçbir yerde görülmemiştir” dedi. YÖK Başkanı, TBMM Başkanı Köksal Toptan’ı ziyareti sırasında da açık unutulan mikrofona yansıyan sözleriyle çok tartışıldı. Özcan, “Sayın Cumhurbaşkanı (Abdullah Gül) tavsiye etti. Başbakan ‘Aman hocam’ dedi. ‘Dikkat’ dedi, ‘Bir şey söylersin, ipimizi çekerler’ dedi” ifadelerini kullanmıştı. Özcan hakkında Maliye Bakanı Kemal Unakıtan ile müsteşarı Hasan Basri Aktan arasında geçen ve yine açık olan mikrofon sayesinde kamuoyunun duyduğu konuşma ise şöyleydi: “Aktan: Yeni YÖK Başkanı’nın havası değişmiş. Gayet güzel sözler söylüyor? / Unakıtan: İsterse söylemesin... Türban için yasal düzenleme yapılmasına karşı tepki göstermek için bir araya gelecek olan ÜAK’nin toplantısını engellemek isteyen Özcan, toplantıdan bazı rektörlere telefon ederek toplantının yapılmamasını istedi. Özcan, engelleyemediği ÜAK toplantısına katılarak bu kez toplantıdan önce rektörleri “tehdit etti” ve “kılık kıyafetle ilgili düzenlemelerin kurulun gündemi olamayacağını, aksi takdirde suç işleneceğini” savundu. Özcan sayesinde, YÖK’ün ilk genel kurul toplantısında imam hatiplere alanı dışında üniversite okuma olanağı tanıyacak katsayı düzenlemesi “üstü kapalı da olsa” gündeme girdi. Özcan’ın son icraatı da günlerdir sert tartışmalara yol açıyor. Rektörlere pazar akşamı gönderdiği genelgeyle türbanlıların üniversiteye alınmasını isteyen Özcan, rektörlerin hukuksuzluğa ortak olmayarak türbanlıları üniversiteye almadığını görünce de bu kez yeni bir açıklama yaparak rektörlerin “suç işlediklerini” öne sürdü. Bir Yaşam, Bir Ölüm... Yalnız halk değil, aydınlardan da bir parça namusu olanlar, seslerini bu sese katmalı değil mi? ? Telafisiz bir ölümle de sarsıldık: 12 Şubat’ta Semih Vaner’i kaybettik. Ama nasıl anlatmalı? Bir ayağı Batı’da, bir ayağı Türkiye’de müstesna aydınlar vardır: Her iki dünyanın sesini birbirine katar; bir senteze varmıştır ve her konuda bu sentezden örnekler verirler. Fransa için, Stefan Yerasimos ile Semih Vaner’i böyle bilirdik: Stefan’ı 2005 yılında kaybetmiştik; Semih de şu son günlerde... Rastlantı, ikisi de 63 yaşında, yani vakitsiz! Semih Vaner, siyaset bilimi alanında yetişmişti. Bir Türk’ün Fransa’da sivrilip, ülkenin ünlü kurumlarına gidip aralarına katılmak ve yer tutmak, hiç kolay değildir. Semih Vaner, bu barikatı aşmıştı. Yazıları ve fikirleriyle, kendini kabul ettiren bir aydın, bir düşünürdü. Başta Le Monde, Le Figaro ve Libération gazetelerinin okurlarının aradığı bir kalemdi. 1984’te Paris Siyasal Bilgiler Enstitüsü ve CNRS çerçevesinde kurduğu “Fransız Doğu Akdeniz ve Türkİran Dünyası Araştırmaları Derneği / AFEMOTİ” bünyesinde çıkarttığı bilimsel CEMOTİ dergisi, alanında bir ilkti ve ciddiliğini bugüne değin korudu. Türkiye’nin gündeminde olan demokratikleşme, Avrupa Birliği ile ilişkileri ve başka sorunlar, Ermeni tartışması ve Kürt ve benzeri sorunlarda, kısa soluklu çıkar ve kaygılardan uzak bir olgunlukla düşüncelerini sergiledi ve tartışmalara katıldı. Yayımladığı ilginç kitaplarının listesini vermenin yeri burası değil. Ama, 20 uzmanı bir araya getirip, La Turquie adıyla Fayard’da yayımlattığı eser pek önemlidir. Çağdaş Türkiye’yi, dış politikasından anayasasına ve edebiyatından sinemasına ve mutfağına değin ele alıp değerlendiren bu kitap, bir ilktir ve dev bir çalışmadır. Özetle, kaybımız büyüktür. Anısının önünde derin saygılarla eğiliyorum... Ö ZCAN’IN YARGILANMASI İSTENDİ Y ARSAV BAŞKANI: İlk suç duyurusu ADD’den ADD Bursa Şubesi Başkanı Kırayoğlu, rektörlere ‘türbanı serbest bırakın’ talimatı gönderen YÖK Başkanı Özcan’ın görevi kötüye kullanmaktan yargılanması için savcılığa başvurdu. BURSA/ANKARA (Cumhuriyet) ADD Bursa Şubesi Başkanı Lütfü Kırayoğlu, rektörlere gönderdiği yazıda türbanlı öğrencilerin derslere alınmasını isteyen YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan hakkında “açıklamalarıyla suç işlediği ve görevini kötüye kullandığı” gerekçesiyle Bursa Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulundu. Şikâyet dilekçesini sabah saatlerinde Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı’na veren Kırayoğlu, üniversitelerdeki türban yasağının Anayasa Mahkemesi’nin 7 Mart 1989 tarihli kararıyla uygun bulunduğunu ve üniversitelere türbanla girmenin anayasanın başlangıç, 2, 10, 24 ve 174. maddelerinde ifadesini bulan laiklik ilkesine aykırı bulunduğunu anımsattı. Tüm anayasal ve yargısal emir ve kurallar yürürlükteyken YÖK Başkanı Özcan’ın rektörlere talimat göndererek türbanlı öğrencilerin okula alınmaları için YÖK Yasası’nın değiştirilmesine gerek olmadığını ifade ettiğini anımsatan Kırayoğlu, “Oysa, anayasanın 42. maddesinde yapılan değişiklik, yukarıda sözü edilen yüksek yargı organlarının verdiği kararları ortadan kaldırmamaktadır” dedi. Kırayoğlu, Özcan’ın, bu eyleminden ötürü, Türk Ceza Yasası’nın “Görevi kötüye kullanmak” başlıklı 257. maddesinin 1. bendinde geçen, “Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan haller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir kazanç sağlayan kamu görevlisi, 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” hükmü uyarınca cezalandırılması için kamu davası açılmasını istedi. Özcan talimatla suç işledi İilhan TAŞCI ANKARA Yargıçlar ve Savcılar Birliği (YARSAV) Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu, YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan’ın yargı kararlarını hiçe sayarak türbana serbestlik talimatının ceza yasasına göre suç olduğunu bildirdi. Hâkim ve savcıların örgütlendiği YARSAV’ın Başkanı Eminağaoğlu, YÖK Başkanı Özcan’ın türbana ilişkin talimatını değerlendirdi. Eminağaoğlu, Anayasa Mahkemesi kararlarının tüm organları, gerçek ve tüzelkişileri bağladığının anayasada açıkça ifade edildiğini vurgulayarak şunları söyledi: “Yüksek mahkemenin 1989 ve 1991 tarihli kararları uyarınca üniversitelere türbanla devam söz konusu olamamıştır. Geçerliliğini koruyan bu kararlara uymamak Türk Ceza Yasası’nın 257. maddesinde düzenlenen görevi kötüye kullanma suçunu oluşturur. Anayasa Mahkemesi’nin söz konusu kararlarının dayanağı olan anayasanın 2. maddesinde bir değişiklik söz konusu olmadığına ve de olamayacağına göre soyut ve genel nitelikte düzenleme içeren, somut ve doğrudan uygulanabilir niteliği bulunmayan son anayasa değişikliği ile önceki Anayasa Mahkemesi kararları bertaraf edilemez.” Eminağaoğlu, Özcan’ın talimatını “anayasaya göre konusu suç teşkil eden emri gündeme taşımak” olarak nitelendirirken “Tablonun hukuk ekseninde yorumu bu şekildedir. Gerek YÖK’ün yazıları hakkında cezai yönden ilgili soruşturma mercileri, işlemin denetimi yönünden de başvuru halinde Danıştay hukuksal gereğini yerine getirecektir” diye konuştu. Eminağaoğlu, YÖK Başkanı’nın çıkışını şöyle değerlendirdi: “Yargı kararlarına uymak dışında hiçbir seçeneği olmayan kişi ve kurumların yargı kararlarını görmezden gelmenin ötesinde bu kararları yok sayması; bunun da siyasi iradenin dışında olması gereken bilim kurumlarında gerçekleşmesi son derece düşündürücüdür.” ‘Tayyip’in türbanı ABD bayrağı’ Üniversitelerde türbanı serbest bırakan yasa değişikliğinin onaylanması, Marmara Üniversitesi (MÜ) ve Boğaziçi Üniversitesi’nde (BÜ) protesto edildi. MÜ Göztepe Yerleşkesi’nde yemekhane önünde toplanan öğrenciler, “AKP’yi istemiyoruz” pankartı açarak üniversitenin girişine kadar yürüdüler. Üniversitenin güvenlik görevlileri tarafından okulun kapısı kapatılarak basın mensuplarının içeri girmesi engellendi. Burada öğrenciler adına açıklama yapan Özgür Aydoğan, üniversitelerin adım adım gericiliğe teslim edildiğini belirterek “Dini inançlar her geçen gün daha fazla siyasal ve ekonomik amaçlar için kullanılıyor. AKP üniversitelerde türban yasağının kaldırılmasını insan hak ve özgürlüklerine ilişkin bir kısıtlamanın kaldırılması olarak göstermeye çalışırken dini inançlar istismar ediliyor” dedi. Aydoğan, üniversitelerin sözde türban özgürlüğünden önce binlere sorununun bulunduğuna vurgu yaptı. Açıklamanın ardından okunan “Üniversiteli Öğrencilerden Akademisyenlere Açık Mektup”da ise türban sorununun özgürlük meselesi değil, karşıdevrim sorunu olduğu vurgulanarak tüm akademisyenlerin ve öğrencilerin birlikte mücadele etmesi için çağrıda bulunuldu. Öğrenciler “Türbana hayır”, “Kahrolsun AKP, bağımsız Türkiye”, “Tayyip’in türbanı Amerika bayrağı”, “AKP’yi istemiyoruz”, “Ne ABD ne AB bağımsız Türkiye” sloganları attı. Boğaziçi Üniversitesi Güney Kampusu’nda toplanan öğrenciler de “AKP’yi istemiyoruz, 2 Mart’ta Kadıköy’deyiz” pankartı ile yerleşkenin girişine kadar yürüdüler. Burada yapılan açıklamada, üniversitelerde türban yasağının kaldırılmasının hiçbir biçimde insan hak ve özgürlükleriyle ilgili bir konu olarak görülemeyeceğine dikkat çekildi. (Fotoğraf: UĞUR DEMİR) aşamla ölüm iç içedir. Bu gerçek, canlıların bir parçası olarak yalnız insanlar için değil, toplumlar için de geçerli. Toplumda da, bir ölümkalım mücadelesi sürüyor. Son günlerde bunların örneklerini gördük. ? DİSK, yani Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu, 1960’larla, Türkiye İşçi Partisi ile beraber hayatımıza katılmıştı. TİP, yeni değerleri savunurken; DİSK de, Amerikan tipi “siyaset üstü” bir sendikacılık anlayışını sürdüren Türkİş’e karşı, devrimci bir sendikacılık ilkesini edinmişti. TİP ile DİSK’in el ele yürüttükleri bir mücadeleyi görmüş mutlu bir insanım. 12 Eylül’ün felaketlerini yaşayıp geçirdikten sonra, Türkİş bugün AKP’nin avucunda, yani teslim olmuş durumda. DİSK ise, özgür ve dimdik ayakta! DİSK, 13. Genel Kurulu’nu yaşadı; seçimlerini yaptı ve dostadüşmana, tek büyük ve örgütlü emekçi gücün temsilcisi olarak, yeni bir mücadelenin işaretini veriyordu. DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi, konfederasyonun üstleneceği yeni bir rolü de gündeme getirerek Genel Kurul’la ilgili şöyle konuşmuştu: “Önümüzdeki dönemin muhalefetinin şekillendiği bir Genel Kurul oluyor. Bağımsız ve kuşatılmamış bir kurum olması nedeniyle, toplumun DİSK’ten beklentisi var. Biz sendikal misyonumuzu değiştirmeden, bir siyasi kimliğe dönüştürmeden, kendimizi parti yerine koymadan bütün muhalefete, AKP’ye karşı işbirliği çağrısı yapıyoruz.” Yeni bir “toplumsal muhalefet”e öncülük bu! “Emekçilere ve halka yeniden bir ayağa kalkış çağrısı”dır söz konusu olan. “Tüm emek ve demokrasi güçleri, haklarımız ve geleceğimiz için bir araya gelmeye, gerçekten bağımsız demokratik bir Türkiye’yi inşa etmek için mücadele etmeye” çağrılıyor. “Hayatın her alanında emekten, insandan, doğadan, demokrasiden, barıştan, bağımsızlıktan, özgürlükten, eşitlikten yana” mücadeleye ant içiyor DİSK. Yeni bir sestir bu ve büyük güven veriyor. Y AFGAN GAZETECİ ANLATTI İdam kararı 4 dakikada çıktı Dış Haberler Servisi İngiliz Independent gazetesi, Afganistan’da “İslama hakaret ettiği ve İslamda kadının rolüne ilişkin yanlış bilgi içerdiği” öne sürülen bir yazıyı internetten dağıttığı gerekçesiyle idama mahkum edilen gazeteci Said Pervez Kambakş’la 4 aydır tutulduğu hapishanede röportaj yaptı. Geçen ekim ayında tutuklanan 23 yaşındaki gazetecilik öğrencisi, bazı arkadaşlarının kendisi hakkında şikâyette bulunduğunun iddia edildiğini ancak buna pek inanmadığını belirtti. Tutuklandıktan sonra ilk haftalarda avukat edinmesine bile izin verilmediğini söyleyen Kambakş, 22 Ocak’ta çıktığı mahkemede alınan idam kararıyla şoka uğradığını belirterek “Hâkimler benimle konuşmadan karar aldı. Duruşma sadece 4 dakika sürdü” diye konuştu. Balkh Hapishanesi’nde kalan ve oldukça bitkin olduğu gözlenen genç gazeteci, hapishanede gardiyanların kışkırtmasıyla dinci mahkumların saldırılarına maruz kaldığını da ifade etti. Hakkındaki temyiz davasının başkent Kâbil’de daha adil şartlarda görülmesini umduğunu söyleyen Kambakş, “Devlet Başkanı Hamid Karzai’nin davamla ilgilendiğini duydum. Beni affedebilir, ama ne tür bir baskı altında olduğunu bilmiyorum” dedi. üba Devlet Başkanı, bağımsız Küba’nın kurucusu, gerilla savaşçısı Fidel Castro da doğa yasasına boyun eğdi. Yaşlılık ve hastalık nedeniyle başkanlığı bıraktı. Fidel Castro, İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşan yeni sosyalist devletlerden birinin kurucusuydu. Çok özel bir dönemin çok özel bir politikacısıydı. Fidel Castro, 1950’lerden itibaren dünyada esen sosyalizm ve eşitlik rüzgârının da önemli temsilcilerinden birisiydi. Buna ek olarak ABD’nin yanı başında ve bu süper devlete rağmen ayakta kalmayı başarmış bir ülkenin, bir sistemin yöneticisiydi. Sosyalizm, 20 yüzyıl boyunca insanlığın kapitalizme karşı bir seçeneği olarak ortaya çıktı. İnsanlığın ufkuna yeni umutlar ekledi. İşte Castro bu umudun önemli temsilcilerinden birisiydi. ??? Sosyalizm deneyi, 20. yüzyılın sonuna doğru önemli başarısızlıklara uğradı. ABD’ye karşı bir başka süper devlet haline gelen Sovyetler Birliği, kendi iç çelişmeleri ve kapitalist dünya ile giriştiği rekabette geriye düştü. Özellikle silahlanma alanında emperyalizmle giriştiği rekabet, Sovyetler Birliği’ni eşitlik ideallerinden uzaklaştırdı ve dişine kadar silahlı bir militarist ülke ha K SIFIR NOKTASI ORAL ÇALIŞLAR Fidel’e Selam... lığın despotizmine dönüştü. Bu despotizm, kişisel yaratıcılığı öldürdü, rekabeti ortadan kaldırdı. Başlangıçta, mülk sahibi sınıfları deviren komünistler, kendileri bir imtiyazlı zümre yarattılar. Bu imtiyazlı zümre, giderek acımasız bir diktatörlüğün yaratıcısı haline geldi. ??? Fidel Castro, diğer sosyalist liderlerden daha halkçı bir karakterle öne çıkmasına rağmen, o da sonuç olarak, ülkesini bir diktatör olarak yönetti. Çünkü tek parti yönetimi zaten başından birçok zaafı içinde taşıyordu. Kişilerin putlaştırılması ne yazık ki burada da hükmünü yürüttü. Bir gerilla ayaklanmasını lideri olarak siyasi yaşama atılan Castro, küçük bir ülkenin bağımsız bir yöneticisi olarak ABD’nin yanı başında ayakta kalmayı başararak önemli bir olumlu örnek portresi çizmesine rağmen, sosyalist ülke line dönüştürdü. Sovyetler, diğer sosyalist ülkeler üzerinde de ekonomik ve askeri hegemonya kurdu. O ülkelerin içişlerine müdahale etti, iktidarlarını değiştirmeye kalktı, karşı koyanları ise askeri müdahalelerle devirdi. Askerileşen Sovyet ekonomisi, eşitlik, refah, demokrasi, özgürlükler alanında tam bir hayal kırıklığına yol açtı. Özellikle sosyalist ülkelerdeki halkın ekonomik sıkıntıları, 20. yüzyılın başındaki umutları, adım adım umutsuzluğa çevirdi. ??? Sosyalist ülkelerin kapitalist ülkelere karşı yaratacağı seçenek, ancak gelir adaleti, yönetimde alt sınıfların da söz ve karar sahibi olabileceği bir sistem yaratabilmekti. Umutlar böyleydi, beklentiler böyleydi. Ne yazık ki, sosyalist ülkelerdeki tek parti yönetimleri toplumsal demokrasiyi gerçekleştiremediler. Tersine, tek parti yönetimleri küçük bir bürokratik azın lerdeki genel zaafların birçoğundan o da kendini kurtaramadı. Fidel Castro, 20. yüzyılın önemli bir devrimcisiydi. Yepyeni ve kendine özgü bir ülke kurdu. Bu yönüyle birçok önemli örneğe öncülük etti. ??? Küba da özgürlükler ve demokrasi, farklı olanın kendini ifade edeceği çoğulculuk ne yazık ki hiçbir zaman olmadı. Bunun kendine göre bazı gerekçeleri de öne sürüldü. Ancak hiçbir gerekçe bir ülkenin 50 yıl tek kişi ve tek parti tarafından yönetilmesinin doğru olduğunu haklı gösteremez. Fidel ayrılırken, yerini kardeşi Raul’un alması bile bu ülkenin demokratik gelenekleri içselleştirmediğinin kanıtı. Kuzey Kore de Kim İl Sung’u yerini oğlu almıştı. Suriye’de Hafız’ın yerini oğlu Beşşar, Azerbeycan’da Haydar Aliyev’in yerini oğlu İlham almadı mı? ??? Fidel Castro, tabii ki çok özel bir liderdi. Halkı tarafından çok sevildiği de ayrı bir gerçek. Bizim gençlik hayallerimizin, dünyada ABD’ye isyan edebilmenin mutluluğunu temsil eden bir öncüydü… İnsanlık onu, isyancı özellikleriyle anacaktır… oralcalislar?cumhuriyet.com.tr ‘Özgür’ kadınlar şiddetin pençesinde Dış Haberler Servisi Köle muamelesi gören kadın ve kızların oranının giderek yükseldiği Afganistan’da, para karşılığı “satılan” ve zorla evlendirilen kızlar arasında 6 yaşında çocukların bile bulunduğu kaydedildi. Independent gazetesi, “Womankind” örgütünün yayımladığı rapora dayanarak verdiği haberde, Afgan kadınların en az yüzde 87’sinin aile içi şiddete maruz kaldığını, bunların bir bölümünün cinsel tecavüze uğradığını yazdı. Haberde, zorla evlilik oranının da yüzde 60’tan fazla olduğu bildirildi. ABD ve İngiltere’nin 2001’de askeri müdahaleyle “baskıcı” Taliban rejimini devirmesinden bu yana kadınların durumunun düzelmediğini, hatta kötüye gittiğini kaydeden gazete, Afganistan’ın kadınlar arasında intihar oranının erkeklerden yüksek olduğu tek ülke olduğunu belirtti. Haberde, evlenen kadınların yüzde 57’sinin 16 yaşından küçük olduğu ifade edildi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle