29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

25 MAYIS 2007 CUMA ekonomi PARİS’TEN UĞUR HÜKÜM ransa’da 22 Nisan ve 6 Mayıs tarihlerinde iki turlu yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinden neoliberal etiketli, otoritermuhafazakar tavırlı bir kişiliğin muzaffer çıkması uzun zamandır buralarda yaşayan bizleri hiç şaşırtmadı. Nicolas Sarkozy’nin cumhurbaşkanı seçileceğine hemen hemen herkes uzun zamandır kesin gözüyle bakıyordu. Önemli olan kaç oy farkla seçileceğiydi. Tek tereddüt ise ikinci turdaki rakibinin kim olacağı etrafındaydı. Zira Fransız siyasal yaşamında pek de yeri olmayan “merkez sağ” siyasal eğilim veya parti adına bir üçüncü adam, kendini “merkez” gören François Bayrou kamuoyu araştırmalarını zorluyordu. Öte yandan 2002 başkanlık seçiminde sol yakadaki adayların bolluğu, demokrasi “lüksünün” (!) limitlerini gösterivermiş, çağdaş bir faşist, JeanMarie Le Pen ikinci tura kalıvermişti. Daha o zaman Fransızların net bir biçimde sağa kaydığı ortaya çıkmıştı. Bu nedenle sol seçmenin yaklaşık yüzde 20’lik (genel seçmen sayısına oranla rahatlıkla yüzde 10’u diyebiliriz) bir kesimi işi sağlama bağlamak kaygısıyla, daha ilk turdan oylarını sosyalist aday Segolene Royal’e verdi. Ancak merkez sol seçmenin yaklaşık yüzde 30’u aşkın bir dilimiyse, bu kez çeşitli nedenlerle daha ciddi buldukları merkezin adayı, Bayrou’ya oy vereceklerdi. Yani sol cenahta üstü kapatılamaz bir gedik doğmuştu bile… ??? Bizi bu seçim sonuçlarından çıkarak düşündürenlerin başında, bütün dünyada yükselen, zihniyet ve toplumsal yaşamda en efendice ve iyimser deyişiyle “ahlakçılık” niteleyebileceğimiz, yine makul bir kavramla “Neo / Yeni Muhafazakarlık” diye tanımlayabileceğimiz, aslında en basit ve ağır deyişiyle de “gericilik” demek istediğimiz “olgu” geliyor. Kanımızca, bu olgunun (sözümüz meclisten dışarı) iki “bo…” ucundan hangisinin daha pis veya vahim olduğu tartışması, aydınlar açısından “kel başa şimşir tarak” misali, fuzuli bir didişmenin, ukalalığın ifadesinden öteye geçemez. Yeryüzünün her zerresinde yükselen ordu veya milis veya polis destekli “milliyetçilik” mi daha tehlikeli, yoksa ABDSuudiİran derin patentli veya tekkelitarikatlı veya çember sakallısıkma başörtülü “Dincilik” mi daha tehlikeli? “Reaksiyon/Gerileme”ye, 21’inci yüzyıl gericiliğine bu iki “seçenekten” birini tercihten hareketle kimin, neden, hangi ülkede, birine veya ötekine ne kadar kanatlarını gerdiğini savunarak hesap yapanlar ya çok saflar, ya dolaylı veya doğrudan çıkarları var, ya da en edeplicesiyle, yanlışa düşenlerdir diye düşünüyorum. Yeri gelmişken belirtelim, iki seçeneğe (!) de aynı mesafeyi alamayanların sorumluluğu kendilerine ama zararları geleceğe… İşte Fransa’da yaşanan seçim süreci ve “Nicolas Sarkozy” başarısı da bu açıdan incelenmesi gereken bir olgu. Sarkozy Fransa’da cumhurbaşkanı olabildiyse bunu öncelikle Fransızların milli, manevi ve güvenlik duygularını okşayarak becerdi. Başta milliyetçi duyguları sömüren aşırı sağ ve sonra da oldu bitti, yurtseverlikle milliyetseverlik arasındaki cambazlaşmış bir kısım radikal sol da bu sürece ciddi katkıda bulundu. Fransa’da monolitik bir bütün oluşturmayan kilise de esas itibariyle, belirli sosyal konularda hassasiyet taşısa ve tepki göstermiş olsa bile, “Hıristiyanlık, maneviyat, ahlak elden gidiyor” telaş ve endişeleriyle Sarkozy’nin başarısını kolaylaştırdı, destekledi, pekiştirdi… General Electric Başkanı BeccaliFalco ‘Hükümetin kararına göre yatırıma hazırız’ dedi GE nükleer enerjiye talip General Electric (GE) International Başkanı ve CEO’su Ferdinando BeccalliFalco, çevrecilerin eleştirdiği nükleer santral yapımına talip olduklarını, düşük maliyetli ve etkin nükleer tesisler yapabileceklerini söyledi. Ekonomi Servisi General Electric (GE) International Başkanı ve CEO’su (üst düzey yönetici) Ferdinando BeccalliFalco, Türk hükümetinin istediği yatırım türüne göre, enerji alanında yatırım yapacaklarını belirterek, “Nükleer alanda güçlü teknolojiye sahibiz. Nükleer santral için 22.5 milyar dolar harcamanız gerekiyor. Biz daha az para harcayarak nükleer teknolojide daha ufak ve etkin tesisler gerçekleştiriyoruz” dedi. General Electric’in “GEDay” toplantısı İstanbul Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’nda BeccalliFalco ve Güneybatı Asya Genel Müdürü Kürşat Özkan’ın katılımıyla yapıldı. BeccaliFalco, dünyada ve Türkiye’de çevrecilerin karşı çıktığı nükleer enerjiyi savunarak, “Gaz ve petrol sonsuza kadar kullanılamaz. Büyük miktarda kirlilik yaratmadığı için enerji ihtiyacına nükleer enerji cevap verecektir” diye konuştu. Türkiye’deki toplam satışlarının geçen yıl 1 milyar dolar civarında olduğunu, Doğuş Grubu ve Garanti Bankası ile ortaklık ilişkilerinin de çok iyi gittiğini belirten BeccaliFalco, “Siz burada doğal kaynaklardan daha önemli insan kaynaklarına sahipsiniz. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne dahil olması gerektiğini düşünüyorum. Türkiye genç bir ülke ve Avrupa’nın yaşlı nüfusuna genç kan getirebilir” dedi. GE Başkanı, Türkiye’deki son siyasi gelişmelerle ilgili bir soru üzerine de “Türkiye şu anda demokratikleşme sürecinin bir bölümünü yaşıyor. İnsanlar görüşlerini ifade ediyorlar ve bunu çok medeni bir şekilde yapıyorlar” dedi. Bu arada, “GEDay” kapsamında tanıtılan son teknoloji ürünü ekokardiyografi cihazı Vivid i – IB en çok ilgi çeken ürünler arasındaydı. 30 kat daha hafif, taşınabilir ve kablosuz bir tasarım olan, dizüstü bilgisayar benzeri cihaz birçok işlevi bir araya topluyor. Sarkozy’nin Seçilmesinin Düşündürdükleri ??? Seçimin düşündürdüğü ikinci büyük konu, kütüklere kayıtlı seçmenlerin yüzde 85’inin oylarını kullanmasının yorumlanmasıydı. Bu durum iyimser yorumuyla siyasallaşan, yani kendi “kader”ine yön vermeye kararlı bir halkın tezahürüydü. Halbuki kötümser bir yaklaşımla Faşizm ve Nazizm hatta Sovyetler veya Çin Komünizmleri’nin, İran ilkelliği ve benzerlerinin iktidara yürüme süreçlerinde halkın ciddi bir kesiminin, çoğunluğun desteğini aldığını hatırlatmaya bilmiyoruz gerek var mı? Bu bağlamda en yüksek oy kullanan yaş grubunun 1824 olması hoş. Aynı kesimin yüzde 60’ın üzerinde sol adaya oy vermiş olmasıysa gelecek açısından epeyce sevindirici. Ancak tesellimiz bununla sınırlı. Zira, örneğin genel dağılımın aksine (Sarkozy yüzde 53.3 Royal yüzde 46.7) Sarkozy kadın seçmenlerin yaklaşık yüzde 55’inin desteğini sağlamış. Yaş dilimleri yaşlandıkça Sarkozy’e verilen oy da artıyor. Önümüzdeki 1017 Haziran tarihlerinde yapılacak genel seçimlerde de aynı heyecan ve katılım yaşanacak mı? Fransızlar Sarkozy’ye gösterdikleri yakınlığı, başkanın partisi UMP adaylarına gösterecekler mi? Yoksa Fransız siyasi tarihinin son çeyrek yüzyılına damgasını vuran, sol ve sağ başkan ve başbakanların zorunlu –pek de barış içinde olmasa bile “birlikte yaşama” deneyimlerine bir yenisi mi eklenecek ? ??? Seçimlerden üçüncü çıkartılabilecek sonuç, hatta bir ders de, solun toplumsal seçenek ve/veya sol adayın kişiliği etrafında inandırıcılıktan uzak kalmasıydı. Medyaların kof harikalar, yapay kahramanlar yarattığı, ama aynı zamanda rejimler devirip köklü değişimlere zemin hazırlayabildiği bir devirde Fransız solu geleneksel medya avantajını pek kullanamadı. Elbette ki, başta televizyonlar olmak üzere büyük yayın organlarının patronları Sarkozy’ye yakındı ve onun politikaları doğrultunda çalıştı. Fakat sol hareketin, muhalefetin basın yayın alanında bir çok ülke ve toplumla karşılaştırılamayacak oranda kozları vardı, hala da var. Son derece zengin bir geçmişe, deneyime sahip Fransız solu yeterli ideolojik, politik, felsefi vb öğeler içeren “Gelecek Perspektifli Sosyal Proje”yi sunamadı. “Solun bölünmüşlüğü” argümanınıysa kullanmaya hakkımız yok, zira solun solu ve komünist sol tüm gücünü, inanmadığı ortak bir sol aday çevresinde bile birleştirmesini bildi. Adayların geleneksel dağınıklığı bu kez daha birinci turda olgunca toparlandı. Ancak kesin bir gerçek varsa, o da, ülke genelinde solun azınlığa düştüğüydü. Haziran ayında yapılacak seçimlerde Fransızların denge kaygısı solu iktidar etmeye yeter mi bilemeyiz. Kendi içindeki sorunları halletmekten uzak bir Sosyalist Parti ve gittikçe cılızlaşan bir sol ve dünya bakışı şu anda kitlelere pek cazip gözükmüyor… ??? Son olarak teslim etmek gerekirse, Sarkozy her devirde, her bağlamda az rastlanır bellek, zeka, belagat, fizik mücadele azmine sahip bir kişilik. Çevre koşulları kadar, şahsi gücü onun parlamasını, Fransa ve dünyadaki yükselişini sağlamıştır. Boyunun kısalığı ve hırsı nedeniyle 21’inci yüzyılın Napoleon’u diye anılan Sarkozy aslında küçük bir Sezar. Sezar’ın hakkını da Sezar’a vermeden geçmeyelim; Sezar benim özlediğim dünyadan çok uzak olsa bile. Üstelik Brütüs’ü beklemeden karşıtlarına yaratıcı ve enfes bir mücadele ufku açan bir Sezar. Hodri meydan... [email protected] C 9 F 3 ülkeye 1 turizm merkezi Murat İLEM Murat GÜLDEREN Cevahir Holding Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Cevahir, Türkiye, Yunanistan ve Bulgaristan’ın birleştiği noktada, Meriç Nehri üzerindeki Kavak Adası’na büyük bir turizm merkezi kuracak. Yüzde 52’si Türkiye, yüzde 25’i Bulgaristan ve yüzde 23’ü Yunanistan’a ait olan 260 dönümlük adaya kurulacak otel, eğlence ve alışveriş merkezi ile bir havaalanına yapılacak yatırımın 600 milyon doları aşması bekleniyor. Yunanlı işadamı Odisseas Athanasiou ile adayı gezen Cevahir, proje için Bulgar bir ortak bulma arayışını ve hükümetler arası girişimlerini sürdürüyor. Edirne Valisi Nusret Miroğlu da söz konusu girişimi doğrulayarak projeyle ilgili çalışmaların tüm hızıyla devam ettiğini ve projeye sıcak baktıklarını kaydederek şunları söyledi: “Ada topraklarının büyük kısmı hazineye, bir kısmı kişilere ait. Bürokrasi sorunları çözülürse dünyaya örnek olacak bir proje hayata geçirilebilir. Zemin etüdü çalışmaları sürüyor. Meriç’in taşması ola İbrahim Cevahir, Meriç Nehri üzerinde yer alan Kavak Adası’na otel, alışveriş merkezi ve havaalanı kurmayı planlıyor. 600 milyon doların üzerinde yatırım yapılması beklenen proje için Yunanlı işadamı Odisseas Athanasiou ile anlaşan Cevahir, yeni ortağıyla birlikte adayı gezdi. sılığına karşı toprak dolgular yapıp Bulgaristan sınırlarına doğru alanı genişletme planlarımız var. Proje bitince üç ülkeden ayrı ayrı geçiş yapılabilecek. Yunanistan ile bir sorun çıkabilir. Çünkü köprü yapmaları gerekebilir.” İbrahim Cevahir Murat KIŞLALI ANKARA Mersin Limanı devrinde alıcıya vergi muafiyeti sağlayacak yatırım şartının, liman devredilmeden zaten karşılandığı ortaya çıktı. Böylece alıcı, yılda 72 milyon dolar kâr eden limana isterse hiç yatırım yapmayacak ve buna karşın yine de 5 yıl boyunca vergiden muaf tutulacak. Limanİş Sendikası işlevsiz şartın yer aldığı İmtiyaz Sözleşmesi ile ilgili Danıştay’da dava açtı. ‘Yatırımsız’ yatırım şartı Limanİş Sendikası’nın Danıştay Başkanlığı’na 2 Mayıs 2007 tarihinde verdiği dilekçeye göre, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı (ÖİB) tarafından hafta sonunda devredilen Mersin Limanı’nın İmtiyaz Sözleşmesi’nde limanın “7.5 milyon ton kuru yük elleçleme” kapasitesine ulaştırılması şartı koyuldu. Dilekçeye göre limanda 2004 itibarıyla yaklaşık 10.4 milyon tonluk kuru yük elleçlemesi yapıldı. Böylece 2004 itibarıyla söz konusu rakam geçilmiş oldu. Dilekçede “Alıcı, yatırım zorunluluğu nedeniyle ‘yatırım muafiyeti’ belgesi alacak ve 5 yıl boyunca tüm yatırımları gider gösterip hiç vergi vermeyecektir. TCDD Mersin Limanı 2006 yılında 72 milyon dolar kâr etmiştir. Bu, 5 yıl sonunda yatırımcının 350 milyon dolar kâr etmesi ve 36 yıl için ödediği 755 milyon doların yarısını 5 yıl içinde geri alması demektir” denildi. stanbul Yüksek Ticaret ve Marmara Üniversitesi İİBF Mezunlar Derneği, bir panel düzenledi. Türkiye’nin en köklü derneklerinden olan “Mezunlar Derneği”, ülke sorunlarını yüreklice masaya yatırıp, özgürce tartışılmasını sağladığı toplantılarla bir gelenek yarattı. Yoğun bir katılımla sürdürülen tartışmalarda, “2007 Türkiyesi ekonomik ve sosyal yönden nereye gidiyor?” sorusuna yanıt arandı. Cumhuriyet Mitinglerinde dile getirilen endişeler tartışmalarda somutlaştı. Bu tür toplantılarda, sağlıklı analizleri bilinen bilim adamları ve politikacılar yanında, sorunları bizzat yaşayan ve bedel ödeyen meslek odası temsilcileri de yer alarak sorunlara bakış açılarını ortaya koyuyor, tartışmalara katılıyorlar. Bu panelde, TOBB Türkiye Konfeksiyon ve Hazır Giyim Meclis Başkanı Umut Oran, The Economist dergisinin 2007 yılı başında yayımladığı, 42 ülkenin 2006 yılı ekonomik verilerine dayanarak çok nitelikli analizler yaptı: Türkiye’nin dünya ülkeleri ile kıyaslandığında durumu ne? Ekonomimiz söylendiği gibi parlak bir durumda mı? Bu verilere göre Türkiye nereye gidiyor sorularını gündeme taşıdı. Economist’in yayımladığı veriler ve Sayın Oran’ın analizleri ile Türkiye ekonomisinin görünümü şöyle: Dış ticaret: Türkiye, 842 milyar do İ NOT DEFTERİ ZEKERİYA TEMİZEL Türkiye Nereye Gidiyor? da açık ara dünya birincisi. Verilere göre Türkiye’de üç aylık faiz yüzde 19.74. Türkiye’den sonra 2. sırada yer alan Brezilya’da bu oran yüzde 13.19. Diğer kırk ülke arasında 3 aylık faizi yüzde 10’un üzerinde olan yalnızca Rusya, Arjantin ve Pakistan. On yıllık Hazine tahvil faizinde ise Türkiye yüzde 19.32 ile yine birinci ve en yakın ülkeden iki misli fazla. İkinci sıradaki Güney Afrika’daki oran yüzde 7.75. Enflasyon: Enflasyonda Türkiye dünya dördüncüsü. Kasım sonu verilerine göre Türkiye’deki yıllık enflasyon oranı yüzde 9.9 olarak görünüyor. Bu oranı aşan sadece Arjantin (yüzde 10), Mısır (12.2) ve Venezüella (yüzde 15.8). Geri kalan 38 ülkenin 32’sinde yıllık enflasyon oranı yüzde 5’in altında. (2007 yılı verileri bu konuda birinciliğe yükseleceğimizi gösteriyor.) İşsizlik: Türkiye yüzde 10.1 olan resmi işsizlik oranı ile dünyada 9. Geri kalan 33 ülkede işsizlik oranı bizdeki lar dış ticaret açığı veren ABD, 149 milyar dolarlık açık veren İngiltere ve 110 milyar dolarlık açık veren İspanya’dan sonra 53.2 milyar dolarlık açığıyla 42 ülke arasında 4. sırada yer alıyor. Dış ticaret açığı milli gelirine (GSYİH) göre en yüksek olan ülke ise Türkiye. Buna karşılık Çin 168.3 milyar dolar, Rusya 141 milyar dolar, Brezilya 46 milyar dolar dış ticaret fazlası vermiş. (Dış ticaret açığı veren ilk üç ülkenin parasının rezerv para olduğu dikkate alındığında Türkiye’nin durumu daha da vahimleşir.) Cari açık: Cari açık sıralamasında Türkiye 34.4 milyar dolarlık açığıyla ABD, İspanya, İngiltere, İtalya ve Avusturya’nın ardından 6. sırada yer alıyor. Ancak cari açığın milli gelire oranı ile İspanya ve Yunanistan’ın ardından 3. sıraya yerleşiyor. Türkiye 1923 yılından 2002 yılına kadar 80 yılda, toplam 57 milyar dolar cari açık vermişken son dört yılda 78 milyar dolar açık vermiş. Faiz oranları: Yüksek faiz oranları sıralamasında Türkiye 42 ülke arasın nin altında. Ancak resmi işsizlere, umudunu yitirdiği için iş aramayanlar ile eksik istihdamdakilerin sayısı da eklendiğinde işsizlik oranı yüzde 19.1’e yükseliyor ki bu halde Türkiye işsizlikte de dünya birinciliğini zorluyor. Büyüme: Rekorlar kırarak büyüdüğü söylenen ekonomi (Economist’e göre 2006 yılı büyümesi yüzde 5.2), zengin sanayileşmiş ülkeler ile kıyaslandığında yüksek görünüyorsa da, Türkiye ile birlikte yükselen pazar ekonomisi sayılan Çin (yüzde 10.5), Hindistan (yüzde 8.3), Arjantin (yüzde 7.9), Venezüella (yüzde 7.8) ve Rusya (yüzde 6.7) ile kıyaslandığında beklenen büyümenin hayli altında. Kaldı ki, 2007 yılında büyüme hızının daha da düşmesi bekleniyor. Döviz rezervleri: Türkiye sahip olduğu 58 milyar dolarlık döviz rezervi ile övünüyor. Ancak aynı ligde yer aldığı ülkelerle kıyaslandığında durum hiç de abartılacak kadar değil. Çin’in döviz rezervi 1 trilyon doları aşarken, Rusya 281, Tayvan 265, Güney Kore 234, Hindistan 168, Meksika 83, Brezilya 80 milyar dolarlık rezerve sahip. ??? Türkiye’nin dünya ligindeki durumu bu. Ülkenin geleceğini kurtaracak önlemler almak yerine, içeride tüm verileri saptırarak övünmek geleceği kurtarır mı? Küresel ısınmaya karşı seferberlik Ekonomi Servisi Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF) Türkiye Yönetim Kurulu Başkanı Akın Öngör, Türkiye’nin Kyoto Protokolü’nü imzalamasını istediklerini, getireceği mali yükün ise protokol TBMM’den geçirilmeden müzakere edilebileceğini belirterek imzalamamanın çıkış yolu olmadığını söyledi. Öngör, WWF Türkiye Yönetim Kurulu’na yeni seçilen Cem Duna, Caroline Koç ve Filiz Demirayak ile İstanbul’da düzenlenen basın toplantısında çevreye karşı duyarsızlığın affedilemeyeceğini söyledi. Öngör, Türkiye’nin Kyoto Protokolü’nü imzalamaması halinde, diğer ülkelerin çevresel riski yüksek yatırımlarıyla “çöplük” durumuna düşeceğini belirterek “2012’ye kadar Türkiye’nin imzalaması lazım. 2012 bitsin, sonra hareket ederiz lüksümüz yok” dedi. Öte yandan Küresel iklim değişikliğinin getireceği felaketleri anlatan ‘Uygunsuz Gerçek’ filmiyle Oscar alan eski ABD Başkan Yardımcısı Al Gore, WWF Türkiye ve Garanti Bankası’nın konuğu olarak Türkiye’ye geliyor. Dünya çapında seferberlik başlatan Al Gore, 12 Haziran’da Çırağan Sarayı’nda bir sunum yapacak. Gore’un, herkesi, payına düşeni yapmaya davet edeceği belirtildi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle