29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 EVET/ HAYIR C olaylar ve görüşler 25 MAYIS 2007 CUMA Laik Cumhuriyeti Savunmak Laik Cumhuriyeti burjuvalar mı kurdu? Cumhuriyeti kuranların mütevazı kökenleri böyle bir savı doğrulamaz. Türkiye’de yerli köklü bir burjuva sınıfı var mıdır? Ülkemizin en varsıl ailelerinin sadece üç göbek ötedeki aşırı mütevazı kökenleri ise soruyu “Yoktur’’ diye yanıtlamamızı zorunlu kılar. Gerçek şu ki Osmanlı’nın, tarih sahnesinde tasfiyeye uğramış gayrı müslim ticaret erbabından başka sözünü etmeye değer burjuvası yoktu. Laik Cumhuriyetin bir burjuva sınıfı yaratmaya çalıştığı doğrudur, ancak bu sınıfın Cumhuriyeti koruduğu mu yıprattığı mı tartışma konusudur. Batılılar, alışkanlıkları gereği, Osmanlı ve erken Cumhuriyet toplumlarının ne Marksist anlamda burjuva/ küçük burjuva kümelendirmeleriyle, ne de diğer Batılı toplumbilimcilerin bu terimlere yükledikleri – orta sınıf, kentli gibiçağrışımlarla çözümlenebileceğini kabul edemiyorlar. Zannediyorlar ki, Türkiye’de evvel ezel, hali vakti yerinde, Batıcı, kentli bir orta sınıf vardır; Cumhuriyeti de, dinle fazla ilgisi olmayan bu insanlar kurmuştur! Alt sınıflar ise yoksul, dindar ve tutucudur, AKP bu ezilen alt sınıfın temsilcisidir. İlginç olan, kimi Türk düşünür ve yazarların da ülkemize tam da Edward Said’in tanımına uyan bu oryantalist gözlükle bakmalarıdır. Bu bakış açısı, kimi tarikatların siyasi yükselişinin baş destekçisi, savurgan mı savurgan, varsıl mı varsıl, tam da terimin ekonomipolitik çağrışımıyla burjuva kesimleri görmezden geldiği gibi, Köy Enstitüleri’nden yetişmiş koca bir köylü aydınlar kuşağını ve onların toplumdaki etkilerini yok saymakta; ister varsıl, ister yoksul, ister köylü ister kentli olsun Türkiye nüfusunun üçte birini oluşturan koca bir Alevi yapıyı ve böylesine geniş bir azınlığın diğer toplumsal kü PENCERE El Ele Seferberliğin Bilinci... azının sonunda söyleyeceğimi başında dile getireyim... Şimdiye dek çoğu kişinin ağzında durmadan yinelenen bir laf vardı... Diyorlardı ki: Başında Deniz Baykal olduğu sürece CHP’ye oy vermem!.. Artık iş değişti... Kendisini Atatürkçü, devrimci, bağımsızlıkçı, solcu, sosyal demokrat bilen hiç kimsenin böyle bir fanteziye hakkı yok... Siyasi lüksü de yok!.. ? Tarihsel şans Baykal’a güldü; kendi kendisini, çevresine duvarlar çekilmiş bir partinin liderliğine mahkum etmiş genel başkan bu eziyetten kurtuldu... Cumhuriyet mitingleri sayesinde solu bölen duvarlar yıkıldı... Baykal’ın da ufku açıldı... Artık hiç kimse Baykal’ı mazeret göstererek CHP’ye oy vermekten kaçınamaz... Deniz Baykal bu tarihsel fırsattan yararlanarak kişiliğinde var olan bilgisini, görgüsünü, deneyimlerini 22 Temmuz seçimi için seferber etmelidir... ? CHP liderinin tarihsel şansı laik Atatürk Cumhuriyetinin savunmasını üstlenen kitlelerin geniş desteğiyle bütünleşirse, 22 Temmuz’da büyük bir tehlike göğüslenebilir... CHP’liler.. DSP’liler.. Ve SHP’liler... SHP deyip dudak bükmeyin.. SHP’nin Cumhuriyet mitinglerinde yaratılan birleşme ve bütünleşmenin ruhuna uygun olarak harekete katılması, “katkı gücü” ve ‘imaj’ açısından kaçınılmazdır... Baykal.. Sezer.. Karayalçın.. Üçü de el ele vermelidirler.. Tarihsel hareketin sosyal demokrat ya da sol fotoğrafında bir kişi bile eksik kalmamalıdır. ? Kişisel ve partisel tüm gerekçelerin, mazeretlerin, birikimlerin, hesapların, düşmanlıkların, kinlerin canı cehenneme... Çünkü Atatürk Cumhuriyeti tehlikede!.. Parti içi ve dışı kavgaların ve kan davalarının ruhlardaki, vicdanlardaki, yüreklerdeki izleri akılcı özverinin süngeriyle silinmelidir... Deniz Baykal’ın geçmiş deneyimiyle bu bilincin gücünü duyumsaması ve yakalaması gerekiyor... Ancak bu bilinçtir ki el ele seferberliğin ateşini tüm gönüllerde yakabilir!.. OKTAY AKBAL Erendiz ATASÜ AKP, Anadolu’nun İslam geleneğinde yeri olmayan birtakım devşirme ve çırpıştırma dinci davranışları, gözü doymaz bir yeni burjuvazinin parasal ve bürokratik desteğinde, politik hırsla sarmalayıp, köyünden kopup da kentleşemeyen varoşluya ve Türkiye cahili ama Türkiye üstünden çıkar sağlamaya kararlı birtakım Batılı kişilere ve kurumlara, “Biz buyuz!” diye şırınga etmeye çalışan siyasi hareketin adıdır. meler üstündeki kaçınılmaz etkisini de göz ardı etmektedir. Her gelir düzeyinden, her ırksal kökenden insanı kapsayan Alevilerin dünyevi kültürünün laik yaşam biçimine denk düştüğü niyeyse hep unutulmaktadır. Türkiye’de her gelir düzeyinde, inanç ve ibadet bağlamında dini bütün, ancak toplumsal yaşamın din kurallarına bağlı düzenlenmesine karşı olan geniş sayıda Müslümanın varlığı da göz ardı edilmektedir. Unutulan başka bir husus, Sayın Demirel’den Özal’a, Sayın R.T. Erdoğan’a kadar, hayli mütevazı kökenlerden gelip öne çıkmış kimi sivil politikacıların, yükselişlerini, hırslı kişilik yapılarına ve kimi toplumsal etmenlere olduğu kadar, henüz küreselleşme denen emek düşmanı fırtınaya kapılmamış bir Türkiye Cumhuriyeti’nin, halk çocuklarının önünü açan tutumuna da borçlu olduklarıdır. AKP ne ezilenlerin temsilcisidir, ne de geleneksel kültürümüzün! AKPli belediyelerin hoyrat ellerinde, çirkinlikten çirkinliğe bürünen kentlerimiz, bu zevatın ne Osmanlı’nın ne Selçuklu’nun o güzelim mimari estetiğinden, ince süsleme zevkinden hiç mi hiç nasip almadığının, alamadığının en birinci göstergesidir! AKP, Anadolu’nun İslam geleneğinde yeri olmayan birtakım devşirme ve çırpıştırma dinci davranışları, gözü doymaz bir yeni burjuvazinin parasal ve bürokratik desteğinde, politik hırsla sarmalayıp, köyünden kopup da kentleşemeyen varoşluya ve Türkiye cahili ama Türkiye üstünden çıkar sağlamaya kararlı birtakım Batılı kişilere ve kurumlara, “Biz buyuz!” diye şırınga etmeye çalışan siyasi hareketin adıdır. Laik Cumhuriyeti desteklemek için sokağa dökülen AKP karşıtı kitleleri, orta sınıflar etiketiyle tanımlamak, çok dar bir bakış açısını yansıtmaktadır. Hareketin öncülüğünü, orta sınıf kökenli sivil toplum kuruluşlarının üstlenmesi başka bir husustur, sessiz kalmaya itilmiş hangi kitlelerin bu harekette seslerini buldukları ise bambaşka bir husus! Tarih, hemen hemen bütün dip dalgalarının (İslamcı dönüşümler dahil), öncülerinin daha üst katmanlardan doğduğunu bize göstermektedir! Soru, otuz yıl önce ortasol ya da uç sol siyasetlere gönül vermiş varoşların beş yıl önce neden AKP’ye oy verdikleri ve şimdi niçin derin hayal kırıklığı içinde olduklarıdır. Ülkeyi yöneten kadrolar dinciliğe doğru kayarsa, acaba kırsalda ve varoşta kendiliğinden harekete geçecek sivil dinci baskının bireyler üstündeki etkisi nedir? Belki önümüzdeki seçimde dahi, ona doğru seçenekler sunulmazsa, maddi zorlukların ve sivil dinci baskının kıskacındaki kimi varoşlu, kısa çıkarlarını kovalayacak ve bol harcama yapabilme lüksüne kavuşmuş AKP’nin gözünü boyamasına izin verecektir. Ama derindeki asal hayal kırıklığı yerli yerindedir ve öfkeye dönüşmektedir. Cumhuriyetin değerleri için haykıran kitlelerin sadece İslamcı cumhurbaşkanına karşı çıktıklarını düşünmek de bir başka dar görüşlülüktür. Kitleler küresel tezgâhın ortağı siyasi iktidarların ülkeyi, onuruyla birlikte parsel parsel satarken kendilerinin ve evlatlarının geleceğini de iptal etmekte olduğunu yeni yeni görebilmektedir. Küresel neoliberalizm, sermaye ve medyanın gücüyle neredeyse tüm zihinlerde, erişilmez bir tabu konumuna yükseltilmiştir. Bu yüzden, sistemin özüne duyulan karşıtlık kekeme kalmakta, psikolojik olarak veya gelecek korkusuyla bastırılmaktadır. Bu kekemelik bile, şu anda demokrasiden ne kadar uzak olduğumuzu açığa vurmaz mı! Küresel neoliberalizmin böl ve yönet ilkesi doğrultusunda dinsel ve ırksal köken üstünden siyaset yönlendirici biçimine karşı durmak; başka bir deyişle, yurttaşı içine doğduğu dar geleneğin güdümlü parçası olarak değil, özgür bir birey olarak kabul eden laik düzeni savunmak, sistemle ilgili tüm hoşnutsuzlukların ifade yolu olmaktadır. Kitleler Cumhuriyetimizin laik yapısını olduğu kadar, satışa çıkartılan yurtlarını ve çiğnenen onurlarını geri istemektedirler. Türk Olmak Mutsuzluk mu? nce şu “muhtıra” sözcüğünün tanımını okuyalım: “Andıç, hatıra defteri, hatırlamak amacıyla yazılıp verilen tezkere, devletler arasında diplomatik bir konuda diplomasi memurunun, kendi hükümetinin görüşlerini belirtmek üzere, görev gördüğü yabancı ülke yetkililerine verdiği yazılı nota...” Beş yüz yurttaşımız, hemen hepsi kamuoyunca tanınan, bilinen insanlar, yazarlar, sanatçılar, aydınlar bir bildiri yayımladılar... Bu da bir tür “muhtıra”! Dedikleri özetle, Genelkurmay Başkanlığı’nca 27 Nisan’da yayımlanan laikliğe, Atatürkçülüğe bağlılık duyurusu; “Ne mutlu Türküm diyene” özdeyişinin önemini, değerini belirten bir açıklama... ??? Bugün bir araştırma yapılsa, halkımıza sorsalar, “En çok güven duyduğunuz kurum nedir?”.. Yanıtı: “Silahlı Kuvvetler” olur.. yani asker, yani Cumhuriyetin, laikliğin, halkçılığın, bağımsızlığın, özgürlüğün güvencesi olan asker... Atatürk devriminin baş koruyucusu olan asker, sınırlarımızda çarpışan, şehitler veren asker... Bir süre önce bu “beş yüzlük” aydınlar bir de “Andıç” edebiyatı yarattılar! Sözde Genelkurmay’ın bazı paşaları toplanmış, “Bir darbe yapıp AKP’yi devirelim” diyesiymişler. Bunu bir dergi ortaya atmış, emekli bir generalin not defterinden çıkarmış... Oysa o general ısrarla, “Ben öyle bir defter tutmadım” dese de aldıran yok, ille de “darbe” tutturması... Bakın bu “beş yüzler” özetle ne diyorlar: “Biz laik Cumhuriyetin muhtıralara yaslanarak değil, ancak daha fazla demokrasiyle yaşatılacağına inanıyoruz. Ne mutlu Türküm diyene, yanıtımız açıktır. Bizler bu ülkenin sorumlu, duyarlı yurttaşlarıyız ve yaratılan ortamdan asla mutlu değiliz.” Kim mutlu ki yaşadığımız ortamdan, bu karmaşık durumun sürüp gitmesini isteyen kim? Kim, askerin gelip iktidar olmasından yana? Kim, yeni bir 12 Mart, yeni bir 12 Eylül’den yana?.. Şöyle bir baktım bu beş yüz kişiye; içlerinde asker darbelerinde acılar çekmiş birkaç kişi var, ama pek çoğu böyle dönemlerde huzur içinde yaşantısını sürdürmüş... Kim hapislerde yatmış? Bugün askerin de yurttaş olarak görevini yerine getirmesini savunanlar, askerin sesini duyurmasını doğru görenler... ??? Asker oy veriyor, onun verdiği oylarla iktidarlar kuruluyor. Oy veren, düşüncesini açıkça söylemesin mi? “Beş yüzler” nasıl bir araya gelip bir çeşit “muhtıra” yayımlıyorsa, asker de sırası geldiğinde düşüncesini açıklamasın mı? Unutmayalım ki pek çok uygar ülkede polislerin, askerlerin de “sendika”ları var. ??? “Beş yüzler” niye korkuyor, “Ne mutlu Türküm” demekten? Y Ö KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr Halkımız Emperyalizme Karşı! entlerimizin en büyük alanlarında birbirini izleyen görkemli halk coşkusu, bana yıllar önce New York’ta, çağrılıp konuşmacı olarak katıldığım, Irak’ta savaşa karşı iki toplantıyı anımsattı. ABD askerinin Türkiye toprağından geçmesine izin vermeyeceğimizi söylediğimde alkışlanmıştım. Ancak, gelenlerin sayısı çok düşüktü. Ünlü “Times” Alanı’nda 250 kişi vardı; bizdeki son art arda toplantılara ise yüz binler, milyonlar katıldı. Halkın yalnız laiklik bekçiliğini sergilediği değil, yurtseverlik değerlerini öne çıkardığı, Cumhuriyetin tüm ilkelerine sahip çıktığı, vatanın bölünmezliğini vurguladığı, demokratik denetim hakkını kullandığı, kendi gücünü gösterdiği ve tüm ilgilileri göreve çağırdığı dillere destan uyarılardı. “Demokrasinin öncüsüyüm” diyen Amerika’da böyle alan toplantıları yapılamıyor, “en eski demokrasi” olan Britanya’da da, 1789 Devrimi’ni başarmış Fransa’da da, Hitler’in 1930’lu yıllarından sonra coşkulu kalabalıklar görmemiş Almanya’da da. Dünyada laik, ulusalcı, halkçı, Cumhuriyetin tüm kazanımlarından yana, sınırların bekçisi, faşizme ve emperyalizme karşı en büyük alan toplantıları Türkiye’de ol K Prof. Dr. Türkkaya ATAÖV du ve oluyor. Tehlike o denli büyüktü ki, dış ve iç sömürüye bağlı yerli iletişim organları bu ulu gösterileri önce görmezden geldiler. Kafalara dank edince, sonra bir oyun daha sergilediler. Dış basınla birlikte, eşi başka yerlerde artık görülmeyen heybet dolu bu toplantıları sanki yalnız laik bir tepki ya da Türk kadınının öne çıkışı gibi sundular. Kuşkusuz, laik düşüncenin kemikleşmiş bir tepkisiydi, kadınlar da yerlerini gereği gibi aldılar ama, halk her yeni alan buluşmasında ulusalcılıktan yana ve emperyalizme karşı çizgiye daha yakınlaştı. Türbana tepkiyle çakan kıvılcım, kısa sürede Cumhuriyete sahip çıkmaya, tam bağımsızlık isteğine, toprak bütünlüğünü vurgulamaya ve yabancı sermaye tekellerini eleştiriye dönüştü. Her şeyin başı olan laiklik bu kez ulusalcı yükselişin engin kapılarını açtı. Halkın gösterisi türban olayıyla başlamış olsa da orada yazılan, gösterilen ve hep bir ağızdan söylenenler satılmışlığa, bölücülüğe ve onun ardındaki emperyalizme karşıydı. Kendini tek parçaymış gibi gösteren milyonların kaygısı, ülke bütünlüğünün tehlikede oluşudur. Sevr metnini yazdırıp saray damadına imzalatanların doksan yıl önce düşledikleri gibi, emperyalizmin bugün başını çeken ABD de Türkiye’yi bölme ve tasarladığı kukla devletlere dilediğini yaptırma girişimleri içindedir. Eşi sıkmabaşlı birinin Çankaya’ya girip girmemesi Beyaz Saray için önemli değildir. Washington kendi güdümünde büyük Kürt devleti, büyücek Ermenistan, doğal kaynaklar üstünde egemenlik, uluslararası tekelci sermaye yararına özelleştirmeler, halkların ucuz emek ve tüketim kaynağı rolüne indirgenmesini, Amerikan askeri üsleri için güvence, bu ayrıcalıkların denetimi uğruna çevre denizlerinde zırhlılarını dilediğince dolaştırma özgürlüğü ve başkentlerin başına kendi adaylarının gelip oturmasını istiyor. Geniş alanları yere iğne düşmezcesine dolduran, caddeleri tıkayan, deniz kıyılarına dayanan milyonluk kalabalıklar tehlikelerin farkında olduğu için, tepkisini geniş ama gerçekçi sınıra taşımıştır. Kimi siyasetçi, eşi başı açık olan herhangi birini Çankaya’ya sokma onayını verip muhalefetini noktalayadursun, kimi ortanın sözde solundakiler (sağ partiler birleşirken) birleşmede zorluk çeksin, alanlarda birkaç çift söz söyleyen birikisi soluğu hemen ardından adaylığa koşmada alsın, halkın istedikleri onların dar kalıplarını çoktan aşmıştır. Halk için sorun yalnız türban, tek başına laiklik, birkaç hanımın milletvekili rahatlığına kavuşması değildir. Türk halkı Cumhuriyet ilkelerinin eksiksiz egemenliğini, tam bağımsızlık, hakça gelir dağılımı, topraklarımıza ve doğal kaynaklarımıza sahip çıkılmasını, temelde sınırların korunmasını ve bunun için ilk adım olarak da Kuzey Irak’a herhalde müdahalemizi istiyor. Hem bu tehlikelerin, hem bu geniş halk isteklerinin farkında olanlar buyursun siyaset yapsın, seçilip Meclis’e girsin. Yoksa, ülkemiz yanlış yorumlar ve eksik çağrılarla daha yıllarca oyalanmaya itilir. Ulusun alanlarda yaydığı ileti, siyasetçileri de ciddi ve gerçekçi olmaya çağırıyor. Tüm sorunların ardındaki “gerçek kötü”ye, doğru tanıyı koyalım. Adı şudur: “Emperyalizm.” Şimdi onun başını çeken de: “ABD emperyalizmi!” CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle