29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

26 EKİM 2007 CUMA ekonomi PARİS’TEN UĞUR HÜKÜM KİT finansman dengesini iyileştirmek için zamlar yapılacak sosyal güvenlik reformu gerçekleştirilecek IMF’den vize yok Washington’daki görüşmelerden de sonuç alamayan Bakan Şimşek, 2008 kamu maliyesinde sıkılaştırma sağlayacak tedbirler alınacağını açıkladı. Ekonomi Servisi Faiz dışı fazlanın 2008’de bir puan düşürülmesi ve kamu harcamalarındaki artış IMF ile 7. Gözden Geçirme’nin tamamlanmasına engel oldu. 7. Gözden Geçirme bu haliyle IMF’den geçmezken Türkiye’nin tedbir alması istendi. Gözden Geçirme’nin onaylanması için 2008 kamu maliyesinde sıkılaştırma sağlayacak tedbirler alınacak, KİT finansman dengesini iyileştirmek için elektriğe zam yapılacak, sosyal güvenlik reformu gerçekleştirilecek. Devlet Bakanı Mehmet Şimşek, IMF ile 7. Gözden Geçirme görüşmelerine ilişkin yazılı bir açıklama yaptı. IMF Guy Moquet Diye Bir Çocuk C 9 5 YILLIK BÜYÜME RİSK ALTINDA Uluslararası Para Fonu (IMF) Başkanı Rodrigo Rato, kredi piyasalarında meydana gelen “depremin”, küresel ekonomiyi resesyona (durgunluğa) iterek beş yıldır süren büyümeyi bitirecek boyutta olabileceği uyarısını yaptı. Önceki gün sona eren IMF ve Dünya Bankası’nın yıllık toplantılarının ardından 185 IMF üyesi ülke temsilcilerine hitap eden Rato, “Son aylarda kredi piyasalarında bir deprem yaşadık” dedi. ABD konut piyasasında ödeme güçlüğüne düşen borçluların yığılmasıyla baş gösteren mali çalkantının tam boyutunun henüz bilinemediğini, ama bunun rahatsız edici bir soruyu akla getirecek kadar önemli olduğunu belirtten Rato, “Şimdi asıl soru, küresel ekonominin bir sapma noktasında olup olmadığıdır. Şu ana kadar görünen, küresel büyümenin devam edeceği ancak bunun son iki yılda olduğundan daha düşük bir hızda gerçekleşeceği yönünde” diye konuştu. “Bir tanecik canım anneciğim, Çok sevgili en küçücük kardeşçiğim, Sevgili canım babacığım, Birazdan öleceğim! Sizlerden, özellikle de senden canım anneciğim, senden talebim metin olman... Elbette daha yaşamak isterdim. Yürekten dilerim ki ölümüm bir işe yarar...” (*) 22 Ekim 1941 günü Naziler tarafından, ibret olsun diye 26 yoldaşıyla birlikte kurşuna dizilen, 17 yaşındaki genç komünist direnişçi Guy Moquet infazcılarının önüne çıkmadan bir saat önce ailesine yukarıdaki sözcüklerle başlayan kısa bir mektup yazıyordu. İlk kez partisi UMP’nin 14 Ocak 2007’de düzenlenen kongresinde genç Moquet’te değinen Nicolas Sarkozy mayıs ayında cumhurbaşkanlığı görevini devralırken yaptığı konuşmada Moquet’nin mektubunu, sözlerini yüceltmişti. Onun “Direniş Ruhu”nun günümüz gençliğine örnek olabilmesi amacıyla bundan böyle bu mektubun her yıl eğitim yılının açılışında belirtmişti. Başkan dileğini geçtiğimiz ağustos sonunda Milli Eğitim Bakanı Xavier Darcos’un imzasını taşıyan bir genelgeyle özelresmi tüm eğitim kurumlarına iletti. Ancak eğitim dünyasında gelen ilk homurtular üzerine uygulama ertelendi. Sonunda yeni bir emirle Moquet’nin ünlü “Veda Mektubu”nun kurşuna dizildiği gün olan 22 Ekim 2007’de Fransa’nın bütün ortaokul ve liselerinde “zorunlu” olarak okunması kararlaştırıldı. Devlet Başkanı ve hükümeti bu “naçiz” karara ilişkin tam bir “ulusal birlik ve heyecan” dalgası umarken, eğitim camiası ve kamuoyundan beklenmedik oranda sert bir tepki yükseldi: “İkinci Dünya Savaşı Direnişini de kendine alet edemezsin, Sarkozy!” Fransa yeni bir polemik konusu bulmuştu. “Moquet’nin mektubunun okutulmasını isteyenler ve istemeyenler...” Hem de istemeyenlerin başında komünistler vardı. ??? Guy Moquet isimli çocuk 26 Nisan 1924’te Paris’te dünyaya gelmişti. Babası Prosper Moquet (18971986) sıkı bir demiryolu sendikaları militanıydı, hani şu geçtiğimiz hafta yine Fransa’da normal hayatı (!) aksatanlardan. Baba Moquet 1936’da Halk Cephesi öncesi genel seçimlerde Paris’in 17’nci bölgesinden Fransız Komünist Partisi’nden (FKP) milletvekili seçilmişti. 1939 Ekimi’nde Edouard Daladier hükümeti FKP’yi yasaklamış ve partinin önde gelen, ortalıkta bulduğu bütün kişiliklerini tutuklatmıştı. 5 yıl hapse mahkum edilen Prosper yoldaşlarının bir kısmıyla Cezayir’deki MaisonCarre zindanlarına sürüldü. Paris Carnot Lisesi’nde öğrenci olan Guy, baskılar üzerine annesi ve küçük kardeşiyle Fransa’nın Manş kıyılarındaki küçük bir köye sığınmıştı. Ancak babasının tutuklanmasının ardından 16 yaşında olmasına rağmen “Şimdi görev sırası bizde” deyip gizlilik koşullarında Paris’e döndü ve Komünist Gençlik örgütünde militanlığa başladı. Kızları etrafında fır döndürecek kadar yakışıklı ve parlak bir öğrenci, aynı zamanda başarılı bir sporcu olan Guy, her anlamda liderlik vasıfları taşıyan bir çocuktu. “Hitler’i Halk Cephesi’ne tercih ederiz” diyenlerin Fransa’sında faşizme karşı verdiği mücadele çok uzun sürmedi. 1940 senesinin sisli 13 Ekim günü Paris’te Doğu Garı’nda bildiri dağıtırken yakalanan Guy önce yakın banliyödeki Fresnes Cezaevi’ne sevk ediliyor. 24 ile yürütülmekte olan StandBy Düzenlemesi Gözden Geçirmesi kapsamında 417 Ekim tarihlerinde Türkiye’de sürdürülen çalışmalara, IMFDünya Bankası Yıllık Toplantıları nedeniyle ABD’nin başkenti Washington’da devam edildiğini anımsatan Şimşek, Gözden Geçirme çalışmaları kapsamında yapılan görüşmelerde, 2007 makroekonomik ve kamu maliyesi gelişmeleri, 2008 bütçe hedefleri ve yapısal reformlarda kaydedilen ilerlemelerin ele alındığını anlattı. Şimşek, Gözden Geçir me görüşmelerinin, önümüzdeki günlerde süreceğini ve 2008 kamu maliyesi hedeflerine ulaşılmasını temin edecek adımlar konusundaki çalışmalara devam edileceğini açıkladı. Şimşek, yapılan görüşmelerde, 2007 yılında büyüme hızının yılbaşında öngörüldüğü gibi yüzde 5 civarında gerçekleşeceği; enflasyonun, Merkez Bankası’nın uygulamakta olduğu ihtiyatlı para politikası ile düşmeye devam edeceği ve cari işlemler açığının, yüksek uluslararası emtia fiyatlarına rağmen istikrar kazanarak GSMH’nin yüzde 8’inin altında kalacağının değerlendirildiğini kaydetti. 2008’de program tanımlı toplam kamu faiz dışı fazlasının GSMH’ye oranı yüzde 5.5 olarak hedeflendiğini bildiren Şimşek, “2008 yılı faiz dışı fazla hedefi, bu seneye göre ciddi bir sıkılaşmaya işaret etmektedir” dedi. 2007 yılının son çeyreğinden başlamak üzere, 2008 yılında ve izleyen dönemde, bir dizi yapısal reformun hayata geçirileceğini ifade eden Şimşek, bu reform ları şöyle sıraladı: “Faiz dışı fazlada süreklilik sağlanacak ve mali uyumun kalitesi artırılacaktır. Bu çerçevede, sosyal güvenlik reform kanununa ilişkin değişiklikler gerçekleştirilecek, gelir idaresinin kurumsal kapasitesi ve etkinliği artırılacak, istihdamın üzerindeki idari yükler aşamalı olarak kaldırılacak ve kamu personel rejimi daha rasyonel bir yapıya kavuşturulacaktır. Halk Bankası’nın özelleştirilmesine ilişkin strateji belirlenerek kamuoyuna açıklanacaktır.” Mevcut sistem yama tutmuyor ama...yeni sistem de giderleri azaltmayacak, harcamalar 3 yılda 2 kat artacak Emeklilik sorun yumağı Murat KIŞLALI ANKARA Türkiye’de sosyal güvenlik sistemi Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK) mevzuatıyla işçileri, BağKur mevzuatıyla iş sahipleri ve serbest çalışanları, Emekli Sandığı mevzuatı ile de memurları kapsıyor. Üç sosyal güvenlik kurumunun da finansman, örgütlenme ve altyapıyla ilgi çözülmesi gereken önemli sorunları bulunuyor. Yeni Sosyal Güvenlik ve Genel Sağlık Sigortası Yasası’nın gerekçesine göre mevcut sistemde; devlet memurları, hizmet akdine göre ücretle çalışanlar, tarım işlerinde ücretle çalışanlar, kendi hesabına çalışanlar ve tarımda kendi hesabına çalışanlar olmak üzere beş farklı emek Emeklilik sistemindeki sıkıntıların çözümü olarak getirilen yeni Sosyal Güvenlik Reformu’nun, tam tersine, sosyal güvenlik ve sağlıktaki harcamaları 3 yılda 2.2 kat artırarak sorunu iyice içinden çıkılmaz bir hale sokacağı anlaşılıyor. lilik rejimi bulunuyor. Bu rejimlerin aktüaryal olarak hak ve yükümlülüklerinin birbirinden farklı olması da eşitsizliğe yol açıyor. Sistemde yaşlılık, malullük, ölüm aylıkları, iş göremezlik ödenekleri, isteğe bağlı sigortalılık, fiili ve itibari hizmet zamları, kadrosuzluk nedeniyle emeklilik, tam ve kısmi emeklilik gibi sigorta haklarının verilmesinde faydayük dengesinin bozukluğu dikkati çekerken, emeklilik rejimindeki bozukluklar işgücünün korunamaması ve kayıt dışı istihdama da neden oluyor. EMOGRAFİK ETKİLER ÖNEMLİ OLACAK 65 yaş ve üstü nüfusun toplam nüfus içindeki payının artması, sosyal güvenlik sisteminin bir yandan gelirlerinin azalmasına, bir yandan da giderlerinin artmasına neden olacak. Şu anda genç bir nüfus yapısına sahip olan Türkiye’de geleceğe ilişkin projeksiyonlar, nüfusun hızla yaşlanacağını ortaya koyuyor. 2025 yılına kadar, 65 yaş ve üzeri nüfus ile 014 yaş arası nüfusun çalışabilir nüfusa oranını gösteren “toplam bağımlı nüfus oranı”nın gerilemesi, yeterli denetimler yapılması durumunda sosyal güvenliğin dengesini olumluya çevirecek bir etken olabilecek. Sosyal güvenlik sisteminin içine düştüğü finansman sorunu, son olarak 1999’da yapılan düzenlemelerle çözülmeye çalışıldı. Buna karşın, SSK ve BağKur’un açıklarının artış hızı, 2000’deki geçici azalma dışında, son dört yılda tekrar artış eğilimine girdi. Düzenleme yapılmayan Emekli Sandığı’nın açıkları ise 1994’ten bu yana daha da hızlı arttı. Tüm bu sıkıntılara çözüm olarak sunulan ve AKP Hükümeti’nin eylem planının en başına aldığı yeni Sosyal Güvenlik ve Genel Sağlık Sigortası Yasası’nın ise sorunları daha da derinleştireceği anlaşılıyor. Bunun nedeniyse, Hükümet’in, yeni yasanın yürürlüğe gireceği 2008’de bütçedeki sosyal güvenlik harcamalarını yüzde 86.4, sağlık harcamalarını ise yüzde 64.5 artırması. 2007’de 15.5 milyar YTL olan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bütçesinin 2008’de 29 milyar YTL’ye, 2010’da ise 35.1 milyar YTL’ye çıkartılması öngörüldü. Buna göre sosyal güvenliğe ayrılacak kaynak 3 yılda 23 kat artacak. Aynı şekilde 2007’de 6.6 milyar YTL olan Sağlık Bakanlığı bütçesi de 2008’de 10.8 milyar YTL’ye, 2010’da da 12.6 milyar YTL’ye yükseltilecek. Böylece sağlık bütçesi de 2 kata yakın artmış olacak. D min Çölaşan olayı, buzdağının su üstünde görünen küçücük bir parçası. Emin’in tasfiyesi ne Aydın Doğan, ne Özkök ve ne de bir gazete meselesidir. Onlar, netleşen cephelerdeki aktörlerdir sadece. Bir patron, bir yönetici v.s... Oyunculuğunu en açık söyleyenin Özkök olduğunu da kabul edelim. Emin Çölaşan olayını farklı yapan, medyada herkesin çok iyi bildiği ama kimsenin bir türlü açık açık yüksek sesle söyleyemediği olayın kamuoyu önünde tartışılmasıdır. Medyada tekel, karartma ve baskı bulunduğu için iktidara, patronlara ve emperyalizme zarar veren şeyler ne yazılır ne de söylenir. Olayı sadece, “bir medya patronunun iktidarla olan ilişkisine zarar verdiği için” Emin’in kapı önüne konması biçiminde görmek çok yanlıştır. Olayın boyutları çok daha büyüktür. Emin; yazdığı bir kitapla belki de farkında olmadan, “Türkiye’deki oligarşi ve faşizmin medya üzerindeki tekelini” bir turnusol kâğıdı gibi açığa çıkarmıştır. Karartmanın başaktörleri bile itirafta bulundular. 1980’li ve 1990’lı yıllarda büyük sermaye ağırlıklı olan oligarşi, 2000’li yıllarda dincileri ve bölücüleri de yanlarına alarak emperyalizmin saflarına katıldı. ABD ve AB, oligarşiyle birlikte meydayı, “planlarını pazarlamak için’’ kulla E BIÇAK SIRTI EROL MANİSALI nıyorlar. Baskı, şiddet, yalan, yıldırma, beyin yıkama gibi faşizmin bütün olanakları sergileniyor. Emin, istenmeyen 3040 kişiden sadece biri. Bütün şanssızlığı (ya da şansı) bildiklerini bir kitap haline getirmiş olması. Medya dördüncü kuvvet olmaktan çıkmış, oligarşinin ve faşizmin bir “karartma silahı” olmuş. Büyük sermayenin, dincilerin ve bölücülerin hedeflerinin maşası haline dönüşmüş. ABD ve AB, “AKP’nin iktidarda kalmasını istedikleri için”, oligarşinin medyası da bu hedefin bir parçası olmuş. BOP’ta, Kıbrıs’ta, AB ile ilişkilerde Türkiye’nin ulusal çıkarları yok edilirken, “medya karatma uygulamış; halka eksik ve yanlış bilgi aktarmış”. Özelleştirmelerle Türkiye’nin içi boşaltılırken; sosyal devlet yok edilirken, kimi patronlar, dinciler ve yabancı tekeller ulusal değerlerimizi paylaşırlarken medya halkı yanıltmış; oligarşinin ve emperyalizmin soygununu gizlemiş. Oligarşi, Faşizm, Medya Zincirindeki Çölaşan Hırsızların en önemli silahı olmuş. Emperyalizmin tarafına geçenler artık aralarında, “ulusalcı, Atatürkçü, sömürgecilere karşı direnen insanlar istemiyorlar”. Durum 1960’lardaki, 1970’lerdeki gibi değil, saflar netleşti. Bush’un dediği gibi: “Ya yanımdasın ya da düşmanımsın.” Gazeteci olarak oligarşiye hizmet etmiyorsan, karşıdasın demektir; seçimini yapacaksın. 28 Ağustos 2006’da Cumhuriyet’te şunları yazmışım: “Eğer Ertuğrul Özkök’ün görüşü doğru olsaydı Emin Çölaşan ile Özkök’ün aynı gazetede yazmamaları gerekirdi.” Çünkü bu, demokrasinin gereğidir. Peki bunu niye yazmışım? Ertuğrul Özkök 25 Ağustos 2006’da Hürriyet’teki köşesinde, “Erol Manisalı gibi ulusalcı, Atatürk’çü ve antiemperyalist biri nasıl olur da Milli Gazete ile söyleşi yapar” diye bir yazı yazmış ve beni eleştirmişti. Buna karşı yazdığım yazıda Emin Çölaşan’la kendisini örnek göstermiştim. Ama onlar “benim, antidemokratik diye eleştirdiğim görüşlerini” benimsemiş olmalılar ki Çölaşan’a tahammül edemediler. Çölaşan sadece bir kişi, bir simge. Onların tahammül edemedikleri, “iktidarların, oligarşinin ve emperyalizmin eleştirilmesidir”. Çölaşan’ın işine ne Aydın Doğan ne de Özkök son verdi: Onu tasfiye eden, Türkiye’deki oligarşi ve onun faşist uygulamalarıdır. Türkiye “iktidar, oligarşi ve Batı emperyalizmi üçgeninde’’ sıkıştırılmış durumda. Bu cephe; ulusalcı, özgürlükçü, halkçı, Atatürkçü ve antiemperyalist düşüncelere düşman. Medya halkın, Cumhuriyet’in, demokrasinin, sosyal devletin medyası olmaktan çıkmış. Oligarşinin ve emperyalizmin baskı aracı haline dönüşmüş. Ama ne oluyor; bu baskılar ve faşist yapılanma kendi diyalektiğini üretiyor. Emin’in yazdığı bir kitap bile halkın ve medyanın aynaya bakıp gerçekleri görmesine yol açıyor. Oligarşi de gerçeklerle yüzleşiyor... Kendi soygunu ve faşizmi ile yüzleşmeye başlıyor... ??? Bu arada Irak’ın kuzeyindeki gelişmelere göz yuman hükümet, son olayların suçlusudur. Oligarşinin Amerika’nın dayatmalarına alet olması, Türkiye’yi bu açmazın içine sokmuştur. www.istanbul.edu.tr/iktisat/ emanisali Ekim’de babasına yazdığı mektupta, “Cesaret, güven... Sakın üzülme babacığım...” diyor. Paris mahkemelerinden hapishane müdürlüğüne gelen 23 Ocak 1941 tarihli karara göre yaşının küçüklüğünde ötürü annesine teslim edilmesi gereken Guy’nin akıbeti bir süre bilinemiyor. 17 yaşına muhtemelen yeni sevk edildiği Manş bölgesi Chateaubriant kenti hapisanesinde giren Guy sürekli şiir ve mektuplar yazıyor. Bu arada Fransa’yı işgal eden Naziler ve işbirlikçileri yeni bir yöntem geliştirmişlerdir. Hapishanelere doldurdukları komünist veya direnişçi zanlılarını rehin tutmakta, örneğin her Nazi subayına yapılan suikasttan sonra birkaç kişiyi ibret olsun diye kurşuna dizmektedirler. Genç bir komünist, Gilbert Brustlein’in 20 Ekim’de 1941’de, Fritz Holz isimli bir Alman üsteğmenin öldürmesi üzerine aralarında Guy ile 19 ve 21 yaşlarında iki genç komünisttin de bulunduğu 27 rehine iki gün sonra öğle civarı kentin Sabliere Taşocağı’nda kurşuna diziliyorlar. İdam edilecekleri şahsen belirleyen satılmış Vichy işbirlikçisi ise Pierre Pucheu’dür. Guy Moquet isimli çocuk son mektubunu şu sözlerle bitiriyor: “17,5 yaşlık bir hayat çok kısa. Sizlerden ayrılmak hariç hiç pişman değilim... Siz tüm geride kalanlar, ölecek 27 kişiye değer bir saygınlıkta yaşayın...” ??? 22 Ekim 2007 günü Chateaubriant kenti Guy Moquet Lisesi’ne, ünlü mektubun okunmasına katılmak üzere gelen Milli Eğitim Bakanı Xavier Darcos’un yolunu kesen göstericiler arasındaki yaşlı bir komünist militan şöyle haykırıyordu: “Sayın Bakan, okulları evleri basıp, kaçak oldukları ithamıyla insanlara, göçmen çocuklarına, onlarla dayanışma içinde olanlara karşı, direnişçileri tutuklayan Nazi ve işbirlikçilerine benzer yöntemler kullanan bir Fransa nasıl Guy Moquet’ye değer bir saygınlık bekleyebilir? Hangi yüzle, hangi hakla Moquet’ye sahip çıkıyorsunuz ? ” Başta çok sayıda eğitim sendikaları sorumlusu ve sol muhalefet olmak üzere geniş bir kamuoyu, “Moquet’nin anısının böylesi ikiyüzlü bir tavırla suiistimal edilmesine” isyan etti. Paris’in Nazi işgalinden kurtulduğu 1944’ten beri komünistler, 1981 sonrasında ise genel olarak sol, her yıl 22 Ekim’de Moquet ve Chateaubriant’ta kurşuna dizilenleri anar, onların ve direniş hareketinin önemini, faşizm ve nazizmin ne demek olduğunu hatırlatır. Protestocular özetle, “Elbette ki Guy Moquet ve arkadaşlarının onurlu davranışları anılmalı. Fakat o tarihsel dönem, işbirlikçilerin ne demek olduğu, komünistlerin ve direnişçilerin rolü ve benzeri tamamlayıcı bilgilerle birlikte günümüze yansıması anlatılmalı, tanıtılmalı. Yoksa Moquet isminin günümüz gençliği, kamuoyu için eski bir şarkıcıdan ne farkı kalacak?” derler. Guy Moquet isimli çocuk, bir tek kez dahi dudaklarından öpemediği için yakındığı aşkı Odette LeclandNiles’e son gün yazdığı şiirli mektubunu şu ütopik dörtlükle noktalıyordu: “Ülkemizin hainleri / Kapitalizmin ajanları / Kovacağız hepsini bir gün buralardan / Sosyalizmi kurabilmek için...” (*) Guy Moquet’nin hemen hemen bütün elyazması mektupları ve şiirleri, “Ulusal Direniş Müzesi”nde görülebilir. [email protected] ‘THY ciroda Avrupa’nın en büyüğü’ MADRİD (AA) Türk Hava Yolları (THY) Genel Müdürü Temel Kotil, İspanyol İberia Havayolu şirketinin dönem başkanlığı toplantısında 5 yıllık büyüme stratejilerinin 2007 yılı sonunda çok güzel bir şekilde tamamlanacağı ve yeni 5 yıllık büyüme planında da aynı başarıyı elde edeceklerini bildirdi. 2007 yılı sonunda THY’nin toplam cirosunu 3.5 milyar dolar olarak beklediklerini kaydeden Kotil, 2006 ile 2007 yılları arasındaki ciro farkının yüzde 31 olduğunu belirterek “Avrupa Havayolları Birliği’nin hiçbir üyesi, böyle bir artışı başaramadı. Bu alanda en hızlı büyüyen şirketiz” dedi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle