29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 AÇI C Âcizlik ve Şaşkınlık olaylar ve görüşler 26 EKİM 2007 CUMA MÜMTAZ SOYSAL “Speakers’ Corner”, T.B.M.M, Kasımpaşalı, Gülhane Parkı ukarıda gördüğünüz başlıktaki “speakers” ve “corner” sözcüklerinin de ötekiler gibi Türkçe olması gerekmez mi, diye düşündüm bir süre. Kimilerine göre belki doğru bir düşünce... İsterseniz biraz irdeleyelim. O sözcüklerin yerine meselâ “konuşmacılar köşesi” diyemez miyiz? Yazı Türkçe, okuyucu Türk, daha ne olsun? Evet, orası öyle de, “Speakers’ Corner” Londra’nın ünlü Hyde Park’ındaki o köşe kadar oturmuş bir isim tamlamasıdır. Başka hiçbir çağrışıma uğramadan gözünüzün önüne hatipleriyle, öbek öbek dinleyicileriyle orası gelir. Özel isimlerin çevirisi yapılmaz ki... İngiltere’den Türkiye’ye dönen birisi “Konuşmacılar Köşesi’ne gittim” mi diyecek? Dese de soru dolu bakışlar karşısında bunu izah etmek ve yeniden “Speakers’ Corner” demek zorunda kalacaktır. Her ismin beraberinde getirdiği bir imge vardır. Birini diğerinden ayıramazsınız. İmge, ismin gölgesidir. Gölgenize “Çek git!” diyebilir misiniz? Düşünce sınır tanımıyor. Öyle bir köşe Türkiye’de olsa adı ne olabilir sorusu geldi aklıma. “Hatipler köşesi” diyemez miyiz? Dört dörtlük bir “belirtisiz isim tamlaması”. Başka bir çağrışım yaptırmıyor. Ne var ki hatip, hitabet, muhatap gibi sözcükler kullanımdan PENCERE Kedi ve Gaflet... ehaletimi bağışlayın, ‘Kürt kedisi’ diye bir deyişi ilk kez duydum; Amerikan işgali altındaki Irak’ın PKK işbirlikçisi Cumhurbaşkanı Talabani demiş ki: “ PKK elebaşılarının teslim edilmesi gerçekleşmeyecek bir hayal!.. Biz Türkiye’ye bir Kürt kedisini bile vermeyiz...” ? Ama, Türkiye Kuzey Irak’a neler de neler veriyor?.. Habur sınır kapısı vızır vızır... Kuzey Irak’ın solunum borusu Habur... Bölgeye, halkın yaşayabilmesi için ne gerekliyse Habur’dan giriyor... Kamyonlar, otobüsler, TIR’ların biri giriyor biri çıkıyor... Kuzey Irak ile Türkiye arasında ticaret ve ekonomi ilişkilerine diyecek yok!.. ? Anlata anlata bitiremiyorlar... Gıda ürünlerinin pazarlamasına nazar değmesin... Kuzey Irak’ı Türkiye besliyormuş... Başta Talabani ve Barzani, aşiret reisi patronlar da Mersin serbest limanı üzerinden iş tutuyorlarmış... Kuzey Irak’ta, 400 dolayında Türk şirketi, milyonlarca dolarlık projeleri hayata geçiriyorlarmış... Barzani’nin Van, Diyarbakır, Mersin’de şirketleri varmış... Aşiretten Malaşin Barzani 2001’de Türkiye’deki ünlü Tatilya’yı satın almış... Barzani ailesi Tatilya’daki Disneyland’ı Kuzey Irak’ta Erbil’e taşıyacakmış... Kuzey Irak’a elektrik Türkiye’den, hem de kendi halkına sattığından daha ucuza veriliyormuş... Daha neler de neler... ? Demek ki Kuzey Irak’ın solunum borusu ve midesi Türkiye’ye bağlı... Komedya nerede?.. İşte bu Kuzey Irak’a girelim mi, girmeyelim mi diye yüksek düzeyde düşünülüyor... Girsen ne olacak?.. Girmesen ne olacak?.. Yaşatıyorsun ya... Besliyorsun ya... ? Türkiye’ye dönük terör üslerinin yuvalandığı ABD işgalindeki Kuzey Irak’a köktenci bir ambargo uygulayamayan AKP iktidarı, Anadolu’da Amerikan taşeronluğu yapıyor... Hem de nice can pahasına... Kuzey Irak’ı besliyor AKP... Ama, PKK terörünü besleyen Talabani bizimkilere ne diyor: “ Sana bir Kürt kedisi bile vermem...” Vay.. vay.. vay... Biz ona neler veriyoruz.. O bize bir kedi bile vermiyor... ? Peki, bu bizim AKP iktidarının hali nedir?.. Yoksa “gaflet, dalalet, hatta ihanet” içindeler mi?.. Y Nevzat YALÇIN düşeli uzun yıllar oldu. Güzel Türkçenin büyük bir dil sevgisiyle daima imbikten geçirilerek estetik boyutlarda kullanıldığı Türkiye B.M. Meclisi’nde kullanılıyor. İnsaf edelim, bundan fazlasını beklemek ‘ham hayâl’ olmaz mı? İngiltere’deki “Speakers’ Corner”den söz edecektim, nerelere geldim... Dediğim gibi, düşünce sınır tanımıyor. Türkçe söz konusu olunca işin heyecanını duyuyorsunuz. Bu nedenle konuyu biraz daha irdeleyelim. Türkçedeki yozlaşmayı bir kalemde geçmek mümkün mü? Kaç onyıldır dilimizde sürüp giden karmaşa kuşaktan kuşağa devredildikçe, yozlaşmalar dilin yapısına perçinleniyor. Doğru dürüst Türkçe öğrenimi görmeyen genç kuşaklar pirincin taşını nasıl ayıklasın? Bir zamanlar İngilizce bir roman okumuştum: “I never promised you a rose garden”. Psikolojik olduğu kadar psişiyatrik bir vakanın romanı... Kitabın ilk yaprağını çevirirken aklıma gelen şey, romanın adının Türkçeye nasıl çevrilmesi gerektiği oldu. Benim gibi, seksenini aşmış, Türkçenin güzellik yıllarını yaşamış birisi için en tabii çeviri “Sana asla gül bahçesi vâdetmedim” olabilirdi. Ama bugünün genç çevirmeni aynı romanı çevirmek istese ne diyecek? Ona göre “vaat”, dil uzmanlarımızın çoktan ıskartaya çıkardıkları bir sözcük... Yerine ne kullanacak? Herhalde “söz vermek”ten yararlanmak isteyecek, yani “Sana gül bahçesi söz vermedim” diyecek. Gördünüz mü hemen sırıtan aksaklığı? İsmin “akuzatif” yani “yükleme” halinin ardından “söz vermek” deyimi ötekinin yerini doldurabilir mi? “Söz vermek” sonradan üretilmiş de değil. Eskiden beri var. Anlamı da, hepimizin bildiği gibi, yerine göre, bir şeyin yapılacağına ilişkin vaatte bulunmak (bir şeyi söz vermek değil) veya birine konuşma hakkı vermek demektir. Buna benzer pek çok örnek vermek mümkün. Özellikle yazı dilinde bu tür aksaklıklar ortaya çıkıyor. Bunun gibi, genç kuşaktan muhabir ve yazarların yazılarında görülen özensizlik bir “dil alarmı”nı gerektirecek boyutlardadır. Başta TRT olmak üzere televizyonlarımızın Türkçesi ise ecnebi vurgularıyla evlere şenlik!.. Buraya kadar Londra’nın Hyde Park’ındaki ünlü “Speakers’ Corner”den, oranın hatiplerinden, Türkçemizin yozlaşmasından ve bir İngiliz romanından söz ettik, ama İstanbul’un efsanevi Kasımpaşa’sından ve ünlü Gülhane Parkı’dan söz açmadık. Gerçi yazımızın sonuna yaklaştık, ama her sona kalan dona kalmıyor. Kaldı ki, Kasımpaşa’dan, ülkemizde eşi görülmemiş üslubuyla utangaç vatandaşı yıldırarak susturan ve kitleleri sert çıkışlarla kendine râm eden; onların derdinden yüzü hiç gülmeyen, abus çehreli, fakat elhamdülillâh dinimize sahip çıkan bir devlet adamı yetişmiştir! Bundan bize düşen ancak gurur duymaktır, değil mi? Dünyanın tâ öbür ucundan bin zahmet ve masrafla ülkemize Buş Efendi gibi, dünyanın en büyük demokrasisinin reisini gerçek bir dost olarak kazandıran vatan evlâtlarıyla elbet kıvanç duyarız, duyacağız.. ??? Son söz olarak diyeceğim şudur: bizim Gülhane Parkı’nda Londra’nın “Speakers’ Corner”i gibi, hatipleriyle, öbek öbek dinleyicileriyle bir köşe ayrılsa nasıl olur? Cinnet getirmesine ramak kalmış toplumumuz için iyi bir “ventil” olmaz mı? Böyle bir hatipler köşesi, hiç olmazsa Gülhane Parkı’ndan çıkıncaya kadar dert küpü vatandaşı ferahlatır diyorum. Tabii, o âna kadar kan gövdeyi götürmemişse!.. hetiyatrosu?mynet.com C U DEVLET, gerçek kuruluş tarihi sayılması gereken 1920’den beri en kötü zamanlarında bile bu denli acz ve şaşkınlık içine düşmemişti. Ne AfyonKütahya muharebelerinde geriye çekilip Sakarya’ya dayanmak zorunda kaldığı günlerde, ne İkinci Dünya Savaşı’nın tehlikeli beklenti dönemlerinde, ne de büyük depremlerin yıkıntıları önünde. O olayların hepsinde hiç değilse yüreklendirici bir inanç, yol gösterici bir önder, neyi isteyip istemediğini bilen halk yığınları vardı. Şimdi hiçbiri yok. Kimileri aczin ve şaşkınlığın Dağlıca’dan sonra orduya olan güvenin sarsılmasından ileri geldiğini iddia ediyor ama öyle bir şey yok. “Asimetrik savaş” denen ve karşıdaki gücün her türlü yönteme başvurabildiği her durumda böyle sonuçlarla karşılaşmak, yarattığı acı ne olursa olsun, kaçınılmaz sayılır ve karşılığı şu ya da bu biçimde mutlaka verilir. Asıl, devleti yönetenlere duyulması gereken güven derinden sarsılmıştır. Birkaç gün içinde arka arkaya kırka yakın şehit vermiş bir topluma seslenen Cumhurbaşkanı bir şeyler söylüyor, ama tam olarak ne dediği anlaşılmıyor. Başbakan niçin çıktığı pek belli olmayan bir İngiltere seferinde Oxford kürsüsünden birtakım vaatlerde bulunup bir şeyler yapılacağını bildiriyor ama, tam olarak ne yapılacağını kimse anlamış değil. Yolda, uçarken, gazetecilere müjde verircesine “PKK’ye karşı Amerika’yla birlikte operasyon yapma” olasılığından söz ediyor. Herhalde şu günlerdeki hareketsizliği ve ne yapılacaksa kasım ayındaki Bush görüşmesinden sonra yapılabileceğini ima etmek istiyor. ABD ile birlikte operasyon!? O ABD ki PKK’yi kollayan Barzani’ye kanat germiştir ve teröristlerin üstünden onun verdiği silahlar çıkmaktadır. Hukuk devletine güven de sarsılmakta. Anayasa Mahkemesi’nin başında artık şimdiye dek en tutucu oyları vermiş olan bir üye vardır. Yüksek Seçim Kurulu’nun başkanı, aslında “Böyle saçma sapan halkoylaması yapılamaz” deyip durdurabileceği referandumun ardından “Şimdi çok tartışmalı bir durum ortaya çıkmıştır” diyebiliyor. Bu ortamda en vahim olan, halk yığınlarının da şaşkınlığa kapılmış olmasıdır. Ortamın baş sorumlusu iktidara saçma bir referandumda bile katılım ve “evet” oranları açısından neredeyse üçte iki çoğunlukla destek verilmesi çok düşündürücü. Bilinçsizlik mi? Muhtaçlık mı? Yoksa para cezasının korkusu mu? Bir taksi şoförü, “Evde dört seçmen var; bu halimle toplam 80 lira ceza veremem!” diyordu. Sorunların demokrasi zemininde ve hukuk devleti çerçevesinde çözülemez duruma gelmiş olması kadar endişe verici ve tepki yaratıcı bir şey olamaz. Seksen yılı aşkın mücadeleler, devrimler ve büyük özverilerle bugünlere getirilmiş bir Türkiye Cumhuriyeti’ni bir başka cumhuriyete dönüştürme saplantısıyla bu durumlara düşürmüş olanların vebali tarif edilmeyecek kadar büyüktür. Bedeli, bakalım kimlerce ne zaman ve nasıl ödetilecek B HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] ilan renkli CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle