29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

26 EKİM 2007 CUMA müzik YORUMLAR OSMAN ÇUTSAY Objektif grubu 20. yılına doğru 5. albümünü çıkardı C Cephe Haberleri? narındaki Yunanistan’ların, Bulgaristan’ların, Macaristan’ların Romanya’ların toprak bütünlüğünü tarihe karıştıracağını görmemek için resmen kör olmak gerekiyor. Almanya, durumu görece en sağlam olandır. Şimdilik. ABD’nin ise patlak verecek ilk büyük krizde, bir de bu “etnik açığı” nedeniyle en az 9 şiddetinde bir depreme maruz kalacağı biliniyor. Merkez ile çevre, zengin ile yoksul arasındaki ilişki tamamen kopmuyor. Dolayısıyla, her yandan bir tarihsel “anomali” olarak tanımlanmaya çalışılan Türkiye, dibe vurunca tamamen etkisiz kalmayacak. Türkiye’yi küçültmeye mahkum çevrelerin, o tür gelişmelerden etkilenmemesi mümkün değil. Diyelim Almanya: Bu ülkedeki 2.8 milyon Türkiye kökenli insanı “tehlikesizleştirmek” için Anadolu’da tezgahlanacak kanlı “etnik oyunların” gölgesi veya yalazı buralara düşmez mi gerçekten? Düşer. Çok söylendi. Anadolu’yu etkisizleştirecek ve yeniden bölüştürecek, dolayısıyla Türkiye’yi birbiriyle kanlı bıçaklı parçalara ayıracak etnik oyunların (“halk grupları” veya “kültür toplulukları”, her ne derseniz deyin) bir bütünsel şiddet kaynağı olarak AB’nin merkez bölgelerinde yankılanmaması mümkün değildir. Hep birlikte, yıkılmış bir köprüye doğru son hızla ilerleyen uzun bir trendeki yolculara benziyoruz. Arka vagonlara koşturarak feci sonuçtan kurtulabileceğine inananlar var aramızda. Türkiye’deki Türkçü ve Kürtçü “etnikçilerin”, bu uzun felaket treninde milleti ön vagonlara doğru ittirdiğini vurgulamakla yetinelim. AB türünden kurmaca merkezi odakların istediği başka bir şey değil zaten. Bir etnik cinnetin içine giriyoruz. Merkeze, bu cinnetin sonuçlarından nasiplenmekten başka bir yük düşmeyeceğine inananlar, iktidardaki Türk imamları ve onlara sözde tepki gösteren “beyin fukarası” TürkKürt faşistleri kadar cahildir. Bunların hepsi, maalesef, Amerikan planlarının iştahlı piyonlarıdır. Hep birlikte cinnetten cinayete uzanan bir tarih parçasına sıkıştırılıyoruz. Bunun sonucu çok ama çok kötü olacak. Jakoben çağrımız boşuna değildir. Zamansız hiç değildir. Çünkü, gerçekten de, “hiçbir şey, zamanı gelmiş bir fikirden daha güçlü değildir.” [email protected] 7 Sokağın rock sesleri... Hatice TUNCER bjektif grubu 19. yılını doldururken beşinci albümü “Sokağın Sesi”yle rock müziğindeki kararlı çizgisini sürdürüyor. Solist Vecdi Yücalan, elektro gitarda Hakan Şavklı, bas gitarda Başat Karakaş, klavyede Bülent Güven, davulda Gökçe Dayanç’tan oluşan Objektif grubu, yeni albümünden şarkıları 25 Ekim Perşembe akşamı Beyoğlu’ndaki Balans Müzik ve Performans Salonu’nda uzun süredir bekleyen dinleyicilerine sunacak. Objektif grubu, 2 Kasım’da da Gölge Bar’da Ankaralı rockseverlerle buluşarak “sokağın sesi”ni duyuracak. Grubun kurucusu ve bugünlere taşıyıcısı Vecdi Yücalan’la söyleşimizde, yaşamın her alanındaki duyarlılıklarını ve isyanının haykırdığı şarkılarını konuştuk. Yücalan’ın doğup büyüdüğü Samsun’da arkadaşlarıyla kurduğu Objektif grubu, 1988’de Cem Karaca’nın yurda döndükten sonra düzenlediği Gülhane Altınçınar Müzik Festivali’nde birinci olarak dikkat çekti. Rock kolay değil... Objektif grubu 1996’da çeşitli nedenlere dağılmasına karşın Yücalan yeni elemanlarla grubu toparladı ve 2000 yılındaki “Künye” albümüyle de protest duruşunu ve hard rock çizgisini sürdürdü: “2008’de yirminci yılımızı kutluyoruz. Türkiye’de 20 yılda protest rock yapmak, 5 albüm yapmak kolay işler değil. Guns and Roses’lar dünyanın ünlü grupları, Türkiye’de yaşasalardı köşe başında limon satarlardı, başka şansları yoktu. Bilinmeyen bir türdü, sert müzikti. İlk günden bugüne yolumdan hiç dönmedim. Aşk şarkılarını da belli metaforlarla süsleyerek bize göre bir aşk şarkısı yazdım. Tutup da ‘Ayşe’nin gözleri yeşildi’ diye parçalar yazmadım.” O 7 yılın ardından... Vecdi Yücalan, kadrosu bir kez daha yenilenen Objektif grubuyla 2005 yılında yeni parçaları tamamlamasına karşın, “Sokağın Sesi”ni yayımlatabilmek için 2 yıl daha beklemek durumunda kaldı: “Rock müziği herkes sırtında taşıyamaz. Biz gerekirse başka işler yaparak duruşumuzu koruyoruz. Gelmiş geçmiş bütün Objektif elemanları da bunun için uğraştılar. Künye albümü heavy metalin o yıllardaki modern anlayışıyla yapılmış bir albümdür. Sokağın Sesi albümü sokakta konuşulması gereken konular veya konuşulan konuların bir sentezidir. Sokak önemlidir... Politikacıların konuşmak istemedikleri konular, futbol maçları sokakta konuşulur. Aşkın yerini alan çıkar birlikteliklerini anlatıyoruz bu albümde..” İÇİ BOŞALTILMIŞ ROCK Yücalan’ın 12 Eylül’ün sorgularından geçmiş aydınları, Çernobil kazasının yol açtığı radyasyonu anlattığı 1990’da yayımlanan “Tımarlı Hastane” albümü Türkiye’de hard rock müziğin ilk örneklerinden biriydi. 1993 yılındaki “Hayal ve Yaşam” albümündeki “Hınç Terör Kaos” şarkısını Uğur Mumcu için yazan Yücalan, grubun 1996’daki “Kuşkular” albümünde “Aç Gözümü Aç Sevgili Halkım Aç” diyordu: “Günümüzde televole kültürüyle dikkat çekebilirsin. Medyanın yüzde 99’u, ayrım yapmadan söylüyorum, bizim yaptıklarımızı görmezlikten geliyor. Bu tarz şeyler anlatan, çabalayan bir adamı biraz daha desteklemeleri lazımdı gibi geliyor bana. İçi boşaltılmış, popülerlik kaygısıyla yapılmış bir rock müziğin Türkiye’ye ve dünyaya verdiği rahatsızlıklardan bahsediyorum. Distorşin gitarı taktığın her müzik rock olamaz. Sabah kalkıp ‘bugün rock yapayım’ diye bir şey zaten olmaz. Çok hiperaktif bir adamım, etrafta sürekli yaptığım gözlemlerle olumsuzlukları beynimde depolayıp daha sonra müzik olarak ortaya çıkartıyorum. Bugüne kadar hiç kimsenin sözlerini kullanmadım şarkılarımda, hep kendi şarkılarımı yazdım.” (Fotoğraflar: EBRU SEYHAN) Kim bu görünmeyenler? okağın Sesi albümünde, Vecdi Yücalan’ın 9 yeni şarkısı ve ünlü “Kerkük Zındanı” türküsünün rock yorumu yer alıyor. Yücalan, Künye albümünde Sinop’da ortaya çıkan zehirli varillere dikkat çektiği “Yuh” şarkısını yeni bir düzenleme ile yeni albüme de koymuş. Albümün sert gitar sololarıyla başlayan S “Otobüs” şarkısında aynanın arkasındaki flu yüzleri, yani Türkiye’yi yöneten gizli güçleri sorguluyor: “Otobüs, hard rock soundunun üstüne senfonik öğeler eklediğimiz, kemanlar kullandığımız bir parçadır. Türk makamlarıyla giren gitar introsu, trash sounda yakın çığlıklarla bezenmiş bir parçadır. Kerkük Zindanı’yla çok gündemdeki bir konuya değinmek istedik. Kerkük’te sadece petrolün verdiği savaşlar yapılmıyor. Bin yılldır orada olan halklar emperyalizmin sömürüsü altında farkına varmadan eziliyor. Uzun zamandır emperyalizmin savaşları altında bölgeye bir kez daha dikkat çektik.” Dünyanın kalbi durmasın Ali Deniz USLU reenpeace’in yaklaşan küresel felaketi hatırlatmak için Ağrı Dağı’nda inşa ettiği Nuh’un Gemisi gibi Aydilge’nin mesajı da aynı: “Dünyanın Kalbi Durmasın!” Aydilge bu çalışmasını “hayatımda yaptığım en anlamlı iş” diye tanımlıyor. Greenpeace’den Yeşim Aslan da yaratıcı eylemlerle tavrını koyan Greenpeace için müziğin yeni, ama çok etkili bir ileti aracı olduğunu söylüyor. Son on yılda sera gazı artışında Avrupa’da birinci sırada yer alan Türkiye’nin nük ibe yolculukta son aşamadayız. Peki, dibe vurduğumuzda, acaba tekrar yukarıya, su yüzüne doğru mu yükseleceğiz, yoksa darmadağın bir halde dipte mi kalacağız? Bu sorunun yanıtı ikilidir: Bizdekiler, “tamam belki dibe vurduk, ama yukarıya çıkıyoruz” havasında. Dışarıdan bakanlar ise işi zaten biliyor: “Siz dağılır ve dibe yayılır kalırsınız valla hemşerim. Öyle parça parça. Hadi kolay gelsin...” İşin bir yanı çok trajik ve çok başka yerde: Avrupa’da Türkiye ile doğrudan bağlantılı 5 milyonu aşkın insan, ki bunun 2.8 milyonu Almanya’da yaşıyor, tıpkı bir dönem Yugoslavlar ve daha sonra da Iraklılar gibi, cepheden, yani kendi yurtlarından savaş haberleri beklemeye başladılar televizyon ve radyo başında. Farkında mısınız? Oraya gidiyoruz. Birileri, Anadolu’nun emekçi halkını, birbirinin kanına susamış “düşman milletler” olarak örgütlemeyi başardı. Kanlı final değil, bir kan finalidir izlediğimiz. Türkiye, küreselleşmenin ne demek olduğunu öğreniyor. Türkiye, emperyalizmin ne anlama geldiğini öğreniyor. Öğrenimi bittiğinde kendisinden geriye bir şey kalacak mı? Bilemiyoruz. İktidarı ve her türden muhalefetiyle, Yugoslavya ve Irak’a bakmamayı iş sananların eline kaldığı için, Türkiye’nin bu badireyi sağlam atlatacağını söylemek zor. Ekim Devrimi’nin yan ürünü bir bağımsız cumhuriyetin tek umudu, derinlerindeki jakoben sol damarda, yani aydının kurtuluş inadında. Onu da kimsenin, kendisini solcu sananların bile hesaba katmak istemediğini bildiğimiz için, ufukta büyük umutlar göremiyoruz. Ne oluyor? ??? Dünya küreselleştikçe küçük parçalara ayrılıyor madem, Türkiye’nin bundan kendisini muaf tutması mümkün değil. İddia, bu. Peki, emperyal merkezlerin böyle bir “muafiyeti” var mı? Eski kırmızı çizgilerin yerine kan kırmızı etnik çizgiler çekenler için bir garanti var mı? Kendileri de bir gün o tuzağa düşemezler mi yani? Bu iş yoksulları vurur, yerle bir eder, kabul, ama zenginleri de vurur. Etnikçiliği kurtuluş ve demokrasi olarak satmak, daha doğrusu sokuşturmak, küreselleşmeden en kârlı çıkan ülkelerin gökte ararken yerde buldukları bir olanak. Doğru. Fakat bu etnikçi kışkırtmanın, eninde sonunda AB’nin merkezindeki Fransa’ların, Belçika’ların, İtalya’ların, İspanya’ların, ke D G leer enerji sevdasından da bir an vazgeçmesi gerektiğini de özellikle vurguluyor. “Dünyanın Kalbi Durmasın” parçasını ne zaman yazdınız? Aydilge: Sosyal amaçlı yapılan şarkılara insanlar genelde mesafeli yaklaşırlar. Günümüzde her şey çıkar amaçlı ve ticari zihniyetle yapıldığı için önceleri ben de çekindim, ama sonra çok saçma bir şey düşündüğümü fark ettim. İyi ve doğru bir şey yapıp hareketsiz kalmanın ne kadar tehlikeli olduğunun farkına vardım. Bu yüzden derdimi en iyi anlayacağını düşündüğüm Greenpeace’e geldim. Şarkımı dinlediler. Şarkım yurtdışına gitti, geldi, onay aldı. Sonra da klip için Greenpeace arşivinden özel görüntüler yolladılar. Bu çalışmanın bu noktaya gelişini bir de Greenpeace’ın ağzından dinleye bilir miyiz? Yeşim: Greenpeace eylemlerini yaratıcı aktivitelerle yapıyor. Müzik ise bugüne kadar çalışmadığımız bir alandı. Aydilge de sözleri ve müziğiyle bugüne kadar belki de hiç ulaşamadığımız bir kitleye mesajımızı taşıyor. Biliyorsunuz Greenpeace değerlerine ve felsefesine çok bağlı. Asla sponsorluk kabul etmiyor, gerek devlet, gerek bir şirket, gerek bir siyasi parti ile asla çalışma yürütmemek bizim altın kurallarımızdan. Aydilge de bizimle çalışmayı göze alarak belli bir maddi geliri geri çevirdi. Bu aslında çok önemli bir göstergeydi. Her iki tarafın da birbirinden bir çıkarı olmadığı için “gerçek bir iyi niyetle” bu işe başladık. Şarkıdan bahsedelim. Müzik gençlere ulaşmakta etkili bir iletişim aracı. Çünkü epey vakitlerini alıyor. Aydilge:Gençler müzikle de çok fazla zaman geçiriyorlar. Biz de müziğin mesajımızı iletmede çok doğru bir araç olduğunu düşünüyoruz. Bir şarkı ile neyi değiştirebiliriz dememek gerekli. Zaten müzik kanallarından ziyade haber kanallarındasınız. Aydilge: Haber kanallarından oldukça destek aldık. Bazı müzik kanalları ise en başından beri arkamızdaydı, bazıları ise sosyal sorumluluk projelerine yer vermedikleri için bizi istemediler. Ben bu şarkının her kanalda yer alması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü herkese ulaşmamız gerekli. Sonuçta alternatif olsak da popüler kültürün içindeyiz. Yani eleştirdiğimiz o sistemin içine girip, onun araçlarını kullanarak eleştirimizi yapmak zorundayız. Yeşim: Mesajımız Türk hükümetine. Biz iklim değişikliği ile ilgili 15 yıldır çalışıyoruz. Ne yazık ki iklim değişikliği birebir hissedildiği zaman bir panik havası yaşanıyor, ama sonra insanlar buna da alışıp hayatlarına devam ediyorlar. İyi niyetli çabalar elbette var, ama yeterli değil. Biz on yıldır da yenilenebilir enerjilere geçiş yapılması için uğraş veriyoruz. Kyoto anlaşmasını hâlâ imzalamadığımız düşünülürse. Başbakan Erdoğan geçenlerde New York’ta yaptığı açıklamada Kyoto’ya sıcak baktığını söylemesi sevinç verici bir gelişmeydi. Fakat Sayın Erdoğan bu konuda bir yol haritası çizmediği sürece biz tatmin olmayacağız. İklim değişikliği dünyanın karşısındaki en büyük felaket. Kyoto’yu imzalamak bunun ilk adımı ki biz hâlâ bunu bile yapmadık. Yakın zamanda Ağrı Dağı’nda inşa ettiğimiz Nuh’un Gemisi ve Ağrı Bildirgesi’nin amacı da Türk hükümetine ahlaki sorumluluklarını hatırlatmaktı. Artık gerçek adımlar atılmalı, sözlere ihtiyacımız yok. Sözler genelde kirli teknolojiler ve nükleer teşvikler için veriliyor. Yeşim: Türkiye yeterli yenilenebilir enerji kaynaklarına sahip. Tüm bunlara rağmen on yıl sonra faaliyete geçecek, tehlikeli, kirli, maliyetli, ölümcül, yeterli olmayan, yani tüm olumsuzlukları içinde barındıran bir teknolojiye sevdalanmak anlamsız. Biz bunun nedenini Türkiye’nin nükleer lobinin etkisi altında olma sına bağlıyoruz. Aydilge: Türkiye Avrupa’nın en çok rüzgâr alan ülkelerinden biri, ama buna yatırım yapılmıyor. Kuraklık bir sonuç, neden değil. Sonuca odaklanırsak nedenleri göremeyiz. Şimdi günü kurtarma adına alınan önlemler var. İşler normale döndüğünde herkes yine kendi bildiğini yapacak. Türkiye’nin de küresel ısınmaya katkısı hiç az değil. Nedir durum? Yeşim: Türkiye Kyoto’ya imza atmayan, bu sorumluğu kabul etmeyen üç ülkeden biri. Hem bununla da kalmayıp son on yılda sera gazı artışlarında Avrupa’da birinci. Basit önlemlerle kimseyi kandırmamamız gerekiyor. Zaten biz gerçek önlemler almazsak kuraklık karşılaşacağımız sonuçlar arasında en iyisi bile olabilir. Ateşli Kongo hastalığı bile iklim değişikliği ile doğrudan ilgili. İtalya’da yayımlanan bir rapora göre iklim değişikliğinin çok etkileyeceği denizlerden biri Akdeniz. Önümüzdeki yıllarda Akdeniz’in tuzlu bir göle dönüşeceği belirtiliyor. Yani durum çok ciddi. YEMEK SEÇİYORUZ Suçlu genlerimiz ANKARA (AA) İngiliz araştırmacılar, çocukların neden sebze yemedikleri sorusunun yanıtını genlerde buldular. Londra’daki King’s College öğretim üyeleri, 18 ila 79 yaşlarındaki 3 binden fazla aynı ve ayrı yumurta ikizi kadın üzerinde yaptıkları araştırmada, bireylerin yemek seçiminin, ailelerin çocukları yemeye zorlamaları ile diğer sosyal ve çevresel etkenlerden ziyade, genetik mirasa bağlı olduğunu tespit ettiler. Aynı yumurta ikizlerinin, ayrı yumurta ikizlerine göre çoğunlukla aynı tür yemekleri seçtiklerini gören ve bu durumun ağız tadının daha çok genetik mirasla geçtiğini düşündürdüğünü belirten araştırmacılar, iki grup karşılaştırıldığında, aynı yumurta ikizlerinin, yemek seçimi özelliklerinin “yetişme” koşullarından ziyade “doğal” koşullara bağlı olduğunun görüldüğünü kaydettiler. Sarımsak, kahve ve meyve yemeye düşkün olanların bu özelliklerini ailelerinden aldıklarını ortaya koyan araştırmada, yemek seçiminin, çocukken yemeye zorlanma ya da okuldaki mönüde yer alanlar gibi sosyal ve çevresel faktörlerden ziyade çoğunlukla genlerin etkisine bağlı olduğu görüldü. Sonuçları Twin Research and Human Genetics dergisinde de yayımlanan araştırmada, bireylerin bu gruplardan birine genetik etkilerle eğilimli olmasının yüzde 41 ila yüzde 48 olduğu tespit edildi. ‘Mutluluk’a Avrupa Konseyi’nden ödül Kültür Servisi Avrupa Konseyi, Abdullah Oğuz’un yönettiği, Zülfü Livaneli’nin romanından uyarlanan, TürkYunan ortak yapımı “Mutluluk” adlı filme insan hakları ödülü verdi. Avrupa Konseyi’nin ‘Daimi Delegeler Komitesi’ndeki yedi büyükelçiden oluşan seçici kurulu, filmi oybirliğiyle insan hakları ödülüne layık gördü.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle