29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 Ankete göre halkın, gelecek dönemde konut, dayanıklı tüketim malı ve otomobil alma planı yok C ekonomi İŞÇİNİN EVRENİNDEN ŞÜKRAN SONER 26 EKİM 2007 CUMA Yurttaş umutsuz... Ekonomi Servisi Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) ile Merkez Bankası’nın ortaklaşa gerçekleştirdiği Tüketici Eğilim Anketi, yurttaşların satın alma gücünün 6 ay önceye göre daha kötü durumda olduğunu, gelecek 6 aylık dönemde ise daha da kötüleşeceği beklentisini ortaya koydu. Ankete yanıt verenlerin sadece yüzde 0.8’i 6 ay önceye göre satın alma gücünün çok daha iyi, yüzde 13.1’i de biraz daha iyi olduğunu söylerken, yüzde 33.2’lik bir kesim biraz daha kötü, yüzde 3’lük kesim Gazel Okumak... decek yer arayan bol paradan bugüne kadar kendi konumunda olan ülkeler kadar bile olmasa da pay almış Türkiye’nin bu yeni durumu sorgulanıyor. “Kendisi petrol fiyatlarının yükselişinin odağı, konusu iken, acaba petrol kazancından gelen paradan pay alacak mı” sorusunun yanıtı merakla bekleniyor. ??? Yine de Kuzey Irak’tan gelen son kanlı tetikçilerin terör eylemi, bu ülkede yaşayan çoğunluğu en azından fazlası ile sarsmış, ülke çıkarları kaygısı ile olup bitenlere bakabilme arayışlarını, şimdilik can havli ile gelişen bir tepkiyi yaratmış bulunuyor.. “Kanlı terörü, büyük oyunu bozmak, çocuklarımızın geleceğini kurtarmak üzere Kuzey Irak’a girmek tek çare mi? Yoksa tuzak mı” sorusuna yanıt aranıyor.. Kimileri emperyalizmin maşası rolünde Irak işgaline suç ortaklığına konu olan ilk tezkere ile ilişkilendirmeye çalışsalar da, bizim teröre karşı savunmamız için Meclis’ten çıkarılmış tezkerenin, son durumda askerlerimizin Irak’a girmesinin ötekilerle uzaktan yakından bir ilişkisi yok. Dahası, daha önceki terör eylemlerinde teröristleri yakalamaya yönelik gerçekleştirilmiş askeri girişlere de benzemiyor... Saddam’ın söz geçiremediği, zaman zaman ayakta kalmak üzere Talabani ve Barzani’nin Türkiye ile işbirliği yaptıkları Kuzey Irak ile, bugün ABD, emperyalizmin üssü olarak gerekirse Irak’tan koparılması da projelendirilen, tümü ile ABD emperyal askeri gücü ile üslendirilmiş.. Irak merkezi yönetiminden kopuk, peşmergelerin yönetimindeki Kuzey Irak arasında dağlar kadar fark var. Türkçesi silahlı ya da silahsız Türkiye’nin gücünü, olmazlarını kabul ettireceği muhatapların başında ABD emperyalizmi, AB’nin küçük, çıkarları büyük oyunlarını bozmak var. Herhalde siyasi irade, devletin güç odakları, askerlerle kafa kafaya verip en doğru kararları vermeye çalışacaklar... İşte tam da bu noktada, bu kadar tehlikeli büyük oyunlar karşısında siyasi iktidarı, devletin tüm güçleri, her tür toplumsal örgütlenmeleri ile kenetlenmiş bir halk desteğinde, tek sesliliğe her zamankinden daha büyük gereksinim var. Var da; BOP’un içeriğini bilemediğimiz metnine imza atmış bir Cumhurbaşkanımız, ne yapıp edip iktidarını da borçlu olduğu besbelli, ABD, AB siyasilerine baştan gebe siyasi iktidarımız, piyasaların ayakta durması adına izlenen ekonomik politikalarla borçları katlanmış, yatırımları aksamış bir ekonomimiz var.. İster istemez bu kadar can yakan gelişmeler karşısında olabileceğine inanmak istemesek de, Başbakan Erdoğan’ın ille de önce AB siyasileri, sonrasında ABD Başkanı Bush ile görüşmeyi, ondan sonra karar vermeyi öncelik yapmasından kaygılanıyoruz... Tüketici Eğilim Anketi’ne göre satın alma gücünün 6 ay önceye göre daha kötü olduğunu düşünenlerin oranı yüzde 36.2’ye ulaştı. Yüzde 30.8’lik bir kesim de gelecek 6 ayda satın alma gücünün daha da düşeceği görüşünde. ise çok daha kötü olduğunu dile getirdi. Yüzde 49.8’lik kesim ise satın alma gücünde değişiklik olmadığını bildirdi. Gelecek 6 aylık dönemde satın alma gücünün çok daha iyi olacağını bekleyenlerin oranı yüzde 1, biraz daha iyi olacağı beklentisindekilerin oranı da yüzde 14.1’de kalırken, yüzde 27.8’lik kesim satın alma gücünün biraz daha, yüzde 3’lük kesim ise çok daha kötüleşeceği görüşünde. Gelecek 6 aylık dönemde iş bulma olanaklarına ilişkin beklentilerde yüzde 32.9’luk kesim “aynı kalacak” derken, yüzde 23.9’luk kesim “biraz azalacak”, yüzde 8.1 “belirgin olarak azalacak” şeklinde görüş bildirdi. İş bulma olanaklarının belirgin olarak artacağı beklentisinde olanların oranı yüzde 4.3’te kaldı. Yüzde 17.3’lük bir kesim de olanakların biraz artacağı görüşünü dile getirdi. Ankete katılanların yüzde 84’ü, kendisi ya da ailesinin gelecek 6 aylık dönemde buzdolabı, TV, mobilya gibi dayanık lı tüketim malı alma olasılığının hiç bulunmadığını bildirdi. Yüzde 6.7’lik bir kesim de bu soruya “pek sanmıyorum” yanıtını verirken, aynı orandaki bir kesim “olabilir”, yüzde 2’lik bir kesim de “çok yüksek” dedi. Gelecek 6 aylık dönemde kendisinin ya da hane halkının otomobil alma olasılığı bulunmadığını bildirenlerin oranı yüzde 92.9 olarak belirlendi. Söz konusu dönemde konut alma ihtimali olmayanların oranı da yüzde 93.6’ya ulaşıyor. ArcelorMittal, Borusan’la yüzde 5050 ortaklıkla Gemlik’te sıcak haddeleme tesisi kuruyor Dünya devi Türkiye’de üretecek ArcelorMittal ve Borusan, 500 milyon dolarlık yatırımla kuracağı tesiste yılda 4.8 milyon ton sıcak sac üretecek. Ekonomi Servisi ArcelorMittal ve Borusan Holding, yüzde 50 ortaklık ve 500 milyon dolar yatırımla sıcak haddeleme tesisi kurma kararı aldı. Yatırım kararı İstanbul’da Borusan Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Kocabıyık, ArcelorMittal Grup İcra Kurulu Üyesi Michel Wurth, Borusan Holding Üst Yöneticisi (CEO) Agah Uğur ve ArcelorMittal Yassı Çelik Avrupa Sorumlusu Christophe Cornier’in katıldığı basın toplantısı ile duyuruldu. Verilen bilgiye göre, Borusan’ın Gemlik tesislerinde yapılacak olan yatırımın 2010 yılının ortasında tamamlanması ve üretime başlamasıyla Türkiye pazarında en yüksek kalite sıcak sac sunulacak. Tesis, yılda 4.8 milyon ton sıcak sac üreterek 3 milyar dolarlık bir ciro yaratacak. Ortaklık, 2015’te iç piyasada yüzde 2025 pazar payı hedefliyor. Michel Wurth, yatırım kararının Erdemir’e karşı alınmış bir karar olmadığını belirterek “Tam tersi... ArcelorMittal başlangıçta Erdemir’den aldığı hisselerini satmadı, Erdemir’de hâlâ hisse sahibiyiz. Pay sahibi olarak Erdemir başarılı olursa biz de çok mutlu oluruz” diye konuştu. 150 milyon dolar ihracat gerçekleştirdi Örnek il: Çorum nadolu Kaplanları olarak nitelendirilen illerden biri olan Çorum, kendi öz kaynaklarıyla sanayileşmesini gerçekleştirerek, Türkiye’deki birçok ile örnek oldu. AA muhabirinin derlediği bilgilere göre, Çorum’da ağırlıklı olarak sırasıyla gıda, makinemetal, taştoprak sanayisi üzerine yoğunlaşan gıda sektöründe 91, makinemetal sanayisinde 78, taştoprağa dayalı sanayide 60, tekstilde 15, orman ürünlerinde 15, kimyaplastikte 15, kâğıt sanayisinde ise 6 firma faaliyette bulunuyor. Çorum yıllar içinde hızlı bir kalkınma sergiledi. Şehirde seramik üretimi yapan Ece seramik sektöründe Türkiye’nin 3. büyük firması durumunda. Ayrıca, giyim alanında fa A aliyet gösteren Bilsar firmasının gömlekleri ise Avrupa’ya ihraç ediliyor. Yıllık 2 bin ton leblebi üretimi ile lik sırada olan Çorum “yumurta tavukçuluğu’’ yatırımında da önde. Kentte 150 civarında ve her biri ortalama 20 bin tavuk kapasiteli çiftlikler bulunuyor. Çorum’un 2006 yılı sonu itibarıyla Dış Ticaret Hacmi, DTM verilerine göre 179.7 milyon dolar. Bunun 150 milyon doları ihracat, 29.7 milyon doları ise ithalat. İhracatın yüzde 40’ını makine, yüzde 40’ını tekstil, yüzde 20’sini ise yumurta, seramik, şırınga başta olmak üzere diğer ürünler oluşturuyor. iğit Bulut’un CNN’deki “Parametre” programını açarken; “Boşuna beklemeyin bugün piyasa haberlerini veremeyeceğim” demesi gibi, son katliamlar sonrası Türkiye’nin içine girdiği dönemeçli yol ve gündemin dışında söz etmenin olanağı yok. Gelin görün ki ortalıkta bu kadar çok strateji uzmanı, yorumcu, siyasetçi.. bilen bilmeyen konuşurken, bu kadar yaşamsal ama bu kadar da uzmanlık alanımızın dışında kalan bir konuda söz söylemenin “dışardan gazel okuma” ötesinde bir anlamı olabilir mi? Olsa olsa bu kadar yoğun bilgi kirliliği, kavram kargaşası karşısında, öncelikle kendi bilincimi, olabildiğince çevremi nasıl en sağlıklı korur, doğru çizgide, ayağımı yere basmış olarak sağlıklı durabilirim sorgulamasını yapabilirim.. Bu işin hiç şakası yok; sonuç olarak ülkemizin, halkımızın geleceği, çıkarları adına doğru yerde durmak gibi bir sorumluluk söz konusu. ABD öncülüğünde, emperyalizmin kirli çıkar savaşında, petrol eksenli hesaplarında, Irak’a yönelik insan haklarını en ağır şekilde gasp eden işgale karşı durmak, Türkiye’nin tezkere ile suç ortaklığını istememek, insanlığın evrensel değerlerine saygılı her birey için çok zor bir karar değildi. İnsan hakları, barış savunuculuğunun olmazsa olmaz değer ölçüsüydü. PKK’nin yeniden hortlayan daha kanlı terör eylemlerinin odağında ABD eksenindeki emperyalizmin, BOP oyunlarının yattığı apaçık, PKK tetikçi konumunda, dayanılan güç TalabaniBarzani simge, ama aslında onlar da emperyalizmin Ortadoğu’daki bugünkü maşaları.. Her gün ABD, AB kaynaklı destek ve oyunların bir başka kanıtı ortaya çıkarken, Kuzey Irak’tan gelen teröristlerin vurup kaçmasına seyirci kalmak, sadece şehitlerimize değil, çocuklarımızın özgür bir ülkede yaşama geleceğine ihanet etmek değil mi? ??? Bir yandan da ABD, AB, Barzani, Talabani, PKK odaklı tüm oyun, çıkış, tahrikler, terör eylemlerinin işleniş biçimi, zamanlaması da dahil, ortada üst üste yürütülen bir ortak stratejinin, oynanan oyunların sahneleri var; Türkiye, ABD ve emperyalizmin işin içinden çıkamadıkları Irak bataklığına sokulmak isteniyor. Tuzak, daha doğrusu açık, insanoğlunun dayanamayacağı boyutlarda ağır tahrik gündemde. İnsan kanı üzerinden, petrol fiyatlarının önlenemez yükselişi ile vampirleşmiş dünya piyasaları petrolün daha da yükselmesinin yollarını arıyor. Son tırmanışın odağında Türkiye’nin Irak’a girmesi olasılığı, bu kan emici, vampirleşmiş dünya piyasalarında satın alınıp duruluyor... Daha çirkini, kanlı petrolün fiyatının önlenemez yükselişi sayesinde AKP iktidarları bugüne kadar piyasalar açısından başarılı, istikrarlı sayılmış, yinelenen seçimlerde desteklenmelerinde gerekçe yapılmıştı. Şimdilerde ise piyasalarda petrolün yükselişinden, gi Y soner?cumhuriyet.com.tr eçenlerde Cumhuriyet’te yer alan bir haberin başlığı ilginçti: “Rusya Devletçiliğe Dönüyor” (13 Ekim). Haberin üst başlığı her şeyi söylüyordu, “Atom enerjisinden balıkçılığa pek çok sektörde yeni KİTKamu İktisadi Teşebbüsü, faaliyete başladı”. Kuzey komşumuzun ekonomi politikasında başlayan bu büyük ve önemli değişim ve dönüşüm, küreselleşme süreci çerçevesinde irdelenmelidir. Gerçekten de küreselleşmeyi algılamada, sosyalizmin iki en büyüğünün, Rusya ve Çin’in, bugüne kadar, tümüyle biri birinin tersine bir yol izlediği görülüyordu. Rusya’da atılan bu devletçilik adımıyla bu yollar yeniden birleşiyor. ??? Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, 1990’larda, Rus ekonomisi, önce içeriden, sonra da dışarıdan yağmalandı. Birkaçı dışında büyük işletmeler, sudan ucuza, dağıtılırcasına ya da el konularak özelleştirildi, sonra da benzer yöntemlerle yabancılara satıldı. Rus ekonomisi tam anlamıyla çöktü; ABD ve IMF’nin baskısı ile bunalan bu ülke, yoğun olarak dışarıdan borçlandı. Ancak başta doğalgaz olmak üzere enerji kaynaklarının etkili kullanımı ve Putin’in ulusal çıkarlara öncelik veren politikalarının bir sonucu olarak, ekonomi nefes aldı; IMF başta olmak üzere dış baskılardan kurtarıldı. Son yıllarda, dış gelirlerle birlikte döviz kaynakları arttı; ekonomi cari açık değil, 73.5 milyar dolar fazla veriyor ve yılda G ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK yüzde 7.2 gibi oldukça yüksek bir büyüme oranı yakalanmış bulunuyor. Tüketici fiyatları yüzde 8.3 artıyor; faiz oranı da yüzde 10’da kalıyor (The Economist, 18 Ekim). Çin’de ise dönüşüm hiç de böyle olmadı. Çin, küreselleşme sürecini başından beri, doğru algıladı. Çin yönetimi, uluslararası ekonomik yarışın, dünya pazarlarında rekabet edebilecek büyük firmaların işi olduğu bilinciyle davrandı. Bu bilinçle ekonomide küresel güç olunabilirdi. Bu gerçekten hareketle, Çin, KİT’ini satmadı; tersine onların daha da büyümesini, dış pazarlarda daha çok satış yapmasını sonuna kadar destekledi. Yıllardır, bu politikanın büyük getirisiyle, ekonomik olarak her geçen gün biraz daha güçleniyor; yüzde 10’ları aşan büyüme hızı, yani, artan üretimi ve dış ticaretiyle, dünya ekonomisinin gidişini belirleyici bir konuma yükseliyor. Rusya şimdilerde Çin’e benzemeye çalışıyor. Bu ülke, birkaç sektörü, ekonomisi için kilit sayıyor; bunlar, nanoteknoloji, silah sanayisi, gemi yapımı, ilaç sanayisi, konut ve balıkçılık olarak sıralanıyor. Bu sektörlerde kurulacak kamu girişimleri, özerk çalışacaktır. Ek ola Küresel Düşünme Yetisi! rak, özel sermaye bunları satın alamayacaktır. Bu sektörlerin kilit sayılması, yalnızca, Rus ekonomisi için önemli olmalarından kaynaklanmıyor. Bunların ortak özelliği, araştırma ve geliştirme ve buradan teknolojik yeniliğin öncüsü olmalarıdır. Asıl önemli nokta budur. Çünkü günümüzde küreselleşme süreci, bilimsel gelişme ve teknolojik yenilik eksenine yerleşmiştir. ??? Türkiye, Rusya’daki bu ekonomi politikası değişikliğinden ders alabilir mi? Sorunun yanıtına geçmeden, olan bitene bakılmalıdır. Türkiye’de KİT 1930’larda özerk çalışıyordu. Sonra, özellikle 1950 sonrasında, bunları siyasetçinin rant dağıtım aracı yaptı. Bu körlük nedeniyle, küreselleşmeyi doğru okuyamadı. ABD ve IMF’nin sözünden çıkmadı. İletişim ve haberleşme teknolojilerinde büyük bir dönüşüm başladığı sırada, 1980’lerin ortasında, TELETAŞ’ı yabancılara sattı; beynine kurşun sıktı. Kamunun elinde bulunan büyük kurum ve kuruluşları da, özerkleştirerek ve yönetimlerine yetenekli yöneticiler getirerek küresel yarışçı olarak destekleyecek yerde, yıllarca özelleştirme çadırında nefessiz bıraktı; sonra da bir kısmını sudan ucuza sattı; satmayı sürdürüyor. Burada ilginç bir örnek verelim. İtalya’nın ünlü ENI’si, bizim TPAO ile aynı tarihlerde, 1950’lerde kuruldu. TPAO ve 1930’larda enerji konusunda mühendislik hizmetleri için oluşturulmuş olan EİEİ Elektrik İşleri Etüd İdaresi, birlikte, özellikle 1974’te başlayan petrol bunalımı sonrasında, ulusal ve küresel alanda çok şey yapabilirlerdi. Ülkeyi yönetenler, TPAO’yu, EİEİ’yi, değil uzağı, yakını bile görmeyen ilkellikleriyle çalışamaz kıldılar; “kadrolaşarak” ele geçirdiler. Bununla da kalmadılar, enerjiyi rüşvetin, yolsuzluğun ve talanın alanı yaptılar. Oysa, ENI, atılıp satılmadı; sermayesinin yüzde 38’i kamunun elinde, kalanının özelleştirmesi de büyük bölümü şirketin çalışanlarına olmak üzere halka satış yöntemiyle yapıldı; iyi yönetiliyor. Büyüdü, ileri teknoloji kullanan bir dev oldu; 73 bin kişi çalıştırıyor; 70 ülkede faaliyet gösteriyor; küresel oynuyor; son yıllarda, Azerbaycan ve Kazakistan’da çıkardığı petrol ve doğalgazı bize satıyor; ayrıca, Mavi Akım ve SamsunCeyhan projelerini yürütüyor. Doğrusu, Türklerden iyi para kazanıyor! Biz de ulus olarak enerjiyi ucuza satsın diye ENI’ye dua ediyoruz. Ders alabilmek için de bir kapasite gerekiyor. Türkiye’yi yönetenlerde Rusya’nın şimdilerde yaptıklarını anlama yeterliliği olduğunu hiç sanmıyorum. [email protected] Teknolojinin geleceği ‘nano’da Necdet ÇALIŞKAN Son 20 yıldır önemli aşamalar kaydeden ve sadece birkaç atom boyunda yapılan tüm araştırma, geliştirme, işlem ve ölçümleri ifade eden “nanoteknoloji”den trilyon dolarlık bir sektör doğuyor. Uluslararası vergi ve danışmanlık şirketi Deloitte’un global teknoloji, medya ve telekomünikasyon inovasyon direktörü Edward K. Moran’ın “Ölçek Meselesi: Ulusal Nanoteknoloji Girişimi 3 Yıllık Değerlendirmesi” başlıklı raporunda, nanoteknolojinin 2014 yılı itibarıyla günlük yaşamın birçok alanına girmiş olacağı ve bu ürünlerin dünya çapında 2.6 trilyon dolarlık bir ciro yapacağı tahmin edildi. Rapora göre 2004’te nanoteknolojinin var olan materyal ve iş süreçlerinde kullanılması sonucunda 158 milyar dolarlık gelir elde edildi. Ancak bu gelirin sadece yüzde 12’si hızla gelişen yenilikçi nanoteknoloji ürünlerinden sağlandı. Çalışmaya göre 2014 yılında bütün bilgisayarlarda, elektronik aygıtlarda, ilaçların yüzde 23’ünde, otomobillerin yüzde 21’inde nanoteknoloji kullanılacak. Bu ürünlerin toplam cirosu ise 2.6 trilyon doları bulacak. ABD nanoteknoloji gelişiminde halen lider konumda, ancak giderek daha fazla uluslararası rekabetle karşı karşıya kalıyor. Japonya ve AB’nin nanoteknoloji ve nanobilim alanında yaptığı yıllık kamu harcamalarının yaklaşık miktarı, ABD’ninkine yakın olarak, 1 milyar dolar olarak tahmin ediliyor. 19762003 yılları arasında nanoteknoloji ile ilgili 5 bin 228 patentin yüzde 67’sinin Amerikan kurumları tarafından alınması, bu ülkenin önde olduğunu gösteriyor. ABD’nin bu dönemdeki 3 bin 500 civarındaki patentini, 926 patent ile Japonya, 684 patent ile Almanya, 244 patent ile Kanada ve 183 patent ile Almanya takip ediyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle