06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 ABD lobiye boyun eğdi Elçin POYRAZLAR WASHINGTON ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi, Beyaz Saray ve Türkiye’nin çabalarına rağmen 1915 olaylarına ilişkin Ermeni iddialarını içeren tasarıyı 21’e karşı 27 oyla kabul etti. ABD Başkanı George Bush oylama öncesinde Dış İlişkiler Komitesi’ne tasarının geçmesinin TürkiyeABD ilişkilerine zarar vereceği mesajını verdi. Beyaz Saray adına ortak açıklama yapan ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice ve Savunma Bakanı Robert Gates Kongre’ye tasarının geçirilmemesi çağrısında bulundular. Rice “Bu tasarının şimdi geçmesi Ortadoğu’daki çabalarımız için sorun çıkaracak” derken Gates açıklamasında “Bu tasarı geçerse Türkiye’deki havaalanları ve yolları kullanmamız tehlikeye girecek ve Türkiye tahmin ettiğimiz gibi güçlü bir tepki verecektir” dedi. Türkiye’nin de geçmemesi için yoğun çaba harcadığı 106 sayılı tasarıda ABD Başkanı’na 1915 olaylarını “soykırım” olarak tanımlaması ve ülke dış politikasını buna göre şekillendirmesi çağrısında bulunuluyor. Oylama öncesinde konuşma yapan dış ilişkiler komitesi başkanı demokrat üye Tom Lantos, Irak’taki ABD askerlerinin Türkiye’deki hava üslerinden lojistik destek sağlanması konusunda ihtiyaç duyduğunu söyleyerek “Amerikan askerlerine bu arzın kesilmesini istemeyiz” dedi. Lantos, ABD’nin Irak’taki savaşını desteklemediğini ancak tasarının 1915 olaylarının soykırım olarak tanımlayarak bu desteğin tehlikeye girmesini de göze alınamayacağını ifade etti. Komisyon üyelerinin çoğunun konuşma yaptığı toplantıda özellikle Kaliforniyalı milletvekillerinin yasa tasarısını desteklediği gözlendi. Bazı milletvekilleri ABD’nin yasa tasarısını kabul ederek “ahlaki” bir tutum aldığını savundu. C haberler SÖZDEN YAZIYA GÜRAY ÖZ 19 EKİM 2007 CUMA Referandum Oyunu bir şekilde söz sahibi olurlar. En azından sistemin kalıcılığı, bekası bakımından işbirliği mükemmeldir. Ulusal çaptaki bu verimli işbirliği, şimdiki küresel dünyada bir başına değildir. Geçmişin emperyalist dünyasında da bağımsız değildi. Emperyalist merkezler, farklı yöntemlerle kendi sistemlerini, çıkarlarının gereğini dayatır, kabul ettirirlerdi. Şimdi de maksat aynı, sonuç hâlâ geçerlidir. “Demokrasi”, işte bu oyunun yaşayıp bitirdiğimiz yüzyıldaki adıdır. Halk kendine gelebildiği zamanlarda azıcık kendisi için kullanabilmişse de, bu oyun onun için yazılmamıştır. Egemenlerin canları sıkıldığında ya da bir konuda sıkıştıklarında “Hadi gel halka soralım” demeleri, dileklerini bu yolla dikte ettirmeleri bundandır. Sımsıkı bağlanmış, borca batmış, ağır sosyal baskı altında bunalmış halka soru sormak kadar güzel bir şey yoktur. Üstelik baktın olmuyor, halkı köşeye sıkıştırmanın en etkili yolunu kullanıverirsin. “Bak” dersin, “sana sormamızı istemiyorlar”. “Bak, ‘halk bilmez’ diyorlar.” “Bak, sana güvenmiyorlar.” ??? Oysa bizim güvenmediğimiz, halk değil onlardır. Onların bir tuhaf işleyen sözde demokrasileridir. Onlar sımsıkı bağladıkları insanoğluna “özgürlük” türküsü söyletirler. Boğulmuş sesimizle söylediğimiz o türkü, özgürlüğün değil, farkına varamadığımız zorunluluğun türküsüdür. Zorunluluğu fark ettiğimiz gün, kendi özgür türkümüzü söyleyeceğiz. O zaman demokrasi anlam kazanacak. Şimdi neyin, ne için oylandığı bile belli değil. Bilinen, dinci bir faşizmin dayatılması için halkın kullanılmak istendiğidir. Buna “evet” diyenler, sonrakilere de hazır olmalıdırlar. Referanduma katılmayan ya da görünüşte kendine karşı, gerçekte kendisi için oy kullananlar, yani “hayır” diyenler, artık ne kadarlarsa, dayatmaya da “hayır” demiş olacaklardır. O zaman zinciri fark ettiğimizi de göstermiş olacağız. Çünkü zorunluluğu yalnızca fark ettiğinizde değiştirebilirsiniz. Özgürlük türküsü yalnızca o zaman söylenebilir çünkü. [email protected] ‘YÖNTEM UYGUN DEĞİL’ Cumhuriyetçi üye Dan Burton konuşmasında “ABD şu anda iki savaş sürdürüyor. Neden ayağımıza ateş ettiğimizi anlamıyorum. Bunun için ne zaman uygun ne de yöntem” dedi. Burton konuşmasında Irak’taki ABD güçlerine teçhizatın yüzde 75’inin Türkiye üzerinden gittiğini de ifade etti. Demokrat üye Kaliforniya milletvekili Adam Schiff tarafından sunulan ve bağlayıcılığı olmayan tasarı Kongre’nin “görüşünü” temsil etmesi açısından önem taşıyor. Leh ve alehte yapılan konuşmaların ardından yapılan oylamada tasarı 21’e karşı 27 oyla kabul edildi. Bundan sonra tasarının genel kurulda oylanıp oylanmaması, Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin kararına bağlı olacak. Pelosi’nin yakın çalışma arkadaşı Steny Hoyer, tasarının Kasım sonlarından önce genel kurula getirilmesinin planlandığını söylemişti. BUSH ‘VETO’ EDEMEYECEK Söz konusu metin bir yasa tasarısı olmadığı için, Temsilciler Meclisi Genel Kurulu’nda kabul edildiği taktirde ABD Başkanı George Bush tarafından veto edilemeyecek. Bağlayıcılığı bulunmayan tasarı, Temsilciler Meclisi’nde benimsenmesi durumunda “Kongre’nin görüşü” anlamına gelecek. Türkiye hızla çölleşiyor Bütün dünyayı etkisi altına alan küresel ısınmanın ülkemizi de tehdit etmeye başlaması, bazı sivil toplum kuruluşlarını da harekete geçirdi. TEMA Vakfı’nın Ölüdeniz’de yapılan toplantısında küresel ısınmanın etkileri ve hükümetin yeniden satışını gündeme getirdiği 2B arazileri görüşüldü. TEMA Vakfı Onursal Başkanı Hayrettin Karaca, AKP hükümetini “Bunlar ülkenin geleceğini görmüyorlar” sözleriyle eleştirdi. Dünyanın 2025 yılından sonra çöl iklimi içerisine gireceğini anlatan Karaca, hükümetin yeniden gündeme getirdiği 2B arazilerinin satışıyla ülkenin geleceğini tehdit ettiğini söyledi. Karaca, “Başbakan dediğini yapan birisi. Helal olsun, ‘Satacağım’ dedi, satıyor. Bunlar ülkenin geleceğini görmüyor, görmezler bunlar. Ama doğduklarına pişman edeceğiz bunları. Türkiye’yi pazarlıyorlar bunlar. Satıyorsun madem bunu fahişine göre sat” dedi. (ÖZCAN ÖZGÜR) Bir yanda AİHM kararı, diğer yanda seçmeli din eğitimi tartışması, öte yanda ise SBS’de din kültürü sorusu Din eğitimi karışık... Zeynep ŞAHİN ANKARA Din kültürü dersinin seçmeli olmasının tartışıldığı bir ortamda, Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) Seviye Belirme Sınavı’nda (SBS) din kültürü sorusu da sorma kararı alması, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden (AİHM) ise din dersinin zorunlu olamayacağı kararı çıkması, “eğitimde din açmazı”nı gündeme getirdi. AKP hükümeti bir yandan seçmeli din dersine “yeşil ışık” yakmış gibi görünerek bu yöndeki tartışmaları alevlendirirken diğer yandan sessizce yaptığı düzenlemelerle eğitimin içine dini daha da yerleştiriyor. Bu da ortaya din eğitimi açısından karmaşık bir tablo çıkarıyor. AKP, anayasa taslağı hazırlatırken, din kültürü ve ahlak bilgi Alevi toplumu temsilcileri, din dersinin içeriğinin ve adının değiştirilerek seçmeli hale getirilmesini, SBS’de ise bu dersten soru sorulmamasını istiyor. si dersinin seçmeli olmasını da tartıştı. Parti içinde konu üzerinde anlaşmazlık çıkarken, henüz kamuoyuna açıklanmayan taslakta din dersinin seçmeli olarak yer alıp almadığı bilinmiyor. başvurusunda Aleviler lehinde karar alarak, zorunlu din dersi olamayacağına hükmetti. AİHM, devletin bir dini zorunlu olarak öğretmesinin yanlışlığına dikkat çeken kararında, halen okutulan müfredatın yanlı ve Alevilerin inanç esaslarını öğretme açısından eksik olduğuna da işaret etti. AİHM’nin kararı örnek niteliği taşıyacak ve isteyen Alevi veliler öğrencilerinin zorunlu din dersinden muaf tutulmasını isteyebilecek. Alevi velilerin bir kampanya ile çocuklarının din dersine girmemesi için harekete geçme, birbiri ardına ‘AYRIMCILIK’ Din dersinin seçmeli olması halinde, okul içinde derse giren ve girmeyen öğrenciler arasında doğabilecek “ayrımcılığın” nasıl önleneceği ise belirsiz. AİHM ise tam bu tartışmalar sürerken, Hasan Zengin isimli yurttaşın dava açma hazırlığında olduğu öğrenildi. MEB ise yaptığı yönetmelik değişikliğiyle 2008’den itibaren her yıl 6, 7 ve 8. sınıf öğrencilerinin zorunlu olarak gireceği SBS’ye din kültürü sorularını da ekledi. Bakanlık, kaldıracağı OKS’nin aksine SBS’de din dersinden de soru soracak ve sınavda, tek bir sorudan alınacak puan dahi, öğrencinin on binlerce sıra öne ya da geriye düşmesine yol açacak. Bu durumda din dersinden muaf olacak ve girmeyecek bir öğrenci, SBS’de bu alandaki sorulara yanıt veremeyecek. Bu da Alevi öğrencilerin SBS’de puan kaybetmemek için istemese de din dersine girmesini beraberinde getirecek. Dolayısıyla MEB, alınan örnek niteliğindeki karardan geniş kitlelerin yararlanmasının önüne geçecek. unaldık, sıkıldık, ölümlerden yıldık, dolardan ürktük, petrolden korktuk, kredi borçlarından bezdik, kuraklıktan dilimiz kurudu, selden evimiz yıkıldı, emperyalistin milyonu aşan cinayetleri bizi de ezdi, savaş tehlikesinden nereye sığınacağımızı bilemedik. Sen de şimdi karşımıza geçmiş, soruyorsun: “Oyunu nasıl kullanacaksın?” ??? Ben bu oyuna katılmak niyetinde değilim. YSK açıkladı, katılmak zorunlu değil. Ben de katılmayacağım. Katılmamayı, sandık başına gidenlere de “hayır” demelerini öneriyorum. “Ne yani, siz halkın karar vermesine, halkoyuna, referanduma karşı mısınız?” Elhak karşıyım efendim. Neden? Çünkü şimdi değiştirmeye çabaladığımız 1982 Anayasası da halkın oylarıyla kabul edilmişti de ondan. O günlerde halk, Evren cuntasının bir dediğini iki etmiyordu, koşa koşa gitti, yalnız korkusundan değil, anası, babası, kardeşi, oğlu, kızı cunta teröründen çok çekmiş olsa bile, “memleketi terör belasından kurtardığını” söyleyen Evren’e inandığı için onun anayasasına “evet” deyiverdi. “Olsun, yine de halktır, halktan gelen iyidir.” Öyle midir? ??? Bu soruya “evet” diyenler, kadim şarlatanlığa, “demokrasi” masalına bel bağlamış olanlardır. Demokrasinin ekonomiyle bağını hiç düşünmemiş, zorbalığın ince, rafine biçimlerine kafa yormamış olanlardır. En basit aldatmacanın mutlak egemenliğine daha baştan boyun eğenler, demokrasi denilen devekuşuna hemen inanırlar. Oysa biraz çaba harcamak, yalanı ininde kıstırmak, demagojinin sıfır numaralısını devre dışı bırakabilmek gerekir. Ülkemizde uygulanan, adına “demokrasi” denilen sistemin arkasında vahşi bir sermaye düzeni vardır. Ekonomik güç sahipleri, katman katman sağdan sola, aşağıdan yukarıya girift bir biçimde birbirine bağlı, bağımlıdırlar. Parçası oldukları sistemle, en üsttekiler eliyle, bürokratik mekanizmayla iç içe geçmiş, vücut bulmuş siyasi seçilmişlerle birlikte, al gülüm ver gülüm, yönetimde ağırlıklı B Vakit yine saldırıyor ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Şırnak ve Diyarbakır’da iki günde 15 şehit verilmesi Türkiye’yi yasa boğarken dinci basın acıyı “ordu”ya saldırmak ve “AKP propagandası” yapmak için adeta “fırsat bildi”. Laik, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’ni savunanları hedef göstermesiyle bilinen dinci Anadolu’da Vakit gazetesi 9 Ekim Salı günkü sayısında şehit aileleri üzerinden “türban” propagandası yaptı, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ı hedef gösterdi. Gazete “Sorumlu Hesap Vermeli” manşetiyle birlikte, elinde silah bir askerin ve Genelkurmay Başkanı Büyükanıt’ın fotoğrafını kullandı. Haberin, içerde oldukça geniş kullanıldığı bölümünde ise Büyükanıt’ın istifa etmesi istendi. Gazete, sürmanşetten ise “Ağlayan yine örtülü analar” başlığıyla, şehitleri dahi türban propagandası için kullandı. “Nüfusunun yüzde 99’u Müslüman denilen ancak başörtülü anaların, bacıların ve eşlerin nizamiyeden içeri alınmadığı Türkiye’de, asker analarının çoğunun başörtülü olması dikkat çekiyor. Şırnak ve Lice’de şehit olan 15 askerin anaları da başörtülü” diyen Vakit, şehit haberinin geldiği gün eğlence programı yayınlayan televizyon kanallarının faturasını da Genelkurmay’a kesti. İlk sayfada, “Yazıklar olsun! Akredite TV’lerin dansöz oynatması tepkiyle karşılandı” başlıklı haberde, “Yüreklerin kan ağladığı Genelkurmay’dan akredite televizyonlar ‘vur patlasın, çal oynasın’ deyip eğlence programlarına devam ettiler. Kanal 7’de ise şehitler için dua edildi” denildi. smanlı İmparatorluğunu yönetenler, insanları bilgiyle besleme, düşündürme ve doğruya, iyiye yönelterek bir bilgi toplumu yetiştirme yerine; bir bölümünün savaşçı bir bölümünün ise bilgisiz kalması için bir altyapı hazırlamayı tercih etmiş; daha çok kadere inanan bir toplum yetiştirmede karar kılmıştır. Atatürk ise “Bir Allah bilir bir de Padişah” diyen kaderci bir toplumdan, kendi kaderini ve geleceğini kendisinin belirleyeceği bilinçte bir toplum yaratmıştır. Atatürk’ün amacı, Türk toplumunun tüm bireyleri kendi aklını ve iradesini başka bir kişi ve cemaate devretmeden, kendi özgürlüğü ve bağımsızlığı çerçevesinde kulalanmasını bilsin, olmuştur. ??? 21 Mart 2007’de Birleşmiş Milletler’in eğitim ve öğretim konusundaki uzman temsilcisi Sayın Munez Almanya’daki üç yollu eğitim ve öğretim sistemini, Cenevre’deki İnsan Hakları Konseyi’nde alabildiğine eleştirmiş ve şu anda yürürlükte olan sistemin özellikle göçmen çocuklarını mağdur bıraktığını, hatta onları ayrımcı bir muameleye tabi tuttuğunu vurgulamıştır. Alman eğitim ve öğretim sisteminin sorunu, mantıkla, yani doğru düşünme kurallarıyla örtüşmeyen, yılların birikmiş sorunudur. Son yıllarda dünya eğitim ve öğretim alanında bir ölçü niteliğinde görülen Pisa inceleme ve araştırması da bu gerçeğin başka bir kanıtıdır. Almanya’nın kendi içinde tutarlı ve O GÖRÜŞ DURSUN ATILGAN sosyal seçimi adil bir sistemi olmadığı bilinmektedir. Her fırsatta en büyük yabancı toplum olarak Türk toplumunun gösterilmesine karşın ve 30 yıldan beri yürürlükte olan “Mitbestimmungs und Mitwirkungsgesetz” olarak nitelenen; velilere eğitimde ve öğretimde çocuğunu geliştirme, yönlendirme, yetiştirme fırsatı veren yasalardan yararlan(a)mayan en büyük toplumun Türk toplumu olduğu da ayrı bir gerçektir. Alman dilini ve dolayısıyla kültürünü egemen kılan eğitim ve öğretim sistemi, 30 yılı aşkın bir süredir Türk çocuklarının ve gençlerinin kendi ana dillerinde eğitim ve öğretim görmesini engellerken; bir taraftan da Türkçeyi unutturmak için siyasal iktidar vasıtasıyla zeminler hazırlatılmaktadır. Bu durum, körpe Türk kuşaklarını asimile etme konusunda otoriter bir tavır takınma durumudur. Almanya’da, dünyanın sayılı dilleri, özgürce, gerek kamusal gerekse özel alanlarda konuşulurken; Türkçe konuşmayı yasaklayacak kadar ileri giden bir yaptırımcı siyaseti reva gören, böylece de zaten var olan Türk düşmanlığını körükleyen bir resmî tutum söz konusudur. Bu Türk Toplumu ve Sorunları tutum ırkçı, ayrımcı ve baskıcı bir tutumdur. Bu, temel insan haklarıyla bağdaştırılamaz ve sağduyuya da tamamen aykırıdır. Bu baskıcı tutumu Almanya’nın nasıl sürdürdüğü şu tasarruflarında iyi görülmektedir: Türkçe ders veren öğretmenler, fırsatlar değerlendirilerek, görevden alınmaktadır; emekli olan Türk öğretmenlerin yerlerine yenileri atanmamaktadır; Türkçe dersler yavaş yavaş kaldırılmaktadır. ??? Bu gelişmeler karşısında veliler tarafından yalnız bırakılan öğretmenlerin durumları daha da zorlaşmaktadır. Türk öğretmen Türk veli Türk öğrenci işbirliğinin Almanya çapında ve genel anlamda başarılamamasından yararlanan Alman makamları, ellerine geçen tüm budama ve engelleme fırsatlarını değerlendirmektedirler. Bu uygulamalarda şu gerçeğin de önemli bir rolü vardır: Türkiye’yi AB dışında tutmak isteyen AB’nin motoru Almanya, dışlayıcı tutumuyla etkili olmaktadır. Bu tutum gerek Alman medyası gerekse fırsatçı bazı siyasal partiler tarafından istismar edilmektedir. Alman halkıyla Türk toplumu arasındaki olumlu iletişim, özellikle siyasetçiler ve basın tarafından olumsuza çevrilmeye çalışılmaktadır. Önyargılı Alman azınlığın militan tutumuyla gündemi belirlemede etkin olmayı sürdürmesi ve siyasal kararları etkilemesi de dikkate alındığında, Türk toplumu ve Türk dili konusundaki itici, yıldırıcı, yasaklayıcı siyaset katlanılacak gibi değildir. Çünkü bu antiTürk ve antiTürk Dili siyasetinin motoru olan Almanya, AB’nin de motorudur. Şimdi yanına bir de yoldaş bulmuştur: Sarkozy’nin Fransa’sı... Tüm bu olumsuz gelişmeler karşısında, Türk toplumu kendi kendisine şu soruları yöneltmek zorundadır: Türkçe dünyanın en çok konuşulan dilleri arasında hangi sırada yer almaktadır? Almanya’da en büyük yabancı toplumu oluşturan Türkler, Türkçenin de ağırlıklı olduğu eğitim kurumları oluşturmakta hangi güce sahiptir? Bize göre Türk toplumu, kendisini Alman halkından ve diğer yabancı toplumlardan ayırıcı ve dışlayıcı Alman siyasetini çürütecek bilgi ve bilince sahiptir. Türk toplumu kendi çocuklarının ana okulunu, kendine göre bir öğretim sistemini kuracak, niceliğe, niteliğe, bilgi birikimine ve finansal güce sahiptir. Dolayısıyla AB üyesi ülkelerin dışlayıcı siyasetlerine boyun eğmek zorunda olmadığı gibi, onlara örnek olacak yolu da bulabilecek bir toplumdur. ‘ORDU BAŞARISIZ’! Vakit, Genelkurmay’ı s uçlamayı sürdürdü. Bu kez, “Onlar istifa ediyor” manşetini kullanan gazete, yurtdışında askeri yetkililerin çeşitli başarısızlıklar sonucu istifa ettiğini belirterek, 30 yıldır süren terörün “ordunun başarısızlığı” olduğunu öne sürdü. Gazetede, “Türkiye’de son olarak Tunceli, Beytüşşebap ve Gabar Dağı’nda asker, korucu ve vatandaş toplam 30 kişi öldü, ama istifayı düşünen yok” denildi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle