Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
12 Yaşamının her karesinde parti kimliği ile öne çıkan bilge bir kadın: Behice Boran C haberler 19 EKİM 2007 CUMA Ömrünü bayrak gibi yaşadı Sönmez TARGAN aşamın tüm alanlarında, özellikle siyasal savaşımda önderlik, öyle fırından ekmek çıkar gibi çıkmıyor. Hele hele ısmarlama hiç olmuyor. Bunu; günlük yaşamımızda tanık olduğumuz canlı örneklerle de bilmekteyiz. Bırakın önderliği, öğrencilik yıllarında hızlı solcu, devrimci olmuş kaç kişi bugün aynı kulvarda yürümeyi sürdürüyor?.. Gençliğinde devrimciliği askerlik gibi yaşayan, öğrenciliği bitince terhis olup eski dünyasına dönen, hatta makas değiştirip karşı saflara geçen nice insan tipleriyle dolu çevremiz. Yeniden konumuza dönersek, siyasal önderlik, çetin ve yoğun bir savaşım sürecinin içinden çıkıyor ve potadan çıkmış kızgın demir gibi yaşamın örs ve çekici arasında dövüle dövüle çelikleşiyor. Böylesi bir önderliğe sol siyasal tarihimizde en çarpıcı örneklerden biri de bu yıl ölümünün yirminci yılında saygıyla andığımız Behice Boran’dır. 2000’Lİ YILLARDA ERDAL ATABEK Y Onurlu yaşamı ve kararlı savaşımıyla sol siyasal tarihimizde bir kilometre taşı olan Behice Boran, 12 Mart döneminde mahkeme salonlarını ve cezaevlerini siyasal savaşımın çalışma alanlarına dönüştürmüştü. Boran’ın kendi vurgulamasıyla sosyalist doğulmazdı ama doğum gününün 1 Mayıs İşçi Sınıfının Birlik, Dayanışma ve Savaşım Günü’ne denk gelmesi bile başlı başına bir ileti niteliğindeydi. Cezaevinde doğan çocuk oran, 1946 yılında çevirmen Nevzat Hatko ile evlendi. Bu evlilikten olan tek çocuğu “Dursun Bebe’yi” cezaevi koşullarında dünyaya getirdi. 1950 yılında Demokrat Parti, aynı bugün AKP’nin olduğu gibi demokrasi ve özgürlük söylemleriyle siyasal erkin başına geldi. Birçok aydın ve hatta solcu bu rüzgârın etkisine kapılarak Demokrat Parti saflarında kendini ifadeye çalışıyordu. Ama çok geçmeden Demokrat Parti gerçek yüzünü gösterecek, Meclis’in onayını almadan Kore’ye asker gönderme kararı alarak ABD’nin yedeğinde antikomünist kampa katılacaktı. 15 aylık mahkumiyet İçinde Boran’ın da bulunduğu Türk Barışseverler Cemiyeti, bu uygulamaya şiddetle karşı çıktı. Bu tutumları nedeniyle arkadaşlarıyla birlikte 15 aya mahkum oldu. Ve artık Türkiye’de olurolmaz nedenlerle komünist tutuklamaların yolu açılmış oluyordu. 1951 yılında başlayan tutuklamalarla birçok aydın, solcu ve yurtsever cezaevlerine konuldu. Behice Boran ile 50 yılı aşkın yol arkadaşlığı, yoldaşlık yapmış olan Dr. Nihat Sargın, bu süreci şöyle anlatıyor: “1951 tevkifatı birden olup bitmedi, aralıklarla devam etti. Bizim Yıldız (Nihat Sargın’ın eşi ve TKP sekreterlerinden Zeki Baştımar’ın kuzeni), Ruhi Su ve hanımı Sıdıka Su, hep o zaman yattılar. Menderes bunların kökünü kazıyalım demiş ama MİT ‘Hayır biraz kalsın ki hareket tarzlarını izleyebilelim’ demiş.” Sargın AKP konusundaki gözlemini ise “AKP benim kanaatimce 12 Eylül’ün hediyesidir. 12 Eylülcülere de Amerikalılar bizim çocuklar (our boys) demişti. Dolayısıyla bu proje de diğerleri gibi bir ABD projesidir.” Yeri doldurulamadı Gerek 1961’de kurulan ve 1971’de kapatılan 1. Türkiye İşçi Partisi’nde (TİP), gerek 1975 yılında kurulan ve 1980’de kapatılan 2. TİP’te, gerekse 1987’de Brüksel’de TİP ve TKP’nin birleşmesiyle oluşan Türkiye Birleşik Komünist Partisi’nde (TBKP) Behice Boran’la birlikte görev ve sorumluluk alan Nihat Sargın, “Bugün ne yazık ki solda ondan boşalan yer henüz doldurulabilmiş değildir” diyerek Boran’ın karizmatik kişiliğine vurgu yaparken hiç de haksız değildi. 1950’li yıllarda estirilen antikomünist terör rüzgârları 27 Mayıs 1960 Askersel Devirmesi’nin göreceli demokratik ortamında dağılmaya başladı. Bugüne değin yazılmış en çağcıl ve demokrat bir anayasa olan 1961 Anayasası sayesinde 1961 yılında 12 sendikacı tarafından TİP kurulmuştu. Boran 1962 yılında, Mehmet Ali Aybar’ın bu partiye genel başkan olmasından kısa bir süre sonra TİP üyesi oldu ve 1964 yılında da merkez yürütme kuruluna seçildi. 1970 yılında yapılan 4. Büyük Kongre’de Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanlığı koltuğuna oturdu. Kaz Dağları Yağmalanırken... ağların sesi çıkmaz mı sanıyorlar? Dağların sesi çıkar. Dağların sesi rüzgârlardır, ırmaklardır. Dağlar rüzgârlarla seslenir, ırmaklarla gürülder. Kaz Dağları tarihin coğrafyaya emanetidir. Altında altın vardır, üstünde zeytin. Zeytin binlerce yıldır doğanın canlısıdır. Altın binlerce yıldır orada yatmaktadır. Şimdi Kaz Dağları delik deşik edilmek isteniyor. Sondajlar başlamış. Yakın gelecekte bu yağma durdurulmazsa zeytin bu cinayetin kurbanı olacak. Altını alıp gidecekler. Ondan sonra ne altın kalacak ne zeytin. Geriye artık yüzüne bakamayacağımız topraklar kalacak. ??? Çanakkale şehitleri orada yatıyor. ‘Bu topraklar için can vermiş yiğit asker.’ Ona nasıl açıklanacak bu gözü dönmüş yağma? Bu ‘altına hücum’lar, bu yeni yağmacılar? Bunlar için mi can vermişti o yüz binlerce şehit? Vatan toprakları parsellenip satılsın diye mi? Kaz Dağları da şehit düşsün diye mi bu para babalarına? Vatanı satsınlar diye mi geldiler Ankara’ya bu yeni gelenler? ‘Muhafazakâr demokrat’ diyenler kendilerine. Böyle mi ‘muhafaza’ ediyorlar vatan topraklarını? Böyle mi ‘demokrat’lar, halka kulaklarını tıkamış? Onlar ne muhafazakâr ne demokrat. Onlara gerekeni yapacak olan bu halk. ??? Çanakkale yöresi, Ayvalık, Küçükkuyu, Ören örgütleniyor. Çanakkale Çevre Platformu harekete geçiyor. Halk, sivil toplum kuruluşları, meslek odaları ayakta. Bu kez altıncıların sandığı gibi olmayacak. Orada adını halkın koyduğu bir referandum yapılıyor. Kaz Dağları savunuluyor, savunulacak. ??? Çanakkale savunması yeniden yaşanacak. ‘Kim nerede’ diye bir soru yok. Hepimiz oradayız. O kazılar duracak. Tarihin coğrafyaya emanetini hep birlikte koruyacağız. Zeytin galip gelecek. Dağların sesi çıkmaz mı sanıyorsunuz. Dağların sesi rüzgarlârdır, ırmaklardır. Dağların sesi biziz. Dağların ayakları bizim ayaklarımızdır. Biz halkız ve ayağa kalkıyoruz... D B OSYALİST DOĞMADI AMA... 1 Mayıs 1910 yılında Bursa’da doğan Behice Boran, Kırım kökenli bir ailenin tek kız çocuğuydu. Kendi vurgulamasıyla sosyalist doğulmazdı ama doğum gününün 1 Mayıs İşçi Sınıfının Birlik, Dayanışma ve Savaşım Günü’ne denk gelmesi bile başlı başına bir ileti niteliğindeydi. İlk, orta, lise öğrenimini İstanbul’da tamamladı. Daha sonra kazandığı burs sayesinde ABD’ye giderek Michigan Üniversitesi’nde sosyoloji eğitimi aldı. Marksist düşünceyle Amerika’da tanışan Boran, 1939 yılında yurda dönünce, Ankara Üniversitesi DilTarihCoğrafya Fakültesi’nde sosyoloji doçenti olarak o dönemin önemli S isimlerinden Pertev Naili Boratav, Niyazi Berkes ile birlikte çalıştı. Siyasal tutumları nedeniyle de 1948 yılında üçünün birden üniversiteden ilişiği kesildi. Aziz Nesin’le Çatalca’daki Nesin Vakfı’ndaki çalışma odasında yaptığımız sayısız sohbetlerden birinde, siyasal konulardan söz açılmıştı. ÖRGÜTLÜ BİR YAŞAM Aziz Nesin’in “Ben Marksistim ama komünist olamadım” açıklama sı üzerine, “İkisi arasında ne fark var” soruma şu yanıtı verdiğini anımsıyorum. “Her Marksist komünist değildir. Komünist, Marksistin partili olanıdır. Ben hiç partili olamadım.” Behice Boran’ı birçoklarından ayıran temel nitelik belki de buydu. Behice Boran, siyasal yaşamının her karesinde parti kimliğiyle öne çıkan bir kişiliğe sahipti. 1944 yılında Nail Çakırhan’ın önermesiyle Türkiye Komünist Partisi’ne girdi. Eski tüfeklerden Şahabettin Bakırsan’ın aktarımını temel alırsak yine bir parti üyesi olan Sosyal Psikolog Muzaffer Şerif Başoğlu tarafından Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde edebiyat öğretmeni olan Cemil Toykara’ya bağlanarak örgütlü politik çalışmalarına ilk adımını attı. Bundan sonra Behice Boran’ın politik kimliğinin, bilim insanı kimliğinin önüne geçtiği bir süreç başlayacak, adeta bir dağcının çetin bir dağın doruğuna tırmanırken gösterdiği sabır ve kararlılıkla önderliğe doğru yükselişine tanık olunulacaktır. Ama çok büyük bedeller ödenerek... Belçika’daki sürgün günlerinde politik çalışmalarını aksatmadan sürdürdü Yurt hasretiyle dolu yıllar 1965 yılında yapılan genel seçimlerde TİP, 15 milletvekili ile TBMM’ye girdi. Boran da Urfa milletvekili olarak bunlar içinde yerini aldı. Burada sözü, aynı dönemde kendisi de TİP Diyarbakır milletvekili olan Tarık Ziya Ekinci’ye bırakalım: “Boran Meclis’te dış politikada, özellikle NATO’ya girmemizin sakıncaları üzerinde uyarıcı konuşmalar yapıyordu. NATO’nun Türkiye için tasarladığı Esnek Mukabele Stratejisi’ni, Boran açığa çıkarmış ve bu stratejiye imza koymanın vatan hainliği olduğunu vurgulamıştı. Bu stratejinin özü şuydu: Bir savaş durumunda, Sovyetler Birliği’nin Türkiye’yi işgal etmesine göz yumulacak, daha sonra ise taktik nükleer silahlarla karşı konulacaktı. Özetle, Türkiye nükleer bir savaş alanına döndürülerek ülkenin tümünün yok olmasına ortam hazırlayacaktı.” Demek ki yıllardır, Türkiye ABD emperyalizminin ileri karakoludur söylemine, asıl bir de ileri nükleer alanıdır söylemini de eklememiz gerekecekmiş. Ekinci, Boran’ın halkla ilişkiler konusunda da yetenekli bir siyasetçi olduğunu, kendisiyle Batman, Siverek, Siirt, Hakkâri, Van, Diyarbakır ve Kars olmak üzere birçok Doğu ve Güneydoğu illerini birlikte gezdiklerini, Kürtlerin ekonomik, demokratik hak ve özgürlüklerinin sağlanması konularında birlikte konuşmalar yaptıklarının altını çizdi. TİP, 12 Mart Askersel Karışması’nın antidemokratik bir uygulaması olarak, “Anayasaya aykırı davrandığı anlaşılan Türkiye İşçi Partisi’nin, anayasanın 57. maddesi, Siyasal Partiler Kanunu’nun 89. maddesiyle 111. maddesinin iki sayılı bendi uyarınca temelli kapatılmasına, karar örneklerinin 648 sayılı kanunun 115. maddesinin gerekleri yerine getirilmek üzere Başbakanlığa, İçişleri ve Maliye bakanlıkları ile Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmesine, oy birliğiyle 20/7/1971 gününde karar verildi” açıklamasıyla Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı. Oysa TİP, 1961 Anayasası’nın sağladığı olanaklar ölçüsünde kurulmuştu ve 10 yıl sonra yine yukarıda belirttiğimiz Anayasa Mahkemesi kararıyla kapatılmıştı. Boran ve arkadaşları 15 yıl ağır hapis cezalarına çarptırılmıştı. “Mahkeme salonlarını ve cezaevlerini siyasal savaşımın çalışma alanlarına dönüştürmek” özdeyişi tam da Boran için söylenmişti. Cezaevinde de boş durmamış, geleceğe dönük siyasal planlar yapmayı sürdürmüştü. Nitekim, Ecevit affıyla 1974 yılında cezaevinden çıkar çıkmaz 40 arkadaşıyla birlikte 1975 yılı 1 Mayıs’ında 2. Türkiye İşçi Partisi’ni kurdu ve genel başkan olarak yeniden toplum önüne çıktı. 12 Eylül 1980 Askersel Devirmesiyle TİP ikinci kez kapatılacak ve yeniden hem de Türkiye’nin Cumhuriyet tarihinde görülmedik biçimde ağır baskı dönemi başlayacaktı. Çoğu aydın, sendikacı, politikacı ve genç gözaltına alınıp işkencelere yatırılırken fırsatını bulanlar da kendini yurtdışına atacaktı. Behice Boran da yurtdışına çıkan siyasal sığınmacılar arasındaydı. Bugün bile konusu edilen yurtdışına çıkma olayını Nihat Sargın’dan dinleyelim: “12 Mart’ta sıkıntı gördüğümüz için önceden pasaport almış ve hazırlıklıydık. Boran, diğer parti başkanları gibi evinde göz hapsine alınmıştı. Arkadaşlar Boran’ın yurtdışına çıkmasına karar veriyorlar. Daha bize davalar açılmamıştı. Önce ben yurtdışına çıktım. Bir iki ay sonra o da çıktı. Havaalanına geliyor, fakat, bir kadın polis onu tanıyor ve engelleyerek müdürlerine haber veriyor. Boran, çıkamayacağını düşündüğü sırada, sakıncası yoktur deniyor ve yurtdışına çıkıyor. Resmi yoldan oluyor her şey.” Boran’ın yurtdışında, Belçika’nın başkenti Brüksel’de, siyasal sürgün günlerinde politik çalışmalarını bir başka boyutta sürdürdüğünü görüyoruz. Uzun yıllar iki başlı sürüp gelen bilimsel, sosyalist devinmenin tek bir çatı altında birleştirilmesi gündemdedir. Uzun görüşmeler sonunda TİP ve TKP 7 Ekim 1987 günü Türkiye Birleşik Komünist Partisi adıyla tek bir örgüt olduklarını bir basın toplantısıyla dünya kamuoyuna duyurdular. Behice Boran, ağır hasta olmasına karşın bu toplantıya kurucu genel başkan olarak katıldı. Ama ne acıdır ki bu savaşkan, dövüşken ve yürekli kadın bu birleşmeden 3 gün sonra 10 Ekim 1987 günü geçirdiği kalp krizi sonunda yaşama veda etti. Cumhuriyet gazetesi yazarı Uğur Mumcu, Devlet Bakanı Hasan Celal Güzel’i de devreye sokarak, aynı zamanda eski bir milletvekili olan Boran’ın cenazesinin Türkiye’ye getirilmesine olanak sağlandı. Meclis önünde yapılan bir törenden sonra, bayrağa sarılı tabutu İstanbul’a getirilerek Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa verildi. Daha sonra açılan bir proje yarışmasıyla adına yaraşır bir anıt mezar yapıldı. Tarihe geçen adı böylece taşa da kazınmıştı. Onurlu yaşamı ve kararlı savaşımıyla sol siyasal tarihimizde bir kilometre taşı olmuş Behice Boran bugün yaşıyor olsaydı 3. TİP’i de kurar mıydı? Partili siyasal savaşımı kendine vazgeçilmez ilke yapmış bir insanın solda ciddi ve yığınsal bir çekim merkezinin oluşturulmadığı böylesi bir ortamda başka ne yapması beklenirdi?.. email: erdalatak@gmailçcom erdalatak@superonline.com www.erdalatabek.com Güldal Mumcu TBMM kürsüsünde ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Bombalı saldırı sonucu yitirdiğimiz gazetemiz yazarı Uğur Mumcu’nun eşi, CHP İzmir Milletvekili Güldal Mumcu, 1973’te bu görevi üstlenen ilk kadın olan CHP’li Nermin Neftçi’den 34 yıl sonra dün “TBMM Başkanvekili” olarak kürsüye çıkıp genel kurulu yönetti. Mumcu, genel kurulu açarken yaptığı kısa konuşmada “duygularını” miletvekilleriyle paylaştı. Mumcu, “Kurtuluş Savaşı sırasında Mustafa Kemal Atatürk, ‘önce meclis’ diyerek TBMM’nin kurulmasını sağlamış ve TBMM Reisi olarak, mazlum milletlere ilham kaynağı olan bağımsızlık savaşımızı buradan yönetmiştir. Bugün, TBMM’nin Başkanvekili olarak başkanlık ettiğim bu ilk oturumunda Mustafa Kemal Atatürk’ün yaktığı bağımsızlık meşalesinin aydınlığını yüreğimde duyuyorum. Özgürlüğü ve eşit yaşam hakkı elinden alınmak istenen bir ulusun yoktan var ettiği demokratik, laik sosyal bir hukuk devletinde yaşamanın kıvancıyla, bana TBMM’nin bir üyesi olma onurunu veren milletimizine en derin şükranlarımı sunuyorum” dedi. “Atatürk Türkiye’sinin aydınlığından en çok yararlananların kadınlar olduğunu” vurgulayan Mumcu, başkanvekilliği görevinde bulunuşunun özel anlamının altını çizdi. Behice Boran, Mustafa Kemal Devinmesini Ulusal Demokratik Devrim olarak niteliyor ve sosyalistlerin önündeki hedefi sosyalizm olarak belirliyordu. Nitekim, 2. TİP’in izlencesi bağımsızlık, demokrasi, sosyalizm savsözüyle özetleniyordu. 70’li yıllar Türkiye’de anarşi ve terörün tırmandığı yıllardı. Her gün bir yerde bir insan siyasal nedenlerle gizli ve karanlık ellerin kurşunlarına hedef oluyordu. TİP Adana İl Başkanı Şair Ceyhun Can bürosunda öldürülmüştü. Bahçelievler katliamı olarak bilinen olayda 7 TİP’li genç kaldıkları evde alçakça bir saldırıya uğrayarak can vermişti. TİP, tüm bunlara karşın savaşımını kararlılıkla sürdürüyor; emperyalizme, faşizme ve her tür gericiliğe karşı hınçla sıkılmış bir yumruk gibi dimdik ayakta duruyordu. Bunda genel başkan olarak Behice Boran’ın büyük rol oynadığı son derece açıktır. Çünkü Boran, kadrolara her hal ve koşulda görev başında olmayı öğütlüyordu.