20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

5 OCAK 2007 CUMA haberler SÖZ ÇİZGİNİN TURHAN SELÇUK DÜNYADA BUGÜN ALİ SİRMEN POLİTİKA GÜNLÜĞÜ HİKMET ÇETİNKAYA C Bu Çığlığı Duyun... 3 Son On Yıl mı? Son Yıl mı? evgili, Şunun şurasında ne kaldı ki?.. Topu topu birkaç saat... 2006’yı da geride bırakıyor, yeni bir yıla giriyoruz. Ebediyete akıp giden her on yıl değil, her yıl biraz daha kısaltıyor ömrümüzü. Bundan dört buçuk yıl kadar önceydi. O sıralarda 83’üne girmeye hazırlanan annem için 85’ine geldiğinde, Boğaz’da bir motor partisi düzenlemeye karar verdim ve çok sevdiğim bir yakınıma açıkladım. Tuhaf tuhaf baktı yüzüme, Neden erteliyorsun ki, dedi? Sonra da ekledi: Artık bazı şeyleri erteleyecek yaşı geçtik. Sen o partiyi önümüzdeki günlerde yap. Doğru söylüyordu. Dediği gibi yaptım, yakınlarımızı, annemin en yakın arkadaşını, benim de dostum olan kimi öğrencilerini çağırdım, “Lüfer”in motorlarından biriyle, bir akşamüstü, geceye kadar uzanan, yemekliiçkili bir Boğaz gezisi düzenledim. Annem, o keyfi unutamamış, hâlâ anlatır. O gün kafama dank etmişti. Artık bazı şeyleri erteleyecek yaşı geçmiştik. Oysa bunu çok daha önce anlamış olmam gerekirdi. On yıl kadar önce, Almanya’da oturan bir dostum yurda dönüşünde telefonla aramıştı. Ne var ne yok, diye sorduğumda, kuru bir sesle yanıt vermişti: Ne iyi ne de kötü bir haber var. Akıllım dedim, kötü bir haber olmamasından çok daha iyi ne olabilir artık bu yaşta? ??? Eski yıl ile yeniyi birleştiren (yoksa ayıran mı deseydim?) eşikte insan geleceğin nasıl olacağını düşünüyor. Eskiden önce memleketin halini, sonra dünyayı, sonra onun içinde kendimizi düşünürdük. Türklerin imparatorluk döneminden beri, klasik takıntısıdır “Ah... ah!.. Ne olacak bu memleketin hali?” diye içlenerek sormak. Ülke sevgisi mi, diğerkâmlık mı, kötüyü kendine konduramayıp başkası için üzülerek teselli bulmak mıdır bizi böyle düşünmeye iten, bilemeyeceğim. Altmışlı yılların sonu. Ankara’da hastanede yatmakta olan büyük babamı ziyarete gitmiştim. Kendisini görmeye gelmiş Ankaralı dostları da vardı odasında. Genelde onun durumundan, sonra ziyaretçilerin sağlık sorunlarından söz ediyorlardı. Maşallah hepsinin de bir tutarağı vardı. Nasıl olduysa laf, ortak dostları Hüsnü’ye geldi. Anlaşılan Hüsnü kendine bakmıyor, sağlık kurallarını hiçe sayıyordu. İçlerinden biri, Her gece meyhanede, buna can mı dayanır? diye atıldı ortaya. Sonra artık konuşmalar “ne olacak bu Hüsnü’nün hali” konusuna odaklandı. Ne tuhaftır, o gün orada olanların hepsini gömdüğümüzde, Hüsnü hâlâ yaşıyordu, yalnızca arkasında “ne olacak bu Hüsnü’nün hali” diye yakınacak kimse kalmamıştı artık. ??? İlk kez, dünyamızın 12 milyar yıl sonra yok olacağını okuduğumda kanım donmuştu. Doğrusu, o anda, benim 12 milyar yıl sonra olmayacağım bile gelmemişti aklıma. Hem ülke için hem de dünyamız için, hiçbir açıdan iyi geçmeyecek olan 2007 yılına karamsar bir bakışla girenleri ayıplayamıyorum. Öyle ya, ülkenin hali gözler önünde, Ortadoğu desen, o da öyle!... Üstelik son gelen haberler, kıyametin 12 milyar yıl değil, 10 yıl ötede olduğunu, böyle giderse, on yıl içinde dünyamızın yaşanamaz bir yer haline geleceğini bildiriyor. Çevre konusunda üniversitede ders vermekte olan Ömer Madra bir günlük gazetedeki söyleşisinde, bilim adamlarına dayanarak açıklıyor bunları. Yazılanları okuyunca, bir kez daha donup kaldım. Çok değil, göz açıp kapayıncaya kadar sürede geçecek bir zaman dilimiydi bu. Hoş bütün zaman dilimleri, ister on saat, ister on gün, ister on ay, ister on milyon yıl olsun hepsi geçtikten sonra, göz açıp kapayıncaya kadar geçmişlerdir. Çünkü zaman geçip gittikten sonra, yassılaşır, geçmişin derinliği yoktur. Ona biz sanal olarak katarız o derinliği... Yine de on yıl öngörüsü buz kesmeme neden oldu. Karamsar düşüncelere dalıyordum ki, içimdeki ses uyardı beni: Takma kafana oğlum, on yılsa on yıl, kim bilir belki de senin için şu 2007 son yıl. Bu karamsar bir çağrı değildi. Yalnızca “içinde bulunduğun anı yaşa (carpe diem)” diyordu bana. Ben de, “olur canım, dedim, olur, şu yılı iyimserlikle dolu dolu yaşarım, yaşadığım kadar.” Sevgili, 2007 yılın mutlu olsun! S YILIN İLK CİNAYETİ İŞLENDİ.. TRT’de yalan ifade skandalı Esra YAZDIÇ ANKARA TRT’nin yayınının mayıs ayında 3 saat kesilmesinin ardından yapılan soruşturma, kurum içindeki kayırmacılığı ortaya koydu. TRT Teftiş Kurulu’nca hazırlanan raporda, kesintinin teknisyenler İsa Ege ve Salih Baslı’nın yerinde olmamasından kaynaklandığı belirtilirken, bu görevlilerin ifadelerinde, amirleri konumundaki Başmühendis Mehmet Ergün’ün kendilerini “yalan ifade vermeye zorladığını” açıklamaları dikkat çekti. TRT’ye bağlı 5 kanalın yayını (TRT 1, TRT 2, TRT 3, TRT 4, TRT INT) 6 Mayıs 2006 Cumartesi günü, 3 saatlik kesintiye uğramış, ardından Ankara Televizyon Müdür Yardımcısı Hüseyin Akyol, Koordinasyondan Sorumlu Stüdyolar Dairesi Başkanı Bayram Demir ve Stüdyolar Dairesi Başkanlığı Enerji Müdürü Abdullah Cenkciler görevden alınmıştı. TRT Teftiş Kurulu tarafından hazırlanan raporda, sorumluların, konrol odasında olması gereken teknikerler İsa Ege ve Salih Baslı olduğu belirtildi. Her iki teknikere de birer ikramiye kesinti ve kademe durdurma cezası verildi. Raporda yer alan, Ege ve Baslı’nın “ifadeleri” ise TRT içerisinde yaşananları gözler önüne serdi. Teknisyen İsa Ege, soruşturmaya ilişkin tutanaklarda yer alan ilk ifadesinde, olayın gerçekleştiği sırada Baslı ile birlikte görev yerinde olduğunu savundu. Ege’nin bu beyanından kısa bir süre sonra ise tekrar ifadesine başvuruldu. Ege, 6 Haziran’da verdiği ikinci ifadesinde şunları söyledi: “Size verdiğim ilk ifadede Salih Baslı’nın 06.05.2006 tarihinde nöbetinde olduğunu söylemiştim. Ancak amirlerim Necmi Sarıçiçek ve Mehmet Ergün, beni ve Salih Baslı’yı odaya çağırdılar. Salih Baslı’nın zamanında gelmediği olayının herhangi bir şekilde başka bir kimseye söylenmemesi hususunda telkinde bulundular. Bunu sık sık yaptılar, örneğin Mehmet Ergün bu olayın gizlenmesini istedi. Ben de amirlerim olması dolayısıyla ve bana zarar verebilecekleri düşüncesiyle ilk ifademde bazı şeyleri size söyleyemedim. Bunun için çok üzgünüm, vicdanım rahatsız oldu. Bugün size gelerek gerçekleri anlattığım için çok rahatım. Bu arada Salih Baslı’nın o gün nöbette olmadığını Ergin Ustaömer, Mehmet Şahinok, Bülent Ecevit Gürlek de biliyorlardı.” Diğer tekniker Salih Baslı da aynı tarihte verdiği ikinci ifadesinde, kurum yetkililerine “avadanlık” alınması yönünde talepte bulunduklarını, ancak yetkililerin tasarruf tedbirlerini mazeret göstererek alım yapmadıklarını belirtti. Baslı, kesinti olayının yaşandığı akşam bile kablo, pabuç gibi malzemeleri farklı bir servisten temin ettiklerini, bu kadar büyük bir kurumda böylesine malzemeler dahi bulunmadığını söyledi. Baslı ikinci ifadesinde şunları kaydetti: “Mehmet Ergün ve Necmi Sarıçiçek’in de benim nöbette olmadığımı öğrendiklerini biliyorum. Ben buraya geldiğimde saat, yanlış hatırlamıyorsam, 21.3035 sularında henüz enerjinin yeni gittiğini öğrendim. Ben buraya geldiğimde Mehmet, Necmi Bey dahil hiç kimse yoktu. Geldiğimde İsa Bey’in jenaratör odasında olduğunu gördüm. Hatta Mehmet Bey bana, nöbette olmadığımı kimseye söylememem gerektiğini, yoksa başıma kötü şeylerin gelebileceğini söyledi (...) Size verdiğim ilk ifadede korktuğum için tam gerçekleri söyleyemedim. Hatta size çok zaman gelerek, tam gerçekleri aktarmayı çok düşündüm. Fakat sözüne inandığım kişilerin bana yaptıkları telkinler bunu engelledi.” İki teknisyenin kendilerini “yalan ifade vermeye zorladıklarını” vurguladıkları Ergün ise tüm bu yaşananların ardından Cenkciler’in yerine Enerji Müdürü olarak atandı. Sular durulmuyor Fırat KOZOK ANKARA TRT’den sorumlu Devlet Bakanı Beşir Atalay’ın, bazı yönetim kurulu üyeleriyle Başbakanlık’ta ve TRT’de yaptığı gizli görüşmelerin Cumhuriyet’e yansıması kurumu karıştırdı. Bakan Atalay ile görüşen Genel Müdür Vekili Ali Güney izne ayrıldı. Bakan Atalay ise sessizliğini koruyor. Papa’nın ziyareti sırasında yaşanan skandalların ardından TRT ile AKP iktidarı arasında yaşanan gerginlik her geçen gün ilginç boyutlar kazanıyor. TRT’den sorumlu Bakan Atalay’ın bazı yönetim kurulu üyeleriyle önce Başbakanlık’ta, ardından da TRT’de gizli görüşmeler yapması, kurumdaki gerilimi artırdı. Konuya ilişkin haberin gazetemizde yayımlanmasının ardından TRT Genel Müdür Vekili Ali Güney izne ayrıldı, ancak Güney, yaptığı görüşmelerin ardından araya bayramın girmesini beklemeden yeniden makamına döndü. Ali Güney’in yaşananların ardından istifa edebileceği konuşuluyor. şanırken, Bakan Atalay, 1 haftadır konuyla ilgili telefonları yanıtsız bırakıyor. Atalay, sessizliğini korurken, HaberSen, yaşananların “skandal” olduğunu vurguladı. Sendika Genel Başkanı Baki Çınar, yönetim kurulu üyelerini istifaya çağırdı. Çınar, “Anayasayı ve yasaları hiçe sayan, TRT’yi hükümetin propaganda aracına dönüştüren Devlet Bakanı Beşir Atalay, sonunda TRT Yönetim Kurulu toplantısına da katıldı. Bu skandala izin veren TRT yönetimi ve Yönetim Kurulu üyeleri istifa etmelidir. 16 Aralık tarihinde alınan Yönetim kurulu kararları iptal edilmelidir” dedi. Çınar, şöyle devam etti: “Hiçbir dönemde TRT’ye bu kadar müdahale edilmemişti. Hiçbir Bakan, hiçbir dönemde yönetim kurulu toplantısına katılma cüretini göstermemişti. Hükümet elini TRT’den çekmelidir. AKP hükümetine, TRT yöneticilerine ve yönetim kurulu üyelerine anayasanın 133’üncü maddesini bir kez daha hatırlatıyor, TRT’nin gerçek sahibi halkımızı kuruma sahip çıkmaya çağırıyoruz.” renkli ilan BAKAN SESSIZ TRT’de bu gelişmeler ya ilmem 25 bin kişinin çığlığını duyuyor musunuz? Kimdir bu 25 bin genç insan? Bir mektup... Birlikte okuyalım: “Beden öğretmenleri atama bekliyor. Sayıları on binleri bulan öğretmenlerin atamalarının yapılmayışı birçok eğitim sevdalısını isyan ettiriyor. 25 bin beden öğretmeni adayı, kadro açılmadığı için mağdur. Kamu Personeli Seçme Sınavı’nda yeterli puan almalarına rağmen 25 bin öğretmenden yalnızca 500’ü atanıyor. Atamaların azlığından yakınan öğretmenler, Türkiye’nin beden eğitimi öğretmeni eksiğinin 3. sırada olduğunu belirtiyorlar. Avrupa’da beden eğitiminin ana sınıfından başladığına vurgu yapan öğretmenler, Türkiye’de bu dersin yeterince önemsenmediğini düşünüyorlar. Yıllarca birçok sınavdan geçirildiklerini belirten öğretmenler, bu seneki bütçe taslağında MEB’in büyük bir pay aldığını, bunun öğretmen atamalarına nasıl yansıyacağını merak ettiklerini ve her yıl mezun olan binlerce öğretmenin kaderinin ne olacağını soruyor.” ??? Bir mektup daha: “Biz 25 bin beden eğitimi öğretmen adayı olarak çok mağdur durumdayız. Çoğumuz psikolojik tedavi alıyoruz. Atanamıyoruz ve hâlâ ailelerimizin eline bakıyoruz. Geçen atama döneminde, sadece 292 kişi atandı. Oysa ihtiyaç 11 bin. Aradaki farkı söylememize gerek yok sanırım. Atama yapılmayan yerlerde beden eğitimi derslerine kimler giriyor? Tabii ki branşı olmayan öğretmenler. Beden eğitimi ders saatleri 40 dakikaya düşürüldü. Böyle önemli bir dersin 40 dakikaya düşürülmesi ne kadar vahim! Öğrenci hangi derste sosyalleşecek, hangi derste deşarj olacak, hangi derste nasıl davranmasını ve grupla nasıl hareket etmesini öğrenecek? Okullarda şiddet neden artıyor? İşte bu yüzden. Dersten ve evden bunalan öğrenciler sosyalleşemiyor. Toplumla birlikte hareket edemiyor. Okulda deşarj olmalarını sağlayacak tek ders, beden eğitimi dersidir. Bu yüzden ders saatlerinin azaltılması değil, artırılması gerekiyor ama bunu büyüklerimize bir türlü anlatamıyoruz. Bu konu, Türkiye’mizin en ciddi konularından biridir. Çocuklarımız sosyalleşemiyor, bencil bir toplum olmaya başladık, toplumumuzun her bir kesimi stresle yüz yüze kalıyor, bunun sonucunda da şiddet, sadece okullarımızı değil, her yeri sarıyor...” ??? Türkiye’de 60 beden eğitimi spor yüksekokulu bulunuyor... Her yıl yaklaşık 6 bin öğrenci bu okulları bitiriyor... 2004 yılı verilerine göre mezun olanların sayısı ne kadar? 8 bin9 bin kişi... Peki Milli Eğitim Bakanlığı’nın verdiği kadro sayısı kaç? 300400... Bugün 25 bin beden eğitimi öğretmeni işsiz... Ne yapacak bu gençler? İşte sorun burada başlıyor... Türkiye’de on binlerce üniversitede diplomalı işsiz genç var... İstanbul’un, Ankara’nın, İzmir’in, Antalya’nın, Adana’nın, Mersin’in varoşlarında lise mezunu gençler kahvelerde pinekliyor... Diyarbakır’da sokak çocuklarının sayısı 3 bin... Batman’dan, Diyarbakır’dan, Mardin’den getirilen çocuklar “kapkaç mafyası”nca kullanılıyor... 25 bin beden eğitim öğretmeni ne yapsın? ??? MEB’in 11 bin beden öğretmenine gereksinimi var ama 292 kişi atanıyor... Bugün okullarda beden eğitimi derslerine edebiyat, fizik öğretmenleri giriyor... Okullarda şiddet olaylarının artması giderek ivme kazanırken beden eğitimi derslerinin 40 dakikaya düşürülmesi ne demektir? Öğrenci sosyalleşemeyecek!.. O zaman ne olacak? Şiddet olayları artacak!.. Ben her gün yüzlerce elektronik posta alıyorum beden eğitimi öğretmenlerinden... Onların seslerini, çığlıklarını kimse duymuyor... AKP, her sosyal konuda olduğu gibi bu konuda da duyarsız... Tarikat şeyhlerinin sorunlarını çözdüklerinden, 25 bin beden öğretmeniyle ilgilenmelerine gerek yok!.. B asirmen?cumhuriyet.com.tr hikmet.cetinkaya?cumhuriyet.com.tr Faks numaramız: +90 0212/ 343 72 69
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle