19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

12 ABD’nin stratejisi: Savaş hali sürsün Yarım yüzyıldır siyasi özgürlüğün ve ekonomik düzenin savunucu olduğunu iddia eden ABD, içinde bulunduğumuz dönemdeki uygulamaları, hegomonik tavırları ile uluslararası bir düzensizliğin en büyük etkeni olmuştur. Ayrıca, tüm dünyaya art niyetli devletlerin olduğu ve onların bastırılması gerektiğini kabul ettirmeye çalışmaktadır. C dizi 5 OCAK 2007 CUMA Washington, gövde gösterisi amaçlı bir politika izleyerek muhtemel rakiplerini etkisiz hale getirmeye çalışmaktadır BAŞLARKEN... üreselleşme ve Kültür” konusundaki makalemden sonra, küreselleşme olgusunun güvenlik konularına etkisini araştırma ihtiyacını hissettim. Bu amaçla; Öncelikle küreselleşme ile ilgili bazı hususlara açıklık getirmek, Küreselleşme uygulamaları ve sonuçları ile bu konudaki örnekleri hatırlatmak, Bu sonuçların yarattığı tehditler ve bu tehditlere karşı güvenlik kuvvetlerinin aldığı tedbirler ile yapısal değişiklikler, konularına açılım getirmenin uygun olacağını düşündüm. ‘K üreselleşme, bilindiği ve açıklandığı üzere Soğuk Savaş’ın sonunda üretilen yeni kavramlardan biridir. Ancak küreselleşmenin köken olarak kolonyalizm (yani sömürgecilik ve yayılmacılık) olduğu da malumlarınızdır. “Esasen kolonyalizm ile başlayan bu sürecin 18 ve 19. yüzyıllardaki kısmını emperyalizm, 20. yüzyıldaki kısmını da kapitalizm olarak tanımlamak uygun olacaktır.” Böylece küreselleşmeye giden yolun; kolonyalizm, emperyalizm ve kapitalizm aşamalarının sonucu olduğunu söylemek doğru bir yaklaşım olacaktır. Esas konumuz olan küreselleşmenin güvenlik boyutunu gerçek yönleri ile tespit edebilmek için, kavramın sorgulanması, yani kavramı yaratanlar ile uyüreselleşme sonucu ortaya çıkan uygulamalar sonunda; kamu harcamaları kısıtlanmış, gulayanlar veya uygulamaya mecbur bırasosyal güvenlik programları gözardı edilmiştir. Dünya nüfusunun yüzde 84.5’lik bölümünü kılanların belirlenmesi uygun olacaktır. Bilindiği gibi, herkesin üzerinde hemfi oluşturan az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler, dünya gelirlerinin ancak yüzde 26.8’ine kir olduğu bir küreselleşme tanımı olma sahiptir. (Fotoğraf: REUTERS) makla birlikte, elde edilen bilgiler ışığında küreselleşmeyi şu şekilde tanımlayabiları uluslararası siyasi ve ekonomik örgütler ile Düzen” adı altında yerleşmiş bulunmaktadır. liriz. Gelişmiş ülkelerin, ortak bir dünya pazadaha etkin bir şekilde kontrol etmek maksadı Bu sürecin, gelişmekte olan ülkelerin siyasi, rı oluşturarak refahı artırıp homojen bir külile yarattıkları bir süreç olarak tanımlamak ekonomik ve sosyal yaşamlarında yarattığı tür etrafında insanları toplayarak, ülkeler aramümkündür. olumsuzluklar, ABD güdümündeki uluslarasındaki sınırların kaldırılması sonucunda serrası aktörlerin (IMF ve Dünya Bankası gibi) best ticareti ve serbest dolaşımı sağlamak, dünsöz konusu ülkelerin mali politikalarının yanı ÜNYADA GELİR ADALETSİZLİĞİ yayı küçülterek insanları birbirine daha fazla sıra siyasi politikalarına da etkin olarak müdayaklaştırmak gibi söylemleri kullanarak, soğuk hale etmeleri sonucunu doğurmuştur. savaş döneminin sona ermesi sonucu, ABD liBerlin Duvarı’nın çökmesi ile ABD hâkimiŞu çarpıcı örnek, sanırım birçok hususu derliğinde tek kutuplu süper güç egemenliğiyetinde tek kutuplu dünya düzeni oluşturma açıklamak için yeterli olacaktır. Dünya nüfune dayanan yeni dünya düzeni içinde yer alan çabaları sonucu, sermayenin küreselleşmesi sunun yüzde 84.5’lik bölümünü oluşturan azazgelişmiş ve gelişmekte olan ülkeleri, kurduktüm dünyanın gündemine “Yeni Ekonomik K Ancak üretim azaltılırken, tüketim bilinçli olarak artırılmış, finans piyasaları yeni savaş alanları haline gelmiştir. Bu husus, gelişmekte olan ülkeleri daha çok dışa bağımlı hale getirmiştir. Bu durum, ulusal ekonomilerin ciddi anlamda zarar görmeleri sonucunu doğurmuştur. Bütün bu gelişmeler, kabul edeceğiniz gibi güvenlik sorunu ile yakınen ilgilidir. Ortaya çıkan bu tablo, ülkelerin yarattığı güvenlik sorunlarını da beraberinde getirmiştir. Unutulmamalıdır ki; uluslararası ilişkilerde ulusal çıkar vardır, duygusallığa yer yoktur. Tek ortak payda, karşılıklı menfaattir. İnsanlığın eriştiği entelektüel ve hümanist gelişmeye rağmen, güçlünün güçsüzü sömürmesi gerçeği maalesef devam etmektedir. Yukarıda açıklamaya çalıştığım, küreselleşme olgusu, içinde bu olumsuzlukları barındırıyorsa, bu konuda sadece ana oyuncuların güvenliği ile ilgili düşünceler üretilebilir. Çünkü mevcut küreselleşme retoriği, gelişmemiş ve gelişmekte olan ekonomileri kontrol altında tutarak gelecekteki rekabeti engellemek, üretim alanlarını daraltarak ülkeleri bağımlı hale getirmek, ikinci sınıf teknolojiyi paylaşarak denetimlerini sürdürmekle mümkün olabilmektedir. MİLLİ BİRLİĞİN ZAYIFLATILMASI Kuşkusuz bunun yolu ulusdevlet modeli ülkelerin, milliyetçilik temalarını ekonomik baskı ile erozyona uğratarak söz konusu ülkelerdeki kaynaklar üzerinde itirazsız kontrol sağlamaktır. Hatta bununla da yetinilmeyip, ülkedeki farklılıklar kaşınarak, milli birliğin zayıflatılması sağlanır. Dengeler sarsılır, işsizlik, gelir dağılımındaki adaletsizlik, etnik ve dini sorunlar gibi pek çok sorun ortaya atılır. Polis ve silahlı kuvvetler pasifize edilir ve gerekliliği sorgulanan bir ortam yaratılarak direncin kırılması sağlanır ve ülke kaosa sürüklenir. Daha açık ve net ifade etmem gerekirse küreselleşme; kontrol altına alınan kaynakların, tüketim marjı yüksek ve teknolojisi gelişmiş ülke vatandaşlarına kesintisiz sunulması için yaratılan yeni kavram ve düşünceler manzumesi olarak gelişmiş ülkelerce uygulanan yeni dünya düzeninin masumane adıdır diyebiliriz. Bu genel açıklamadan sonra; zahiren demokrasi ve serbest piyasayı amaçladığını iddia eden, küreselleşmenin baş aktörü ve uygulayıcısı olan ABD’nin, izlediği politikalar sonucu yarattığı sorunlar ve tehditler hepinizin malumudur. Bu nedenle ABD’nin politikalarına kısaca değinmek uygun olacaktır. Yarım yüzyıldır siyasi özgürlüğün ve ekonomik düzenin savunucu olduğunu iddia eden ABD, içinde bulunduğumuz dönemdeki uygulamaları ve hegomonik tavırları ile uluslararası bir düzensizliğin en büyük etkeni olmuştur. Ayrıca, tüm dünyaya art niyetli devletlerin olduğu ve onların bastırılması gerektiğini kabul ettirmeye çalışmaktadır. ÜRESELLEŞMENİN BAŞ AKTÖRÜ ABD ABD, gövde gösterisi amaçlı bir strateji izleyerek muhtemel rakiplerini etkisiz hale getirmeye çalışmaktadır. Diğer taraftan, terorizmin evrensel güç boyutuna ulaşması dünyayı sürekli savaş halinde olmaya yöneltmiştir. Soğuk Savaş olarak isimlendirilen savaşı kazanan ABD’nin, bundan böyle de dünyayı savaş halinde tutma gayreti içinde olacağını söylemek yersiz değildir. 11 Eylül 2001 sonrasında ABD’nin daha insancıl, daha hassas bir tavır sergileyeceği düşünülüyordu. Ancak kısa bir zaman sonra bunun hayal olduğu görüldü. Esasen, Ottowa Anlaşması ve Kyoto Protokolü’ne ABD’nin karşı çıkması, uluslararası ilişkilerinde birtakım değişiklikler yapılacağının işaretlerini vermektedir. Eğer ABD; gerek Afganistan’da El Kaide’ye, gerekse Ortadoğu’da direnişçilere karşı daha dikkatli ve makul davransaydı, yaptığı mücadelenin meşruluğunu belki anlatma imkânı bulurdu. K gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin, dünya gelirlerinin ancak yüzde 26.8’ine sahip olmaları, ilginç ve dikkate değer bir durumdur. İNANS PİYASASI YENİ SAVAŞ ALANI Küreselleşme sonucu ortaya çıkan uygulamalar sonunda; kamu harcamaları kısıtlanmış, sosyal güvenlik ve sosyal refah programları gözardı edilmiş, özelleştirilmeye hız verilmiştir. D F SOĞUK SAVAŞ SONRASI ABD’NİN DIŞ POLİTİKASI: Amaç askeri güç, coğrafya Ortadoğu ugün dünya, gerçekten kaygı duyulacak bir dönemden geçiyor. Çözüm, süper güç ABD’nin, yapmak istediklerini, tatmin edici bir açıklama ile dünyaya duyurmasından geçmektedir. Aksi takdirde, ABD karşıtlarının güç kazandığı bir iklim dünyaya hâkim olacaktır. ABD enerjisini terorizmle mücadeleye harcarken, dünyanın sosyal ve ekonomik problemleri de giderek artmaktadır. Bilindiği gibi, ABD’deki değişim 90’lı yıllarda başladı. Oysa ki İkinci Dünya Savaşı sonunda ABD kendi sorunları ile yüzleşerek arzulanabilir bir medeniyetin sahibi olmuştu. Bu savaştan yaklaşık 30 yıl sonra Reagan döneminde ABD’de silah sanayisinin büyüyerek, yıldız savaşları projelerinin başladığını ve bu ülkenin nihayet Vietnam sendromundan kurtulduğunu görüyoruz. Soğuk Savaş’ın bitmesinden sonra (Üçüncü Dünya Savaşı’nı kazandığını düşünen ABD) baba Bush döneminde ABD’de bir özgüven patlaması yaşandı. Bill Clinton dönemi, dünyada her şeyin küreselleşme ile izah edildiği yıllar oldu. Huntington ve Fukayama’nın geleceğe ilişkin öngörüleri ile nihayet ABD, neoconların dönemine geldi. Dünyayı iyi veya kötü diye gören bu kadro, dünyayı değiştirmek hedefi ile Ortadoğu ve Irak’a yöneldiler. İşte bugün içinde yaşadığımız çatışma ve kaos ortamına, bu süreçten geçerek gelmiş bulunuyoruz. Soğuk Savaş’ın ardından ABD dış politikasının ana temasının; yeni bir süper gücün yükselmesini engellemek amacı ile “Full Spektrum Egemenlik” olduğunu kabul etmek K B mecburiyetindeyiz. Bu politikanın amacı askeri güç, coğrafyası Ortadoğu’dur. Bilindiği gibi bu politikanın uygulamaları; insanlığa kan, gözyaşı ve sefalet getirmiştir. Bu nedenle bütün dengelerin bozulduğu dünyada emperyal işgal kültürü, her türlü insan haklarını ayaklar altına almıştır. Diğer taraftan; ABD’nin stratejik üstünlüğünün ancak Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) realize edilmesine bağlı olduğunu biliyoruz. Bunu gerçekleştirilebilmek için, Türkiye coğrafyası üzerinde bazı hesap ABD’nin BOP projesini gerçekleştirebilmek için, Türkiye coğrafyası üzerinde bazı hesaplar yapıldığı bilinmektedir. Ancak bugün itibarıyla Mezopotamya’dan, yeni dünya düzeni ve BOP’un çıkamadığını, net bir şekilde görmekteyiz. lar yapıldığı da bilinmektedir. Ancak bugün itibarıyla Mezopotamya’dan, yeni dünya düzeni ve BOP’un çıkamadığını, net bir şekilde görmekteyiz. ABD’NİN ‘YENİ NATO’ PLANLARI Aslında bugün ABD’nin, BOP çerçevesinde Irak’ta giriştiği inandırıcı olmayan savaşın kökenlerinin, 1980’lerde açıklanan Carter Doktrini’ne dayandığını da biliyoruz. Belirtilen bu doktrin, Ortadoğu’yu hedef almaktaydı. Ancak bu gün ABD, tek kutuplu bir dünya oluşturmak yönündeki kendi düşüncelerinin, kültürel ve ekonomik etkinlikleri gelişmiş ülkeleri ikna etmeye yeterli olamadığını görmüş bulunmaktadır. Bu nedenle ABD, NATO’yu dünya çapında bir operasyon düzenleyebilen bir müdahale birliğine dönüştürmek istemektedir. Avrupalı NATO ülkeleri, her ne kadar bu konuya soğuk bakıyorlarsa da ABD, NATO’nun küreselleşmesi gerektiğini savunmakta, NATO için ortaya çıkan küresel talepler göz önüne alınarak ittifak üyeliğinin de küresel olması gerektiğini vurgulamaktadır. ABD’ye göre NATO’ya 35 yeni üye almak suretiyle, “Yeni NATO” adı altında gönüllü bir koalisyon gücü oluşturulmalıdır. (Riga zirvesinde de bu yönde kararlar alınmaya başlandığını görüyoruz.) Diğer taraftan, ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi’ne göre; ABD’nin savaş içinde olduğu, Küreselleşmenin ana ekseninin demokratikleşme ve serbest piyasa ekonomisi olduğu, Önleyici müdahale stratejisinin devam edeceği vurgulanmaktadır. Ancak bugün gelinen noktada, çöken bu stratejinin, 11 Eylül’de şekillendirildiğini de biliyoruz. ABD’nin 11 Eylül sonrasındaki politikasına egemen olan düşünce, bilindiği gibi; Hukuksuzluğun ve şiddetin üstünlüğü ve bunların dünyaya dayatılması, Toplumda korku politikalarının hâkim olması, Tehdit belirmeden tehlikenin ortadan kaldırılması, Başka ülke ve kuruluşların görüşlerine ihtiyaç hissedilmemesidir. ABD’nin, BOP çerçevesinde Irak’ta giriştiği inandırıcı olmayan savaşın kökenleri, 1980’lerde açıklanan Carter Doktrini’ne dayanıyor. Belirtilen bu doktrin, Ortadoğu’yu hedef almaktaydı. Güvenlik doktrinleri değişiyor K apalı ve zayıf ekonomilerin dünyaya açılması ile bu ülkelerde kısa sürede mevcut siyasi ve ekonomik yapının bozulduğu görülür. Güçsüz ülkelerde, ekonomi hızla kayıt dışına kayar ve toplumsal barış zedelenir. Yaşanan ekonomik krizler, terörün tırmanmasına ve vatandaşın aidiyet duygusunun azalmasına sebep olur. Dengeleri bozulan ülkelerde, ulus kavramı ve toplumsal değer yargıları sorgulanarak ulusalcı yaklaşımlar küreselleşme ironiği altında ezilmek istenir. Teknolojide gelişmiş ülkelerle yarışması mümkün olmayan devletler, gelişmiş ülkelerden silah satın alma yoluna giderek biriken sermayesini de böylece çarçur Teknolojide gelişmiş ülkelerle yarışması mümkün olmayan devletler, gelişmiş ülkelerden silah satın alma yoluna giderek, biriken sermayesini de böylece çarçur etmek zorunda kalırlar. etmek zorunda kalırlar. değerlendirmenin ışığında baktığımızda, azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde, küreselleşme sonucu geleneksel tehdit algılamasına göre düzenlenen güvenlik doktrinlerinin hızla değişeceği gerçeğini görebilmeliyiz. Uluslararası sistemi ve güvenlik stratejilerini derinden etkileyen ve değiştirme sürecini başlatan olaylardan biri, bilindiği gibi, 1990’da Berlin Duvarı’nın yıkılışı ve Soğuk Savaş’ın sona ermesi, diğeri ise 11 Eylül’de İkiz SİLAHLANMA YARIŞI Silahlanma yarışında üretici olmadıklarından, daima bir yenisini veya gelişmişini alma ihtiyacını duyacaklardır. Bu girdap, zayıf ülkeleri güvenlik kaygısıyla güçlü bir pakta girmek zorunda bırakmaktadır. Küreselleşmenin güvenlik boyutunu ele almak, küreselleşmeye nasıl baktığınızla ilgilidir. Yukarıda yaptığımız Kuleler’e yönelik terör saldırısıdır. Soğuk Savaş dönemine kadar, klasik askeri yapılanma çerçevesinde, gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkeler, kendilerine yönelebilecek tehdit kapsamında stratejiler geliştirmiş ve silahlı kuvvetlerini bölgesel savaşlara göre örgütlemişlerdi. Dolayısıyla, devletler kendi güvenliğini esas alarak tehdit değerlendirmesi yapmış ve böylece ülkelerin ölçülür ve gözetlenir askeri ve ekonomik imkânları potansiyel tehdit olarak görülerek, karşı tedbirler almışlardır. Yani tanka karşı tank, uçağa karşı uçak, füzeye karşı füze, asker sayısının dengelenmesi vs. gibi. S Ü R E C E K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle