19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 AÇI C olaylar ve görüşler 5 OCAK 2007 CUMA Tesettür Erkeğe Hakarettir... oğunlukla kadının örtünmesine karşı olanlar, tesettür yaklaşımının altındaki temel varsayımlar nedeniyle tesettüre karşı çıkarlar. Çünkü tesettür yaklaşımının temel varsayımlarından biri, kadının “aşağı bir cins” olduğudur. “Kadın, aile ve toplum yaşamında erkekle hiçbir biçimde eşit konumda değildir. Kadının bir kimliği ve kişiliği, dolayısıyla istenci yoktur ya da varsa bile kullanmaya hakkı yoktur. Aşağı, eksik ve yetersiz bir varlık olduğu için bütünüyle erkeğe bağlı ve onun güdümünde olmalıdır. Kadının temel görevi erkeğe hizmet etmek, onun ihtiyaçlarını, öncelikle de cinsel ihtiyaçlarını karşılamak ve çocuk doğurmaktır. Kadın alınıp satılabilir cinsel bir nesnedir, bu nedenle toplumsal yaşamda yeri olamaz, kadının yeri evidir. Aslında cinsel saldırılardan korunması için örtünmesi de yetmez, olanaklı olduğu ölçüde evden çıkmaması yeğlenir.” Kadının tessettürü aslında en az kadın kadar erkeği de aşağılayan bir yaklaşımdır. Öncelikle, kadının örtünmesi gerektiği tezinin gerekçelerinden biri, “Kadın, erkeğin cinsel arzularını uyandırır, şehvetini kamçılar, başta göz zinası olmak üzere onun zina yapmasına, suç işlemesine, günaha girmesine neden olur” varsayımıdır. Bu varsayım aslında, erkeğin cinsellikten başka hiçbir tasası olmayan, cinsel dürtülerinin güdümünde, onları denetlemekte ve toplumun onaylayacağı biçimde tatmin etmekte güçlük çeken, akıl ve iradesi olmayan bir varlık olduğu imasını içermektedir. Kadının tesettüre girmesini savunmak erkeği aşağılar, çünkü bu yaklaşım, erkeklerin hangi yaşta, hangi özellikte, hangi güzellikte olduğuna bakmadan, hangi koşulda olursa olsun önüne çıkan bütün kadınlarla cinsel ilişki kurabilen, yani seçim yapma iradesi, cinsel estetik ve tercihleri olmayan varlıklar olduğu imasını da içermektedir. Bir diğeri, erkeklerin hemen hepsinin âşık olma, sevme ve bağlanma kapasitesi olmayan varlıklar olduğu imasıdır. Bir başkası ise erkeklerin zekâ ve imgelem kapasitesi düşük, düş gücü olmayan varlıklar olduğu imasıdır. Oysa erkekler zekâ kapasitesi ve PENCERE Saddam’ın İnfaz Filmi... inema çağımızın sanatıdır, şimdiye dek izlediğim filmlerde kaç idam sahnesi seyrettim, bilmiyorum, ama, Saddam’ın infazı kadar etkilisini de anımsamıyorum... Eski Irak diktatörünün TV’lerde yayımlanan idam filmi harikaydı... ? İnfazın kapalı mekânda gerçekleştirilmesi filme ayrı bir hava veriyordu... Eskiden açık havadaki idamlar, bu çağdışı cezaya daha hukuksallık, başka deyişle meşruluk kazandırıyorlardı... Kapalı mekân gizliliği çağrıştırıyor; gizlilikle suçluluk kavramları arasında da sanki bir akrabalık var... Açık havada sehpa ya da öteki adıyla darağacı herkesin gözleri önünde kurulur... Yüksek olur... Neden?.. Halk idamı seyretsin diye... Mahkum ya da hükümlü bir sandalyenin üstüne çıkarılır, boynuna ilmik geçirilir... Sonra iskemle tekmelenir... Her şey meydandadır... Alenidir... ? Saddam kapalı mekânda gizlice asıldı... Sonra idam filmi tüm dünyaya TV’lerde gösterildi... Film gerçekten olağanüstüydü.. Işıklar iyi ayarlanmıştı.. Cellatlar yüzlerini saklayan kukuletalar giymişlerdi.. Maskeli yüzler senaryoya yakışıyor, dekorla uyuşuyordu.. İriyarı bedenleriyle infazcılar Saddam’ı ortalarına almışlardı.. Kapalı mekânda kurulan darağacı yüksek değildi; cesedin sallanacağı bir boşluğa açılıyordu.. ? Saddam rolünü çok iyi yaptı.. Olağanüstü sakindi.. Yüzüne bir duruluk gelmiş, bakışlarına sükunet sinmişti; canavar, ölüm karşısında alabildiğine bir ruh dengesine mi kavuşmuştu?.. Hangi adı bilinmeyen usta yönetmen bu rolü ona münasip görmüştü?.. İdam ilmiği infazcıların ellerinde dolaşıyordu.. Bir avuçluk mekânda hükümlü kurbanla görevli cellatlar sarmaş dolaş idiler.. Celladın biri Saddam’ın boynuna siyah bir eşarbı güzelce sardı.. Saddam’ın yüzü unutulmazdı.. Bakışı belleklere yazıldı.. Her şey hazırdı. ? Uygarlık gelişti.. Teknoloji sayesinde Saddam’ın idamını tüm dünya yakından izledi... Peki, bundan payımıza düşen ne?.. Utanç mı?.. Denebilir ki: Saddam kaç kişinin canına kıymıştı?.. Soru: Bush’un canına okuduğu kişiler mi daha çok, Saddam’ın kanına girdiği kişiler mi?.. İkinci soru: Saddam, Şiilerle Sünniler daha çok düşmanlaşıp da birbirlerini daha çok öldürsünler diye idam edilmedi mi?.. Neresinden bakarsanız bakın, Başkan Bush’un aklanması olanaksız... Ama, Saddam’ın idam filmi de harika... Film, terör sinemalarında kapalı gişe oynayacak, dehşet piyasasında büyük hasılat yapacaktır... Filmin senaristi Bush... Prodüktörü Bush.. Rejisörü Bush.. MÜMTAZ SOYSAL Zaman ve İnsan IL sona ererken “zaman” üzerine düşünceye dalmadan edemez insan. Saatler geçip mevsimler ve yıllar devrildikçe gelip gideni haince seyretmekle yetinen, istifini hiç bozmayan zaman. Saatlerin tıkırdayışından kalkarak türetilen “tıkır tıkır” sözü iyi işleyen bir düzeni mi anlatır, yoksa zamandaki bu zalimce aldırmazlığın sesi midir? Zamanın insafsızca gidişinde tutunacak bir şeyler arar insan. Tutunuşun kendi yaşamıyla sınırlı olduğunu bile bile. Belki de bu bilinçtir insanoğlunu ardında kalıcı bir şeyler bırakmaya iten: Çocuklar, yapıtlar, anıtlar, üretilen düşünceler, kubbelerde bâki kalacak sedalar. Böyle bir bilinç ve hiç dinmeyen tutunma isteği, en azından uzunca süre yaslanılabilecek bir dayanak aratır insana. Örneğin, sağlam bir toplum düzeni, güvenilebilir bir devlet. Galiba, bugünlerde gitgide zayıfladığı hissedilen, insanların zaman karşısındaki ezeli çaresizliğine yaşamla sınırlı günlük sıkıntıları ve kaygıları ekleyen, böyle bir dayanağın eksikliğidir. Kamuoyu yoklamalarında sokak güvensizliğinin, kapkaçların, tinerci korkularının öne çıkışında da bu yatıyor. Hüzün verici olan, devletin bu en alt düzeydeki güven yitirişini büsbütün vahimleştirici bir üst düzey yıpranışın varlığıdır: Kuralların ve kurumların sarsılması, en önemli mekanizmaların belirsizleşmesi, yani mekanik düzenekler gibi “tıkır tıkır” işlemesi beklenen süreçlerin kuşkulu duruma gelmesi. Şu Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin “sorun”a bakın. Sorun olması gerekiyor muydu? Ama, tek kişinin, yani şimdiki göreve geliş tarzı hâlâ tartışılan, hakkındaki soruşturma dosyaları bekletilen, cumhuriyetin nitelikleri konusundaki niyetleri kuşku uyandıran bir politikacının geleceğe dönük hesapları konusunda inatla sürdürdüğü belirsizlik, hiç sorun olmaması gereken bir konuyu bile sorunlaştırdı. “Böyle bir niyetim yok; devletin başına geçerek şimdiye kadar yapamadıklarımı yapmak gibi bir hesap içinde değilim” demesi mümkünken dememesi değil midir bu belirsizliği doğuran? Şimdi, bu yüzden bir hukuk tartışmasıdır gidiyor: Ünlü hukukçulardan yüksek yürütme ve yasama mevkilerindekilere kadar herkesi içine alan bir tartışma. Buna, pek yakında, düğümü çözecek yetkili makam olarak Anayasa Mahkemesi de sokulacak. Yıllarca karara bağlanmamış dava dosyalarına, arsa vaatlerine, gereksiz Latin Amerika gezilerine kadar uzanan söylentiler de gündeme getirilerek. Kısacası, yıpranmamış, didiklenmemiş, güvenilir olmaktan çıkarılmamış hiçbir şey kalmayacak. İnsanları saat tıkırtıları karşısında büsbütün zavallılaştırırcasına. Ç Dr. Aysın TURPOĞLU ÇELİK Psikolog Y Kadının tesettüre girmesini savunmak erkeği aşağılar, çünkü bu yaklaşım, erkeklerin hangi yaşta, hangi özellikte, hangi güzellikte olduğuna bakmadan, hangi koşulda olursa olsun önüne çıkan bütün kadınlarla cinsel ilişki kurabilen, yani seçim yapma iradesi, cinsel estetik ve tercihleri olmayan varlıklar olduğu imasını da içermektedir. düş gücüne sahip, iradeleri olan, özgür iradeleriyle seçim yapabilen; akılları, fikirleri, duyguları, düşünceleri olan varlıklardır. Ancak bir toplumun tamamının sağlıklı, zeki, duygulu, duyarlı, ahlaklı, vicdanlı, eğitimli olması pek olası değil. Azınlıkta olsalar da, erkeklerin ruh hastası, sapkın, vicdansız, ahlaksız, cahil ve yobaz olanları vardır ve kadınlarla çocukların onlardan korunması gerekir. Peki, nasıl koruyacağız, tesettürle mi? Tesettürlü kadınlar tecavüze uğramıyorlar mı? Elbette uğruyorlar. Diyelim ki kadınları, kızları tesettür ile erkek saldırılarına karşı koruma altına aldık. Tecavüz kurbanlarının yaklaşık üçte birinin erkek çocuklar olduğunu düşünürsek, erkek çocuklara da mı, bebeklere de mi kara çarşaf giydireceğiz? Hadi dışarı saldığımız kadınlarımızı, kızlarımızı, oğlan çocuklarımızı, bebeklerimizi kara çarşaflara sarıp sarmaladık. Peki, evin içinde ne yapacağız? Hane içinde yaşanan tecavüzlere karşı kadınları, kızları, çocukları, bebekleri nasıl koruyacağız? Herhalde tesettürle değil.Kurban ve zalim rolleri geçişli rollerdir. Erişkin çağda zalim rolünde olanların, çocukluk ve gençliğinde kurban rolünde olduğunu, mutlaka ihmal, istismar, taciz ya da tecavüz kurbanı olduklarını unutmamamız gerekir. Ailesinin sevgi ve sevecenliğinden, ilgi, bakım, koruma ve desteğinden yoksun olan, gereksinimleri nitelik ve nicelik açısından yeterli düzeyde karşılanmayan çocuk, erişkin yaşamda davranışlarını vicdanına göre düzenlemekte güçlükler çeker. Sorunun çözümü, hem kadını hem de erkeği aşağılayıcı imalar içeren tesettür uygulamasında değildir. Kadını, erkeğin kölesi durumuna sokan tesettür yaklaşımı, kadınerkek eşitliğine; kadının, ruhsal, zihinsel, duygusal, toplumsal, mesleki, ekonomik gelişimine engeldir. Çözüm, kadın ve erkeğe potansiyel suçlu ve günahkâr gibi davranan, onları birbirlerinden ayıran, yabancılaştıran, diğerinin varlığını tehdit olarak algılamasına neden olan yaklaşımlar olamaz. Tam tersine çözüm, kadın ve erkeğin yaşamın her alanında, yaşanmaya çok daha değer bir dünya kurmak için birlikte el ele eşit koşullarda çalışması, gerektiğinde savaşmasındadır. Çözüme, şiddetin birincil kaynağı yoksulluk, yoksunluk ve eğitimsizlik ile savaşarak ulaşılabilir, kadınların örtünmesi ile değil. Böylesine ciddi toplumsal bir sorunun çözümünde bireysel düzeydeki girişimler yetersiz kalmaya mahkumdur. Genç kızı tecavüzcüsüyle evlendiren, çocuklarına tecavüz ettiği için yargılanan babayı, çocuklarıyla birlikte eve gönderen bir hukuk ve sosyal hizmet anlayışı da sorunları çözmekte yetersiz kalacaktır. Başta güvenlik, hukuk, eğitim ve sosyal hizmet organları olmak üzere tüm devlet kurumları, sosyal devlet anlayışı ile bu savaşımın içinde yer almalıdır. Üniversiteler, sivil toplum kuruluşları, basın ve yayın organları da bu savaşımın içinde yer almak, projeler üretmek zorundadırlar. Şiddet kurbanlarının bedensel ve ruhsal yaralarını iyileştirerek toplumda yer almalarını sağlayamazsak gelecekte zalim rolüyle karşımıza çıkacaklarını asla aklımızdan çıkarmamalıyız. S OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ kurgenc?yahoo.com Toprak ve İşgal... Bayrakları bayrak yapan üzerindeki kandır, Toprak, uğrunda ölen varsa vatandır! ğruna kan dökülüp can verilen, “Vatan” adı altında bayraklaşmış, ulusal ve kutsal bir varlık olan toprak, “katı yerkabuğunun en üstteki canlı tabakasıdır” şeklinde tanımlanır. Farklı meslek dallarının gereksinimlerine cevap veren ve çok yönlü bir bakış açısı olan toprak, bir çiftçi için, alın terinin karşılığını almak için uğraş verdiği eşsiz bir doğa parçası, tüm canlıların yaşam temelidir. Halk ozanımız Âşık Veysel’in “sadık yâridir”. Stockholm 1972, Rio 1992, İstanbul 1996 tarihlerindeki dünya zirve toplantılarına karşın, doğa ve toprak tahribinin adeta “sürdürülebilir bir afet” niteliğini korumaya devam etmesi, insanoğlunun nasıl bir çıkmazda bulunduğunun göstergesidir. [email protected] Yrd. Doç. Dr. Füsun EKMEKYAPAR Namık Kemal Üniversitesi Öğretim Üyesi U Verimli tarım arazilerinde tarım dışı yatırımlara meşruiyet kazandıran, verimli tarım arazilerine bundan böyle yapılacak saldırıların hukuksal yol haritasını da çizen 5403 sayılı yasa, anayasanın “Mülkiyet Hakkının Toplum Yararına Kullanılması, Toprağın Verimli Kullanımı İçin Korunması ve Tarım Arazilerinin Amaç Dışı Kullanımının Önlenmesi” yönündeki temel hükümlerinde yer alan “kamu yararı” ilkesine aykırıdır. rıca koruma alanı ilan edilmiştir. evrensel hukuk kurallarıyla ve anayasanın hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmadığını” belirtmiştir. CARGILL YASASI TBMM tarafından 23.11.2006 tarihinde kabul edilen 5557 sayılı yasa ile 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’nun “Tarım Arazilerinde İzinsiz Gerçekleşen Tarım Dışı Yatırımlara Af Getiren” geçici maddesinin yürürlük süresi bir yıl uzatılmıştır. Bu düzenleme açıkça, Başbakanlık’tan, 20.04.2006 tarihinde Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’na gönderilen yazıda yer alan “Cargill firmasının yatırımlarına hukuksallık kazandırmak için kanunun değiştirilmesi” emri üzerine gerçekleştirilmiştir.(**) Verimli tarım arazilerinde tarım dışı yatırımlara meşruiyet kazandıran, verimli tarım arazilerine bundan böyle yapılacak saldırıların hukuksal yol haritasını da çizen bu yasa, anayasanın “Mülkiyet Hakkının Toplum Yararına Kullanılması, Toprağın Verimli Kullanımı İçin Korunması ve Tarım Arazilerinin Amaç Dışı Kullanımının Önlenmesi” yönündeki temel hükümlerinde yer alan “kamu yararı” ilkesine aykırıdır. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından anayasanın 10’uncu, 35’inci, 44’üncü, 45’inci ve 138’inci maddelerine açıkça aykırı olduğu gerekçesiyle bu yasa veto edilmiştir. Cumhurbaşkanı gerekçesinde; “incelenen yasanın, özellikle bir yabancı şirketin ya da varsa belirli şirketlerin tarım arazilerinde kurulu sanayi tesislerinin sorununu çözmek amacı taşıyan 6. maddesindeki düzenlemenin, yasaların genel, soyut ve nesnel olmasını gerektiren TEHLIKE BÜYÜKTÜR Sayın Cumhurbaşkanımızı ortaya koyduğu duyarlı tavrı için kutlayalım, ilkeli davranışında onu yalnız bırakmayalım. Ancak halkın iradesini kullandıkları söylenen ve tarım dışı yatırımlara af getirmeye çalışan sayın milletvekillerimize, ettikleri yeminleri ve sorumluluklarını hatırlatmanın zamanı çoktan gelmiştir ve geçmektedir. Zira bu ülkenin tarım için yeniden kullanabileceği toprak kaynağı kalmamıştır. Coğrafyamızın ancak üçte biri tarıma elverişlidir ve bu alanımızın da yine ancak üçte biri verimli tarım arazisidir. Kardak kayalıklarında yaşanan kriz sürecinde söylenen, “Bu ülkenin tek bir çakıl taşını bile Yunanlılara vermem” gibi hamaset içeren sözler bir tarafa bırakılarak, bu topraklar için şehit düşmüş ecdadımıza ve gelecek kuşaklara karşı yüzümüz ak, alnımız açık olmalıdır. Bunun da tek yolu, tehlikenin farkına varıp, onu göğüsleyip, gerekli önlemleri alabilmektir. Bu şansı kaçırdığımız takdirde bizler kaybetmiş olacağız. * “212.2 dekar: 212200 m2 ” ** TC Başbakanlık Hukuk Müşavirliği’nin Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’na gönderdiği B.02.0.HUK.641.025200516663020 sayılı yazısı. TOPRAK TALANI Ne yazık ki, ülkemizde bu doğal kaynak, akıl almaz bir şekilde tahrip edilmekte ve varlığını ortadan kaldırmak için ne gerekli ise yapılmaktadır. Bilgi eksikliği ve yalnızca ekonomik kâr ilkesine dayanan doğal kaynaklardan yararlanma, giderek yaygınlaşmaktadır. Toprak tahribi süreci ülkemizde hızla ilerlerken, dünya siyasetinde söz sahibi olan çokuluslu şirketler de fırsatı kaçırmamak için topraklarımızı talan etmektedir. Emperyalizm, bizlere tarih derslerinde öğretildiği gibi, tankı, topu, tüfeği ile işgale gelmiyor artık. Tarz değiştirdi; daha az cana, daha fazla para ve bilgiye mal olan ustaca yöntemler kullanıyor. Cargill firması, hukuk dışı fiili işgal sonucu Bursa Orhangazi ilçesinde 212.2 dekar(*) birinci sınıf tarım arazisi üzerine kurulmuştur. Bu arazinin içerisinde bulunduğu alan, 19.12.1990 tarihli 1/25000’lik İznik Gölü Çevre Düzeni Planı’na göre “Tarımsal Niteliği Korunacak AlanSulama Alanı ve Uzun Mesafeli Koruma Alanı” olarak belirlenmiştir. Aynı alan Bursa Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu tarafından “İznik Gölü ve Çevresi Koruma Havzası” adı altında da ay CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle