19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

5 OCAK 2007 CUMA spor Futbolun assolistleri Görkem ÇÖTELİOĞLU eride bıraktığımız 2006 yılında sportif alanda ses getiren ve adından söz ettiren birçok kişi vardı şüphesiz. Özellikle ‘son tangolar’ sporseverleri hem üzdü hem de duygulandırdı. Yaşayan efsane Michael Schumacher F1’e veda etti, Avustralya’nın torpidosu Ian Thorpe yüzmeyi bıraktı ve kortların eskimeyen yüzü Andrea Agassi tenis kariyerine noktayı koydu. Ancak profesyonel spordan emekliye ayrılan elit isimlerin arasında biri daha vardı ki, onun adı 7 kıtada futbol ile birlikte anılyor; Zinedine Zidane... Namı diğer Zizou, 2006’ya damgasını vurdu vurmasına ama bu sadece ona değil, 2 futbolcuya daha nasip oldu. Bunların ilki, son Dünya Kupası’nı kaldıran ve FIFA tarafından ‘Yılın Futbolcusu’ seçilme onuruna ulaşan Fabio Cannavaro. Diğeri ise samba diyarı Brezilya’nın Pele’den sonra dünyaya verdiği en güzel armağanlardan biri; Ronaldinho Gaucho. Neden tercihimizi futbolculardan yana kullandık? Çünkü daha birçok önemli icadın mucidi olan Çinliler, sonradan ‘futbol’ olarak adlandırılan bu sporun temellerini attığından beri koca dünya bir meşin yuvarlağın peşinde koşuyor... Saygıda kusur etmeyip, bu yarı nostaljik değerlendirmeye Zidane’dan başlamayı uygun gördük. Çünkü ‘Michel Platini gümüşse, Zizou altındır’... O’nun geçmişini futbolla ilgili olduğu iddia eden herkes az çok bilir. O yüzden biz size ‘olaylı vedasından’ bahsedeceğiz. 2006’nın en büyük spor olayı tartışmasız Almanya’nın ev sahipliğinde düzenlenen 18. Dünya Kupası’ydı. En büyük turnuva başladı, elenenler elendi, sonunda geriye iki Avrupa ülkesi kaldı. Biri 1998’in kazananı Fransa, diğeri en önemli ekollerden biri olan İtalya... Bu iki devin kapışması aynı zamanda bir kahramanın vedası niteliğini de taşıyordu. Zidane, kariyerini ya ikinci bir dünya kupasıyla taçlandırarak ya da son adımı atamadan seyircileri selamlayarak sonlandıracaktı. Kader ağlarını 90 dakikada öremeyince uzatmalara gidildi. İşte 10 Temmuz’da oynanan o finallerin finalinin 110. dakikasında olan oldu. İtalyan defans oyuncusu Marco Materazzi’nin tahriklerine tepkisini ani bir kafa darbesiyle göstermekten kendini alamayan Zizou, hem rakibinin adını futbol tarihine yazdırdı hem de kendisine hiç yakışmayan bir şekilde futbola 10 dakika erken veda etti. Ama O’nu bir maç ile yargılamayan gerçek futbolseverler, geçmişi başarılarla dolu Cezayir asıllı Fransız kahramanlarını herşeye karşın alkışlarla uğurladılar. Gelelim madalyonun diğer yüzüne... İtalya cephesi 18. Dünya Kupası’nı optimum düzeyde değerlendiren taraf oldu. Şike iddialarıyla sarsılan Serie A’larının yarattığı kasvet ortamına öyle bir meşale tuttular ki koskoca Juventus’un başına gelenler deyim yerindeyse göz ardı edildi. İşte o meşaleyi taşıyan adam da ulusal takımlarının kaptanı Fabio Cannavaro’ydu. Çizme’nin medarı iftiharı, yaptığı liderlik ve sergilediği üstün performansla 2006’nın neredeyse tüm ödüllerine ambargo koymayı da başardı. FIFA’nın yılın futbolcusu seçtiği Cannavaro, World Soccer dergisi tarafından da aynı onura layık görülmesinin yanı sıra France Football’un ‘Yılın Avrupalı Futbolcusu’ ödülünü de kaptı. Son olarak Avrupa’dan Güney Amerika’ya uzanalım. Daha doğrusu Brezilya toprağının bütün verimini bünyesinde bulunduran ve müthiş kariyerini İspanya’nın kallavi takımlarından Barcelona’da sürdüren Ronaldinho’ya... Dünya Kupası’nda hayak kırıklığı yaratmış olsa da, kulüp bazında öyle işler yaptı ki kelimelerle anlatmak cidden zor. Katalan ekibi Barça’nın 200506 sezonunu hem La Liga’da şampiyon olarak hem de Şampiyonlar Ligi’nin tahtına oturarak tamamlamasında en büyük pay sahibi kuşkusuz ‘Küçük Ronaldo’ oldu. Üstelik bunları başarırken taraflı tarafsız herkesin sevgi ve beğenisini de kazandı. Yanlızca skorboardların değil, futbolseverlerin üzerinde de unutulmayacak izler bıraktı. Ulaştığı sonucun yanı sıra sonuca ulaşma biçimleriyle de hayranlık yarattı, ayakta alkışlandı. O her maçta şapkasından bir tavşan çıkarmayı sürdürdüğü sürece, ‘futbol’ denilen ‘dünya’ giderek daha güzel olacak. C Fikret DOĞAN idane bir kafa attı, 2006 Dünya Kupası birden kıymete bindi. Oysa o ana dek birçok kişi, aman bitse de gitsek havasındaydı. Futbol uleması her maça burun kıvırmaktan yüz felci geçirecekti neredeyse. Zaten hooliganlar da Almanya’yı kan gölüne çevirmemişti. Bir Dünya Kupası ancak bu kadar sıkıcı olabilirdi. Hatta FIFA acaba bir bahane bulup iptal mi etsek diye kara kara düşünmeye başlamıştı ki Zidane imdada yetişti ve 2006 Dünya Kupası hiç unutulmamacasına bellekler çakıldı, hem de çivileme, daha doğrusu bodoslama. İnsanın, a be Zidane kardeş, madem çarşıyı karıştırmaya niyetliydin, neden bu işi ilk maçlarda yapmadın diye sorası geliyor. Bereket versin, Zidane hiç hazır cevap biri olmadı, yoksa o zaman her şey Dünya Kupası’nın hayhuyu içinde kaybolup giderdi diyerek ağzımızın payını verirdi, tabii daha önce kafayı ekleştirmediyse. 9 Temmuz Berlin’de İtalya ile Fransa arasında oynanan final maçının gizli kahramanı Materazzi’ydi. Önce daha 5. dakikada Malouda’yı düşürüp penaltıya yol açtı, sonra kule gibi yükselip takımını beraberliğe taşıdı. Bununla da yetinmedi, Zidane’ı fıtık edip oyundan attırdı, en sonunda da penaltılara kalan maçta ekmek üstü kadayıf niyetine bir gol daha atarak İtalya’ya kupayı kazandırdı. Bir oyuncu bir Dünya Kupası’nın kaderine tek başına ancak bu kadar etki edebilirdi. Golse gol, mücadeleyse mücadele, pislikse pislik! 2006 Dünya Kupası 9 Haziran Münih’de AlmanyaCosta Rica maçıyla 19 G Alman usulü! Z topbaşı yaptı. Joseph Blatter’in açılış konuşması yapmaması manidardı. Daha önce Dünya Kupası için ağırlığını Güney Afrika’dan yana koyduğu için Blatter Almanya’da hiç sevilmiyordu. Herhalde ağzımla kuş tutsam gene beni ıslıklayacaklar diye düşünmüştü. Açılış maçının Arjantinli hakemi Elizondo turnuva boyunca öyle dirayetli bir yönetim sergileyecekti ki, en sonunda final maçında da düdük çalacaktı. Bu da Dünya Kupası’nın onca yıllık tarihinde bir ilkti. Söylentilere bakılırsa, Blatter FIFA’nın anahtarını da teslim etmek istemişti, ama Borges hayranı Elizonda alçak gönüllülükle Arjantin’de şiir yazmaya devam etmek istediğini söyleyerek bu ahlaksız teklifi geri çevirmişti. Turnuvanın ev sahipliğini yapan Almanlar herkesi şaşırttılar. Koca bir Dünya Kupası şölen havası içinde geçti. Hooliganların ve Nazilerin ortalığı kana bulayacağı korkuları yersiz çıktı. Alman taraftarlar diğer ülkelerin formalarını giyerek müthiş bir konukseverlik gösterdiler. Hatta bu işi biraz da abartmadılar değil. İngilizlerin kaldığı köyün dört bir yanını İngiliz bayraklarıyla donatınca Adalılar şaşkınlıktan küçük dillerini yutacaklardı az kalsın. Onlar da meydanlarda her zamanki içip içip zıvanadan çıktılar ve Alman bayraklarıyla kıçlarını silerek polisin sabrını sınadılar. Grup maçlarından sonra Afrikalılar ve Asyalılar evlerinin yolunu tuttular. Diğerleri neyse de Güney Koreli oyuncular için bu çok kötü oldu. Çünkü ikinci tura çıksalardı hükümetin sözü uyarınca askerlikten muaf tutulacaklardı, şimdi çoğu sınırda gece nöbeti tutuyor olsa gerek. ACABA? FIFA yılın futbolcusu olarak, İtalya’daki şike skandalının kahramanı Juventus’un geçen sezonki kahramanı Cannavaro’yu seçti. Çünkü “hırçın” Fabio, Çizme’ye ulusal takım formasıyla Dünya Kupası’nı kazandırmıştı. Cannavaro ile birlikte 2006’da ilk 3’e oynayan Zidane’nın son maçında hem de kupa finalinde rakibine kafa attığı düşünülürse, futbolun aslında çok da ‘etik’ bir spor olmadığı ortaya çıkar. Gerçi bu seçimi yapan jüride “ırkçı” damgası yiyen Lothar Matthaus gibi, dopinge adı karışan Davids gibi isimler vardı ama dedik ya futbol “makyevelist” bir oyundur. Kazanan her zaman haklıdır! Seçim sancısı Muhalefetin ‘90 imza bulduk’ açıklaması havada kaldı, Ulusoy haziranı bekliyor deyiz. Ulusoy alaşağı edilecek. Kongre öncesi bütün hokkabazlıklar yapılıyor. Aklın almayacağı, hatta insanlara yakışmayan birtakım konuşmalar, davranışlar. Dönekler bir oraya bir buraya yalpa vuruyor. Ortalık arapsaçına döndü. Amaç üzüm yemek değil bağcıyı dövmek. Herkes değişimden bir fayda bekliyor. Bütün bunlar karşısında bir de yine siyaset sahnede. Bunu ben söylemiyorum. G.Saray’ın sözcüsü, basın toplantısında başkanlarının siyasete girdiğini söylüyor. Ama biz hâlâ sporla siyaset yan yana gelmez diye ahkâm kesiyoruz. Kendimizi inandırmaya çalışıyoruz. Devlet cumhurbaşkanını seçmek için bir çalkantı içinde. Anayasadaki nisap maddesini profesörler karma yapmış, bir türlü çözemiyorlar. Taraf oluyorlar. Biri öteki, biri diğer tarafa çekiyor. Ne kadar ilginç. Federasyon da aynı durumda... Aynı maddeden rahatsız. Olabildiğince bir kaos içinde. Hükümetle federasyon birbirinden soyutlanmaz. Çünkü birbirimize benziyoruz. İçeride ve dışarıda barış dileğiyle okurlarımın Kurban Bayramı’nı ve yeni yılını kutlarım. utbol nedir? Bir oyun. Aynı zamanda da spor. Kim icat etmiş? İngilizler. Kökeninde ne var? Centilmenlik ve ahlak. Peki, bizde nasıl? Bunlardan başka her şey. Şike, teşvik primi, üçkâğıt, beşkâğıt, yalan, karalama yetmiyormuş gibi bir de siyaset... Peki, sporda siyaset olur mu? Bizim ülkemizde olmaz, olamaz. Siyaset adamları, kulüplerden oy almak, kulüplerde siyasetçilerden çıkar sağlamak isterler. Bu ikilem, hemen hemen hiç değişmez. Spor tarihimizde, siyaset ile futbol hiç birbirinden ayrılmamışlardır. Ama sorarsanız futbolda siyaset yoktur! Bu sözler ağızlarda sakız gibi çiğnenir... Siyaset yok diyenler, bunun var olduğunu iyi bilirler de kendilerini kandırmaya çalışırlar. Yıl 1959, iktidarda Demokrat Parti var, ama çöküntüye girmiştir. Çıkmak için çabalıyor. Vatan cepheleri kuruyorlar. Halkı cephelere ayırıyorlar. Kulüplerin başına da partilerin ağır topları giriyor. Baskın kongreler yapılıyor ve başkan oluyorlar. Kulüp üyeleri vatan cephelerine giriyor, girenlerin hatta girmeyenlerin bile isimleri devlet televizyonu tarafından okunuyor. Sonuç malum. Bunlar çare olmuyor. Sonuçta ihtilalle yıkılıyorlar. Böyle bir durum F Arif KIZILYALIN Kulüpler Birliği’nin, olağanüstü genel kurul tavsiyesi kararı almasının ardından, ‘seçimli kongre’ için imza toplamaya başlayan muhalefetle Haluk Ulusoy yönetiminin arası iyice açıldı. Spordan sorumlu Devlet Bakanı M.Ali Şahin’in de açıklamalarının ardından Bursaspor başta olmak üzere Antalya, Konya, Kayseri ve K.Erciyesspor kulüplerinin imza topladığı haberi üzerine kurmaylarıyla önceki akşam bir toplantı yapan Haluk Ulusoy, haziran ayına kadar görevinin başında kalma kararı aldı. Kapalı kapılar ardında gerçekleşen bu gizli toplantıda Kulüpler Birliği’nin 220 kişilik genel kurul üyesi içindeki 90 oyundan sadece 50 kadarının seçim yanlısı olduğu konusu masaya yatırıldı. Başta taban birlikleri olmak üzere 2 ve 3. lig kulüplerinin temsilcileriyle de telefon görüşmeleri yapılırken, Ulusoy ve arkadaşları “Kulüpler Birliği Başkanı Özhan Canaydın’ın tavsiye kararı ortak bir karar değil 90 GÖRÜŞ HALİT DERİNGÖR Sporla Siyaset El Ele şi hayatında topa bile vurmamıştı. Bu da siyasetin futbola girmesi değil miydi? Yıl 1975... İskeçe İbrahim benim okul arkadaşım. Ankara’da röntgen mütehassısı. Ulaştırma Bakanı Dr. Sadettin Bilgiç’in arkadaşı ve Demirel ailesini de tedavi ettiği için onlarla da ilişki içinde. Bu nedenle Federasyon Başkanlığı’na getirildi. Ali Şen de ben de bu federasyonda yer aldık. Ama 2. İskeçe federasyonunda durum değişti. Zamanın Bakanı Talat Asal, Ali Şen’le benim listeye alınmamam için emir verdi. Nedeni Ali Şen’i ticari açıdan, beni de ideolojik açıdan sakıncalı bulmuş. Böylelikle kadro dışı olmuştuk. Bu da mı siyaset değildi? Buna benzer onlarca örnek var. Ama ben çarpıcı birkaçını ortaya getirdim. Şimdi yeni bir federasyon kaosu için siyasetin kulüplere girmesi değil de neydi? 1980 sonrası... Ankaragücü, Türkiye Kupası’nı alır, ama ikinci kümeye düşer. İhtilalin bir numaralı adamı Kenan Evren’in emriyle tekrar birinci kümeye çıkarılır. Bu siyaset değildi de neydi? Böyle bir durum dünyanın neresinde görülebilirdi? 1954 1955 yıllarında Federasyon Başkanı Orhan Şeref’ti... Federasyon özerk değildi. Hükümet tarafından seçiliyordu. Bu yıllarda Bursa’da antrenördüm. Beşiktaşlı meşhur Çengel Hüseyin, Şevket, G.Saraylı Muhtar Tuncaltan ve Arif gibi büyük değerli ulusal futbolcular da diğer takımları çalıştırıyordu. İşin en ilginç yönü de Orhan Şeref Apak, bu oyuncular dururken Genç Ulusal Takım seçicisi olarak Demokrat Parti ağır toplarından Mithat Çağlıkoç’u tayin etti. Oysa bu ki hderingor?hotmail.com delegeyi bağlamıyor. En az 40 delege, mevcut yönetimin devamından yana” görüşünde birleşti. İmza ile ligin devre arasında seçimli genel kurula gidilmesi konusu böylelikle rafa kaldırılırken, Bakan M.Ali Şahin’in yetkisini kullanıp genel kurul kararı alması halinde bile en iyi olasılıkla mart ayında sandık başına gidilebileceği vurgulandı. Ancak, Norveç ve Yunanistan’la arka arkaya oynanacak ulusal maçlar öncesinde hiçbir delegenin Türk futbolunu seçim kaosuna sürüklemeye cesaret edemeyeceği de bilindiği için Ulusoy ve ekibi haziran ayındaki mali genel kurula kadar rahat bir nefes almış oldu. Türkiye’deki bu gelişmeleri yakından izleyen FIFA ise AKP iktidarının Bakan Şahin aracılığı ile Haluk Ulusoy ve yönetimine üzerine oynayacağı oyunu bekliyor. Bakan Şahin’in siyasi gücünü kullanarak yeni bir seçim çağrısı yapması halinde FIFA’nın Türkiye’nin uluslararası alandaki faaliyetlerini askıya alma tehdidinde bulunacağı tahmin ediliyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle