06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

24 MART 2006 CUMA haberler SÖZ ÇİZGİNİN TURHAN SELÇUK DÜNYADA BUGÜN ALİ SİRMEN POLİTİKA GÜNLÜĞÜ HİKMET ÇETİNKAYA C 3 (Sivil) Darbe Oldu Bile? Filistin ve Irak... AM Suriye çok renkli bir ülke. Nüfusu 17 milyon. 250 üyeli Suriye parlamentosunda 8 parti bulunuyor. Komünist Parti de mecliste temsil ediliyor. Kaldığım otelin penceresinde dışarıya bakıyorum. Ağaçlar çiçek açmış. Hava güneşli bugün... Otelin lobisine iniyorum. Kara çarşaflı kadınlar oturuyor bir köşede. Öteki köşede kot pantolonlu genç kızlar. Gazetelere bakıyorum... Arapça gazeteleri Suriyeli rehber tercüme ediyor bana... Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad SKY televizyonunda konuşmuş... Esad, Irak’ın iç savaş eşiğine geldiğini, Irak’taki direnişin nedeninin ABD güçlerinin olduğunu vurgulayıp şöyle diyor: ‘‘Barıştan söz etmek istiyorlarsa, o zaman Suriye gerekli. İstikrarlı bir Irak istiyorlarsa, o zaman da Suriye gerekli.’’ Esad, eski Lübnan Başbakanı Refik Hariri suikastında Suriye’nin parmağı olduğuna yönelik iddialara da karşı çıkıyor... Konuştuğum Suriyeli öğretmenler, öğrenciler ve işadamları da aynı şeyi diyorlar. ‘‘ABD bizi rahat bıraksın yeter. Suriye barıştan yana. Refik Hariri suikastıyla bir ilişkisi yok Suriye’nin...’’ Şam’a gelmeden önce Suriye’nin sürgündeki muhalefet liderlerinin Beşar Esad’ı devirmek amacıyla Brüksel’de toplandıkları haberini almıştım. Toplantıya Esad’la geçen yıl yollarını ayıran eski Devlet Başkan Yardımcısı Abdulhalim Haddam ile Müslüman Kardeşler örgütünün genel sekreteri Ali Saddetin Beyanuni ve 25 kişi katılmış... ??? Şam’da bu konuyu konuşuyoruz... Konuştuğum kişiler ‘‘ABD muhalefet liderlerini kışkırtıyor’’ diyorlar. Ben, ‘Neden’’ diye sorunca da şu yanıtı veriyorlar: ‘‘ABD Irak’ta bataklığa saplandı. Şimdi ise Suriye ve İran’a gözdağı veriyor.’’ Suriye’de İsrail’e ve ABD’ye karşı büyük bir öfke var... Beşar Esad, SKY’a verdiği demeçte ise kesin konuştu: ‘‘ABD, Irak’tan en kısa sürede çekilmelidir...’’ Muhalif liderler arkasında ABD’nin olması, öfkeyi daha da yoğunlaştırıyor Şam’da. Washington’da çalışan muhalif grup Suriye Ulusal Liberal Demokrasi Partisi’nin lideri Hüsam El Dairi’ye ise ‘‘hain’’ damgası vuruluyor... Şam’da Yemen, Sudan, Mısır ve İran’dan gelen gazetecilerle birlikteyiz... Onlar ise Irak ve Filistin konusunda şöyle konuşuyorlar: ‘‘Madrid Konferansı’nda Filistin konusunda yüzde 20 toprak verelim, karşılığında barış elde edelim deniliyordu. Artık yüzde 20 de kalmadı. Bush, Batı Şeria’nın tümünü İsrail’e verdi. Geriye tek Gazze kaldı. İsrail Gazze’yi de açık cezaevi haline getirdi. Filistin’de iki açık cezaevi var: Batı Şeria ve Gazze. Açık olan tek sınırı (Lübnan sınırı) direniş olarak kullanıyor Filistin halkı. Şimdi Hamas seçim ile işbaşına geldi. Hamas, darbe yapmadı. Demokratik seçim ile sandıktan çıktı.’’ Irak konusundaki sözleri ise Dürzi lider Kemal Canbolat’ın oğlu Lübnan İlerici Sosyalist Parti lideri Velid Canbolat gibi: ‘‘Irak’ta ABD yalanı ortaya çıktı. Nerede kitle imha silahları? Yok. Irak’ta SünniŞii ayrılığı da yok, ulusal direniş var.’’ ‘‘İngilizlerin Irak’ı işgali de Milletler Cemiyeti’nce desteklenmişti. Türkiye’yi de parçalamak istediler. Mustafa Kemal Atatürk direndi. Oyun boşa çıktı...’’ ??? Siyasi özgürlük, ABD’nin Irak’ı işgali, İran ve Suriye’ye gözdağı vermesi, Filistin sorunu... Hep bunlar konuşuluyor Şam’da... Peki ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’ne (BOP) nasıl bakılıyor Şam’da? Emperyalist bir proje olarak görülüyor insanlar tarafından. Suriye Türkiye’yi dikkatle izliyor, öteki Arap ülkelerinde olduğu gibi. Üniversitedeki gençler ise kafelerde kızlı erkekli gruplar halinde oturup sohbet ediyorlar. Elbet konuları demokrasi, özgürlüklerin genişletilmesi değil, onlar şimdilik Suriye’de tartışılamayacak sakıncalı konuları oluşturuyor. En iyisi aşk konusunda sohbet etmek, çünkü aşkı konuşmak, Mahmud Derviş’in ve Adonis’in şiirlerini okumak sakıncalı değil. Ama Türkiye’de iki üniversite bitiren, 1 yıldır Şam’da Arapça öğrenen 27 yaşındaki Hataylı Linda aşkı şöyle yorumluyor Şam’da: ‘‘Aşkı tartışmak bazen Büyük Ortadoğu Projesi’nden daha tehlikeli oluyor Şam’da...’’ Ben bu konuda hiç sesimi çıkarmıyor, yorum da yapmıyorum! Şam çarşısında dolaşıyorum. Hava güneşli. Fransız ve İtalyan turistler, kafelerde yemeklerini yerlerken Suriyeli kadınların erkeklerle birlikte nargile fokurdatmalarını hayretle izliyorlar... T ürkiye çok enstrümanlı tek sesli müziği andıran ve bir türlü gerçekten katılımcı, çoğulcu, gerçek demokrasiye dönüşemeyen sisteminin sürekli kesildiğini gördüğünden, ne zaman siyasal hava gerilse, insanlar hemen kaçınılmaz soruyu sormaya başlarlar: Acaba bir askeri darbe olur mu? PKK’nin ve dış desteklerinin, bölgede sivil bir eylemli kalkışma girişiminin provası olan Şemdinli olaylarıyla ilgili olarak Van Cumhuriyet Savcısı’nın hazırladığı iddianame üzerine siyasal hava bir kez daha gerildiğinde yine aynı soru düştü gündeme. Önceki gün bir TV kanalında, tecrübeli meslektaşlarımdan birinin aynı endişeyi dile getirmesini izlerken elimde olmadan güldüm. Çünkü hepimiz dikkatlerimizi yanlış ufka yoğunlaştırdığımız, askeri darbe endişesinde odaklandığımız sırada, gözlerimizin önünde sivil darbe olmaktaydı bile. ??? Artık bir noktayı iyice bellemek zorundayız. Türkiye’de askeri darbeler dönemi kapanmıştır. Bu olgu ne rejimin daha sağlıklı bir zemine oturmasından, ne de askerlerin artık daha fazla sorumluluk duygusu ve demokratik bilince sahip olmasından kaynaklanıyor. Kabul etmemiz gerekir ki darbeler, sistemin bir türlü gerçek bir demokrasiye dönüşüp toplumun taleplerine sivil çözümler bulacak düzeye erişmemesinin yanı sıra siyasetin asla kaldıramayacağı boşluklar doğurmasından kaynaklanmaktaydı. Bütün bu gözlemler, şimdiye kadar yaşadığımız, askeri darbelerin sivil sorumluluğunun da en az askeri sorumluluğu kadar büyük olduğunu göstermektedir. Kısacası, darbelerin nedenlerini yalnızca ciheti askeriyeye bakarak sağlıklı bir şekilde belirlemek mümkün değildir. Bu koşulların hiçbiri aslında değişmiş değildir. Değişen yalnızca Türkiye’nin şu anda içinde bulunduğu, uluslararası ortamdır ve bu ortam herhangi bir askeri darbeye asla izin vermeyecektir. ??? Bu demek değildir ki, bundan böyle Türkiye’de bir darbe olmaz ve olmayacaktır. Hatta bakmasını bilen gözler darbenin, ama bu kez sivil darbenin olmakta olduğunu görüyorlar. Gerçekten de kayıtlı seçmen sayısının yalnızca dörtte birinin desteğine sahip olan Recep Tayyip Erdoğan önderliğindeki AKP, Türkiye’nin laik Cumhuriyetini hızla bir İslam devletine dönüştürme planını adım adım yaşama geçirmektedir. Bu girişim açık bir sivil darbedir. Gerçi, kimileri girişimin darbe olarak nitelendirilebilmesi için gerekli olan cebir, şiddet unsurunun mevcut olmadığını söyleyebilirler. Aslında bu bir yanılgıdır. Çünkü devletin erkine sahip olanlar, anayasayı değiştirmek için, açık cebir, şiddet kullanmak zorunda değillerdir. İktidarın verdiği gücü, anayasal rejimi, halkın mutabakatı olmaksızın değiştirmeye çalışmak hukuk literatüründe ‘‘manevi cebir’’ olarak nitelendirilir. 1960 Nisanı’nda, DP, ‘‘Tahkikat Encümeni’’ ni (soruşturma komisyonu) kurarak ve yasamadaki kendi kimi üyelerine yargı yetkisi vererek bu suçu işlemişti. Şimdi AKP de aynı yolda, elindeki bütün olanakları bu gayeye yönelik olarak kullanmaktadır. AKP, dış destekleriyle el ele Türkiye’yi bir İslam cumhuriyetine çevirme yolunda yürürken üniversite, yargı, ordu vb. toplumun bütün kurumlarıyla açık bir çatışma içindedir. Böyle bir ortamda, oluşmakta olan sivil darbeyi görmezden gelip ‘‘acaba bir askeri darbe olur mu’’ diye sormak, saflığı aşan bir davranıştır. ‘‘Yıldız arayıp, nice turfa müneccim / Gaflet ile görmez kuyuyu rehgüzerinde’’ diyordu Ziya Paşa. Durumumuz gökte yıldız ararken gafletle önlerindeki kuyuyu görmeyen acemi, beceriksiz müneccimlere gerçekten benzemiyor mu? Ş DOĞU YAKASINDA YENİ BİR ŞEY YOK, ATEŞLE SUYUN KAVGASINI ANLATIYOR Bağnaz törelere başkaldırı GÜLŞAH DURAK tışması yalın ancak çarpıcı bir dille anlatılıyor. ‘KİRVENİN İNTİKAMI’ Mehmet Faraç, ilk öyküsü ‘‘Kirvenin İntikamı’’nda 1989 seçimlerinde Demokrat Parti’den Harran Belediye Başkanı seçilen Mahmut Özyavuz’un, kirvesini döven bir aşiretten intikam almak için koca bir mahalleyi nasıl haftalarca susuz bırakarak cezalandırdığını çarpıcı bir dille anlatıyor. ‘‘Gölgedeki Düşman’’ öyküsünde de iki aşiret arasında bir mera tartışması nedeniyle başlayan ve 32 yıl süren bir kan davasının bütün bir yöreyi nasıl etkilediğine dikkat çeken Faraç, birbirlerini ancak barış yemeğinde tanıyabilen iki aşiret liderinin içinde bulunduğu çıkmazı deşifre ediyor. Öyküdeki şu diyalog ise yoruma gerek bırakmıyor: ‘‘ Hiç mi merak etmediniz sizi vuracak insanı?.. Vallahi haklısınız, merak da etmişem ama, görmemişem... Nasıl görim, nerede görim... Gidip düşmanıma ben seni tanımağa geldim deyemezdim ki!..’’ BİR ÖFKENİN AÇTIĞI DRAMLAR ‘‘Kan Sondajı’’ öyküsünde ise su yerine kanla sulanan topraklarda, ceviz kabuğunu doldurmayacak bir öfkenin yol açtığı drama yer verilerek ‘‘Su kuyusu mu kan kuyusu mu’’ diye soruluyor. Kitabın en dikkat çekici öyküsü ise İzollu Mehmet Ali’ninki. Faraç, burada Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi öğrencisi bir gencin, kan davası uğruna dağa çıkarak çete kurmasına yol açan süreci bir sinema filmi kurgusunda anlatıyor. Faraç, 11 kişinin ölümüyle sonuçlanan öyküde, üniversiteli gençlerin cehaletin bataklığı olan intikam duygusuna nasıl kurban gittiklerini irdeliyor, ‘‘Yaralara merhem yazmayı beklerken Doğu’nun kangrenleşmiş bir yarasının içine düşmüştü!..’’ diyerek İzollu gencin dramına yer veriyor. G üneydoğu bölgesi üzerine yazdığı kitaplarla tanınan gazetemiz Yurt Haberleri Şefi Mehmet Faraç, yeni kitabı ‘‘Doğu Yakasında Yeni Bir Şey Yok’’ta bölgenin kanayan bir yarasına daha parmak basıyor. Yüzyıllardır süren kan davaları ve töre cinayetlerinin yarattığı şiddeti, dramı ve çaresizliği sorgulayan Faraç, feodalitenin kırılmaz zinciri sayılan bağnazlığı 7 ana öykü ve ibret verici örneklerle anlatıyor. Öykülerin girişlerinde sosyolojik saptamalara da yer veren Faraç, Batı’daki teknoloji devrimine karşın Doğu’da intikam duygusunun yol açtığı geri kalmışlığı irdeliyor. 8 YIL ÖNCE İLK KİTABI YAYIMLANDI Mehmet Faraç, yaklaşık 8 yıl önce yayımlanan ilk kitabı ‘‘Töre Kıskacında Kadın’’da töre cinayetlerine kurban giden kadınların öykülerine yer verdi. Faraç, Güneydoğu’ya uzun yıllar korku salan şeriatçı terör örgütünün yapısını ise ‘‘Kod Adı Hizbullah’’ ve ‘‘Hizbullah’ın Kanlı Yolculuğu’’ kitaplarıyla gözler önüne serdi. Güneydoğu Anadolu’nun büyük umudu olan GAP’ı ‘‘Suyu Arayan Toprak’’ kitabıyla destanlaştıran Faraç, ‘‘Kötüler Mahallesi’’’nde kaçakçıların yaşamını, ‘‘Son Gâvur’’da ise Urfa’da bir Yahudi ailesinin faili meçhul cinayete kurban gitmesini anlatıyor. Mehmet Faraç, bu kez yine bir Güneydoğu klasiğiyle okuyucuların karşı Sinan Çetin’in ‘‘Berlin in Berlin’’ filminde anlatılan hikâyenin bir benzerinin yaşandığı ‘‘Urfa in Urfa’’ isimli öyküde, ‘‘Aşiret efradından biri bir cinayet işledikten sonra ister hükümetin ister aşiretin takibinden korkarak diğer bir aşirete sığınırsa iltica ettiği aşiret onu muhafazaya mecburdur’’ kuralının Güneydoğu’da törenin içine nasıl işlediği anlatılıyor. Faraç, okuru, Urfa’da cinayet işleyen bir asker ve kurbanın yakınlarının içine düştüğü kanlı sürprize kilitliyor. Kitabın en trajik öyküsü olan ‘‘Anzele’nin Kuyusu’’nda ise susuzluktan kıvranan bir yörede küçük bir çocuğun köyün içme suyunun sağlandığı tek su kuyusuna düşmesinin ardından yaşanan dram ve köy çocuklarının katil kuyuyla başlattığı kan davası anlatılıyor. sında. Dharma Yayınları’ndan çıkan ‘‘Doğu Yakasında Yeni Bir Şey Yok’’ adlı kitabında Faraç, ‘‘görmemişem, duymamışam, bilmiyem’’ diyenlerin diyarı olan Mezopotamya’da acımasızlaşan yaşamları şiirsel bir dille anlatırken ‘‘Beynin korkuya, gözlerin namluya, aklın çaresizliğe kilitlendiği bu coğrafyada, kanın su kadar sıradanlığı neye dayanır?’’ diye soruyor. ‘‘Töreye ve feodaliteye bir başkaldırı’’ olarak tanımlanan kitapta, arazi anlaşmazlığı ve susuzluğun yanı sıra koyunların kumları dağıtması, tavukların soğan tarlasına girmesi ve küçük çocukların çamurdan oyuncakları için baş gösteren kavgaların nasıl kan davasına dönüştüğü ibret verici öykülerle sıralanıyor. GERÇEK YAŞAMDAN ALINAN ÖYKÜLER Edebi bir dille anlatılan öykülerin girişlerindeki sosyolojik değerlendirmeler, bilim adamlarının görüşleri, tarihi veriler ve onlarca örnek Doğu’nun kanayan yarasındaki vahameti gözler önüne seriyor. Yazar tamamen gerçek yaşamdan alınan 7 ayrı öyküde, töre bağnazlığının, şark çıbanlı çocukların, kerpiç tenli kadınların, gökkuşağını entari yapan genç kızların, beşikten itibaren intikam aşılanan bebeklerin, öfkeye kurban giden çaresiz insanların dramına dikkat çekiyor. Kitapta Doğu’yla Batı arasındaki uçurumda, ateşle suyun kavgası, öfkeyle merhametin ça Mehmet Faraç, ‘‘Siverek’te Sönmeyen Volkan’’da ise arazi anlaşmazlığı nedeniyle çıkan kan davalarının ocaklar söndürdüğünü, berdelle evlenen kadınların kan davalarını protesto için nasıl intihar ettiğini anlatırken şu saptamayı yapıyor: ‘‘Öfkenin, ölümün ihalesini aldığı topraklarda, nefretin gökdelenleri inşa ediliyordu... Ve uçsuz bucaksız arazilerde, intikamın kuleleri merhametin mezarlıkları üzerinde büyüyordu... Öfke gururluydu ve yukarıdan bakıyordu... Merhamet ise kefen beziydi!..’’ Nâzım’a vatandaşlık yok A NKARA (Cumhuriyet Bürosu) Bakanlar Kurulu’nda imzaya açılan Yeni Türk Vatandaşlığı Yasası Taslağı şair Nâzım Hikmet’e yeniden vatandaşlık getirmeyecek. SÖZLEŞMEYE AYKIRI HÜKÜMLER KALDIRILDI İçişleri Bakanlığı yetkililerinden alınan bilgiye göre, vatandaşlık hukuku alanında yaşanan gelişmeler ve Avrupa Vatandaşlık Sözleşmesi’nin yürürlüğe gir mesi üzerine yeni düzenlemeler yapılması planlanan Türk Vatandaşlığı Yasası Taslağı’nda, 1 Mart 2000 tarihinde yürürlüğe giren Avrupa Vatandaşlık Sözleşmesi’ne aykırı hükümler kaldırıldı. Yabancıların Türk Vatandaşlığı’na alınma koşullarının da düzenlendiği taslakta, Türkiye’ye sanayi tesisleri getiren; sosyal, ekonomik, bilim teknik ya da sanat alanlarında olağanüstü hizmeti geçmiş veya hizmeti geçeceği düşünülen ve ilgili bakanlık larca teklif edilen yabancılar, Bakanlar Kurulu’nca vatandaşlığa alınması zaruri görülen yabancılar ile Bakanlar Kurulu’nca göçmen olarak kabul edilen yabancılar, vatandaşlığa alınabilecek. ÜÇ YIL İKAMET ETMİŞ OLMAK ŞARTI Vatana bağlılıkla bağdaşmayan eylemlerde bulunmaları nedeniyle Türk vatandaşlığı kaybettirilenlere ise yeniden Türk vatandaşlığını kazanabilmeleri için Türkiye’de üç yıl ikamet etmiş olmak şartı getirildi. Taslakta Türk vatandaşlığından çıkarılmış ve yaşamını yitirmiş kişilerin yeniden vatandaşlığa alınması yönünde bir hükümse yer almıyor. Buna göre, Nâzım Hikmet, yeniden Türk vatandaşı olamayacak. İçişleri Bakanlığı yetkilileri, ‘‘Vatandaşlığa geçmek isteyen kişinin bizzat başvurması lazım’’ dedi. hikmet.cetinkaya?cumhuriyet.com.tr Faks numaramız: 0212/ 513 90 98
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle