23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

14 25.ULUSLARARASI İSTANBUL FİLM FESTİVALİ 116 NİSAN TARİHLERİ ARASINDA YAPILACAK C Anayurt Oteli kültür/sanat KULE CANBAZI SUNAY AKIN 24 MART 2006 CUMA Dünyanın filmi İstanbul’da Obaba Yıkılan Rugby Kalesi!.. rı’na şut çekemiyorlardı... Ama, kaleyi boş gördükleri anda attılar gollerini Dolar’a. Yani, onlar taktik icabı Amerika yalamalığı yapıyorlardı. Biz ise hakiki yalamayız!.. Özbeöz, gerçek yalamacı! Saldırıyı televizyon ekranından gördüğüm an, ‘Vay be, bumerang geri döndü’ dedim. Avustralya yerlilerinin fırlattığı bumerangın, atıldığı yere geri dönmesine benziyordu uçaklarla yapılan saldırılar. Bir sabah, Cumhuriyet gazetesini açınca sevgili dostum Zafer Temoçin’in aynı düşünceyle uçakları bumeranga benzettiği karikatürünü görünce hiç şaşırmadım. Bunu ona ben mi söylemiştim?.. Hayır, sadece aklın yolu birdi!.. Buna futbolda ‘oyunu okuma’ derler. Siz saha içinde doğru yerde duruyor ve oyunu sıkı takip ediyorsanız, atakların gelişimini görebilirsiniz. Gün, Alman şair Brecht’in üç dizesi üzerine düşünme günüdür: ‘Savaş istiyoruz’ En önce vuruldu Bunu yazan. İnsanlık, Brecht’in uyarısını anlayamazsa, gardırobundan siyah kostümünü çıkarmalıdır!.. O ki, siyah elbiseye geldik, her maça siyahlar giyerek çıkan, Sovyetler Birliği’nin dev kalecisi Lev Yaşin’den söz edelim biraz... Tek dev adam Yaşin İri cüssesiyle kaleyi kapatan Yaşin, şut atacağı bir açık vermezdi rakip oyuncuya. O denli seviliyordu ki, futbolu birkaç kez bırakmasına rağmen, taraftarın isteğiyle eldivenlerini giymek zorunda kalmıştı. Maç öncesi mutlaka bir sigara içer ve birkaç yudum içki içerdi... Ama, 1962 Dünya Kupası’nda yudumların sayısı ‘birkaç’ı geçince Sovyetler Birliği dört gol yedi Kolombiya’dan! Tek dev adam Yaşin, 2 Temmuz 1967’de, Turgay Şeren’in jübilesi için ‘Mithatpaşa Stadı’na gelen dünya yıldızları arasındaydı. Yaşin, veda maçının oynanacağı günün bir gün öncesinde, duygularını şöyle anlatır Halit Kıvanç’a: ‘‘Şu anda Turgay’ın hissettiklerini, kusura bakmayın ama siz yeteri kadar anlayamazsınız. Onu sadece ben anlayabilirim. Çünkü onun yaşadıklarını ben de aynen yaşadım. Yarın bir futbol kalesinin önüne son kez geçecek. Bunun ne demek olduğunu, o kaleye yıllarını vermiş ben anlayabilirim. Bilmezsiniz, o üç direği... Kalecinin en yakın, en vefalı dostudur onlar... Derdini onlara anlatır bazen kaleci.’’ N Gabrielle Bu yıl da dünyaca ünlü oyuncu ve yönetmen konukları var festivalin: Gerard Depardieu, Diane Kruger, Guillaume Canet, Bertrand Blier, Alain Delon, Isabelle Huppert ve James Longley. Festivalde 199 yönetmenin 219 filmi gösterilecek. SELCEN AKSEL luslararası İstanbul Film Festivali, bu yıl 116 Nisan tarihleri arasında 25. kez izleyici karşısında. Sinema meraklıları için farklı türlerden örnekler, yeni yapımlardan seçilenler, umut veren yönetmenler, ustalardan başyapıtlar, uluslararası boyutta başarısını kanıtlamış usta ve genç sinemacı konuklarıyla büyük önem taşıyan İstanbul Film Festivali, bu yıl da İKSV tarafından Akbank sponsorluğunda gerçekleştiriliyor. Bu yıl da dünyaca ünlü oyuncu ve yönetmen konukları var festivalin: Gerard Depardieu, Diane Kruger, Guillaume Canet, Bertrand Blier, Alaine Delon, Isabelle Huppert ve James Longley. Beyoğlu’nda Emek, Atlas, Sinepop, Beyoğlu, Fransız Kültür Merkezi’nin salonları, İstanbul Modern sinemaları ile Kadıköy’de Rexx Sineması 199 yönetmenin 219 filmini ağırlayacak. Avrupa, Kuzey ve Güney Amerika, Uzakdoğu ve Ortadoğu sinemalarının yanı sıra ülkemizden de 44 film gösterilecek. 31 Mart akşamı ‘Ateşkes’ ile açılacak festivalin konuklarından Alain Delon’a İKSV’nin ‘Yaşamboyu Başarı’, Isabelle Huppert’e de ‘İstanbul Film Festivali Sinema Onur Ödülü’ sunulacak. FESTİVALİN BÖLÜMLERİ Festivalde 20 bölüm var: ‘Uluslararası Yarışma’, ‘Ulusal Yarışma’, ‘Yarışma Dışı’, ‘Akbank Galaları’, ‘Dünya Festivallerinden’, ‘Geleceğin Ustaları’, ‘Mayınlı Bölge’, ‘Kadınlara Hürriyet’, ‘Sinemada İnsan Hakları’, ‘NTV Belgesel Kuşağı’, iki ayrı toplu gösterim programıyla ‘Canlandırma Sineması: Avustralya’, ‘Fransız Baharı’, ‘25 Yılın Altın Filmleri’, ‘25 Yılın Ödüllü Türk Filmleri’ de bu bölümlerden bazıları. ‘Bir Fransız Divası: Isabelle Huppert’, ‘Bir Fransız Usta: Bertrand Blier’, ‘Sinemanın Çılgın Yaratıcıları: Terry Gilliam’, ‘100. Doğum Yılında : Roberto Rossellini’ başlıklı bölümler de bu oyuncu ve yönetmenlerin filmlerini izleme olanağı sunuyor. ‘Ustalara Saygı’ bölümü Victor Erice, Erden Kral, Nicolas Roeg, Vittorio De Seta’nın filmlerine ayrılmış. Festivalde bu yıl bir de çocuklara özel bölüm var: ‘Film Sende’. Birer filmin gösterileceği bölümler de şöyle: ‘Alain Delon Özel’, ‘Zingaro Özel’, ‘Eunico Martins Eşliğinde ‘Salome’, ‘The Nursery Eşliğinde Doktor Caligari’nin Odası’. Uluslararası Yarışma bölümünde bu yıl, 11 film (‘Perde Arkası’, ‘Allegro’, ‘Yüreğimdeki Canavar’, ‘Ayrı Hayatlar’, ‘Dev Budalar’, ‘Cuma ya da Başka Bir Gün’, ‘Bekleyiş’, ‘Uzaktaki Kadının Siması’, ‘Cennetten Bir Parça’ ‘Tristram Shandy: Uyduruk Bir Öykü’, ‘Küçük Kırmızı Çiçek Festivalin açılış filmi Ateşkes’ten bir sahne. ew York’un siluetinde iki büyük ‘1’ gibi duruyorlardı... Daha doğrusu ikisi yan yana ‘11’ oluyordu... Tıpkı, saldırıya uğradıkları gün, takvim yapraklarında okunan ‘11 Eylül’ tarihi gibi... Futbol kalesinden çok, rugby kalesine benziyordu Dünya Ticaret Merkezi’nin gökdelenleri... Yenilen gol de, kalenin kendisi kadar büyük oldu bu yüzden. Amerika bir anda üstüne hiç de uymayan ‘‘Barış, demokrasi, insan hakları’’ kostümünü çıkardı ve yerine savaş üniformasını giyiniverdi... Hemen, bir anda!.. Tarihin hiçbir döneminde barış kostümü bu denli çabuk çıkarılmamıştır. Amerika’nın, son yıllarda içine girmek zorunda kaldığı demokrasi elbisesinden ne denli sıkıldığı, bu elbisenin kendine ne denli dar geldiği yaptığı ani değişimle günışığına çıktı. Öylesine daralmıştı ki, insanlık tarihinde ‘düşman’ belli olmadan savaş ilan eden ilk ülke oluverdi!.. Çıkardığı demokrasi elbisesi de Kore, Vietnam, Körfez savaşlarından dolayı yama tutmaz hale gelmişti zaten. Suçlu da karşısındaydı: Usame bin Ladin... Yani, terörde yıllardır USA’nın memuru olan Ladin!.. Şairler ve yazarlar Caravaggio erif Sezer, “Yol” filminde Tarık Akan ile... U ler’) ‘Altın Lale’ için yarışacak. JeanPaul Rappeneau’nun başkanlığını yapacağı seçici kurulda Prune Engler, Reha Erdem, Nick James, Makram Khoury, Lida Ravera, Işık Yenersu yer alıyor. Ulusal yarışmanın Reis Çelik, Giorgo Gosetti, Leyla Özalp, Daniela Sannwald’dan oluşan seçici kurulunun başkanlığını ise Zuhal Olcay yapacak. Katılan filmler ‘Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü?’, ‘Dondurmam Gaymak’, ‘Beyza’nın Kadınları’, ‘İki Genç Kız’, ‘Sen Ne Dilersen’, ‘5 Vakit’, ‘Babam ve Oğlum’, ‘Sinema Bir Mucizedir’. Ülkemiz sinemasından ‘Kış Bahçesi’ yarışma dışı gösterilecek. Festivalde film gösterimlerinin yanı sıra bu yıl da ustalık sınıfı, söyleşi gibi yan etkinliklere yer veriliyor. İtalyan sinemasının önemli adlarından Vittorio De Seta ve Malcolm Turner ustalık sınıflarında bilgi ve deneyimlerini katılımcılarla paylaşacaklar. Bilgi Üniversitesi’nde ve Fransız Kültür Merkezi’nde de güncel konuların ele alınacağı panel ve söyleşiler yapılacak. Fransız Kültür Merkezi’nde ayrıca festival süresince ‘Afişlerle 25 Yıl’ sergisi yer alacak. Bu yılın yeniliklerinden biri de genç izleyiciye yönelik bir ayrıcalık: 2004 İstanbul Film Festivali’nde gösterilen ve çok sevilen ‘Yeniden Sev Beni’, İstanbul’daki 16 üniversitenin 17 yerleşkesinde mart sonuna kadar ücretsiz olarak gösterilecek. Ayrıca, festivalde ‘Hisar Kısa Film Seçkisi’nin de ilk gösterimi yapılacak. TÜRKİYE’DE ‘FRANSIZ BAHARI’ Bu yıl festivalde geniş yer ayrılan Fransız sineması ve bu ülkeden konuklara değinen Şakir Eczacıbaşı da Fransa Hükümeti ve Türkiye’deki Fransız Kültür Merkezleri’yle işbirliği içinde ‘Fransız Baharı’nı bu festival için hazırladıklarını söyledi. Anımsayalım, nice şarlatan ‘medyum’ adı altında boy gösterdi medyada. Gelecekten haber vermekle ‘ünlü’ bu zerzavatların kapısına kimler gitmedi ki; şarkıcılar, işadamları, generaller, politikacılar!.. Oysa bir ülkenin ileri görüşlü olan insanları şairleri, yazarlarıdır. Bunun en güzel kanıtı da, Rıfat Ilgaz’ın 1968 yılında yazdığı ‘Gökdelen’ adlı şiiridir. Buyrun efendim, söz konusu şiiri siz de okuyun ve Nostradamus’u aratmayacak kehanete tanık olun: Yüzyıllara ışık tutan Bir kadın kıyıda ağlamaklı Yanaklarında öfke Eteklerinde kan Düşmüş gökkuşağı belinden Güneyli bir coğrafyada Çekmiş perdelerini gökdelen Bir bayrak çırpınıyor Takvimsiz bir kasırgada Asya kıyılarında esen Kitapların yazdığından Da önce başladı fırtına Düşürür yıldızlarını tek tek Çaresiz bir bayrak boşluğa Dolar tüm ülkelerde düşerken Türkiye’de yükselişe devam etti!.. Kimse buna bir yanıt veremedi. Oysa bunun nedenini anlamak çok basit!.. Diğer ülkeler, güçlü gördükleri Amerika Dola NAMUS CİAYETLERİ SORGULANIYOR ‘Kadına baskı’ sergisi ve tartışma AYSUN BEKTAŞ FRANKFURT Namus ve şeref adına işlenen töre cinayetlerine karşı 2004 yılında Tübingen’de başlatılan gezici serginin yeni durağı Frankfurt oldu. Son yıllarda Almanya’da da birçok Türk kadının hedef olduğu töre cinayetlerine karşı düzenlenen kampanya çerçevesindeki sergi, ‘‘Tatmotiv Ehre’’ (Gerekçe Namus) başlığı altında Frankfurt’ta sergileniyor. İlk kez Kasım 2004’te Tübingen’de düzenlenen sergi, günümüze kadar işlenen cinayetleri resim ve raporlarla belgesel bir nitelik içeriyor. Bu konuyla ilgili dünya çapında bir çalışma ağı kuran ‘‘Terre de Femmes’’ derneği, yılda 5 bin genç kadının töre cinayetlerine kurban gittiğine, geçtiğimiz yıllarda sadece Hessen eyaletinde üç Türk kadınının toplumun ve ailenin kurallarına ters düştükleri gerekçesiyle cinayete kurban gittiğine dikkat çekiyor. İki yıl sürecek olan kampanya çerçevesinde ‘‘Terre de Femmes’’ derneği, insan haklarına karşı işlenen suçları hatırlatırken, kadın hakları adına savaş veren birçok insanın sesinin duyurulmasını da sağlıyor. Frankfurt’taki serginin açılışında söz alan yazar Fatma Blaeser, yıllarca yaşadığı korkuyu, ailesinin ölüm tehditlerini anlatan kitabı ‘‘Hennamond’’dan bölümler okudu ve gelen soruları yanıtladı. Frankfurt’un merkezi Hauptwache semtinde bulunan ‘‘Katharinenkirche’’ salonlarındaki sergi 29 Mart’a kadar sürecek. Sergi kapsamında 25 Mart’ta saat 17.00’de gerçekleştirilecek olan tartışma akşamına, bu konuyla ilgili araştırmalarıyla tanınan, tezleriyle gerek Alman gerekse Türk basınında yankılar uyandıran avukat Seyran Ateş ile Münih ‘‘Aktion Jugendschutz’’ derneğinden de Dr. Ahmet Toprak katılacak. E pey bir süredir yazdığım ve artık bitme noktasına gelen romanın başkişisi ressam Sadi Bey. Orta yaşlarını çoktan geride bırakmış bir sanatçı. Yaşamının son on yılında Beyoğlu’nun arka sokaklarından birini mekân tutmuş. Bu sokağın özelliği, genellikle travestilerin evlerini barındırması. Ressam Sadi Bey’in atölyeevi de dört katında travestilerin oturduğu bir apartmanın beşinci katında. Ressam Sadi Bey, çok bilinçli bir seçimle buraya gelmiş. Ya da bilinçli bir özdeşleştirme sonucu diyelim. Zengin bir kitaplığa sahip bulunan, yıllarca sade resme değil, fakat sanatın her alanına yoğun bir ilgi duymuş, yaşadığı ülkenin yakın ve uzak tarihini yerli ve yabancı kaynaklardan araştırmış, gerçek bir aydın olan ressam Sadi Bey, sonunda kendince bir saptama yapmış; ya da kendi iç dünyasında bir tür tez geliştirmiş: Bu teze göre yaşadığı ve yakın tarihinde imparatorluktan cumhuriyete geçmiş olan ülke, bir imparatorluğun yıkıntıları üzerinde yükselen yeni ve çağdaş bir toplum kimliğini tam kazanmak üzereyken kurucularının siyasi mirasçılarının ihanetine uğramaya başlamış. Başlıca kurucusu o ülkenin ve o toplumun önünde eleştirel düşünce ODAK NOKTASI AHMET CEMAL Ressam Sadi... resini özgün dönmelerin arasına taşınmakta bulmuş. ??? Ressam Sadi Bey, son birkaç yıldır sanatında yalnızca kötülüğün resmini yapma hedefi üzerinde odaklaşmış. Yaşadığı iklimde yayıldığına inandığı türden bir kötülüğü tuvale geçirebilmekten başka bir şey düşünmez olmuş. Ne var ki zaman geçtikçe bu kötülüğü bütünüyle yakalayabilmenin neredeyse olanaksız olduğunu düşünmeye başlamış. Bir yandan gerçekliğin, paletindeki boyaların arasında bir yerde saklı olduğundan eminken, öte yandan hiçbir fırçayla o gerçekliği yakalayamamanın aczine kapılmış. Ve günün birinde ressam Sadi Bey iç dünyasında, belki de aradığı kötülüğün yaşadığı iklimde artık hiçbir sanat eseriyle yakalanamayacak kadar dallanıp budaklandığı, her yanı kapladığı düşüncesinin yarattığı dehşet nin rehberliğindeki bireylerden meydana gelen bir dokuya uzanan tüm yolları açmışken, aynı yollar onun ardından gelenlerce bir bir tıkanmış. Ve sonuçta, bir zamanlar özgün temeller üzerinde yükselmiş olan her şey, türlü yozlaştırmaların ve çarpıtmaların etkisiyle bir tür dönmeliğe yönelmiş. Laikliğin yerini inancın travestisi, demokrasinin yerini ‘gibi yaşama’nın dönmesi almış. Zaman gelmiş, dönmelik her alana ‘sirayet’ etmiş. Düşüncenin, sanatın, modernleşmenin özgünü değil, fakat çoğunlukla yabancı modellerin taklitlerinden kaynaklanma dönmeleri yaşanmaya ve uygulanmaya başlanmış. Bu yüzden insanı insan kılan hedeflere uzanan yolların neredeyse tümü tıkanmış. Ve bunca yoğun bir dönmelik atmosferinin ortasında ressam Sadi Bey, biraz rahat soluk alabilmenin, daha dürüst yaşayabilmenin tek ça le irkilmiş. Romanın sonuna yaklaştıkça, ressam Sadi Bey de benim için çok daha yoğun düzlemde bir ötekiben’e dönüşmeye başladı (satırlara ve satır aralarına da sızmaya başlayan bu durum, ilk romanımda anlatıcı ile benim aramda özdeşlik kurma çabalarını roman eleştirisi sayan kitap tanıtıcılarının ya da edebiyat hafiyelerinin işini hiç kuşkusuz kolaylaştıracak!). Evet, ben de tıpkı bu yeni romandaki ressam Sadi Bey gibi, ‘‘çoğunlukla en kalabalık caddelerinden geçerken, kimi zaman benden daha tenha’’ bulduğum, ‘‘en tenha olduğu yerlerde de benim için en kalabalık’’ bir kentte, ‘‘kül rengi sabahlardan birinde, benim dediğim, ama hiç benim olmamış evlerden birinden’’ usulca çıkarak kaçmak istediğim bu kentte gittikçe odaklaşan bir kötülüğün izini artık süremez oldum! Belki de artık tek yapabileceğim, o kötülüğü yayanlardan veya yayılmasını kolaylaştıranlardan biri olmaktan kendimi yeterince kararlılıkla koruyabilmek, o kadar! eposta: acem20?hotmail.com ahmetcemal?superonline.com Kültür ServisiGeçen yıl Çanakkale Zaferi’nin 90’ıncı yıldönümünde sinemalarda gösterime giren ve beş hafta arka arkaya en çok izlenen film olan ‘Gelibolu’nun DVD’si de satışa sunuldu. Belgeselin yönetmeni, senaristi ve yapımcısı Tolga Örnek, savaşı, 10 askerin gerçek anı ve mektuplardan yola çıkarak hazırladı. Siperdeki askerlerin yaşadıklarını, acılarını, duygularını anlatan film, 2005 yılının en iyi 10 filmi arasında da yer aldı. Belgesel, Uluslararası İspanya Tarihi Filmler Festivali’nde birincilik, Los Angelos Film ve Video Festivali’nde de ikincilik ödülü aldı. 2005’in en iyi 10 filmi
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle