07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

24 MART 2006 CUMA insan SELÇUK EREZ, BÜTÜN ÖMRÜNÜ DENİZDE GEÇİREN ‘GARO DAYI’ VE AİLESİNİN ÖYKÜSÜNÜ YAZDI SAĞNAK C 13 Denizden gelen kuzen: Garo BERAT GÜNÇIKAN NİLGÜN CERRAHOĞLU K Sevil Paçalıoğlu, Garo Taşcan’ın halasının kızı. Birbirlerinden üç yıl önce haberdar oldular. Garo’nun bir de abisi vardı, hiç görmediği... Aile ilk kez bir araya geldi. Selçuk Erez ise neredeyse bütün ömrünü denizde geçiren “Garo Dayı”yı ve ailenin öyküsünü yazdı... arada hiç bekleyeni olmayan, yalnızlığını içkiyle sarmalayan bir balıkçı Garo Taşcan, sadece kendisinin değil, ailesinin belleğinin boşluklarını doldurmak için soyağacının peşine düşen genç bir kadın Rahşan Cebe, kendisi gibi bakan bir kız çocuğunun fotoğrafını görünce geçmişiyle bağını kuran bir kadın Sevil Paçalıoğlu ve kendisine yeni bir roman konusu arayan yazar, Selçuk Erez... Bu üç roman karakteri ile yazarın “Garo Dayı”da bir araya gelişlerinde tesadüfe yer yok. Sevil Paçalıoğlu ile Erez, çocukluk arkadaşı. Erez arkadaşlıklarının başından beri Paçalıoğlu’nun annesinin Ermeni olduğunu biliyor, o da Erez’in amcasının oğlunu tanıyor, “Çok efendi çocuktu” diyor. Amca oğlu, 24 Ekim 1975’te Paris’te “Ermeni Soykırımı Adalet Komandoları” tarafından öldürülen büyükelçi İsmail Erez. İşte bu kesişmeler romanı yakın tarihin acılarının, yüzleşmelerinin de tanığı oluyor... Şimdi gelin roman kahramanlarını sayfalar arasından çıkarıp, üç kuşağı içine alan öyküyü, Sevil Paçalıoğlu ve Garo Taşcan’la birlikte dillendirelim: Her şey Rahşan Cebe’nin bir aile ağacında, anneannesinin adının yazılışını dert etmesiyle başladı. İsim Nevin Taşcan olarak yazılmıştı, ama o hiçbir zaman bu ismi taşımamıştı, kızlığında Asdgik Taşcan’dı, evlendikten sonra Nevin Paçalıoğlu. Niyet belliydi, anneannesinin Ermeniliğinin üzerini örtmek... Hemen bilgisayarın başına geçti Rahşan Cebe ve Google’da Taşcan soyadının izini sürdü. İki isim çıktı karşısına, ikisine de birer mail gönderdi: Acaba akraba olabilir miyiz? Yanıt Alain ve Lorraine Taşcan’dan geldi... MARİ VE ONNİK... olmalı ki, Türkiye’ye dönüşünde pasaportuna bakan gümrük görevlisi, “Senin işin zor” diye söylendi. Arusyak’la Sarkis’in nerede ve nasıl tanıştıklarına ilişkin bilgiler hep eksik kaldı. Sevil Paçalıoğlu’na göre, Sarkis daha Türkiye’deyken komünistliği seçmişti ve Mari, oğlunu başına gelebilecek tehlikelerden korumak üzere onu Fransa’ya yollamıştı. Sonuçta, nasıl olmuşsa iki komünist genç birbirini bulmuş, iki de çocukları olmuştu, Setrak ve Sona. Ancak ilişkileri uzun sürmedi, boşandılar. Sarkis bir süre sonra Sarıyerli Vartuhi Hanım’la evlendi. Bir oğulları oldu, Garo. Mari meslek olarak şoförlüğü seçen Sarkis’i bağışlamamıştı, ama gelininin arada sırada da olsa torununu ziyaretine getirmesine izin veriyordu. Sarkis’in başı içki ve kumarla dertteydi, karısına ve Garo’ya sert davranıyordu. Eli açık bir adam olarak biliniyordu Sarıyer’de, neredeyse herkesin onun yardımseverliğiyle ilgili bir anısı vardı. Uzun yaşamadı, oğlu ilkokulu bitirmek üzereydi, hastalandı ve öldü. SETRAK... İlkokuldan sonra kaportacılığı öğrendi. Askerde teğmenini dövmekten 15 yıl hapis isteğiyle yargılandı. Aftan yararlandıktan sonra üçüncü evliliğini yapan Tokatlı Ani’yle evlendi. Birlikte Fransa’ya gittiler. Tek oğlu Alain, Yahudi Lorraine ile evlendi. Torunlarına, Tara ismini verdiler. Alain, Lorraine ve Tara önce Amerika’da yaşadılar, sonra Kanada’ya yerleştiler. SONA... Varlıklı bir kadın. Erkek arkadaşıyla yaşıyor, önce adam ona el uzattı, şimdi Sona ona yardım ediyor. Ailenin Müslümanlarla evlenen üyelerine kırgın. NURHAN TAŞCAN... Bir butik işletti. MELİNE TAŞCAN... Bir Müslüman’la evlendi, ama dinini değiştirmedi. Mari nikâhta yoktu. ASDGİK TAŞCAN... Bir yaz günü deniz hamamında yedek subay Fahri Paçalıoğlu’yla tanıştı. İlk görüşte birbirlerine vuruldular, kısa süre sonra da Asdgik, Fahri Bey’e kaçtı. Müslüman olup Nevin ismini aldı. Kızı Sevil’le oğlu Rıza Nur’a din değiştirme nedenini iki cümleyle anlattı: Bir: Siz ortada kalın istemedim. İki: Babanızı öyle çok seviyordum ki, aynı mezara gömülmeyi arzuladım. Mari, kızını da oğlu Sarkis gibi asla bağışlamadı, ama Sevil’le dadısına kapısını aralık tuttu. h er şey işte bu soruya verilen “evet” yanıtıyla başladı. İki kardeş Garo ve Setrak hem birbirleriyle, hem halaları ve kuzenleriyle buluşurlar. Bu kopuşun nedeni kibrine yenik düşen büyükanneydi. Bir Müslümanla evlenen kızını ve bir komünistle evlenen oğlunu bağışlamadı. Onları, bir Ermeni örgütü tarafından öldürülen Büyükelçi İsmail Erez’in amcasının oğlu Selçuk Erez Turhan Selçuk ve Syriana H angi birini anlatsam? ‘‘Özgürlük Heykeli’’nin tacına takılıp kalan barış güvercininin çaresizliğini mi? Bir araya geldiklerinde koca bir balığa dönüşen ve büyük balığı yutan küçük balıkların gücünü mü? Balkabağı tarlasında yeşeren gericilerin ‘‘balkabağı kavuğu’’nu mu? Ultra modern gökdelenlerin tepesinden biten camileri mi? Yüzüne pancur çekilmiş, sırtına hurafe mavi boncuk iliştirilmiş kara çarşaflı kadınları mı? Yerlileri ateşte pişiren, yamyamlaşan uygarlığı mı? Turhan Selçuk’u tarife hacet yok. Ama karikatürlerinden bir kesiti toplu halde gördüğünüzde işte böyle tokat yemiş, cin çarpmış gibi oluyorsunuz. Her biri bir köşe yazısı, her biri sanat eseri! Tartışma götürmez bir fikir ve fırça hâkimiyeti, ustalık, özgünlük, oturmuşluk, netlik ve berraklık... Ne desem az. Görmelisiniz! Salı akşamı, serginin açılışına katılmıştım. Bir başıma, sonra sakin kafayla da görmek istedim. Selçuk’un karikatürlerini sergileyen galerinin (GArt) üstünde GMall sinemaları var. Syriana’ya bir bilet aldım. Ve filme girmeden önce bir kez daha sergiyi gezdim. Daha isabetli bir seçim olamazmış. George Clooney’e Oscar kazandıran film çünkü, Selçuk’un bize yıllardır anlattıklarını anlatıyor. Yamyamlaşan petrol devlerini, İslam kapitalizmini, yolsuzluk, yobazlık ve güçlerini birleştiremeyen biz küçük balıkların çaresizliğini anlatıyor Syriana... ‘YOLSUZLUK KAPİTALİZMİN ZIRHIDIR!’ Filmin mesajı şu: ‘‘Yolsuzluk mutlak ka pitalizmin güvencesi ve zırhıdır. Onu güvende tutan biricik dayanaktır!’’ Bu mesajın etrafına yobazlıkla uyutulan ve satın alınan petrodolar zengini Körfez ülkelerini; petrol şirketlerinin yönlendirdiği ABD dış politikaları ve CIA oyunlarını, suikastlarını serpiştirin. İçine petrol şirketleri yöneticileri, uzmanları ve avukatlarını; şeyhleri, şıhları, siyasetçileri, CIA ajanlarını ekleyin. Alın size Syriana... Biraz karışık mı oldu? Film karışık zaten. Senaryoda yer alan oyuncuların listesi, telefon rehberi gibi. Ancak verilen mesaj net: ‘‘Petrol bitiyor. ABD yolsuzluk, savaş, entrika dahil elindeki her türlü imkân ve aracı bu kaynağı elinde tutmak amacıyla seferber ediyor!’’ ‘‘Bunda bilmeyecek ne var?’’ da diyebilirsiniz. Ancak unutmayın ki bu bir Hollywood yapımı. Hollywood’dan uzun süredir böylesine keskin bir özeleştiri yükselmemişti. Başlı başına bu, Syriana’nın ilgi çekmesine yetiyor. Nitekim filmi izlediğim sinemada biletler iki saat öncesinden tükenmişti. BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİNİN KOD ADI Syriana, ABD dış politika uzmanlarının güç oyunları ve senaryolar üzerinden Ortadoğu’yu ‘‘yeniden düzenleme projesine’’ verdikleri admış. Syriana, ‘‘Büyük Ortadoğu Projesi’’nin kodadı başka deyişle.. ABD ve petrol şirketlerinin, Ortadoğu üzerindeki hâkimiyet savaşında devreye giren yeni unsur kuralsızlığın ve pervasızlığın tavan yaptığı ‘‘globalleşme’’ oluyor. Bu globalleşmenin bir yanı çölde yükselen Körfez’deki ‘‘yeni Dubai kapitalizmine’’; bir yanı ‘‘vahşi BatıTeksasWashington’’a uzanıyor. Ortadoğu ile ABD arasında sürekli gidip gelen film; bu iki vahşi uç arasında iç içe geçen hikâyelerden örülü. PETROL ŞİRKETLERİNİN KUKLASI Akrabalığı başlatan yedi dükkân sahibi Apel’in mavi gözlü, baş döndürücü güzellikteki kızı Mari’yi kâtibi Onnik’le evlendirmesi oldu. Sessiz, kendi halinde, para sahibi olmayı beceremeyen, bu yüzden de karısının gölgesinde kalan bir adamdı Onnik. Mari sert ve kibirli bir kadındı. Dört çocukları oldu, Sarkis, Nurhan, Meline ve Asdgik. Mari dinine ve geleneklerine bağlı bir kadındı, ama çocukları birer birer onun çizdiği sınırları ihlal edecekti. SARKİS VE... İlk başkaldırı büyük oğul Sarkis’ten geldi, kendi sınıfından olmayan Arusyak’la evlendi. Arusyak yetim bir Gregoryen’di, rahibeler tarafından İtalya’ya götürüldü, faşizmin iktidara yürüdüğü, komünistlerin de dipten dibe direndiği bir dönemdi. Arusyak komünistlerin safını seçti. Sarkis ise okusun diye Fransa’ya Sorbonne’a gönderilmişti. O da siyasetten uzak durmamış Fotoğraf: VEDAT ARIK Annesinin sözünden çıkmadı VE BULUŞMA... Rahşan Cebe ilk mail’ine yanıt alınca arkasını bırakmadı. Alain ile Lorraine aracılığıyla ulaştığı Setrak’tan Sona ve Garo diye iki akrabaları daha olduğunu öğrendi. Onların da peşine düştü ve buldu. Aile önce kendi aralarında toplandı, kardeşler, kuzenler buluştu, yaşam öyküleri paylaşıldı,anılar bütünlendi. S İşte kavuşmanın fotoğrafı: Soldan sağa: Rıza Nur, Gevher Paçalıoğlu, Ani Taşcan, Yasemin Paçalıoğlu, Nevin Paçalıoğlu, Garo Taşcan, Rahşan Cebe, Setrak Taşcan, Lorraine Taşcan ve Alain Taşcan. arkis’in ölümünden sonra, daha 12’sinde, annesine rağmen denizlere açıldı. Balığı kokusundan tanımayı, fırtınaları savuşturmayı öğrendi. Ara sıra kaçakçılık işlerine de karıştı. Annesinin “Bir Ermeni kızıyla evlenmelisin” sözünden çıkmadı, kızıyla evlenmesinin karşılığında zenginliklerini paylaşmaya hazır balıkçılara hep “hayır” dedi. Kadınlar sevdi, kadınlardan ayrıldı... Reis oldu, ama kendisine ait bir tekneyle denize çıkamadı. Bir kez ortaklığı denedi, kaybetti. Annesi öldüğünde 26 yaşındaydı, ondan kalan ne varsa dağıttı. Altı ay sonra Sona çıktı karşısına, “Ben senin ablanım” dedi. Sona’dan bir de abisi olduğunu öğrendi. Sona’yla ilişkileri uzun sürmedi. Sarkis daha çok denize bağladı kendini, kara onun için içmek demekti, giderek daha çok içer oldu. Alkol denizle de arasına girmeye başladı... Daima bir gün bir mucizenin olacağına, hayatının değişeceğine inandı. Sonra anlaşıldı ki bu mucize Setrak ve diğerleriydi... Hâlâ denizi seviyor, “Deniz benim hayatım” diyor, ama bugün karada yaşıyor. Evini kurup da içine girdiği ilk gün ağzından şu sözler döküldü: Şimdi annem sağ olsaydı da... Geçmişle bağları kopartılıyordu SEVİL PAÇALIOĞLU Herkes ayrı bir karakter SELÇUK EREZ Z amanla anneannesini bağışladı, ama kibriyle ailesini dağıttığı için sevmedi. Desinatörlük eğitimi aldı. Evlendi, Rahşan’ı doğurdu. Sır ve boşlukları olan bir hayat yaşadı, geçmişle bağlarının kopartıldığının farkındaydı. Ailenin yeni üyelerinde kendinden izler buldu, Sertak’ın torunu Tara aynı onun gibi her şeye “hayır” diyor, o da en çok mandalinayı seviyordu. Garo’nun bir el hareketi ya da bir sözü belleğini harekete geçiriyordu. Garo’ya içkiyi bırakması ve yeni bir iş edinmesi konusunda destek oldu. Artık bir bütündü... Bugün bir Deist olan Sevil Paçalıoğlu’na göre Türkiye’nin birçok sorununun nedeni de geçmişle kopukluk. Babasıyla birlikte onun memleketi Eğin’e gittiklerinde tanık olduklarını şöyle anlatıyor: “Babam hep bizim orada herkes Türk’tür, Kürt, Ermeni yoktur derdi. Birlikte Eğin’e gittik. Çukurda bir yerdeydi, yukarıdan bakınca bazilikayı gördüm, söyledim. Yanımızda sanat tarihi okumuş bir akrabamız vardı, o da onayladı. Babam bize kızdı, ‘iki paralık bir şey okumuşsunuz, ahkam kesiyorsunuz’ dedi. Kanserdi, sustuk. Akşam belediye başkanı onurumuza yemek verdi, bir ara babama dönüp, ‘Eniştenizin depo olarak kullandığı kilise...’ dedi. Babam ve o kuşak ecdadıyla bağını nasıl koparmış, işte o zaman daha yakından gördüm.” B en yeni bir roman arayışı içindeydim. Öyküyü dinleyince yazmaya karar verdim. Herkes ayrı bir karakterdi, ama bana Garo daha enteresan geldi. Romanı onun üzerine kurdum. Garo’dan balıkçılığa, denize dair pek çok şey öğrendim. Kendini ifade etmesine, ilişki kurduğu kadınların adlarını, ayıp olur diye gizlemesine hayran oldum. Ailenin birbirini bulması ise Garo’nun hayatının bir parçası olarak romana girdi. Bu tecrübelerin yazılmasının Ermeniler ile Türkler arasındaki yumuşamaya katkıda bulunacağını düşünüyorum. Filmin içinde en az altı ayrı hikâye var: Alavere dalavere üzerinden birleşen iki Amerikan petrol şirketi; bu petrol şirketlerinin kuklası olan bir ‘‘Emir’’, ‘‘kukla olmayı ret eden’’ Emir’in ilerici kardeşi, ‘‘ilerici kardeş Emir’’ için suikast hazırlayan CIA ajanı (George Clooney), ‘‘Emir’’in Amerikalı danışmanı (Matt Damon) ve Körfez’deki bu yeni kapitalizmin beslediği kamikaze kültürü... Globalizmin yeni esaret şartlarında çalışan, başkaldırıyı ‘‘cihatta’’ bulan gençler... Film ilginç, hareketli, iyi çekilmiş, iyi oynanmış... ama biraz fazla dolu. Filmi çekmeden önce ünlü Ortadoğu uzmanı Seymour Hersh’le uzun mülakatlar yapan, iki yıl bölgeyi dolaşan yönetmen Stephen Gaghan birbiriyle bağlantılı altı ayrı hikâyeyi, tek bir filme sığdırmaya çalışmış. Seyrederken bu yüzden zorlanıyorsunuz. Gene de izleyin derim. Önce Selçuk’un karikatürlerini görün, sonra Syriana’yı...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle