29 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

EKİM CUMA ekonomi PARİS’TEN UĞUR HÜKÜM MERKEL: YİNE DE VERDİĞİMİZ SÖZLERE SADIK KALACAĞIZ Tam üyelik diyemedi Ekonomi Servisi TürkAlman Ekonomi Forumu’nda konuşan Almanya Başbakanı Angela Merkel, Türkiye’nin AB üyelik sürecinde ayrıcalıklı ortaklık fikrine daha yakın olduğunu belirterek, “Ama yine de anlaşmalar çerçevesinde verilen söz ve vaatlere sadık kalacağız” dedi. Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) ve Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) işbirliğiyle düzenlenen TürkAlman Ekonomi Forumu’nda konuşan Merkel, “Türkiye’deki özelleştirme çalışmalarını görünce, Alman işadamlarına bu projelerde daha fazla yer almaları gerektiğini söyledim” diye konuşurken Türk işadamlarının dile getirdiği problemleri de çözmeye çalışacağını belirtti. Merkel, bu sorunlardan vize konusundaki şikâyetlerin Shengen ile ilgili olduğunu ancak buna karşın Türkiye’deki 3 temsilciliklerinin vize konusunda cimri davranmadığını anlatarak bu sorunun çözümü için özellikle işadamlarının şikâyetlerinin giderilmesi yönünde tarafları bir araya getirecek bir toplantı düzenlenebileceğini kaydetti. Angela Merkel, Almanya’nın özellikle enerji sektöründe çok önemli bir partner olabileceğini, ekonomik gücü yüksek, doğaya zararsız enerji projeleri konusunda ülkesinin önemli bir birikime sahip olduğunu ve bunları Türkiye ile paylaşabileceğini dile getirdi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da, Alman yatırımcıları özellikle enerji ve çevre yatırımları konusunda Türkiye’de daha fazla yatırım yapmaya davet etti. Erdoğan, geçen 2 yıl içinde uluslararası enerji güvenliğine doğrudan katkı sağlayacak önemli projeler başlattıklarını belirterek, Mavi Akım doğalgaz ve BakuTiflisCeyhan petrol boru hatlarını hayata geçirdiklerini hatırlattı. Ah Fransa Vah Fransa! C 9 TürkAlman Ekonomi Forumu öncesi Çırağan Sarayı’nda bir araya gelen Erdoğan ve Merkel, basına kapalı olarak işadamlarıyla görüştü. Görüşmeye, Türk iş dünyasından, TÜSİAD Başkanı Ömer Sabancı, TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, MÜSİAD Başkanı Ömer Bolat, Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Güler Sabancı, Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Koç, Şahinler Holding Yönetim Kurulu Başkanı Kemal Şahin’in de aralarında bulunduğu temsilciler katıldı. Ekonomi Servisi TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Sabancı, Türkiye’nin AB’ye üyeliği sürecinin ilerlemesinde, AB’nin üzerine düşen görevler olduğunu belirterek verilen sözlerin tutulması gerektiğini söyledi. Sabancı ayrıca, “Türk kamuoyunun, Kıbrıs meselesinde Türk tarafının çözüme yönelik olumlu tavrının AB tarafından adeta cezalandırılmış olmasını hâlâ hazmedemediğini AB’nin çok iyi görebilmesi lazım” dedi. Sabancı, TürkAlman Ekonomi Forumu’nda yaptığı konuşmasında Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğinin, Avrupa’daki mevcut sorunların çözümüne önemli katkı sağlayacağını söyledi. Sabancı, AB’nin parasal birlik alanındaki başarı Sabancı: AB’ye ayrıcalıklı ortaklık hayal sı ve sürdürdüğü ekonomik ve mali entegrasyon sürecine rağmen, Avrupa’nın halen önemli sorunlarla karşı karşıya olduğunu hatırlattı. Sabancı, “Umarız ki, üyelik zamanı geldiğinde AB halen, bizim için ekonomik, sosyal ve siyasi açılardan arzu edilen bir seçenek oluşturacaktır” dedi. Sabancı, gerçek ticaret hacmi potansiyelinin orta vadede 60 milyar Avro olduğunu ve bu nun yakalanması gerektiğini belirtti. Sabancı, “Alman veya Türk hükümetleri hangi siyasal partilerden oluşursa oluşsun, ABTürkiye ilişkileri, daha önce belirlenmiş olan Türkiye’nin AB’ye tam üyeliği istikametinde devam edecektir” dedi. TOBB Yönetim Kurulu Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu da Türk işadamlarının AB ülkelerine gidişte yaşadığı vize sorunları ve Türk TIR’larına uygulanan tarife dışı engellerin kaldırılması için Almanya’nın desteğini beklediklerini ifade ederek “Bu tür haksız uygulamalar, bir an önce Gümrük Birliği’nin ruhuna ve anlamına uygun hale getirilmelidir” diyen Hisarcıklıoğlu, anlaşmalara karşın geçiş kotasının yalnız yüzde 30 arttığına dikkat çekti. ‘Türkiye AB üyesi varsayılmıyor’ nin en önemli güvenlik kuruluşlarından Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü tarafından hazırlanan raporda, Türkiye’nin adı 19 kez geçiyor. Raporda, Türkiye’ye Somali, Sudan gibi ülkelerle aynı grupta değinilmesi dikkat çekiyor. AB’ ERGİN YILDIZOĞLU Paris’teki Institute for Security Studies (Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü), 2025 yılında Avrupa Birliği’nin (AB) küresel konumunu araştıran bir rapor yayımladı. Dikkatle okunduğunda, raporu yazan Avrupalı uzmanların, 2025 yılında karşı karşıya kalacakları sorunları öngörürken; Türkiye’nin hâlâ AB üyesi olmadığını (yapılmayacağını) varsaydıkları görülüyor. Rapora göre 2025 yılına gelindiğinde, çok daha küreselleşmiş ama aynı zamanda çok daha yerelleşmiş, parçalı hale gelmiş bir dünya ile karşı karşıya kalınacağı düşünülüyor. Çok kutupluluğun artık norm haline geldiği bu dünyada, hiçbir ülke askeri ya da ekonomik alanda ne kadar güçlü olursa olsun tek başına hegemonya kuramayacak. Çünkü 2025 yılında, artık gücün ölçüsü değişmiş ve harekete geçirebildiği bir ittifaklar zincirinin kapsamına bağlı hale gelmiştir. ABD hâlâ en güçlü ülke olmakla birlikte Çin, Rusya, Hindistan, küresel dengeler içinde yerlerini iyice pekiştirmiş ve uluslararası ilişkilerde büyük güçler politikası geçerli hale gelmiş olacak. Ortadoğu 2025 yılında bile en istikrarsız, başarısız devletlerle dolu bir bölge olmaya devam edecek. Türkiye’ye gelince, raporda adı (Turkey) 9’u kaynakçalarda olmak üzere 19 kez geçiyor. Türkiye’nin adı ilk kez Rusya’nın bölgesel dengeleri bağlamında, ondan sonra, Sudan, Somali, Afganistan ve Pakistan’la birlikte bölgenin önemli ülkelerinden biri olarak, bir kez de dini çelişkilerin getirdiği istikrarsızlıklar, üç kez Kürt sorunu ve yine dinietnik sorunlar bağlamında, bir kez de ABD’nin Türkiye üzerindeki ‘‘yumuşak gücünün’’ zayıflamasıyla ilgili olarak geçiyor. Türkiye’ye ait anlamında (Turkish) ise Türkiye’nin adı, iki kez Suriye ve su sorunu bağlamında, bir kez bölgede siyasal İslamın yükselmesi ve demokratikleşme sü reçleri bağlamında, AKP, Hizbullah ve Hamas birlikte anılarak nihayet bir kez de Kürtlerin azınlık haklarının uygulanması halinde Kemalizmin, artık kimsenin tanıyamayacağı bir biçime dönüşeceği saptamasıyla olmak üzere 4 kez metinlerde, 6 kez de kaynakçalarda geçiyor. Almanya Başbakanı Angela Merkel ve Fransa İçişleri Nicolas Sarkozy’nin karşı olduklarını açıklamalarına karşın hâlâ Türkiye’nin AB üyeliği sürecinin olağan yolunda ilerlemekte olduğunun ileri sürüldüğü bir dönemde, AB’nin en önemli güvenlik kuruluşlarından biri tarafından, tüm konjonktürel kaygıların ötesine geçerek uzun dönemli bir bakışla yazılan bu rapor, birliğin dünyaya, bölgemize bakışına ışık tutması açısından çok önemli. Ancak, raporun Türkiye’nin AB açısından vazgeçilmez stratejik önemi vurgulamakta ısrarlı olanlar açısından ise oldukça sorunlu bir içeriğe sahip olduğu da bir gerçek. Raporda, Türkiye’ye hep geçerken ve özel bir anlam atfedilmeden, zaman zaman Somali, Sudan gibi ülkelerle aynı gruba konarak değinilmesi dikkat çekiyor. klımda, fikrimde, gönlümde kök salan “sosyal adalet” duygusunun temelini babam annem kadar “Sen” attın. Hayata, dünyaya bakışımdaki “eleştirel ve başkaldırıcı” yöntem, refleks ve sezgiyi büyük oranda “Sen”inle tanıdım. Zevaco’nun “Pardayanlar”ı, Hugo’nun “Sefiller”inden başlayıp, SartreCamus hassasiyetli “Yeni Dalga”’lardan geçip BourdieuFoucaultKahnMorinOnfrayTouraine’lerle eğitilip, BrassensBrelFerreFerratNougaro’larla yoğruldum. “Fransa”, hayatımı büyük oranda senin gövdende, beyninde, kalbinde öğrendim, kazandım. Savunduğun evrensel “temel değerler”le özdeşleştim. “Eşsizliğine, özgünlüğüne” katıksız inandım. Aile terbiyemi aydın tutarlılığı, insani dürüstlük, eşitlik ve özgürlük mücadelesi anlayışınla pekiştirip olgunlaştım. Yüzyıllarca senin potanda rengini, kökünü yitirmeden ama senin için de yaşamış, senin dünkü prestijini, dünyadaki saygıdeğer konumunu sağlamış, bugünlere gelmende belirleyici rol oynamış, gölgede kalmış veya ön plana çıkmış milyonlarca insan gibi çoklu kültürümü, farklı zenginliklerimi senin hizmetine sundum. Nankörlük etmedin. Minnettarım... ??? Ama minnet, yine senin bana öğrettiğin ilkelere ihanet ettiğin zaman, sana karşı çıkmamı engelleyemez. “Resmi söylemin, yasal tavrına” aykırı davrandım diye beni hapse atarsan, küçülen ben olmam. Olsa olsa “Sen”, aslında seni yıpratmak, senin özgüllüğünü yok etmek isteyenlerin tuzağına düşerek, “Sen” küçülürsün... İnsanlığa bilimsel ve kültürel katkıları henüz senin kadar olmasa bile, senden çok daha derin bir geçmişin mirasçısı bir ülkeyi, bir toplumu bir cümlede nasıl mahkum edebilirsin? 70 milyonluk koskoca bir halkı karşına alarak, kendine düşman ederek geleceğin dünyasında, yeni yazılacak tarihte nasıl ‘özlediğin’ yeri bulabilirsin? Yeryüzünü kasıp kavurmuş Nazizm ve Faşizm’le, 60 milyonun üstünde can almış 2. Dünya Savaşı’nın özü, “Shoah/Yahudi Soykırımı”nı 1915 dramı veya bilinen başka felaketlerle kıyaslamak nasıl bir “beceri”dir? Bugün akıl hastanesine kapatılması gereken zirzopların dışında “Yahudi soykırımı” gerçeğini inkar eden kaç kişi vardır? Kaç Alman bu trajediyi reddedebilir? Halbuki kökenlerini Alman romantizmine kadar indirebileceğimiz, 1920’li 1930’lu yılların Alman toplumunun neredeyse tüm bireylerine işlemiş, üniversitelerinde Ari ırk araştırma bölümleri, kafatası yapıları üzerine laboratuarlar kuracak kadar “bilimsel” çalışmış bir dünya görüşünün sonucu bir “kırım”la, “Ermeni soykırımı”nı aynı kefeye koymak, bizim çapımızı fersah fersah aşar. Haydi diyelim ki, uluslararası toplumun bilinci, altında Fransa’nın da imzası olan “soykırım”ı tanım A layan BM’in “1948, Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Konvansiyonu”nu aştı. Kurbanlarının sayısı kaç, tarihi ne zaman olursa olsun bazı katliamlar, ulusal bir takım girişimlerle dünya kamuoyu tarafından “soykırım” olarak nitelenmeye başlandı. Katolik kilisesinin engizisyon uygulamaları, İspanyolların Amerika yerlilerine, ABD’lilerin Kızılderililere, Osmanlıların Ermenilere, Rusların Kafkasyalılara, Sovyetlerin Ukraynalılara, Sırpların Serebrenica’da Boşnak Müslümanlara, İsraillilerin Filistinlilere, Fransızların Protestanlara, Vendee köylülerine, Cezayirlilere yaptıkları belki de Ruanda’da Tutsi’lerin kıyımındaki payları yaygın “soykırım” ifadesine örnek gösterilir oldu. Fransa özelinde olduğu gibi bazı ülkelerin kendilerine göre “soykırım” seçip bunu kendilerine göre anmaları, mahkum etmeleri de bir noktaya kadar anlaşılır ve saygı gerektirir bir tavır. Buna da saygılı bir peki! Ancak ötesi? Yani “Shoah” faciasını aşağılarcasına “Ermeni soykırımı” etrafında tartışmayı, araştırmayı yasaklamak hatta cezalandırmak? Bu ne ola ki ? ??? Sorun bakalım Bernard Lewis, Edgar Morin, François Georgeon, Gilles Veinstein hatta örneğin Alain Juppe veya Jack Lang ne düşünüyor? Osmanlı tarihi ve “Ermeni soykırımı” gerçeğini (!) dünyada yalnızca Gerard Chaliand, Yves Ternon ve arkadaşları yazıp incelemiyor. Ermenistan’ın istemediği, Türkiye Ermenilerinin karşı çıktığı, dünyadaki konu uzmanlarının, siyasetbilimcilerin, tarihçilerin değişik yaklaşım ve görüş sergilediği bir bağlamda, tek gerçeğe kendilerinin sahip olduğunu savunan bir avuç diaspora temsilcisiyle, politikacının sorumsuz girişiminin, bir delinin kuyuya attığı taştan farkı nedir? Kırk akıllının, ötekiler yani Fransız Millet Meclisi üyesi 577 milletvekilinin dünyanın gözü önünde lekelenmek tehlikesini sezdikleri için katılmak zahmetine bile katlanmadıkları “tarihi” bir oturumda (Ocak 2001), 30 kadar milletvekiliyle, çok “kitlesel ve demokratik” yoldan yasa çıkartmak başarısını gösteren Fransız solu ve onun gölgesinde hükümet eden iktidarsız bir sağ, siz bu satırları okurken, yeni bir cümlelik incilerini meclisten geçirtmiş olacaklar. Bu karar ne tasarıyı Meclis’e götüren sosyalist milletvekili Didier Migaud ve arkadaşlarının savunduğu gibi “temel değerler”e, ne sağın simgelerinden Patrick Deveciyan’ın belirttiği gibi “genel çıkarlar”a, ne de Fransız kamuoyunun bir takım çok bilmiş “kanaat önderleri”nin söylediği gibi “tarihi gerçekler”in aydınlatılmasına hizmet edecek. Üstelik politikacıların alacağı 35 oy bile eskisinden daha fazla bölünecek. Dileriz ki, biz yanılırız. Ama bu gelişmelerden sonra “Ah”ı çoktan gitmiş bir Fransa’nın “Vah”ını olsun kurtarmaya çalışan bizim gibi insanların bile heyecanı ve inancı artık eskisi gibi olamayacak... S osyal kavramlar üzerindeki tartışmaları anlamak için, çoğu kere, çok karmaşık bilimsel çözümlemelere girmek gerekmez. Kullanılan sözcüklerin yalın anlamlarına bakmak, sorunu kavramak ve taraf olmak için yeterli olur. Cumhurbaşkanı, Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarının dikkat çekmeye çalıştıkları “irtica tehlikesi” de böyle bir kavram. Cumhuriyetin kurumlarını ve değerlerini korumak ve kollamak görevi anayasayla kendilerine verilenler bu tehlikeye dikkat çektikçe, bazıları da böyle bir tehlikenin olmadığını ileri sürdüler. Kavram karışıklığı yaratarak konuyu önemsizleştirmeye çalışanlar da “irticanın tanımı” ve hatta “anlamı” gibi sorularla ortaya çıktılar. Başbakan da yurtdışı gezi dönüşünde, uçakta, “irtica” yerine “aşırılıklar” denilmesini önererek bu önemsizleştirme çabalarına katıldı. Başbakan’ın bu yaklaşımı, “irtica tehdidini” gündeme taşıyarak görevlerini yapanlara uzatılan bir “zeytin dalı” olarak tanımlandı. ??? Peki irtica ne demek? “İrtica” yerine “aşırılıklar” denilerek irticaya karşı mücadele NOT DEFTERİ ZEKERİYA TEMİZEL Sulandırmak davranışlar sergilemek, yaşamı akıl ve bilim dışı hurafelere göre yaşamaya çalışmak, hatta bu yaşam ve düşünce biçimlerini başkalarına dayatmak olarak tanımlanabilir. ??? Bu durumda “irticai faaliyet” Türkiye’yi “çağdaş uygarlıklar düzeyine ulaştırma” çabalarından saptırma uğraşları anlamını taşıyor. Bu uğraşların tek bir tanım içerisine sıkıştırılması, bazı eylemlerle sınırlı hale getirilmesi de olanaksız. İrtica; “akıl ve bilim dışı çeşitli davranışlarla”, “inançların çıkar için kullanılmasıyla ve yozlaştırılmasıyla”, değişik motiflerle, değişik araçlarla ortaya çıkıyor. Bir bakıyorsunuz aptes suyunun alyuvarları arttırdığı safsatasının ders kitaplarında yer almasıyla görünüyor, bir bakıyorsunuz geçiştirilebilir mi? Bu kavramın ne anlama geldiğini bilmezmiş gibi tavırlar içerisine girenlerin, Türk Dil Kurumu’nun Türkçe Sözlüğü’ne ( Türk Dil Kurumu Yayınları, Genişletilmiş 7. Baskı, 1. Cilt, sf.589) bakmaları yeterli. Türk Dil Kurumu sözlüğünde “irtica”, “gericilik” olarak tanımlanıyor. Yani, Arapça kökenli bir kelime olan “irtica” yerine daha anlaşılır Türkçe bir kelime kullanmak gerekirse, kullanılacak olan kelime “gericilik” olacaktır. Yani “Türkiye gerici tehdit altında”. Gerici ise, toplumda çağdaş değerlere önem vermeyen, her yönüyle eskiyi özleyen ve eski düzeni getirmeye çalışan kimse, yani mürteci. Bu tanımlamalardan hareketle gericilik de, çağdaş yaşamdan kopmak, akıl ve bilim dışı ekonomik bağımlılık içerisindeki insanlara dayatılan yaşam ve giyim biçimleriyle. Burada sıralamakla bitmeyecek olan tüm bu davranışların, bu davranışları cesaretlendirecek düzenlemelerin, bu davranışlara göz yumacak kadrolaşmaların tümü de irticanın boyutlarını ortaya koyar. İrticanın gelişmesi için en uygun ortam ise bu davranışları önemsememek, hatta bireysel özgürlükler tanımına sıkıştırarak yok saymak, karşı çıkanları da küçümsemektir. Türkiye bu sürece sokuluyor. Çıkar grupları içerisinde yerlerini alanlar, olayları küçümseyerek ve sulandırarak gelen tehlikeyi önemsizleştirme ve geçiştirme çabasına girdiler. Bu çabaya dış güçler de katıldı. ABD Ankara Büyükelçisi, çağdaş Türkiye’nin kendini savunma refleksini “kuru gürültü” olarak tanımlayarak olayları önemsizleştirme sürecinde yerini aldı. Ama, Türkiye’nin Cumhuriyet güçleri, sorunları sulandırmaya çalışan, bu tür kuru gürültücülere pabuç bırakmayacak kadar bilinçli. temizel?cumhuriyet.com.tr Tüzmen: Soykırım yok desem Fransa’da hapse mi gireceğim? PARİS (AA) TÜSİAD’ın Avrupa’da Türk Etkinlikleri Haftası kapsamında Paris’te düzenlediği “Avrupa’nın Küresel Güçlükleri ve Türkiye’’ panelinde konuşan Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen, Sosyalist Parti’nin girişimiyle 12 Ekim’de Fransız Parlamentosu’nda görüşülecek olan ve sözde Ermeni soykırımını inkâra para ve hapis cezası öngören yasa tasarısını değerlendirken, “Umuyorum Sosyalist Parti’nin getireceği bu teklif karşısında Fransa Parlamentosu sağduyulu davranarak gereğini yapa caktır. Ben kendime güvenerek soykırım olmadığını söylüyorum. Soruyorum, bu yasadan sonra Fransa’daki tarihçilerle akademisyenlerin hangisi bu olaylarla ilgili özgürce çalışma yapabilir. Ben Türkiye’de Devlet Bakanı’yım. 12 Ekim’den sonra buraya geldiğimde, düşündüğüm şekilde Ermeni soykırımı olmadığını söylediğimde, bakan olarak beni içeri mi atacaklar? Para cezası mı verecekler? Küreselleşen dünyada bu son derece yanlış olacaktır’’ dedi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle