03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

16 Bir dakikalık heykeller Erwin Wurm’un çalışmalarını belirleyen önemli özellik nereye gönderildiği belli olmayan ‘‘kara mizah okları’’ olarak değerlendirilebilir NECMİ SÖNMEZ AACHEN Erwin Wurm’un çalışmalarını belirleyen önemli özellik, nereye gönderildiği belli olmayan ‘‘kara mizah okları’’ olarak değerlendirilebilir. 1954 Viyana doğumlu olan sanatçının retrospektif sergisi, Aachen’deki Ludwig Forum für Internationale Kunst’ta izleyicilere sunuluyor. Daha sonra Viyana, Hamburg, Lyon kentlarından biri olan sanatçının son yirmi yıl boyunca nasıl çalıştığını gündeme getiriyor. GÜNCEL YAŞAMI BÜYÜTEÇ ALTINA ALIYOR ‘‘The Artist Who Surallowed the World’’ ana başlığı altında sunulan retrospektif, Ludwig Forum’un tam anlamıyla ‘‘trajik’’ koleksiyonunda birbirinden ayrı dört odada sunulmakta. ‘‘Dünyayı yutacak kadar güçlü’’ bir sanatçı egosunun alaya alındığı sergi, Wurm’a 1990’ların başında uluslararası ün getiren‘‘one minute sculptures’’ dizisiyle başlıyor. Bir dakikalık heykel olur mu? Sanatçının bizzat kendisinin ağzına limon sokup kilise banklarında dua edercesine poz vermesi, yere yatıp ayaklarının tabanında kahve fincanlarını taşıyan, burnuna kulaklarına bürolarda kullanılan kalemleri sokan figürlerden oluşan bu fotoğraflar, aslında sanatçının ‘‘heykel’’ kavramına getirdiği özgün yaklaşımın ürünleri. Çağdaş sanatın ‘‘maddesel’’ değil ‘‘fiziksel, düşünsel’’ bazlı karakterini ortaya koyan, güncel yaşamı büyüteç altına alan bu çalışmalar, Wurm’un fotoğraf, desen, heykel, yerleştirme, performans ağırlıklı düşünce dünyasının en karanlık noktalarını da ortaya çıkarıyor. Erotik çağrışımların, tutkuların, saplantıların kelimenin tam anlamıyla ‘‘güncel yaşamdaki’’ basitliğiyle sunulduğu bu diziye ait çalışmalar, ‘‘heykel kavramını’’ farklı açılardan yorumladıkları için önemli bir anlatım gücünü izleyiciye duyumsatıyorlar. 1997 tarihli fotoğraflar serginin en güçlü işleri arasında yer alıyor. ALIŞILMIŞ RETROSPEKTİF KAVRAMINDAN ÖTE ‘‘Instruction on How To Be Politically Incorrect’’ dizisinde Erwin Wurm, yakın çevresindeki arkadaşlarına vücutlarına bomba saklayacak yerler bulmalarını söyleyip onların daha sonra fotoğrafını çektiğinde ya da sandalyelerin üzerine çizdiği desenlere göre izleyicilerin heykellerini hareket ettirmelerini istediğinde kara mizahın kendisine verdiği imkânları sonuna dek kullanarak etkileyici bir ‘‘görsel dil’’ oluşturuyor. ‘‘Outdoor Sculptures (1998 2000), ‘‘Philosophy Digestions (2004) dizileri bu tür bir tavrın izlerini taşımaktadır. Wurm, ‘‘Be A Terrorist’’ (1999) dizisinde arkadaşlarına kendilerini bir terörist gibi saklamalarını rica etmişti. Bu basit rica onunla birlikte çalışan sergi yapımcılarına da farklı biçimde yansımıştır. İşte üst üste giydiği kazaklarla Peter Weibel, işte gömlek fetişisti gibi duran Jerome Sens, işte sanatçı tarafından ağzına çukulata blokları sokulan Harold Kunde fotoğrafları. Erwin Wurm ‘‘Curator Imperator’’ (2004) dizisinde sergi yapımcılarını hedef altına aldıktan sonra sanatçılara, yani kendisine dönüp ‘‘dünyayı yutacak’’ denli güçlü egoizmi, ‘‘sanatçı egoizmini’’ heykelleştiriyor.. Alışılmış retrospektif kavramını aşan sergi 26 Kasım’a dek Aachen’de izlenebilir. C kültür LONDRA’DAN MUSTAFA K. ERDEMOL EKİM CUMA Medeniyetsizler Hedefte E lerinde de tekrarlanacak olan bu geniş çaplı sergi, gerek ‘‘kara mizahı’’, gerekse ilginç görsel deneylerini beklenmeyen anlarda ortaya çıkarmasıyla tanınan, belki de kendi kuşağının en önemli heykeltıraş Onun güldürü malzemesi Almanya’daki Türkler ZUHAL AYTOLUN Almanya’daki Türklerin uyanıklıklarını, Almanların onlara verdiği tepkileri, sokaktaki insanları ve özellikle görev başında yaşadığı olayları anlatıyor kalabalıklara. Murat Topal bir polis... Yoksa ona ‘standup’çı mı demeli? Murat Topal, Türklerin yoğun olarak yaşadığı Almanya’nın Kreuzberg kentinde 9 yıldır polis olarak görev yapıyor, ama standup’tan da kopamıyor. Eee... Ne de olsa Topal’ın sohbet malzemesi bol. Bu malzemeyi insanlarla daha rahat paylaşmak için ücretsiz izne ayrılacak kadar da standup’a bağlı. ANILAR MERAK EDİLİYOR Topal Hamburg’tan Heillbronn’a kadar bir çok yerde sahnelediği gösterilerinde hep farklı tepkilerle karşılaşmış. ‘‘İnsanlar her yerde aynı esprilere aynı tepkileri vermiyor. Ancak yine de hiç gülmeyen bir toplulukla karşılaşmadım. Hepsinde mutlaka bir ucundan yaka layıp devam ediyorum. Zaten standup’ın özünde bu vardır, spontane gelişen olaylarla insanları etki altına almak daha kolay olur’’ diyor. Türkiye’de olduğu gibi Almanya’da da insanların bir polisin yaşadıklarını merak ettiğini söylüyor Topal, ‘‘Polisler nelerle karşılaşıyor, neler yaşıyor insanlar çok merak ediyor. Özellikle Türklerle yaşanan olaylara çok gülüyor insanlar. Başlarda arkadaş ortamlarında anlattığım hikayelerimi, onların ısrarı üzerine 2004’te ilk kez Berlin’de Comedy Club’da ‘open stage’ yani herkese açık bir sahnede 4 dakikalık bir gösteri halinde sundum. Oradan aldığım enerjiyle de devam ediyorum’’ diyor. Murat Topal, Goethe Enstitüsü İstanbul ve Lamia Congress&Event Management’in ortaklaşa düzenlediği ve geçen hafta beşincisi yapılan ‘Almanca Kabare Akşamları’na ‘Türkleştirilmiş İşler’ adlı gösterisiyle konuk oldu. İstanbul’da ilk kez sahneye çıkan Topal Türkiye’de yaşayan Almanlar ve Almanca bilen izleyicilerle ‘işte Türk zekası’ dedirten anekdotları paylaştı. İşte gösteriden bir anekdot. Düğünde gelenekler karışınca Bu hikâye Türk olan bir arkadaşımın düğününe gittiğimde başıma geldi. Almanlar evlenmeden önce porselen tabak ya da bardak kırarlar. Bu onlar için bir gelenektir. Arkadaşım Mehmet, Alman bir kızla evleniyordu. Bunun için bir sürü porselen tabak ya da bardak toplayıp getirmişti. Babası da bu kadar çok porselenle ne yapacaksın diye sorup duruyordu. Durum anlaşılınca babası hemen şöyle bir cevap verdi: ‘‘Saçmalama bunları neden kırıyorsun sen sakla onları sonra pazarda satarız. Yerine plastik tabak çanak götürürüz.’’ Mehmet’in evlendiği kızın annesi durumu farkedince çok sinirlendi ve yaşadıkları yerin kültürüne ayak uydurmaları gerektiğini söyledi. Mehmet’in babası da ona gelenekleri gereği takı takılması gerektiğini hatırlattı ancak Almanlarda böyle bir gelenek olmadığından gelinin ailesi para yerine çay seti getirmişti. Ama mutlaka bir şeyler takılması gerektiğini görünce getirdiği bardaklardan birini kızının gelinliğine bir şekilde tutturdu ancak orada durmayan bardak tabii ki yere düştü ve böylece evlilik öncesi ilk porselen kırılmış oldu. n genel tanımıyla, dünyevi düzenlemelerde her türlü yeniliğe karşı olmak biçiminde de özetlenebilecek irtica tutumuna verilecek en iyi örnek, herhalde şu Amis tarikatı mensupları olabilir. Her din, yenilikleri kolayca kabul etmez ama bu kabul etmeyiş inatçı bir direnişe dönüşmez, dönüşemez. Çünkü en karşıtlarının bile, örneğin teknolojik yenilikleri inancın yayılmasında bir araç olarak kullanma gerekçesiyle kabul ettiklerini biliyoruz. İslamcı basında “Çağın en şer aleti hakkın hizmetinde” cümleleriyle yer almış bir video ilanı hâlâ aklımdadır. Amisler direnme konusunda çok daha tutarlı, bu tutarlılıklarını deldirecek en ufak bir gerekçeye bile kapalı, dolayısıyla kendi içinde ilkeli bir tarikat. Çağa uygun her türlü yeniliğe karşı olma konusunda kelimenin tüm anlamıyla “irticacı” sayılırlar bu nedenle. Dinler alanında 17’nci yüzyıldan beri var Amis topluluğu. HıristiyanYahudi sentezi bir anlayış olduğu söyleniyor. Tarıma dayalı bir yaşam biçimleri var. Kır insanı özelliklerini kılık kıyafetlerinden de anlayabilmek mümkün. Neden askılı pantolon giyerler erkekleri, anlamış değilim doğrusu. Her dinde anlam ifade eden sakal, Amis topluluklarında evlendikleri anda erkeklerin bıraktıkları bir aksesuar durumunda. Askerliğe karşı oldukları için de Amis erkekleri askere benzememek için asla bıyık bırakmazlar. Silahı sadece avlanmada kullanırlar. Teknoloji ürünü olduğu için elektrik kullanmazlar. Dolayısıyla televizyon, radyo Amis dünyasında yoktur. Bu genel çerçeveden çıkarılacak profil şu: Barışçı, doğacı, savaş karşıtı, yenilik düşmanı bir tarikat Amis topluluğu. ??? Geçtiğimiz hafta ABD’de, Amislere ait bir okulun basılarak, beş genç kızın öldürülmesi bu nedenle sadece vahşet boyutuyla değil, şiddetten onca kaçma çabalarına karşın, şiddetin kurbanı olmaları nedeniyle Amisleri gündeme taşıdı. Son bir ay içinde (biri Kanada’da olmak üzere) yaşanan üçüncü okul baskını bu. Polis ile psikologların ilgi alanına giren bir konudur ama “dolaylı etki” denilebilecek rahatsızlıklardan mustarip kişilerin gerçekleştirdikleri bu baskınların siyasal gerekçeleri de olamaz mı? Kendi ülkesi Amerika’da “Bir Amerikan kültürünün oluşmasına siyahlar, Koreliler, Hispanikler engel” diye teori geliştiren Huntington’un bu zırvalamalarından az da olsa haberdar olup, bundan kendince gerekçeler çıkaran bir meczup, o göklere çıkarılan Amerikan tarzı yaşam önünde engel gördüğü Amisleri hedef alamaz mı? Dolaylı etki dediğim bu. Zorlama bir sonuç çıkardığım sanılabilir ama daha önce basılan okulların da azınlıkların çok sayıda olduğu okullar olması akla bunu getiriyor ister istemez. Her gün ideolojik hale gelmiş iletişim araçlarıyla propagandası yapılan egemen kültürü, ülkesindeki farklı kültür mensuplarından daha fazla özümsediğine inanan biri, başka gerekçeler de eklemleyerek, böylesine meczup bir tavrı geliştirebilir pekala. Bilinçaltının yönlendirdiği eylemlerden söz ediyoruz. Ki bu bilinçaltına yerleşen/yerleştirilen egemen davranışının ne zaman ortaya çıkacağını, saldırganın ruh hali belirliyor elbette. Bu ruh halini tetikleyen kavramlar bu meczupların önünde her gün konuşulan, “kültürel çatışma”, “medeniyetler uzlaşmazlığı”, “kültürel kirlilik” gibi kavramlardır zaten. Amis okulunda beş genç kızı öldüren saldırganın, yirmi yıl önce yaşadığı bir olaydan ötürü eylemi gerçekleştirdiği söyleniyor. Yirmi yıl hareketsiz kalan intikam duygusunun, bunca yıl sonra ortaya çıkarak, Amerikan kültürüne aykırı yaşam seçen bir topluluğa yönelmesi, günümüzün yukarıda adı geçen kavramlarıyla açıklanabilir ancak. Elbette, tüm çılgınlıklarına, farklı kültürlere tahammülsüzlüklerine karşın, ABD yöneticilerinin, meczubun eline silah verip baskın gerçekleştirdiğini iddia ediyor değilim. Ancak “dolaylı etki”nin bu tür sonuçlara yol açacağını da söylemek durumundayım. Bunun sadece bir “akıl yanılsaması” ya da bir polisiye vaka olduğunu kabul etmek elbette kolay. Toplu yaşama alanlarına saldırının, o alanlardaki insan topluluğunun “etnik aidiyeti” hatırlandığında, neden bu kadar çok sık tekrarlandığı da herhalde merak konusu olmalıdır. Çünkü “kültürel kirlilik” odakları olan ibadet kurumlarına (cami, sinagog, tapınak) saldırılarda ciddi bir artış olduğu belirtiliyor ABD’de. Huntington’un teorilerini sıradan Amerikalının okuduğu da yok tabii ki. Ama bu zehirli teori Bush ile Cumhuriyetçi Parti yanlısı o meşhur faşist kadın televizyon sunucusunun ağzından sürekli duyuluyor. Amisler, teknolojiye karşı ama ABD’ye bağlı bir toplulukken bile bireysel de olsa bir şiddetin hedefi oluyorlarsa, “medeniyetler çatışması”nın toplumun en alt kesimlerinde başladığını söylemek fazla zorlama bir görüş olmaz kanımca. ABD’ye yeni bir politika geliştirilmesi için “üretilen” bu teori, dış politikada değil ama Amerikan iç dengelerinde olmadık kaymalara yol açabilir. Failini idam ederek sorunu çözdüklerini sandıkları Oklahoma bombalamalarının ardında Teksas’ın bağımsızlığı taleplerinin olduğunu, hele şu Bush iktidardan gitsin, yeniden konuşuruz. Huntington’un medeniyetler çatışması Irak’la başladı ama Amislere yapılan saldırıyla son bulmayacak. Öyle gibi görünüyor. [email protected] Platform Garanti Frieze Sanat Fuarı’nda S on iki hafta içinde iki farklı ülkede katıldığım kültür etkinliklerinden çıkarttığım dersleri sizlerle paylaşmak istiyorum bugün. Geçen hafta Patras’daydım; 2006’nın Avrupa Kültür Başkenti’nde. Yunanistan’in Atina ve Selanik’ten sonra gelen üçüncü büyük kenti Patras. Seçilme nedeni ise, 25 yıldır süren bu projenin Avrupa ülkeleri arasında dönüşümlü olarak gerçekleşmesi ve Yunanistan’a üçüncü kez sıranın gelmesi. Patras’ın Avrupa Kültür Başkentliği macerasını bir yıldır izliyoruz, 2010’un kültür başkentlerinden biri olmaya hazırlanan İstanbul’un projelerini uluslararası jüriye sunan (ve bu sınavdan yüzünün akıyla çıkan) komite olarak. Bu süreç içinde, önceki yıllarda AKB (Avrupa Kültür Başkenti) sıfatını kazanmış ve projelerini gerçekleştirmiş kentlerin komite üyeleri ve artistik direktörlerinin yanı sıra, bizim gibi önümüzdeki yıllarda bu işi üstlenecek olan kentlerin sorumluları ile de çeşitli zamanlarda buluştuk, görüştük. Patras yetkilileri ile ilk karşılaşmamızın ardından uzun bir sessizlik dönemi geçti. Aldığımız duyumlar, Patras 2006 etkinliklerinin ciddi sıkıntılar yaşadığı yönündeydi. Nitekim, komitemizin önerdiği projelerin tümünü kabul etmelerinden aylar sonra bunlardan ancak bir kısmını gerçekleştirebilecekleri haberi geldi. Sonuçta, 17 ülkenin KEDİ GÖZÜ VECDİ SAYAR katıldığı ‘‘Europe and Patras’’ başlıklı etkinlikler çerçevesinde Türkiye’ye ayrılan iki gecenin ilkinde ‘‘Balkanatolia’’ ve ‘‘Babazula’’ gruplarının konseri yer aldı. İkinci akşam ise, ‘‘Techno Roman Project’’ bir Yunan dans grubu ile sahneyi paylaştı. Özdem Petek ve Emine Çaykara’nın sorumluluğunda, Atina Büyükelçiliğimizin lojistik ve personel desteğinde gerçekleştirilen Türkiye geceleri iki taraf açısından da başarıyla sonuçlandı. İki taraf diyorum, çünkü Patras 2006 yöneticileri ilk kez Türk grupları sayesinde salonu doldurabilmiş olmaktan çok mutluydu. Tanık olduğumuz Patras deneyimi, doğrularından çok yanlışlarıyla öğreticiydi diyebilirim. Düzenleme komitesinin tutarlı bir iletişim stratejisi oluşturamamasının, kentin AKB etkinliklerini sahiplenmemesinin temelinde siyasal nedenlerin yattığı apaçık ortadaydı. Yeni Demokrasi Partisi’nin elindeki Kültür Bakanlığı ile PASOK’un elindeki Patras Belediyesi arasın Siyasetin Gölgesi da bir uzlaşma sağlanamamış, deyim yerindeyse proje ortada kalmıştı. Tabii, yarı yolda değişen Artistik Direktörler, Kültür Bakanlığı’nın verdiği paranın çok geç gelmesi gibi faktörler de çabası. Sonuç olarak, siyaset Patras 2006 etkinliklerini fena halde gölgelemişti diyebiliriz. Türkiye açısından ise, son derece olumlu bir sonuç elde edildiğini söyleyebilirim. Komitede oluşan anlayış birliğinin, resmi sektörle sivil toplum temsilcilerinin uyumlu çalışmasının yeni bir sonucuydu bu. Alışılagelmiş katılımları çağrıştırmayan, son derece sivil bir temsil ve gelenekselle moderni buluşturan bir içerikle, Türkiye iyi bir sınav daha verdi Patras’ta. Tıpkı, Brüksel’de jürinin önünde olduğu gibi. Bu hafta yaşadıklarımız ise, daha bildik şeyler. 2008 yılında ‘Onur Konuğu’ olma şansını yakaladığımız Frankfurt Kitap Fuarı’na Türkiye’nin bu yılki katılımı, İstanbul 2010’da yakalanan uzlaşma zeminin den çok uzak, bildik örnekleri çağrıştırıyor. AKB sürecindeki uyumun yerini, çatışma ve partizanlık kültürü almış sanki. Kültür ve Turizm Bakanlığı, durup dururken belki de durup dururken değil, siyasal yandaşlarından gelen uyarılara kulak verdiğinden Frankfurt Kitap Fuarı’nda Türkiye’yi beş yıldır en iyi biçimde temsil eden Türkiye Yayıncılar Birliği’nden bu sorumluluğu alıp, Basın Yayın Birliği adlı kuruluşa verdi. Sonuçta, dünyanın en büyük kitap fuarında Türkiye başka hiçbir ülkeye nasip olmayan! ikili bir temsile kavuştu. Bir katta, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Basın Yayın Birliği’nin logolarını ve ortak vizyonlarını içeren bir Türkiye standı, bir başka katta Türkiye Yayıncılar Birliği’nin profesyonelliğine yakışan bir estetik çizgide ve yayıncılarımızın büyük çoğunluğunun temsil edildiği bir başka Türkiye standı... 2008’de Frankfurt’ta ‘Onur Ülkesi’, 2010’da ‘Avrupa Kültür Başkenti’ olmaya gerçekten hazır mıyız sorusunun cevabı başka sorularda yatıyor: Eski alışkanlıklarımızdan kurtulup, evrensel ölçütlere değer vermeye, siyasetin kültürsanat alanları üzerindeki gölgesini kaldırmaya, uzmanlığa saygı duymaya, kısacası sivilleşmeye niyetli miyiz? Haftaya, Frankfurt derslerine devam ederiz. [email protected] Kültür Servisi Platform Garanti Güncel Sanat Merkezi, kısa sürede dünyanın önemli güncel sanat etkinlikleri arasındaki yerini alan Frieze Sanat Fuarı’na davet edildi. Her yıl kâr amacı gütmeyen 2 uluslararası kurumun davetli olduğu fuarın 4.’sü, 1215 Ekim 2006 tarihleri arasında Londra’da gerçekleştirilecek. Platform, fuarda kendisine ayrılan özel alanda “Collecting Point” adlı projeyle temsil edilecek. Platform’un yöneticisi Vasıf Kortun, yaptığı açıklamada, “Açıldığı 2001 yılından bu yana, Platform’un kütüphanesi 3 misli büyüdü. Son olarak, 20012004 yılları arasında faaliyet gösteren Proje4L İstanbul Güncel Sanat Müzesi ve Borusan Sanat Galerisi’nin sergi arşivlerini Platform’da korumaya aldık. Ayrıca sanatçı Gülsün Karamustafa, kitap koleksiyonunun önemli bir bölümünü bağışladı. Frieze Fuarı’nda, sanatçı dosyaları, sanat yayınları ve diğer materyallerden oluşan bağışları kabul edeceğiz ve bunları İstanbul’a getirerek araştırmacıların kullanımına sunacağız” dedi. 16 ülkeden 150 galerinin katıldığı ve 1.000’in üzerinde sanatçının katıldığı fuarın izleyicilerinin önemli bir bölümünü, müzeciler, küratörler ve koleksiyoncular oluşturuyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle