03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

EKİM CUMA spor NEYMİŞ ABDÜLKADİR YÜCELMAN ’DA İSTANBUL’DA OYNANACAK KARŞILAŞMAYA FENERBAHÇE’NİN STADI EV SAHİPLİĞİ YAPACAK UEFA finali Saracoğlu’nda DÖRT YILDA İKİ ORGANİZASYON UEFA Asbaşkanı Şenes Erzik, tesisin mükemmelliği açısından Şükrü Saracoğlu Stadı’nın ön plana çıktığını söyledi. Erzik UEFA’dan yetkililerin stada gelip inceleme yaptığını ve çalışmaları yakından görüp beğendiğini belirterek, ‘’Eksikleri söylediler ve bunlar zaman içinde tamamlandı. Beğendikleri bir stat, federasyon aracılığıyla gündeme sokuldu. Takibi de UEFA İcra Kurulu üyesi olarak bize aitti’’ dedi. Futbol Federasyonu Başkanı Haluk Ulusoy ise 2009 UEFA Kupası finalinin Şükrü Saracoğlu Stadı’na verilmesinin federasyonun uluslararası platformda yeni bir diplomasi zaferi olduğunu söyledi. Spor Servisi 2009 UEFA Kupası finali Şükrü Saracoğlu Stadı’nda oynanacak. 2005’te Şampiyonlar Ligi finaline ev sahipliği yapan İstanbul böylelikle dört yılda iki büyük organizasyona imza atmış olacak. F.Bahçe kulübünden yapılan açıklamada yapılan çalışmaların karşılığının alındığı belirtilerek şöyle denildi: “Yıllar süren alınteri, tribünleri, çimi ve her noktası oya gibi işlenen stadımız, uluslarası standartlarıyla verilen bir kararla hakkını alıyor. UEFA’da yapılan toplantıda diğer aday ülkeleri geride bırakan bu kararı Şenes Erzik, başkanımız Aziz Yıldırım’ı arayarak müjdeledi. F.Bahçe ve Türkiye açısından son derece gurur verici bu karardan sonra ilk kez uluslararası bir organizasyona ev sahipliği yapacak olan stadımız için tüm camiamız büyük mutluluk duyuyor. Geçen yıl içinde yetkililerin art arda yaptığı kontroller sonrası Şükrü Saracoğlu Stadı, diğer ülkeleri geride bırakarak hakkıyla büyük bir organizasyona ev sahipliği yapacak.” Bu arada asbaşkan İlhan Ekşioğlu ise “Gerçekten çok mutluyuz. Bu bizim stadımız için bir rozet oldu. Bu stat için çok harcamalar yaptık. Başkan Aziz Yıldırım ve birçok yöneticinin çok büyük payı var. Bundan manevi bir haz duyuyoruz. Politik bir engel dışında UEFA Kupası finaline ev sahipliği yapacağımıza emindim. Bu başarımızda emeği geçen herkese çok teşekkür ederim. Geçmiş dönemde Aziz Yıldırım’la çalışanlara da çok teşekkür ederim. Bu kararla başarımız bir anlamda taçlanmış oldu” diye konuştu. C 19 Fatih Hoca Sinir Küpü Avrupa Futbol 2008 Şampiyonası eleme grubunda 5 günde iki maç yapacağız. İlk rakibimiz deplasmanda Macaristan, ikinci maçımız cezadan dolayı Almanya’da Moldovya ile... Kafalar karışık, sinirler gergin, ama bu hengâme içinde Fatih Terim bir başka gergin. Yaptığı basın toplantısında gazetecileri haşlamış, sorulara yanıt vermek istememiş. Bir gazetecinin kamu görevi yaptığını ve kamu adına soru sorma hakkı olduğunu sevgili Fatih Hoca’nın bilmemesi olası değil. Gazetecinin ne kadar soru sorma hakkı varsa Fatih Terim’in de soruya yanıt vermeme hakkı vardır. Fatih Hoca bunu da bilir. Ama çok gergin günlerde olduğumuzu ben de biliyorum, Fatih Hoca’nın nasıl bir sorumluluk aldığını, üstelik futbolun ve futbol yıldızlarımızın nasıl döküldüğünü, bu ortam içinde kadro yapmanın zorluğunu da anlıyorum. Ama olmuyor sevgili hocam, olmuyor ve olmadı da… Ayıp oldu, sen ki bu gazetecilerle büyüdün, sen ki bu gazetecilerin arasında bugünlere geldin, onlar seni imparator diye kucakladı, çoğu ile günlerce aylarca birlikte oldun, adım adım senin peşinde koştular, o spor yazarları ile paylaştığın o günleri bir anda silip “’Sorunuz kibar değil, ulusal takım hocasına böyle soru sorulmaz. Amigo gibi soru sorma hakkına sahip misiniz” diyebilmeni hayret ve üzüntüyle karşıladım. Bir gazeteci herkese, hatta bir başbakana bakana da, cumhurbaşkanına da soru sorma hakkına sahiptir. Ve elbette soru sormanın da bir adabı olmalıdır. O zaman sorulan soruyu konu Kampta gerginlik MEHTAP CENGİZ FRANKFURT Moldova maçı hazırlıklarını Almanya’da sürdüren ulusal takım kampında yine gerginlik vardı. Ay Yıldızlı futbolcular basını 1.5 saat bekletince gazeteciler bu duruma tavır alarak kampı terk etmek istedi. Ancak bu sırada araya teknik direktör Fatih Terim girdi. Basın mensuplarından özür dileyen deneyimli teknik adam, 5 dakika içerisinde bütün oyuncuların geleceğini söyledi ve futbolcuları gönderdi. Ancak gelen futbolcuların arasında en çok tartışılan isim olan Hakan Şükür’ün olmaması gözlerden kaçmadı. Ayrıca gazetecilerin yanına gelen oyuncuların da bir hayli moralsiz bir halde olması dikkat çekti. Macaristan karşısında Ay Yıldızlı takımın tek golünü atan Tuncay, kendisine Hakan Şükür’ü örnek aldığını belirterek, “Hakan Şükür kendime örnek aldığım Türk futbolunun gelmiş, geçmiş en büyük oyuncularından biri. Onunla ilgili bir yorum yapmak benim haddim değil. Konuştuğumuz isim Hakan Şükür.Gol atmak güzel, ama önemli olan takımın başarısı’’ dedi. Kaleci Rüştü Reçber ise 13 yıllık ulusal takım kariyerinde rakiplerinin hep kötü takımlar olarak yansıtıldığını kaydederek, “Danimarka ile oynarken de, Brezilya ile oynarken de böyle yazıldı. Bazı insanların bazı gerçekleri görmesi lazım. 111 maç ve 13 yıldır hep kötü takımlarla mı oynadık. Artık saha içerisinde isimler değil mücadele edenler ön plana çıkıyor’’ diye konuştu. şalım. Soruyu soran Cumhuriyet Spor Servisi’nden Nevzat Dindar. Nevzat, Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun oldu ve halen aynı üniversitede Spor Yönetimi ve Yöneticiliği konusunda master yapan bir spor yazarıdır. Soru şu: ‘’Hakan Şükür hep eleştirilen bir forvet. Hakan’ı bu formsuz döneminde seçerken neyi göz önünde bulundurdunuz. Ulusal takıma girmesi için Ersen Martin’in daha ne yapması gerekiyor?’’ Ersen Martin şu anda ligin en formda golcüsü. Bu sezon İnönü Stadı’nda Beşiktaş’a, Avni Aker’de Galatasaray’a iki golü var. Bir de Konyaspor olmak üzere 5 golü olan Ersen, her hafta spor sayfalarında haftanın karmasına giren Trabzonsporlu bir futbolcu. Bu soru utanılacak bir soru değil, hatta bir ulusal takım hocasına sorulacak en güncel soru. Ama Fatih Hoca bu soruya ‘’Yanıt vermek istemiyorum’’ deme hakkına sahiptir, ancak ‘’Ulusal takım hocasına öyle soru sorulmaz. Amigo gibi soru sorma hakkına sahip misiniz’’ diyemez. Fatih Hoca’nın gerginliğini anlıyoruz. Özel yaşamında da sorunları olabilir, ama ulusal takımın 5 günde 2 ulusal maç yapması, her şeyi bir kenara bırakıp maçlara konsantre olmasını gerektiriyor. Davranışlarının, hatta yüz mimiklerinin bile futbolcular tarafından dikkatle izlendiğini bilmesi gerekir. Macaristan maçı öncesi futbolcuları da germenin bir anlamı yok. FIFA’nın ve onun hakemlerinin gözleri üzerimizde iken dikkatli, ama heyecanımızı ve sinirlerimizi kontrol etmek zorundayız... Hakan’ın arkasında kim var? NEVZAT DİNDAR Büyük Çin bilgesi Konfüçyüs’ün ‘Güneşin sana ulaşmasını istiyorsan, gölgeden çık’ şeklinde anlamlı bir sözü vardır...Bugün için ulusal takım seviyesinde özellikle teknik kadro üzerinde birçok ‘gölge’ mevcuttur. Fatih Terim’in en kötü olduğu dönemde (780 gündür AyYıldızlı formayla gol atamıyor. Son golünü 18 Ağustos 2004’te Belarus’a attı.) Hakan Şükür’ü kadroya çağırması, ilginç ve düşündürücü bir seçim olarak ister istemez tartışma konusu olmuştu. Macaristan karşılaşmasında da beklentilere cevap veremeyen Hakan’ın, Ulusal takıma yararlı olamadığı, takımı 10 kişi oynattığı yorumları ağırlıktaydı. Ayrıca kulübede Ümit Karan, Halil, Nihat ve Fatih Tekke gibi önemli futbolcuların da olduğu düşünülürse ‘alternatifi yok’ denilemezdi. Macaristan karşılaşmasında alınan tek farklı galibiyet AyYıldızlılarda ‘yalancı bahar’ı da beraberinde getirdi. 3M=9P formülü hedef olarak belirlenmiş olsa da asıl rakiplerimiz Norveç ve Yunanistan. Bu yüzden alınan galibiyetler abartılmamalı. “İçimizdeki İrlandalılar”, “Kaybetseydik sevinenler olacaktır” şeklindeki yaklaşımlar ise futbolcuları motive etmek için kullanılan bir taktik. Hakan Şükür’ün kadroya alınıp alınmaması sadece teknik bir konu olarak değerlendirilemez. Çünkü olayın faklı boyutları var. Terim, Hakan’ı Ay Yıldızlı ekibe almakta neden ısrar ediyor? Ersun Yanal’ı koltuğundan eden Hakan polemiği yüzünden ‘politik mi’ davranıyor, yoksa üzerinde baskı mı var? ABD’ye sığınan emekli vaiz Fethullah Gülen’e olan sempatisini her fırsatta dile getiren Hakan Şükür’ün Ay Yıldızlı ekibe çağrılmadığı dönemde Ersun Yanal üzerindeki ‘cemaat baskısı’ sıkça tartışılan bir konuydu. Hakan, Gülen’e olduğu gibi Başbakan R.Tayyip Erdoğan’a da yakın birisi. Sporu bıraktıktan sonra siyasete girebileceğini ilk kez AKP’nin sitesinde açıklayan Hakan, bu sözleriyle aydın Galatasaraylılardan tepki almış, hatta bir divan toplantısında sert şekilde eleştirilmişti. İşte bu noktada futbolculuğunun yanı sıra ilişkileriyle de tepki çeken bir futbolcunun hâlâ kadroya çağrılması gerçekten Fatih Terim’in seçimi midir? Yoksa Gülen Erdoğan ‘gölgesi’ ulusal takımın üzerinde midir bilinmiyor. İnsanların binlerce dolar vererek izlediği liderlik konferanslarında ders veren Fatih Terim, bu noktada ‘çelişkili’ bir davranış içindedir. Oysa lider değişime açık olan kişidir. Ersen Martin’e “Bundan sonra seni oynatacağım. Kadroda seni düşünüyorum” dedikten sonra Terim’in geri adım atmasında hangi faktörler ya da dış güçler etkili olmuştur? Elbette bu soruların yanıtını verecek olan ulusal takımın patronu Fatih Terim’dir. Gazetecilerle yaptığı özel sohbetlerde “Medyaya karşı kılıcı çektim” diyen Terim, gücünü yoksa bu gölgelerden mi almaktadır? Komedi filmi gibi OSMAN TANBURACI (Spor Yazarı): Benim düşüncelerim herkesten önce ilan edildi. Hakan’ı değil ulusal takımda G.Saray’da bile oynatmam. Ancak kararı birileri verir. Tuncay’ın yerine golü Hakan atsaydı 52 yaşına kadar da oynardı. Yorgunluğa gelince 37 yaşındaki bir futbolcu bırakında yorulsun. Ulusal takımı bırakma kararını alabilmesi gecikilmiş bir güzellik olur. Yanarım yanarım Tugay’a yanarım, adam efendilik etti gitti şimdi hatırlanmıyor bile. ONUR BELGE (Spor Yazarı) : Hakan Şükür olayı artık komedi oldu. Benim anlamadığım bazı kesimlerin onu putlaştırmasıdır. Eğer müslümanım diyorsanız bazı şeylere dikkat edeceksiniz. Günah işliyorsunuz. İlerici biriyim diyorsanız değişimi uygarca sağlamalısınız. Ne yazık ki Türkiye’de her iki kanatta alaturka davranıp güç gösterisi yapıyor. Yazık bu düşünce ile Türk futbolunun ilerlemesi yavaşlatılıyor.” GÜRCAN BİLGİÇ (Spor Yazarı) : Eğer Hakan Şükür bir rol model olarak; genç futbolculara örnek olması, kariyeriyle onlar için hedef oluşturması ve sağlaması için ulusal takımda ise sözümüz yok ama son form grafiği ile takıma katkı sağlayacağı düşünülüyorsa sözümüz çok. Mektup değil madalya getirdiler SEVİL ARINAN ANKARA Sırbistan’da yapılan 35. Balkan Ülkeleri Posta Dağıtıcıları Yürüyüşü Yarışması’nda Türk postacılar büyük başarı kazandı. Yarışmada kadınlar takım halinde 1. olurken erkekler de takım halinde 2.’liği elde etti. Ferdi bayanlarda Yeliz Ay birinci, erkeklerde ise Sebahattin Tatar 3. oldu. Birinciliği elde eden Yeliz Ay, ‘‘Yarışmada beni tek zorlayan posta çantalarının içerisindeki ağırlıklar oldu. Ağırlıklara karşın Türk bayrağının orada dalgalandırmak bize ayrı bir mutluluk verdi’’ diye konuştu. Bayanlarda 5, erkeklerde 10 kilometre gerçekleştirilen Postacı Dağıtıcıları Yürüyüşü’nde Türkiye adına yarışan 3 kadın ve 5 erkek sporcu geçen ay Sırbistan’a gitti. BÜYÜK EMEK VERDİK Bayanlarda tek ferdi şampiyonluğu getiren Yeliz Ay, yurda şampiyonlukla dönmesinin onur verici olduğunu söyledi. Geçen yılki Postacı Yürüyüşü’nde yine Balkan Şampiyonu olan Ay, ‘‘35. Balkan Şampiyonası’nda birincilik aldım. Biz takım olarak bir buçuk aylık bir kamp döneminde büyük emekler vererek çalıştık. Yarışmada beni tek zorlayan posta çantalarının içerisindeki taşımamız zorunlu olan ağırlık oldu. Yarışma esnasında ağırlıktan dolayı tüm arkadaşlarımda ve bende vücudumuzda darp izleri ve ağrılar oldu ama biz yılmadık, başarı için gittik ve istediğimizi aldık. Türk bayrağını orada dalgalandırmak ayrı bir mutluluk verdi bize. Ben zaten şampiyon olmak için çalıştım ve elimden geleni yapıp ülkemi en iyi şekilde temsil ettim. Genel Müdürüm Osman Tural’da bize çok destek oldu ve bizi hiç bir şeyden yoksun etmedi’’ değerlendirmesini yaptı. Aynı şampiyonada erkeklerde 3.’lük alan Sebahattin Tatar ise yarışmaya 1980 yılından beri katıldığını belirterek şunları söyledi: ‘‘İlk defa Balkan üçüncüsü oldum ve duyguların en yücesini madalyayı alınca yaşadım. Ulusunuzun arkanızda olması ayrı bir mutluluk. Takım halinde birbirimize destek olarak yarışmada başarılar aldık. Çalışmalara aylar öncesinden başladık ve el ele verip başarılı olduk. Takımların ve ferdi sporcuların başarılarında yönetici ve antrenörün rolü çok önemlidir. Aldığımız dereceler gelecek yıl Karadağ’da yapılacak olan müsabaka için de bize moral oldu.’’ PTT Yürüyüş Takımı Antrenörü Gökhan Günaydın da Türkiye’nin geçmiş yıllarda çeşitli dereceler almasına karşın, ilk defa bayanlarda ferdi ve takım halinde birinciliği aldıklarını vurgulayarakşunları kaydetti: ‘‘Biz takım halinde orada ülkemizi ve PTT’yi temsil etmeye çalıştık ve çok ağır bir sorumluluk. Makedonya, Yunanistan, Bulgaristan, Moldova gibi 10 ülke katıldı. ‘Başarı alamazsak hiç gitmemek gerekir’ diye düşünüp, konsantre olduk. Yarışmayı çok ciddiye aldık. Genel müdürlüğümüzde herkes bizi coşku ile karşıladı. Takım sporcularımız da büyük özveri ile çalıştılar. Ailelerine ayıracakları zamanı yarışmaya hazırlanarak geçirdiler.’’ F enerbahçe, spor kulübünün de ötesinde bir inşaat şirketi. Yaptığı tesisler karşısında şapka çıkarılır. 2009 UEFA Kupası finali Saracoğlu Stadı’nda oynanacak. Bütün Fenerbahçeliler mutlu. Biz eski futbolcular daha da fazla gururluyuz. Çünkü, bu sahanın çimenleri altında bizim emeğimiz ve alın terimiz var. Ancak, Fenerbahçe yönetiminin futbolda başarılı olduğunu söyleyemiyoruz. Keşke bu yolda da başarılı olabilseydiler. Aziz Yıldırım, bu tesisleri yaparken hiç kimsenin gözünün yaşına bakmadı. Kardeş gibi olduğu arkadaşlarının bile kellesini uçurdu. Şimdi bu insanlar dışarıda bir dayanışma içindeler. Yanına çektiği eski futbolcuları da dışladı. Basın ile ilişkileri son derece gergin. Bir anlamda Fenerbahçe kamuoyunu karşısına aldı. Bu duruma giren ne siyasi iktidarlar ne de kulüpler dikiş tutturabilirler. Yakın dönemdeki siyasal tarihimize bir bakalım. İktidarda olan Demokrat Parti’nin son dönemlerini bizim kuşak iyi biliyor. Adnan Menderes kendisinden olmayanları ve eleştiri yapanları parti disiplin kuruluna sevk etti. Dikensiz gül bahçesi özlemledi. Ama sonuçta kellesi gitti. Fenerbahçe kulübün GÖRÜŞ HALİT DERİNGÖR de üzüntülü bir olaya tanık oldum. Sadettin Saran, disiplin kuruluna ifade vermeye geldi. Etrafı kameralarla çevrilmişti. Sonuçta gitti, ifadesini verdi. Karar ne zaman.. bilemiyoruz. Oysa Saran, Fenerbahçe yönetiminin vazgeçilmez bir adamıydı. Yıldırım, milyon dolarlık transferleri hep bu insana yaptırdı. Son dönemde ne değişti? Bu adam haysiyet divanına verildi. Hem de Fenerbahçe başkanlığına aday olduğu günlerde... Suçu bir türlü söylenmiyor. Devlet sırrı gibi. Saran’ın suçunu bilsek biz de olayı onaylayacağız. Mantıksal açıdan olaya yaklaşırsak; Fenerbahçe’den dışlanan sadece Saran olsa söyleyeceğimiz bir şey yok. Ama ondan evvel Yıldırım’ın dışladığı yönetimdeki arkadaşların isimlerini saymaya gerek duymuyorum. Sadettin Saran’ın Dramı Şimdi bu adamlar dışarıda Yıldırım’a karşı yakın ilişki içindeler. Bunları yazmakla Sadettin Saran yanlısı bir kişi değilim. Onunla yakından iki kez konuşabildim. Yalnız Sadettin değil, ondan evvelkiler ve daha sonra geleceklerle de benim pek ilişkim olmaz. Hiç kimsenin goygoyculuğunu yapacak karaktere de sahip değilim. Bunu Fenerbahçe’nin yakın çevresi çok iyi bilir. Benim sadece garibime giden, bir başkan adayının ve Yıldırım’ın rakibinin haysiyet divanı karşısında ifade verirken terlemesi. Hepimiz çok iyi biliriz ki her kuvvet karşısında bir başka kuvvet bulur. Bir de Çin atasözü vardır: ‘’Camdan evde oturanlar kimseye taş atmamalı.’’ Şimdi Fenerbahçe Başkanı dışarıdaki bütün güçlere karşı... Doğal olarak bütün güçler de buna karşı. Son günlerde basında Yıldırım hakkında önemli manşetler yer alıyor. Saffet’le beraber silah ticareti yaptığı, eşinden boşanıyor, milyon dolarlar verdiği dünya çapındaki Zico’nun görevine müdahale ediyor, istediği oyuncuları bu antrenöre empoze ediyor. Bu haberler asparagas da olabilir. Ama yine de bir anlam taşıyor. Yıldırım’ın basın karşısında bütün gücünü kaybettiği anlamı çıkıyor ortaya. Yıldırım’ın bu durum karşısında otokritik yapıp gerçeği görmesi gerekir. Ama etrafındaki ‘fuzuli’ Fenerbahçeliler buna geçit vermiyor. Durum böyleyken Fenerbahçe’nin gerek Türkiye Ligi’nde gerekse UEFA’da zor günleri başlıyor. Kazasız belasız bu maçları atlatmak için barış içinde olmaları gerekir. Bu sözlerimden dolayı beni de haysiyet divanına verirler mi bilemiyorum.. ama biz alışkınız. Ünlü düşünür Descartes’ın bir sözü vardı: ‘’Madem ki düşünüyorum, öyleyse varım.’’ Bunu değiştirenler de olmuş; madem konuşuyorum, eleştiriyorum, o halde insanım diyenler var. Biz de bu insani görevimizi yapmak istiyoruz. Bu nedenle eleştiride ne olursa olsun hudut tanımıyoruz. Tabii Fenerbahçelilikten de ödün vermiyoruz.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle