27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 ATGB BAŞKANI KÖKSALI AVRUPA’DAKİ “TÜRK İKİTELLİSİ”NDEN BAKARAK “MEDYAMIZI” DEĞERLENDİRDİ C röportaj SÖZDEN YAZIYA GÜRAY ÖZ EKİM CUMA Türkçe için bir ‘direniş bölgesi’ OSMAN ÇUTSAY FRANKFURT –Avrupa’daki Türk medyası, 35 yıllık bir süre içinde, artık neredeyse tamamen Frankfurt ve çevresinde yoğunlaşmış durumda. Eskiden “Avrupa’daki Babıali”, şimdilerde “Türk İkitellisi” diye anılan bu bölgedeki basın ve yayın organlarımızın, Türkçe konuşan halkla ilişkileri her kesimin ilgi alanına giriyor. Almanya’nın çeşitli kentlerinde okullarda, ana okullarında “Türkçe yasağı” girişimlerinin gündemde olduğu bu günlerde Avrupa Türk Gazeteciler Birliği (ATGB) Başkanı Gürsel Köksal, medyamızın gelişim sürecini ve Türkçe medyayı nelerin beklediğini “Cumhuriyet Hafta” için değerlendirdi. CUMHURİYET Frankfurt, gerçekten de Avrupa’daki Türk medyasının “İkitelli”si gibi bir konumda bulunuyor. Ayrıca Almanya’daki uyum ve dil tartışmalarında Türkçe medya ve dolayısıyla bu bölge de sürekli gündeme geliyor. Sizce bu rol bugüne kadar ne “getirdi” ve ne “götürdü” Böyle bölgesel bir konuşlanmadan siz nasıl bir “anlam” (entelektüel, ticari, siyasi vb) çıkarıyorsunuz? GÜRSEL KÖKSAL Frankfurt’u Avrupa’daki Türk medyasının “İkitelli”si olarak isimlendirmek mümkün. Önceleri ise, 70’li yılların başlarından, 90’lı yıllara kadar Avrupa’daki Türk medyasının “Babıalisi” idi. Avrupa’daki Türk medyası, bugünkü anlamıyla Türkiye’den Batı Avrupa’ya işçi göçüyle bağlantılı olarak oluştu. Almanya’da ilk gazete baskısı 1969’da Münih’te gerçekleştirilmişti. Ancak, Münih’in Babıaliliği fazla sürmedi, bu “onuru” coğrafi konumu ve ulaşım, dağıtım hatları açısından çok daha avantajlı olduğu kısa sürede fark edilen Frankfurt’a kaptırdı. Frankfurt’ta da kentin içi ve çevresindeki bazı denemelerin ardından, kentin çevresindeki Zeppelinheim köyüne ve NeuIsenburg’a yerleşildi. Özellikle Zeppelinheim, yoğunlaşma nedeniyle uzun süre Avrupa’daki Türk Babıalisi’nin merkezi oldu. Önce Hürriyet ve Tercüman, daha sonra Sabah, Günaydın, Milliyet, Cumhuriyet, Star başta olmak üzere birçok büyük gazete ve merkezi burada olan çok sayıda yerel yayın organı, Zeppelinheim’daki matbaalarda basılıp, dağıtıldı. Ardından Türkiye’de “İkitelli süreci” yaşandı ve bu, kısa süre sonra buraya da yansıdı. Türkiye, Sabah ve Zaman, Zeppelinheim’a komşu MörfeldenWalldorf kentinde matbaalarını ve Avrupa merkezlerini kurdular. Daha sonra da Doğan Medya Grubu ve TerDruckerei da bu kente taşındı. MörfeldenWalldorf’taki Türk matbaalarında şimdi Milliyet, Cumhuriyet, Hürriyet, Sabah, Türkiye, Fanatik ve çok sayıda gazete hazırlanıyor, basılıyor, buradan tüm Avrupa’ya dağıtılıyor. Bu kent Frankfurt’a çok yakın olduğu için Avrupa’nın bu önemli metropolünü, Türk medyası için merkez haline getiriyor. Bu yoğunlaşmanın bence neler getirdiği önemli. Bu oluşum planlanmış bir sürecin ürünü değil. Çeşitli faktörler buralardaki yoğunlaşmayı sağladı. Böylece Türkiye dışında en çok gazetecinin, medya çalışanın, basın emekçinin yaşadığı bir bölge haline geldi Frankfurt ve çevresi. ATGB’nin ilk kuruluş hazırlıklarının burada başlaması ve merkezinin burada olması da bu durumun bir sonucu. Bu Türkçe düşünen, üreten entelektüellerin yoğunluğu olarak görülebilir. Bir yandan halk için günlük, haftalık ve aylık Türkçe çeşitli formatlarda yayın organları üreten gazetecilerin bağımsız platformlar yaratarak, entelektüel alışverişi gerçekleştirmesi henüz tam olarak mümkün olmadı. ATGB büyük ölçüde bu alandaki bir boşluğu dolduruyor. Ancak bu, yeterli değil. Gazetecilerin, matbaa işçilerinin ve diğer medya çalışanlarının Frankfurt ve çevresinde yerleşik olması, onlara bu bölgedeki çok sayıda medya kuruluşu arasında yeni olanaklar arama, işyeri değiştirme şansı da veriyor zaman zaman. Medya alanında yeni bir yatırım yapmak isteyen, bu bölgede yapıyor, Avrupa Türk Gazeteciler Birliği (ATGB) Başkanı Gürsel Köksal Değiştirenle Geliştiren yalana ve saptırmaya başvurarak bilgiyi istediği gibi kullanabileceğini sanmasıdır. O, unutuşla yaralı insanlığın hafızasına pek güvenir. Arşivin asla unutmadığını hiç ama hiç hatırlamak istemez. Fırıldak aydın arşivi sevmez. Bu nedenle arşivlerle oynamayı ve onları elden geldiğince saptırılmış anılarla “yenilemeyi” yeğler. ??? Pek boğucu, kanlı, sıkıntılı günlerden geçiyoruz. Arkada kalan yüzyıl ile ilk yıllarını yaşadığımız yüzyıl, üstümüze tıpkı öteki zamanların kendi insanlarına çullandığı gibi çullandı. Fark, bizim şaşkınlığımızdadır. Düğüm yıllarının korkusu ve telaşıdır. Oradan oraya savrulan insanın büyük macerasının düğümlendiği, anlamakta ve anlatmakta zorlandığımız bu yıllarda, aydının aklı da ikiye bölündü. Fikir değiştirenle, fikrini geliştiren kavgaya tutuştu. Çoğu zaman at izi it izine karıştı. Kavramlar renkten renge girdi. Gökyüzü bize, çoktan ışığı sönmüş yıldızlarıyla, geçmişten geleceğe gerçekliğin değişen haritasını nasıl sunuyorsa hâlâ ısındığımız ışığıyla güneş de, “beni anlamakta fazla gecikmeyin” der gibidir. Üstümüze çöken karanlığın hizmetine girmekte yarışan aydınlarla kavga etmekte gecikmenin bedelini ödüyoruz. O kavga biraz sert olmalıydı. Kuşkuyu fikrini geliştirmenin anahtarı sayan aydın, son yıllarda kavgada biraz sessiz kalmışsa, hep öyle kalacak değildir. Ortaçağ, karanlık ve zalim bir çağdı, ama aynı zamanda aydınlanmanın da kuluçkası oldu. Şimdi üstümüze çöken karanlığa aldırmayın siz. Yollarından dönenlerin, yükselen dalga meraklılarının fikirlerini hep değiştireceklerinden emin olabilirsiniz. O da öylesine bir yaşam tarzıdır. Aydın şizofrenisidir. Önemli olan fikrini değiştirmek değil, geliştirmektir. Yaşadığımız tüm çağların motoru da, hızı da, tadı da odur. guray.oz@cumhuriyet.com.tr çalışacak personel bulmakta fazla zorlanmıyor. Bu yoğunlaşma ticari olarak da önemli. En azından gazete dağıtımı açısından öyle. Almanya’da dağıtılan birçok Türk gazetesi akşamları, baskı başladıktan sonra ortak dağıtım hatlarını paylaşıyor, böylece daha düşük maliyet, daha etkin ve hızlı dağıtımı için önkoşullar yaratılabiliyor. Avrupa’daki Türk medya kuruluşlarının merkezlerinin birbirine çok yakın olması, Türkiye’den gelen siyasetçilerin işini kolaylaştırıyor. Frankfurt’a gelenler, kısa süre içinde tüm medya organlarını gezip, böylece ertesi günkü gazetelerde “filanca Avrupa’ya geldi” mesajı verme şansı yakalıyorlar. Ancak, bunların büyük çoğunluğu buradaki insanlarımızın sorunları açısandan toplumsal bir kaygı taşımayan insanlar olduğu için bu siyasal boyutun halkımız için hiç önemi yok. Bu arada Alman politikacılar da “İkitelli”yi keşfetti. Genel seçimlerden önce Schröder, geçenlerde Merkel, Doğan Medya Grubu’nun Frankfurt yakınlarındaki merkezini, oradaki gazeteleri ve matbaaları ziyaret ederek kurmaya Almanya’daki Türk toplumuyla ilişkilerini geliştirmeye çalıştılar. Yerel ya da genel, her seçimin arefesinde Türk gazetelerini ziyaret edip, Türk kökenli seçmenlere onlar aracılığıyla ulaşmaya çalışan Alman politikacıların sayısı giderek artıyor. Ancak, bizim İkitelli’nin siyasal getirileri açısından bence çok önemli bir başka boyut var. Avrupa’daki Türk toplumuna yönelik ayrımcılık, ırkçılık, yabancı düşmanlığı, dışlama gibi olumsuzluklarla mücadele için buradaki yoğunlaşmadan yararlanmak mümkün. Biz, ATGB’nin örgütlenme açısından eksikliklerini tamamlayıp, gerektiğinde ayrımcılığa, ırkçılığa karşı mücadelenin koordinasyonuna katkıda bulunacak hale getirmeyi hedefliyoruz. CUMHURİYET Türk medya kuruluşlarının bu bölgede birbirine çok yakın konuşlanması bir başka yorum konusu. Sizce, bu iç içe olma hali, haberciliğe neler getirebilir? Sakıncaları neler olabilir? GÜRSEL KÖKSAL Bu iç içelik, önce de değindiğim gibi her şeyden önce habercilerin iç içeliği anlamına geliyor. Gazeteciler arası bilgi ve haber alışverişi, dayanışmanın ön koşulları var. Çok sık olmasa da habercilerin işyeri değiştirme, işini kaybettikten sonra, bir başka medya kuruluşunda iş bulma olanakları söz konusu olabiliyor. Biz, geçmişte bu iç içeliğe hizmet edecek bir adım atmış, Avru Hessen Radyosu’ndan Florian Schwinn (sağdan ikinci) tarafından yönetilen konferansa konuşmacı olarak Amerikalı gazeteci Aviva Freudmann (en solda), Guido Ambrosino (soldan ikinci) ve Gürsel Köksal katıldı. “Türkçe medya Almanya’nın parçası” FRANKFURT (Cumhuriyet) Almanya’daki bazı okul ve çocuk yuvalarında “anadil” yasağı ya da sadece “Almanca konuşma” zorunluluğu Alman Gazeteciler Birliği’nin (DVU) Frankfurt’ta düzenlediği “Made in GermanyYabancı Gazeteciler Almanya’yı Nasıl Görüyor?” başlıklı bir toplantıda da gündeme geldi. Bir Türk, bir Amerikalı ve bir İtalyan gazetecinin katıldığı toplantıyı çok sayıda Alman gazeteci izledi. Toplantıya Türk basınını temsilen katılan Avrupa Türk Gazeteciler Birliği (ATGB) Başkanı Gürsel Köksal (Milliyet), Türkçenin Almanya’da Türkiye kökenli toplum için bir iletişim dili olarak kalmasını ve gelişip yaygınlaşmasını hedeflediklerini belirterek, “Biz bunu nasıl gerçekleştireceğimize kafa yorarken, birileri kalkıp çocuklara ‘dil yasağı’ getiriyor. İbadetlerini bile Almanca yapmaya zorluyor. Hatta, Türk anne babaların, evlerinde çocuklarıyla Almanca konuşmalarını istiyor. Ama birçok dil bilimcinin de savunduğu gibi, çocukların Almancayı iyi öğrenebilmesi için, anadillerini iyi öğrenmeleri gerekiyor. Biz de bunu doğru buluyor, savunuyoruz” dedi. Köksal sözlerini şöyle sürdürdü: “Türkçe medya buradaki Türk toplumunun uyumu açısından bazı politikacılar tarafından engel ya da sorun olarak görülüyor. Bu, bu alandaki bilgisizlikten kaynaklanıyor. Önemli olan insanlara iletilen bilginin hangi dilde olduğu değil, hangi bilginin iletildiğidir. Türkçe medyanın, Almanya medyasının bir parçası olduğunun kabul edilmesi gerekir. Artılarıyla, eksileriyle.” Konuşmacılardan İtalyan gazeteci Guido Ambrosino da okul ve çocuk yuvalarındaki anadil yasağı girişimlerini “suç” olarak niteledi. 20 yılı aşkın bir süredir Bonn ve Berlin’den İtalyan Il Manifesto gazetesinin muhabirliğini yapan Ambrosino, Almanya’daki bazı okullarda göçmen çocuklarının kendi dillerini konuşmalarının zaman zaman zorun olarak gören ve yasaklama girişiminde bulunan yetkilileri eleştirerek, bunun “suç” olarak görülmesi gerektiğini söyledi. Bu ülkedeki Türkçe medyanın varlığının da önemli ve olumlu bir olgu olarak değerlendiren Ambrosino, “Maalesef İtalya kökenli göçmenlerin, burada yayınlanan İtalyanca gazeteleri yok” dedi. Toplantıda, Türkiye medyasının TürkAlman ilişkilerine, Almanya’daki gelişmelere olan ilgisinin tarihsel ve güncel nedenleri üzerinde duruldu. pa’daki ilk bağımsız Türk haber ajanslarından birini kurmuştuk. “ImPress” adıyla faaliyet gösteren ajansımız, iç içe olan yayın organlarına haber servisinde bulunmuş ve kısa sürede bu gazetelerin bir kısmının vazgeçemediği bir haber kaynağı konumunu yakalamıştı. Ancak, bu yoğunluk merkezi burada olan hemen tüm yayın organlarının yayınlarında bir “Frankfurt ağırlığı”nın oluşmasına neden oluyor. Aslında Frankfurt Avrupa’nın önemli metropollerinden biri. Ama en önemlisi değil. Türk toplumu açısında da bu durum böyle. İçinde ve çevresinde yoğun bir Türk nüfusu var. Ama Kuzey Ren Vestfalya ve Berlin’le karşılaştırıldığında, Frankfurt’un en önemli merkez olmadığı görülebilir. Buna rağmen, Frankfurt ve çevresindeki Türklerle ve onların çeşitli girişimleriyle, sosyal ve kültürel etkinlikleriyle ilgili haberler, diğer kentlere göre daha geniş olarak yer buluyor. Böylece okurlar, Avrupa’daki Türk toplumu, Frankfurt’ta belediye meclisindeki Türk kökenli politikacıları yakından tanıyor, ancak başka kentlerde yaşayan, bakan, federal milletvekili olmuş daha büyük sorumluluklar taşıyan politikacılardan pek haberleri olmuyor.... Bu iç içeliğin bence sözünü etmeye değecek bir olumsuzluğu yok. Her gazete ve gazeteciler, yoğun bir mesleki rekabetin içinde. CUMHURİYET Bir medyanın, “bu” medyanın, sadece Türkçe kullanması ve Frankfurt’ta Avrupa pazarı için üretilmesi, acaba onu önemsemek için yeterli bir neden olabilir mi? Avrupa’daki Türkçe medyanın eksiklikleri ve fazlalıkları, Frankfurt’tan bakınca nasıl görülüyor? GÜRSEL KÖKSAL – Az da olsa, burada üretilip, Türkiye’de izlenen, basın yayın organları var. Bu sayının artması önemli. Türkiye’ye, Avrupa’daki Türk düşün dünyasını, Avrupa’nın kendisini bu yolla aktarmak, orta ve uzun vadede ülkemize de olumlu katkıda bulunabilir. Asıl sorunuza dönelim. Türkçe üretim önemli. Türkçe gelişmiş bir dünya dili olarak burada yaşayan yüz binlerce insanın ortak dili. Bu dilin gelecek kuşaklarca da kullanımı önemli. Özellikle son zamanlarda çeşitli baskı ve engellemelerle de karşılaştığı için bu önemi ne kadar vurgulasak o kadar iyi. Türkçe medyanın buradaki yoğunlaşması, burayı bir “direniş bölgesi” haline getiriyor. Bir yandan Türkçe basın yayın organları üretmeye devam ederken, diğer yandan da çoğunluk toplumunu, bunun bir “tehdit” ya da “sorun” değil, onlar da dahil olmak üzere tüm toplumu geliştiren bir zenginlik olarak görmeleri için ikna etmek gerekiyor. Bu arada, ilan edilmemiş olsa da Frankfurt ve çevresinin “Türkçe direniş bölgesi” haline gelmesi, bunun karşısında olanların da dikkatini çekiyordur herhalde. Bu direniş Türkçenin güzel bir şekilde kullanıldığı doğru bir gazetecilikle başarılabilir. Avrupa’daki Türkçe medyanın eksiklikleri, Türkiye’deki Türkçe, Almanya’da Almanca vs. medyanın sorunlarından pek farklı değil. İşsizlik yoğun. Şu anda çalışan gazeteciyle işsiz gazeteciler arasındaki dengesizlik, halen ikinci tarafın lehine. Basın yayın organları artık buralarda yetişen, gelişen gençleri daha sık olarak çalıştırmaya başladı. Bu gençlerin ana dilleri Türkçe ama, eğitim dilleri Almanca. Dolayısıyla bazılarının Türkçeleri yetersiz. Geliştirmeleri gerekiyor. Yine yerel gazete olarak tanımladığımız, ücretsiz dağıtılan, ilan ağırlıklı gazetelerin haber bölümlerinde Türkçeye yeterince özen gösterilmiyor. Bizim en önemli sorunumuz Türkçenin gelecek kuşaklarca da “iletişim dili olarak kullanılıp kullanılmayacağı”. Bunun ne ölçüde gerçekleşeceği sorusuna tam bir yanıt veremiyoruz. Bir yandan da Alman politikacılar, örneğin Frankfurt’un bağlı olduğu Hessen eyaletinin başbakanı, Türklerin Türkçe medya izlemesini kendilerini “endişelendirdiğini” açıklayarak, bunu bir sorun olarak gördüklerini belirtiyorlar. En çok üyesi Frankfurt’ta olan ATGB, Türkçenin savunulması, geliştirilmesi için çalışmalarını buradan tüm Avrupa’ya yaymak zorunda. Bu süreç yoğunlaşınca eksikliklerin azaldığını hep birlikte göreceğiz. ATGB, bu süreçte Türkçeyle birinci derecede ilgili örgütlenmelerle işbirliğini geliştirip, Türkçenin savunulması ve geliştirilmesinde bu örgütlerin seslerini daha iyi duyurmalarına katkıda bulunmak zorunda. ATGB, Almanya Türk Öğretmen Dernekleri Federasyonu, Almanya Türk Veli Dernekleri Federasyonu, Almanya Türk Toplumu ve Almanya Türk Öğrenci Dernekleri Birliği’nin kısa bir süre önce başlattığı, anadilde eğitime yani Türkçeye gereken ağırlığın verilmesini savunan “Gelecek için Eğitim” atağını tüm olanaklarıyla destekliyor. ydın neden sık sık fikir değiştirir? Bilgiye kuşkuyla baktığı için mi? Kuşkuyu bilimin, bilginin özü saydığından mı? Yoksa esen rüzgârların önünde uçuşup duruyor da ondan mı? Edindiği bilgiye, bilime kuşkuyla yaklaşan aydın fikir değiştirmiyor, fikrini geliştiriyor. Önceki bilginin üstünde yükseliyor, zenginleşiyor ve dünyaya paylaşılan yeni aydınlığın ışığında bir kere daha bakıyor. Bakarken de yerinde duramıyor. İtiraz ediyor, isyan ediyor, gerçeği değiştirmek için elinden ne geliyorsa onu yapıyor. Araştırıyor, yazıyor, çiziyor, boyuyor, söylüyor, elinden ne geliyorsa... Fikrini değiştiren aydınsa, rahatına bakıyor. “Günün anlam ve önemini” keşfediyor. Yükselen dalgaya tutunuyor. Tutunuyor ki yükselsin. ??? Aradan savaşlarla, mücadeleler, kazanımlarla dolu yıllar geçip gittiğinde, yükselen bir başka dalga kıyılara vurmaya başladığında, kimi aydınlar, unutuşla yaralı insanlığın hafızasına sığınıp, dönüverirler. Fikrini geliştirenle, fikrinden vazgeçen arasındaki bu “pek küçük” fark, dünyanın gelişiminin, gerçeğin hoyrat macerasının da anlamıdır: Sular bizim üstümüzden aşıp gider. Dalga bizi oradan oraya savurur. Sıkı sıkı tutunduğumuz sağlam bir kaya parçası varsa, dalga üstümüzden aşsa da, unutmayın geri çekilecek, bizi sürükleyemeyecektir. Kumlar ufalanacak, tutunduğumuz kaya güneşin ışığında parlayacak ve değişecektir. Bu müthiş mucizeye tanık olan insan kimi zaman yıkılır. Oysa değişime boyun eğmek, teslim olmak başka şeydir, anlamak ve onunla birlikte gelişmek, çağının sıkıntısını yaşamak başka şey. Fikir değiştiren aydın, dalganın üstüne çıkmanın rahatlığını pek sever. Bilimsel kuşkuyu yorucu bulur, değişimin ilkesi olan devrimin cefasından hiç hoşlanmaz. Fırıldağın bu hali insanı üzer. En acısı da aydın kişinin sık sık A İLHAN BERK ILE BAŞLIYOR Türk edebiyatı Heidelberg’de HEİDELBERG (Cumhuriyet) – Uluslararası Dünya Şiiri Festivali çerçevesinde düzenlenen bir toplantıda Türk şiiri ve İlhan Berk işlenecek. 17 Ekim’de Heidelberg AlmanAmerikan Enstitüsü bünyesindeki “Haus der Kultur”da düzenlenecek ve İngilizceye de çevrilecek olan toplantıda çağdaş şiirimizin önde gelen ismi Berk’in yapıtlarından örnekler yer alacak. Sofienstr. 12 adresindeki “Türk Şiiri: Bir Zorunluluk” başlıklı toplantı, saat 20.00’de başlayacak. Heidelberg AlmanAmerikan Enstitüsü’nden yapılan açıklamada, “Türk Toplantıları” başlığı altında 14 Kasım’da Necla Kelek ve 12 Aralık’ta da Elif Şafak’ın konuk edileceği bildirildi. Borçla doğuyoruz Ekonomi Servisi Bağımsız Kamu Görevlileri Sendikaları Konfederasyonu’nun (BASK) yaptığı araştırmaya göre, 2002 yılında 5 bin 28.10 YTL düzeyinde bulunan kişi başına toplam borç miktarı da yüzde 46.5’lik artışla 7 bin 367.02 YTL’ye çıktı. Başka bir deyişle AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında her bebek 5 bin 28.10 YTL borçla dünyaya gelirken 2006 yılında bu borç miktarı 7 bin 367.02 YTL’ye ulaştı. AKP’nin iktidarda olduğu son 4 yıllık dönemde Türkiye’nin iç ve dış borç stoku yüzde 55.5 oranında artarak 544.2 milyar YTL’ye, kişi başına borç miktarı ise yüzde 46.5’lik artışla 7 bin 367.02 YTL’ye ulaştı. BASK uzmanlarınca yapılan araştırmaya göre, AKP hükümetinin kurulduğu 2002 yılı sonunda 144.2 milyar YTL’si iç, 205.7 milyar YTL’si de dış borç olmak üzere toplam 349.9 milyar YTL olan Türkiye’nin borç stoku son 4 yıllık dönemde yüzde 55.5’lik artışla 544.2 milyar YTL’ye ulaştı. Türkiye’nin borçlarının 251.9 milyar YTL’sini iç, 292.3 milyar YTL’sini ise dış borçlar oluşturdu. Araştırmaya göre, AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında 2 bin 72.41 YTL olan kişi başına iç borç miktarı 3 bin 409.83 YTL’ye, dış borç miktarı da 2 bin 955.69 YTL’den 3 bin 957.19 YTL’ye çıktı. BASK Genel Başkanı Resul Akay, ANKA’ya yaptığı açıklamada, son 4 yıllık dönemde Türkiye’nin toplam borç stokunun 544.2 milyar YTL’ye ulaşmasını “ürkütücü bir gelişme” olarak değerlendirirken “Ekonomide toz pembe bir portre çizenlerin, bu tablo karşısında nasıl bir savunma yapacaklarını merak ediyoruz” dedi. Başbakan Erdoğan’ın her fırsatta, Türkiye ekonomisinin hızla büyüdüğünü söylediğini anımsatan Akay, “Oysa göstergeler bunun tam tersini söylemektedir. Bu tablo, ilköğretim düzeyinde ekonomi bilgisine sahip çocukları dahi dehşete düşürmektedir” dedi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle