17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

22 irmi birinci yüzyıl, geçerlilikleri ABD tarafından tescillenen bazı değerlerin zafer ilan ettiği bir yüzyıl olarak başladı. Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla çürütüldüğü varsayılan toplumcu ideolojinin kayboluşu, serbest piyasa ticaretinin durdurulamaz yükselişi, üretim yerine tüketimin erdem olarak kabul ettirildiği bir toplumsal bilinç ve tartışmalı bir demokrasi kavramı, yeni yüzyılı belirleyen karakter özellikleri olarak kabul edildi. Sovyetler Birliği’nin eski yüzyılda “özgür” dünyaya korku salan varlığı son bulduğundan beri, ABD ve başta AB olmak üzere Batılı müttefikleri, düşmansız kalmamak adına, ismi uluslararası terörizm olan muğlak bir “öteki”nin peşine düşmüştü. Ne var ki, ismini bilip de cismini açıklayamadığı düşmanının ve dahi stratejik çıkarlarının peşinde Orta Doğu coğrafyasının sabrını sınayan Batı, Ağustos ayında patlak veren Güney Osetya savaşıyla dünyaya net ve sert bir mesaj veren Rusya’ya alışık olduğumuz amirane ve saldırgan tavrıyla cevap veremedi. Rusya Devlet Başkanı Dmitry Medvedev, tek kutuplu bir dünyayı kabul edilemez olarak tanımlayarak, Rusya’nın Batı’ya karşı oluşturma sürecine girdiği alternatif bir gücün sinyallerini zaten vermişti. Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin dönem başkanlığındaki AB ise, doğalgazının tamamını temin ettiği ve en büyük üçüncü ticaret ortağı olan Rusya’ya beklenenden daha uysal bir tepkiyle karşılık verdi. Sözün özü, uluslararası hukuku tanımazlığıyla, müdahaleci tavrıyla ve SSCB’den farklı olarak kapitalist düzenin bir parçası olarak yükselmesiyle Rusya, Batı’yı kendi silahıyla vurmaya hazırlandığının sinyallerini veriyor. Rusya’nın ahlâki meşruiyeti, taktik olarak Batı’nın küresel davranış biçimini ve kendi tarihinden gelen emperyal geleneğini benimsemesinden ötürü tartışmaya açıktır. Ancak Rusya, yine de alternatif bir süpergüç olma yolundaki duruşuyla uluslararası statükoyu tehdit etmekte ve bu yönüyle âdeta gezegenin sahipliğini üstlenen Batı dünyasına meydan okumaktadır. Bununla birlikte, Kafkasya’daki bu son krizde arada kalmış gibi görünen Türkiye’nin çıkarları için, bölgede ABD’nin de Rusya’nın da mutlak hâkimiyet kurması ideal değil. Bu sebeple, Türkiye’nin Kafkasya’da çıkarlarını korumak adına tavizsiz ve dengeli bir tutum sergilemesi önemli bir koşul. Y Aylin YARDIMCI TUSAM Kafkasya Araştırmaları Masası Ezeli düşmanlar Karadeniz’in kapısında açıkça korku salmaktadır. ST R A T E J İ c Cumhuriyet Strateji 22 Eylül 2008/221 başlatmaktan çekinmeyen tutumuyla Batı’ya Kapitalizmin iki kutbu Rusya’nın, açıkça yeni bir kutup oluşturduğu ve İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana süregelen ABD üstünlüğüne, SSCB’nin aksine daha etkili bir silah olan kapitalizmle meydan okuduğu gerçeği artık herkesçe kabul görüyor. İki büyük gücün gerginlik noktasının ise Karadeniz olabileceği Türkiye tarafından endişe ile izleniyor. eşliğinde bağımsızlığını ilan eden Kosova örneğinde de yaşanmıştı. İlginçtir ki, çıkarlarıyla bağdaştığı takdirde halkların kendi kaderini tayin hakkını sonuna kadar savunan ve kimi zaman bağımsızlıkla taçlandıran Batılı ülkeler, çıkarlarıyla çatıştığı takdirde tamamıyla farklı bir söylemle ülkelerin toprak bütünlüklerini savunmaktan geri kalmıyorlar. Böylesine yaman çelişkilerin uluslararası politikayı Rusya’nın Kafkasya’daki müdahalesinin uluslararası hukuk açısından meşruiyeti, elbet ki sorgulanabilir. Ancak unutulmamalıdır ki ABD, Irak’ı işgal ederken tıpkı Rusya’nın Gürcistan’da yaptığı gibi BM antlaşmasının başka bir devlete karşı kuvvet kullanımını yasaklayan 2/4’üncü maddesine karşı gelmiştir. Kosova’nın bağımsızlığını tanırken ise, Rusya’nın Güney Osetya ve Abhazya için Gürcistan’ın toprak bütünlüğünü garanti altına alan BM kararlarını çiğnediği gibi, Kosova’nın Sırbistan’ın bir parçası olduğunun belirtildiği 1244 sayılı BM kararını çiğnemiştir. Hal böyleyken, aslında kendisini eleştiren Batı’dan daha farklı bir iş yapmayan Rusya, yalnızlık gibi önemli bir dezavantaja sahip. Çünkü uluslararası hukuku çiğneme konusunda profesyonelleşmiş olan ABD, Kosova’nın ilk işgali sırasında NATO’yu, bağımsızlık ilanı sırasında ise AB ülkelerini yanına almış ve bu işbirliğiyle gayrimeşru davranışını birlikte savunabileceği müttefikler yaratmıştır. Bu tür Batı merkezli ve küresel anlamda nüfuzlu uluslararası örgütlerin desteğini doğal olarak arkasına alamayan Rusya ise, yalnız kalarak daha elverişli bir eleştiri odağı olmuştur. Sonuç olarak, yayılmacı politikalarında aynı metodolojik adımları izleyen Batı ülkeleri ve Rusya, sahip oldukları müttefiklerin yaptırım gücüne endeksli olarak farklı ve dürüstlükten uzak tepkilere maruz kalmışlardır. TÜRKİYE’NİN KİLİT ROLÜ Kafkasya’daki siyasi dinamikler böyleyken, Türkiye için önemli olan, bu krizde iki taraf için de kilit bir role sahip olduğunu algılayabilmesi ve Kafkasya’da iki süpergücün de mutlak hâkimiyet kuramayacağı bir denge politikası izlemesidir. Unutulmamalıdır ki, Kafkasya’nın Batı kıyısı olan Karadeniz’e açılan tek kapı, Türkiye’nin Montrö Boğazlar Sözleşmesi’yle kontrolünü elinde tuttuğu İstanbul ve Çanakkale boğazlarıdır. Bu sözleşme, imzalandığı 1936 yılından beri gerek İkinci Dünya Savaşı sırasında SSCB, gerekse doğuya doğru genişleyen NATO sürecinde ABD tarafından değiştirilmek istenmiştir. Görüldüğü üzere, Batılı ülkeler ve Rusya’nın taraf olduğu krizlerde, bölgeye denizden ulaşan tek yolun Türkiye’den geçmesi, önemli bir jeopolitik kozdur. Bu durumda hem AB ve NATO ülkelerinin, hem de Rusya’nın bazı şeyleri “kitabına uydurmak” için stratejik açıdan Türkiye’nin ortaklığına muhtaç olduğu bir gerçektir. Türkiye’ye düşen ise, iki güç arasında sıkışarak kolay nüfuz edilebilir bir koz olmanın ötesine geçip, jeopolitik üstünlüğünü kendi çıkarları doğrultusunda kullanarak Kafkasya’da bir denge politikası kurmaktır. Rusya’nın, açıkça yeni bir kutup oluşturduğu ve İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana süregelen Amerikan üstünlüğüne, SSCB’nin aksine daha etkili bir silahla, yani kapitalizmle meydan okuduğu artık yadsınamaz bir gerçektir. Türkiye, günbegün güçlenerek Batı taktiği ile korku salan Rusya’yı ve yıllardır sömürü tekelini elinden bırakmayan ABD’yi, söz konusu Kafkasya olduğunda dikkatle dengelemeli ve jeopolitik üstünlüğünden taviz vermemelidir. F16 RUSYA KAFKASYA’DAN VAZGEÇMİYOR Kafkasya’da son bir ayda ortalığı kasıp kavuran Rus güç gösterisi ve beraberinde tanınan bağımsızlık hareketleri, AB ve NATO tarafından Gürcistan’ın toprak bütünlüğüne yöneltilmiş haksız bir saldırı olarak nitelendirildi. Aslında bu senaryonun aynısı, coşkuyla sallanan ABD bayrakları yönlendirdiği ve çifte standartların rasyonelleştirildiği küresel siyaset, Rusya’nın Kafkasya’da hâkimiyet alanını genişletmesi için tam da ihtiyacı olan zemini hazırlamıştır. NATO’nun ABD öncülüğünde bugüne kadar Rusya’ya karşı kullandığı kozların rövanşı, aynı taktikle Kafkasya’da başlamış gibi görünüyor. Enerji kaynakları, petrol ve doğal gaz boru hatları, KaradenizHazar bağlantısı ve Orta Asya’ya açılan kapısıyla Kafkasya, Rusya’nın ne olursa Rus yapımı olsun vazgeçmek istemeyeceği Mig bir bölgedir. Dolayısıyla, savaş uçağı... NATO ve AB, tıpkı Ukrayna gibi bu bölgeyi de Batılılaştırma telaşı içindedir. Ancak Batı’nın hesaplarını bozarak bölgeyi etki alanına almak isteyen Rusya, ikinci bir soğuk savaş
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle