17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

12 C S TRATEJİ Atlantik ötesinin eski kıtada etkin Avrupa’da uzayan Amerikan Dr. C. Akça ATAÇ TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi [email protected] 11 Eylül sonrası Amerikan yönetiminin tehdit algılamasının hızlı bir değişime uğraması ve ardından Irak’ın işgal edilmesi ile birlikte ABD ve AB, yirmibirinci yüzyılın en başında birbirinden çok belirgin bir şekilde ayrı düşmüş oldu. 2003 yılı sonrası AB sınırları içinde gözlemlenen Amerikan karşıtlığı, Soğuk Savaş döneminde Jean Paul Sartre, Eric Hobsbawm ve Martin Heidegger gibi entellektüellerin öncülük ettiği akımla kıyaslandığında çok daha kitlesel, güçlü ve bir anlamda, insanlığa karşı bir görev olarak saygın bir nitelik kazandı. Irak’taki Amerikan varlığına yönelik tepkinin George W. Bush’un kişiliğine duyulan özel nefret ile birleşmesi, Atlantik’in iki yakası arasındaki mesafeyi iyice açtı. Buna, Avrupa’nın yaptığı ölüm cezasının kaldırılması, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin yargı yetkisinin tanınması, Kyoto Protokolü’nün imzalanması ve genetik yapısı değiştirilmiş besinlerin dolaşımını kontrol altında tutacak bir uluslararası standart belirlenmesi çağrılarına, ABD’nin yıllar boyu ısrarla kulak tıkamış olduğu gerçeği de eklenince eski kıtadaki Amerikan popülaritesinin son kırıntıları da kaybolup gitti. Avrupa’daki bilmsel toplantılara katılan bilim adamları ve üniversite mensuplarına, toplantının konusu ile ilgili olmaksızın Amerikan dış politikası üzerine eleştirel bir kaç yorum mutlaka yapılır oldu. Avrupa kamuoyuna yayılan böylesi bir Amerikan karşıtlığının devlet adamıpolitikacı düzeyindeki en önemli temsilcileri de hiç şüphesiz Fransa’da Jacques Chirac ve Almanya’da Gerard Schröder idi. Amerikan taraftarlığı ise dönemin İspanya Başbakanı José Maria Aznar’ın seçim kaybetmesinde önemli bir rol oynarken, İngiltere Başbakanı Tony Blair’e "Bush’un kanişi" ünvanını kazandırarak kendisinin ve partisinin büyük itibar kaybına uğramasına neden oldu. Bush ve Merkel... 11 Eylül saldırılarının ardından Avrupa ile ABD arasında meydana çıkan ayrılık, Irak’a yönelik operasyonun hukuki temeli olmadığı noktasında doruğa çıkmıştı. Almanya’da Schröder, Fransa’da Chirac Bush ile aynı düşünmüyor, Avrupa kamuoyu da Irak’taki uygulamalara tepki gösteriyordu. Suriye yönetimine uygulanacak baskı şeklinin TARİHSEL İLİŞKİLER ortaklaşa kararlaştırılması, Ortadoğu Dörtlüsü Ne var ki, karşılıklı çıkarların birbirine son derece sıkı tarihsel, kültürel, politik, ekonomik ve askeri ortaklıklarla bağlandığı ABDAB ilişkilerinde "inceldiği yerden kopsun" anlayışının hakim olması hiç bir dönem için gerçekçi bir beklenti olmayacaktır. Nitekim Bush’un ikinci kere başkan seçilmesinin ardından 2005 yılının ilk yarısında Avrupa’ya üç ziyarette bulunması ve bu arada resmi olarak AB’yi ziyaret eden ilk ABD başkanı olması, ilişkilerin dibe vurduğu noktada kendi haline bırakılmayacağının önemli bir göstergesi oldu. ABD’nin bu yakınlaşma girişimlerini karşılıksız bırakmayan AB, aynı yılın Haziran ayında gerçekleşen ABABD Zirvesi’ne Komisyon başkanı Jose Manuel Barroso, Ortak Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Javier Solana ve dönem başkanı Lüksemburg’un başbakanı Jean Claude Juncker’den oluşan gösterişli ve kalabalık bir kadro ile katıldı. Irak’ta istikrar ve refah sağlamanın yollarının tartışıldığı, 80 ülkenin katıldığı uluslararası konferans da hemen hemen aynı zamanda, iki tarafın ortak himayesinde Brüksel’de gerçekleştirildi. AB bu noktada bir yandan Irak’taki Amerikan varlığının yasal dayanaktan yoksun olmasını hâlâ içine sindiremezken diğer yandan Irak’ta başlayan demokratikleşme ve hukuku üstün kılma çalışmalarının dışında kalmak da istemiyordu. Bu bağlamda, örneğin, Iraklı hakim ve savcılar ile polislerin eğitimini üstlendi. Transatlantik diyalogu yeniden başlatan unsur, hiç şüphesiz sadece Irak’ta işbirliğine gidilmesi ihtiyacı olmadı. Kosova’nın nihaî statüsünün belirlenmesi, bünyesinde Gazze’de istikrar sağlanması için çalışılması, iklim değişikliği ile küresel bir mücadelenin başlatılması, Afrika’nın borç sorununun çözülmesi, Darfur’da yaşanan insanlık dramının sona erdirilmesi ve tabii ki İran’ın uranyum zenginleştirme programı ile ilgili nasıl bir yaptırım yoluna gidileceği konularında AB, ABD ile mutlaka birlikte çalışmak istiyor. ABD de uluslararası platformdaki meşruiyetini yeniden kazanabilmek için AB ile dirsek teması içinde bulunması gerektiğini biliyor ve işbirliğini artırmanın yollarını arıyor. Ancak iki tarafın yukarıda sayılan sorunlar üzerinde uzlaşamaya varması çok kolay gözükmüyor. Bu nedenle ABD, bir taraftan AB ile birlikte adım atma çabası içinde gözükürken diğer taraftan üye ülkeler arasından kendine AB Konseyi’nin zirvelerde alacağı kararları etkileyebilecek müttefikler topluyor. Fransa, Almanya, Danimarka ve kısmi olarak Polonya, Avrupa içerisinde ABD’nin en büyük destekçileri olarak öne çıkıyor. AMERİKALI SARKO! Seçimi kazanır kazanmaz soluğu yakın arkadaşı Bush’un yanında alan Fransa Başkanı Nicolas Sarkozy, Kasım ayının ilk haftasında yine ABD’deydi. "Hem Amerika’nın dostu olunup hem de Fransa’da seçim kazanılabileceğini gösterdim" diyerek Amerikalı dostlarına övünen Sarkozy, başkanlık dönemi boyunca şekillendireceği dış politikanın en önemli unsurlarından birinin ABD ile birlikte hareket etmek olacağını bir kere daha vurguladı; "Amerika’nın kalbini kalıcı bir şekilde yeniden kazanmayı" diledi. Fransız kamuoyundaki baskın Amerikan karşıtlığına, muhalefetteki Sosyalist Parti’nin kendisiyle "Amerikalı Sarko" diye alay etmesine rağmen, Amerikan dostu olmakta bir sakınca görmediğini defalarca dile getirdi. Hatta İkinci Dünya Savaşı’nda ABD’nin Fransa için yaptıklarını hatırlatarak, iki ülke arasında hakim olması gereken duygunun minnet ve muhabbetten başka bir şey olmadığını da Amerikan Kongresi ortak oturumunda yaptığı, karşılığında ayakta alkışlandığı son derece duygusal konuşmada özellikle belirtti. Sarkozy’nin bu son Amerika gezisinde ön plana çıkan konuların başında Suriye, Lübnan ve İran geliyordu. Fransa’nın Lübnan ve Suriye üzerindeki etkisinden faydalanmayı düşünen Bush, Sarkozy’den Lübnan’da çıkmaza giren seçimler ve genel politik durum üzerinde etkisi bulunan aktörlerden biri olan Suriye ile doğrudan görüşmelerde bulunulmasını istedi. Suriye ile temasa geçmekten kaçınan Bush yönetiminin ricası ile bir Fransız diplomatın, Sarkozy’nin ziyaretinin hemen ardından Şam’a yollanması ise yeniden ısınmaya başlayan AmerikanFransız ilişkilerinin basına yansıyan büyük ironisi oldu. İran konusunda da Bush ile aynı doğrultuda bir
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle