Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
10 ALTAN ÖYMEN ocukluğumda ilk tanıştığım iki gazeteden biri, Cumhuriyet’ti. 1930’ların ikinci yarısındaydık. Biz Ankara’da oturuyorduk. Okuma yazmayı az buçuk öğrendikten sonra, gazete manşetlerini sökme dönemindeydim. İstanbul gazeteleri, Ankara’ya henüz trenle bir gün sonra geliyordu. Sabahları günü gününe gazete okumak istiyorsanız, Ankara’da yayımlanan Ulus gazetesine abone olacaktınız. Bizimkiler de öyle yapmışlardı. Ulus’u her sabah gazete bayii bir çocuk kapının altından atardı. Ama babam çoğu akşam işten eve gelirken, bir gün öncesinin Cumhuriyet Gazetesi’ni de getirirdi. Annemle evlenmeden önce görev yeri İstanbul’muş. Öğretmenliğiyle birlikte, İstanbul’un Milli Eğitim Mü 7 Mayıs 2014 Çarşamba Ç Cumhuriyet bir okuldu... dür Yardımcılığı’nı yapıyormuş. O zamandan beri Cumhuriyet okuruymuş. Sonra onun eğitim konularındaki yazarları arasına da katılmış. Evlendikten ve benim doğumumdan sonra Ankara’ya tayin edilip yerleşince de, Cumhuriyet okurluğunu sürdürüyordu. Gazeteyi işe giderken bayiden alıyor, akşam da eve getiriyordu. Ben de büyüyüp kendim için gazete alacak yaşa geldiğimden beri o geleneği hep sürdürdüm. HHH 1950’de gazeteciliğe başlayıp başka gazetelerde çalıştıktan sonra, bir gün geldi 1973’ten itibaren “Cumhuriyet yazarı” olma onurunu da kazandım. İstanbul’daki ahşap binayı, daha öncelerden biliyordum. Benim Cumhuriyet’e yazdığım dönemde, gazete, o binanın karşısındaki binaya taşınmıştı. Ankara’dan İstanbul’a geldiğimde günlerimin çoğu orada geçerdi. Başyazarımız ve patronumuz Nadir Nadi’yle birlikte, Pencere’nin yazarı İlhan Selçuk, Genel Yayın Müdürü Oktay Kurtböke, Yazıişleri Müdürleri Bülent Dikmener, Çetin Özbayrak, Soner Girgin; Dış Haberler yazarı Ergun Balcı ve Cumhuriyet ailesinin kıdemli üyeleri Agop Arat, Selmi Andak, Elif Naci, Abdülkadir Yücelman, o zamanki kadroda birlikte çalıştığım, bugün artık hayatta olmayan değerli arkadaşlarım. Onları saygıyla, sevgiyle, rahmetle anarım. Bugün hayatta olan eski ve yeni Cumhuriyetçilere en iyi dileklerimi sunarım. Bugünkü Cumhuriyet ailesindeki değerli arkadaşlarıma da, basınımızın bugünkü en kıdemli gazetesi Cumhuriyet’in 90 yıllık tarihine yeni onurlu sayfalar ekleyen çalışmalarında, başarılarının devamını dilerim. Cumhuriyet gazetesinin geçmişi, Türkiye Cumhuriyeti’nin geçmişiyle eşzamanlı gibidir. Cumhuriyet koleksiyonları da, o geçmişin “hatıra defteri”ne benzer. Yayın hayatına (daha önceki Yeni Gün dönemini saymazsak) 90 yıl öncesinden başlayıp, adını ve varlığını bugüne kadar sürdüren başka bir gazetemiz yok. Bugüne kadar aralıksız olarak yayın hayatında kalan büyük İstanbul gazetelerinden en kıdemlisi olan Hürriyet’in “doğum yılı” 1948. Daha sonra gelen Milliyet’inki 1950... Bu açıdan, Cumhuriyet tarihimizin ilk yılından itibaren ülkemizde ve dünyada neler olup bittiğini, aralıksız olarak aynı gazeteden izlemek isteyenlerin tek kaynağıdır Cumhuriyet koleksiyonları... (Şimdi, bildiğim kadarıyla büyük kısmı dijital ortama da geçirilmiştir.) Cumhuriyet, belirli dönemlerde uğradığı “yasaklanma” cezalarının süreleri dışında, Cumhuriyet’imizin ilkelerini ve gelişmelerini yansıtmaya ve yorumlamaya hep devam etmiştir. Rejimin demokratikleşmesi sürecinde, o süreci teşvik edici yayınlarını yoğunlaştırmıştır. O süreci tehdit eden tehlikeler karşısında da uyarı görevini yerine getirmeye gayret etmiştir. “Cumhuriyet”imizin 90’ıncı yılı, eski ve yeni “Cumhuriyetçi” gazeteci arkadaşlarıma ve –eski ve yenitüm “Cumhuriyet okurları”na kutlu olsun. Yolu Cumhuriyet’ten geçenler... Cumhuriyet’te geçen günler B ütün gazetelerin Cağaloğlu’nda toplandığı dönemde Cumhuriyet’te çalıştım. Bu yazıyı yazmaya başlarken, o günleri anımsadım; yaşananlar, dostlar bir film şeridi gibi hafızamda art arda sıralandılar. Aramızdan ayrılanları anımsadım: Nadir Nadi, Berin Nadi, İlhan Selçuk, Oktay Kurtböke, Mustafa Baydar, Kemal Özer, Abdülkadir Yücelman, Bülent Dikmener, Çetin Özbayrak, Sadun Tanju ve unutamadığım başka dostlar. Gazeteden sokağa çıktığımda mutlaka birkaç tanıdığa, dosta rastlardım. Ayrıca Cumhuriyet, yazarların, edebiyatçıların uğrak yeriydi! Cağaloğlu’ndaki yeni binanın terasında birçok ünlü yazarlarla çekilmiş fotoğraflarıma bakıyorum, anıların içine onları yerleştiriyorum. Kutlama yıldönümlerinde bahçede törenler yapılır, konuşulur, yenilir içilir, sadece o gazetede çalışanlar değil, birçok siyaset, sanat, edebiyat dünyasından insanlar da gelir bu kutlamalara katılırlardı. Gazeteden çıkar kitapçıları, kırtasiyecileri dolaşırdım, Sultanahmet’e Yeşil Ev’e giderdim. Dolaşacağım çok yer, uğrayacağım çok kapı vardı. DOĞAN HIZLAN Nadir Bey, saat 13:00’de gazeteye gelirdi... Odamın önünden geçtiğinde sohbet etmeye başlar daha sonra onunla birlikte yukarı çıkar, sanat dünyasından konuşurduk. Pazar günleri karşıdaki İstanbul Lisesi’nin hoparlörlerinden müzik sesi gelirdi, dinlemesi ayrı bir keyif. Tabii çoklukla odamdaki radyodan dinlerdim müzikleri... O yıllardan hatırlıyorum; Cumhuriyet’te yazılan kimi yazıları beğenmeyip, tepki gösteren, ama bu tepkiyi de kavgaya gider gibi kapıya dayanıp hücum etmeye çalışanları; eski güreşçi Oktay Kurtböke, tek başına püskürtürdü. Cağaloğlu’nda Cumhuriyet gazetesinin bulunduğu, ‘İttihad Terakki Konağı’nda çalışmanın, her zaman eski İstanbul’a bir gönderme olduğunu düşünü rüm. Artık ga zeteler Cağaloğlu gibi sembolik bir semtle birlikte anılmıyorlar... Cumhuriyet’teki yıllarım, aynı zamanda Cağaloğlu yıllarımın da başlangıcı sayılır... Herkes birbirini tanırdı. Cumhuriyet, Türkiye’nin simgelerinden biridir... Dilerim 100.yılını da birlikte idrak ederiz. Daha çok yaşayacak!.. FÜSUN ÖZBİLGEN “Dişi sinek” olarak girdim Yazı İşleri Müdürü oldum 1 977 yılında Parlamento Muhabiri olarak bana Cumhuriyet’e katılma teklifi İstanbul’dan Genel Yayın Müdürü Oktay Kurtböke’den telefonla gelmişti. Kemal Aydar Ankara temsilcisi idi. Ahmet Tan da da teklif gelmişti. Birlikte Cumhuriyet Ankara bürosuna gittik. Aydar ‘atama emirleriniz geldi’ diye bizi soğuk karşıladı. Ahmet’e biraz daha hoşgörüsü vardı ama bana sertçe şöyle dedi: “Ben 15 yıl buraya dişi sinek bile sokmadım!” Hayret ettim çünkü o sırada Anka Ajansı’nda pek çok kadın gazeteci çalışıyorduk. Sonradan Kemal Aydar beni Libya’ya başbakan ile geziye gönderecek kadar güvendi ama o ilk tavrı unutamadım. “Gece nöbetine kalma istersen” de diyordu ama ben kabul etmedim. Abdi İpekçi vurulduğu gece mesela Cumhuriyet’in Kızılay’daki Ankara bürosunda tek başıma ben nöbet tutuyordum. 12 Eylül 1980 askeri darbesi ile Parlamento kapatılınca gazete mutfağını öğrenmek için İstanbul’a gitmek istedim. Yönetim kabul etti ve gazetenin mutfağında ilk kadın sayfa sekreteri (editör) oldum. Bu sırada gaze tenin İstanbul merkezinde kadınlara ait bir tuvalet bile yoktu. İki üç kadın muhabir için gerek duymamışlardı ayrı tuvalet yapmaya! Bir sayfa sekreteri, sayfasını yaptıktan sonra ‘mürettiphane’de takip eder di. Mürettiphanede yazılar kurşun satırlar olarak dizilir ve çelik tekne sayfalara sütunlar halinde yerleştirilirdi. Bana “sen mürettiphaneye gitme, kadın girmez oraya” dediler. İlk iş mürettiphaneye gittim tabii ve giderek gece yarılarına kadar kurşun kokuları içinde tekne başında mürettip arkadaşlarla birlikte gazete yapar oldum. Cumhuriyet ilerici bir gazete, kadın muhabire bakışı neden bu kadar eskiydi diye sorabilirsiniz. Cumhuriyet ilericidir ama ağır ve sağlam adımlarla ilerler. Dişi sinek sokulmayan Ankara bürosunda göreve başladığımda 1977 yılıydı, 1992 yılında ise Cumhuriyet’in ve Türkiye’nin ilk kadın Yazı İşleri Müdürü olmuştum. Giderek başka gazetelerde de kadınlar yönetime geldi ama erkekler kadın yöneticileri hemen uzaklaştırdı. Cumhuriyet’te ise benimle birlikte “Ve İnsanlar” köşesini hazırlayan Ayşe Yıldırım şimdi Yazı İşleri Müdürü. Yani Cumhuriyeti’nin ilerlemesi biraz ağır da olsa kalıcı oluyor. Bir edebiyat mahfeli... 1 969’un son aylarında Cumhuriyet’in Düzeltme Servisi’nde işe başladım. O yıllarda Düzeltme Servisi gerçek bir edebiyat mahfeli idi. Çünkü çalışanların tamamı neredeyse edebiyatçı idi. Mesela, eleştirmen Doğan Hızlan ben işe başlamadan biraz önce Düzeltme Servisi’nde çalışıyordu, 70’li yılların sonunda bu kez gazetenin Kültür Servisi Şefi olacaktı. Bir de Nebil Fazıl Aksan vardı. Gece nöbetinde 80100 sayfalık, cep kitabı boyutunda macera ve aşk romanları kaleme aldığı söylenirdi. Fakat bu kitapları kendi adıyla değil, yabancı bir yazarın adıyla yayınlar, çevirmen diye ikiüç harfli rümuzlar koyardı. Bu romanların müstehcenlikten filan toplatıldığı, Nebil Fazıl’ın yargıç karşısına çıktığı da olurdu. Nebil Fazıl bu işlerden de kurtulmanın ustasıydı. O yıllar Düzeltme Servisi altı kişi idi: Mustafa Baydar, Adnan Özyalçıner, Kemal Özer, Konur Ertop, Ertuğ Karakullukçu, ve Zeki Yücel... Ertuğ ve Zeki dışındakiler Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde okudukları için “eski yazı”yı biliyordu, çünkü o yıllarda şeyhülmuharririn Burhan Felek, yazılarını “eski yazı” ile yazmakta... Ertuğ ve Zeki askere gidince, Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde okuduğumdan “eski yazı”yı bildiğim için Cumhuriyet’e girişimde bu, önemli bir referans olacaktı. Başlangıçta Düzeltme Servisi, yazı işlerinden REFİK DURBAŞ uzak, mürettiphanenin alt ucunda bir küçük odada idi. Odada üzeri muşamba kaplı iki masa ve dört sandalye... O yıllar Cağaloğlu, bir kültürsanat merkezi idi. Bütün gazeteler, yayınevleri buradaydı. Dolayısıyla da kilometreye neredeyse yüz şair ya da düşüyordu. Düzeltme Servisi de bu yazar ve şairlerin en önemli uğrak yerlerinden biri idi. Oda, dizilen yazılar Düzeltme Servisi’ne çabuk gitsin gelsin diye mürettiphaneye yakın bir yerde ama, asıl neden hemen hepsi de edebiyatla ilgilenen düzeltmenlerin yazı işlerinden, dolayısı ile “gazeteci”lerden uzak durma kaygısı vardı. Çünkü gazetecilerin edebiyatçıları pek sevmedikleri bilinmekteydi. Mesela ben, iş başvurusunda bulunurken edebiyat ile ilgilenmediğimi belirtecektim özellikle... İşe en son alınan, önce Mustafa Baydar’ın tedrisatından geçerdi. Baydar ile karşısında oturan imzalı yazıları, başlıkları karşılıklı okurlardı. Bu nedenle ben Edebiyat Fakültesi’nde okuduklarımdan çoğunu Baydar’dan öğrendim. Koyu bir Beşiktaş taraftarı olan Kemal Özer, spor yazılarını okurdu. İzmir Akdeniz Oyunları sonrası Spor Servisi’ne alınmak istenmiş, fakat kabul etmemişti. Ezeli ve edebi düzeltmen şefimiz Adnan Özyalçıner, tefrikalardan sorumluydu. 70’li yılların başında Melih Cevdet Anday’ın “İsa’nın Güncesi” romanı tefrika ediliyordu. Roman mürettiphanede dizilirken biriki paragrafı kaybolmuştu. Özyalçıner, o bölümü öyle bir düzenlemişti ki, Anday bile farkına varamamıştı. Bu roman benim yazı yaşamım için de önem liydi. Bu, “Bir Olayın Başlangıcı” romanı üzerine Muzaffer Buyrukçu ile yaptığım ve yine birinci sayfadan yayımlanan ikinci röportajdı. Bunun ardından Turhan Ilgaz, 12 sayı, ayda bir Edebiyat eki hazırlayacaktık, ki burada ikinci bir imzam olmasın diye “Fikret Kaynakçı” mahlasını kullanacaktım. Sonraki yıllarda da hem Düzeltme Servisi’ndeki işim devam edecek, hem de özellikle kültürsanat üzerine yazılar yazacaktım. 80’li yılların ortalarında ise beşaltı yıl Düzeltme Servisi Şefliği yaptıktan sonra da 1991’de emekli olana kadar ses getiren röportajlara imza atacak, bu arada Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin yılın en başarılı röportaj ödülünü alacaktım. Yaşar Kemal’in akrabası olan Zeki Yücel ise spor yazılarına okumadan imzasını atardı. Gerekçesi de Cumhuriyet okurunun spor yazılarını okumaması idi. Ve Konur Ertop... O ise Yücel’in aksine bütün iki kez okurdu. Bu arada da elinden kitap düşmezdi. 70’li yılların ortalarında gazetenin ressamı Agop Arad’ın önerisiyle servise Abdullah Abi (Yazıcı) katılacaktı. Abdullah Abi’nin yazıyla çiziyle bir ilgisi yoktu. Fakat soyadı “Yazıcı” olduğu için o da edebiyatçı taifesinden sayılacaktı. 1981’de askere gittim. Döndüğümde takım olduğu gibi dağılmıştı. Bir ben, bir de Abdullah Abi kalmıştı. Gazete internete geçmişti. Mavi iş giysilerini çıkartıp, beyazlarını giydik. Servis şefi ben olmuştum. Beşaltı yıl sonra şefliği Abdullah Abi aldı, yakın zamana kadar da sürdürdü. O günler de bir günlermiş işte... Geçti gitti, hatırası kaldı yadigâr... C M Y B