Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Iki dost, bir mezar ve 'öteki'ııc Y irmili yaşlanma geltneden önce hiçbir Avustralya yerlisiyle karşılaşmamıştım. Kara derili Avustralyahlar ülke nüfusunun yüzde birini oluşturuyorlardı ve kent dışındaki ücra köşelerde yaşamlarını sürdürüyorlardı. Gözden ıraktılar, ama hcr zaman aklımızdaydılar. Avustralya yerlileriyle ilk tanışmam70'lerinbaşlarında,develerleanakarayı baştan başa dolaşmaya hazırlandığım bir döneme rastlar. Sydney'den bindiğim trenden henüz inmiştim. Yanımda köpeğim, altı dolar, birbavul ve tütün tabakamın dışında bir şey yoktu. Kalacak ucuz bir yer bulmak için ortahkta gezinirken yaşlı bir ycrli yolumu keserekbenden bir sıgara istedi. Ona tütün tabakamı uzattım. Kağıtlar ve kibritlerle birlikte cebine indirdi. Bu davranışı dünyanın her köşesindeki göçebelere, özellikle de, avlamatoplamayla geçinenlere özgü o koşullara anında uyum sağlamadaki açıkgözlülüğün bir örneğiydi; doğal ortamdan yararlanmanın, bu durumda suçlu beyazlan beceriyle sağmanın bir örneği... O ilk yılı hayal meyal anımsıyorum; kurumuş ırmak yataklan, zencılerin kamplan, dişeti hastalıklan, bunaltıcı bir sıcak, havlayan köpekler, oluklu demir lcvhalar, çirkin yüzler, yalruzlık, ırksal gerilim... Kfindime kcnt dışında kalacak bir yer buldum. Incir ağaçlanyla çevrili, yılanlann olduğu, çatısıztaşbır ev. Irmağın karşı yakasında kentin dışında devletin yerlilcre tahsis ettiği kamplardan bir tanesi vardı Bu kamptayaşayanlarülkenin gerçck sahiplerıydi. Yaşamlarını plastik ve demırden sundurmalann altında, ya da hurdaya atılmış arabalann içinde sürdürüyorlardı. Sutesisatlan yoktu. 1977 yılının yaklaşık üç ayını deve sırtında ülkenin batısını dolaşarak geçirmiş, sonunda kurak bir bölgeye varmıştım. Develer susuzluktan kınlıyorlardı. Onlara su vermek ıçin bir kuyu bulmuştum, ama kuyu kurumuştu. Bir sonraki durağıma ulaşmam için bir hafta yürümem gerckiyordu. Bulunduğum yer Aycrs Rock' un güney batısında, kumullar arasında yer alan Pitjantjatjara topraklanydı. Birbaşkainsanlakarşılaşmaolasılığımsıfırdı. MataralardabirdamlasukaJmamışü. Çokkorkmuştum. Birgece uzaktan birarabanınsesikulağımaçalındı. Süspansıyon ve susturucusu olmayan, gürültülü bir yerli arabasıydı bu. Arabanın ıçındekı adamlar yaktığım ateşi görmüşler ve çalılıklann arasından süzülerek kamp yerime gelmişlerdi. Adamlar bir toprak haklan toplantısı ndan evlenne dönmekte olan yaşlılardı. NVingelina adında rrunik bir yerleşim bölgesinde yaşıyorlardı. Eddie'nin o geceki halini dün gibi anımsıyorum. Banapişirdıkleri tavşandan bıraz vermiş, ben de yemiştım. Bır ayağında Adidas bir pabuç, ötekisinde ise bir kadın terliği vardı. Boyu benden birkaç santim kısözcük tngilizce bilmiyor, ben ise Pitjantjatjara dil ini çat pat konuşabiliyordum. Adımın Robbie olduğunu söyleyince, o " Raapie" diyeyineledi. Sabah yola çıkmak üzere eşyalanmı topladığımda, Eddıe yanıma yaklaşarak bana Wıngel ina 'ya dek bana eşlik edeceğini söyledi. Neden böyle bir şey yapmak istediğıni hıçbır zaman kavrayamadım. Belki de, Eddie garip biriydi. Sonunda, bır ay boyunca bana eşlik etmiş, Avustralya'nm batısında yüzlerce mil yol alırken yanımdan aynlmamıştı. Aramızda anlaşabilmck için bocalıyor, kimi zaman alınıyor, kimı zaman birlikte kahkaha atıyor, kimi zaman derin bir sessizliğc dalıyorduk. Kendimi yorgun hissettiğımde çiğnemem için bana yöreyc özgü bir tütün olan "pituri"verdi. Avcılıkkonusundaki yeteneksizliğim onu düşkınklığına uğratmıştı. Çok kez kangurulan kaçırdığım oldu, ama ona birkaç tavşan tutmayı becerdim. Trahomlu olduğundan, gözleri yanm yamalak görüyor, tüfeği kullanamıyordu, ama onu taşımaktaısrarediyordu. Benımiçinkaygılanıyor, sürekli korumaya calışıyordu. Geceleri nerede yatmam gerektiğini gösteriyor, ben uykudayken iyi olup olmadığımı sürekli kontrol ediyor, ateşin sönmemesine calışıyordu. Yolda yabancılarla karşılaşacak olsak, tüfeği adeta gözlerine sokuyordu. Yürürken ansızın bir türkü tutturuyor, yol boyunca aynı ezgiyi sürdürüyordu. Bana sık sık ülkesini anlatmaya calışıyordu. Avustralya yerlilerinin felsefeleri konusunda çok az şey biliyordum, ama bu yaşlı adam ülkesinden, yuvasından söz ettiğinde içinin neşeyle dollince sahipti. Bu da, onun kafa yapısıyla benimki arasında dağlar kadar fark olduğunu gösteriyordu. Bcnim dünyam tarihe, onunkisi ise coğrafyaya demir atmıştı. Ülkesi bilinçliydi vc o da... Olaylar onu bu dünyaya sanki deyabancısıymış gibı bakanbeni ctkiledıği biçimde etkilemiyordu. Yolculuğun sonuna geldiğimizde, birbirimizı anlamaktan yoksunduk, ama aramızda kaçımlmaz bir bağoluşmuştu. Yıllarsonra... Aradanyıllargeçmişti. I988yılındaçölün üzerinde yol alan minik bir uçaktaydım. Uçağın pilotu gözlerini kırpıştırarak Ayers Rock'uaranıyordu. BenEddie'yigörmeye gidiyordum. Neden çağnldığım konusunda hiçbir fikrim yoktu. Ona kını ve kemenyle birlikte kocaman bir av bıçağı, karısı Winkicha'yabiretekleyenibirçaydanlıkalmıştım. Geleneksel taze eti almayı da unutmamıştım. Barakalanna vardığımda hava kararmıştı. Eddie ile Winkicha sundurmanın arkasında oturuyorlardı. Ortahkta lime lime olmuş battaniyeler, uyuz köpekler vardı, ateşte yemck pişiyordu. Eddie çıplaktı ve üstü başı küJ olmuştu. "Nyuntupalya, Eddie?" deyince ayağa fırladı ve yanıma gelerek, gerçekten benim olup olmadığımı anlamak için, parmaklannı bır an yüzümde gezdirdi. Ardından göğüslerimı avuçlayarak, "Laarrraaa, Raaapie!" diye birçığlık attı. Ertesi sabah erkenden insanlar Eddie'nin kampında toplanmaya başladılar. Yaşlı kadınlar yanıma gelip göğsümü okşayarak beni bırtören için boyamak ıstedıklerini söylediler. Pitjantjatjara dilinde öğrendığim birikı saydı. 70 yaşlannda görünüyordu. O tek bır duğunu kavrayabiliyordum. Ne de olsa evindeydi. Banayangözlebaktıgını sıksıkyakahyordum. Sanınm, ıkimizin kafasmdan da aynı sorulargeçiyordu: "Kimsin? Seni nasıl tanıyabüirim?" Eddie ilk kez bir beyazla karşılaştığında herhalde kırk yaşlanndaydı. O tarihten sonra, bir misyoner, kervanıyla yola çıkan Afgan bir tüccar, bir de avukaün dışında, beyazlarla pek bir iletişimi olmamıştı Ama Eddie köklerı bu anakaranın özüne uzanan birbi