Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURİYET DERGt Madam Vasiliki ilk gençliğinde... P+ di...NasıldaüstünetitremişlerdiFikretaki'nin, bir tek kendi sütünü verememişti ona.Çocuk annebaba bilmişti ikisini de. Bir gün Agop'a " Baba " diye seslendiğinde " Senin bir ailen var, baban ve annen var, sadece sen bizimle yaşıyorsun" deyivermişti. Bir süre sonra gerçekten evlat edinmek istediklerinde küçüğü, önce Vasiliki'yle nikâhı yapmışlar, sonra da çocuğun babasına sormuşlardı. Babatuhafbiredayla "Çocuğu verdik, bari soyadı bizde kalsın" demişti. Nasıl da boynu bükük dönmüştü eve... Çocuk bir gün ağlayarak salya sümük gelmişti eve; okulda çocuklar sen gâvur çocuğusun diye alay ediyorlardı. Sormuştu Mama'sına. O bir gâvur çocuğu muydu? Madam Vasiliki çocuğu tuttuğu gibi kolundan, doğruca Okul Müdürünün odasına çıkmıştı. Bu çocuk bir Türk çocuğuydu, böyle şeylere izin verilmemeliy di. Çocuk büyüdü... Onlariyiceyaşlandı,biriktirdikleri birkaç kuruşla Burgaz'da bir ev alabilmişlerdi. Agop hâlâBurgazada'dacuma günleri, akşama kadar pazarcılara yardım ederdi. Diğer günler kahvede, kahveciylebirlikteçay taşırdı. Karşıhğımı? Sadece sıcak bir gülumseyişti... Galatasaray fanatiğiydi, Galatasaray yenildiğinde çocuklar gibi hüngür hüngür ağlardı ama kazandığında keyfine diyecek yoktu. O gün Vasiliki'yle hiç kavga etmezdi. Sabah gün doğmadan evden çıkar, Heybeliada'da müdavimi olduğu pastaneden, dünden kalan çöreklerden iki çanta doldurur, akşama doğru eve giderken önüne çıkan Madam Vasiliki, otuzlu yaşlartna doğru... tüm kedi ve köpeklerin karnını doyururdu. Dört yol ağzında bir kedisi vardı... Onun için, cebinde mutlaka bir balik parçası bulundururdu... Kedi onu uzaktan gördüğünde çılgınlar gibi miyavlayarak koştururdu çevresinde... Bazı günler pazarsandıklanndan yaptığı bir denkle arkasında onlarca kedi, eve doğru giderken görebilirdiniz onu... tyice şikâyet etmeye başlamıştı artık Madam Vasiliki'den... Bunamıştı artık bu kadın, ne yemek yapıyordu, ne temizlik, tek yaptığı bütün gün etrafına saf saf bakmaktı...ölsündü artık, bıkmıştıondan! Ama bir gün Agop Efendi ansızın ölüverdi. Vasiliki'den önce. Beklenmedik bir şekilde, KınalıBurgazarasındabirvapuryolculuğunda yakalanmıştı ölüme. Cenaze töreninde gençliğinden beri görmediği eski bir okul arkadaşı hariç herkes Ada'nmyerlisiydi... Balıkçılar, kahveci, kahvecininçıraklan, pazarcılar, adanın bakkalı... Papaz ayini Türkçe yapmıştı. "Düşünmüştüm" dedi. "Acabakaçkişigelecek cenaze törenine? Çok az kaldık. Gün oluyor ki sadece üç kişi kaldınyoruzcenazeleri... Kim olduğunu bilmiyorum şu yatan efendinin ama ne çok seveni varmış!" Madam Vasiliki'nin bunadığı, artık yemekleri bir tencerenin içinde, hepsini birlikteveaynıandayapmasındananlaşıldı...Tavuğu kaynatırken topraklı patatesleri de aüyordu içine ya da taze fasulyeyi hiç ayıklamadan su koyup kaynatmaya çalışıyordu. Dişlerini bir yere koyduğunu unutup dışanya aramaya çıkıyordu... Kocasının öldüğünü anlamadı, hatta evde eksikliğini bile hissetmedi. Sormadı... Bir gün "Agopnerede biliyormusun?" dendiğinde "Bilmemki, nerde acaba? Belki de başka bir kadına gitmiştir. Boşayacağım artık bu adamı" diye cevaplayacaktı. Ama oğlunu hiç unutmamıştı. "Gözüm gibi baktım ona, ne istediyse almaya çalıştım, o da benim yüzümü kara çıkarmadı" derdi. Diğerini doğurmuş, bu çocuğu ise büyütmüştü. Birazcık da olsa Vasiliki 'ydi Fikretaki. "ölemiyorum yavrumaki ölmek istiyorum ölemiyorum, ne kadar zormuş ölmek" derdi... 1911 doğumluydu... Hayatıseverdi... O halde bile güzel şeyleri görebiliyordu... Güzel saç, güzel bacak, güzel göz, güzel kıyafet hiç kaçmazdı gözünden! Artık hiç arkadaşı yoktu, herkes ya gitmişti Yunanistan'ayadaölmüştü... 15yıldırAda'mn çarşısınahiç inmemişti... Sonyazgünlerinden beri direniyordu uyumamak için. Aylardırayaktaydı,yatmıyorduyatağına..Vücudu sadece iki işlevi yerine getiriyordu, yemek veçıkarmak.. Bir perşembe akşamı yatmak istediğini söy ledi, yatırdılar yatağına... Deliksiz uyumaya başladı... Evdekiler yorgunluğuna verdiler... Birgüngeçti, ouyuyordu... Oğlu onuuyandınp suiçirmeye çalıştı ertesi gün. Teşekkür etmeyi unutmadı su için. Bir gün sonra hâlâ uyuyordu.. Ertesi sabah uyku onu terketmişti. ölmek bazenokadarda zordeğildi. Bir salı sabahı herkes toplandı. Ada'mn en renkli kişilerinden Bayan Christina elinde begonvıl çiçekleriylebekliyordukiliseninönünde... 15 yıldırgörmemişti Madam Vasiliki'yi..Onuozamankihaliylehatırhyordu. Bayan Cathy ilahiler söyledi papazla birlikte. Cenaze ahalisi genç insanlardan oluşuyordu. O gün göğü delen yağmur toprağı da deliyordu, o yağmur altında uğurlandı Madam Vasiliki... Cenazeden sonra onun sevdiği biçimiy le konyak, kahve ve lokum ikram edıldi herkese... îçlerinden biri şöyle demişti galiba: " Hayatımızdaki zenginliktiniz, hâlâ sizden konuşuyoruz Madam Vasiliki." ^ PAZARIN PENCERESİNDEN Yamyamlıktan yobazlığa SELÇUKEREZ E ski öykü kitaplannda ve seyahatnamelerde yamyamlardan bahsedilir, bu ınsan yiyen insanlann varlığından sıkça söz edilir. Oysa, bu eyleme ancak son yirmiotuz sene içinde doğru dürüst bakılabilmiş, konu çağdaş bilimin kurallarına göre irdelenebilinmiştlr. önce 1992'de California Üniversitesi Arkeoloji Bölümü'nden Tim White, Colorado'da, Mancos'da bulduğu kemik parçalarını elektron mikroskobuyla inceleyerek, bu malzemede saptadığı kırıklar ve çiziklerin, yaklaşık 800 yıl önce bu bölgede 30 insanın, başka insanlarca yenmiş olduğunu yansıttığını göstermiştir. 1954'te Kanada'nın Arktik Bölgesi'nden dönen Dr. John Rae, Inuk eskimolarının kendisine, bu bölgeye önceden (191922 yıllarında) gitmiş olan Franklin ve arkadaşlarının aç kaldıklarında insan eti yediklerini söylediklerini nakletmiştir. 1981 'de Dr. Owen Beattle aynı bölgeye gittiğinde, bulduğu kemikleri elektron mikroskobuyla inceleyerek bu söylentileri doğrulamıştır. Insan, yamyamlık yapar mı? Insan, hemcinsini, türdeşini haturhutur yer mi? Anlaşılıyor ki aç kalırsa bal gibi de yer Ikinci Dünya Savaşı'nda, 444 gün sürmüş Alman ablukası sırasında çekilen açlığın, Leningrad'da insan eti yenmesine yol açtığı iyi bilinir. Sonra, And Dağlan'na Necmettin Erbakan... düşen bir uçakta bulunanların, açlıktan ölmemek için, bu kazada ölmüş kimseleri yemiş olduklan da malumdur. Sovyetler Birliği'nin dağılmasını izleyen devrede çekilen ekonomik sıkıntının, yamyamlığa yol açtığı, örneğin 1996'da on kişinin bu şekilde suçlandığı, en az otuz kişinin yenilmek için öldürüldüğüne inanıldığı kayıtlara geçmiştir. Şimdi kendi kendimize bir soru soraltm: Yamyamlık kuşkusuz hoş bir şey değildir ve özenilecek bir yanı yoktur; Colorado'da, Fiji'de, Yeni Gine'de yeterince protein bulamayan yerllleri bir yana bırakalım; ama 1920'de Kuzey Kutbu'nda keşfe gidip kaybolsaydık, Ikinci Dünya Savaşı'nda soğukta bir yılı aşkın bir süre, göz açtırmayan bir düşman ambargosu bizi açlıktan ölümün eşiğine getirseydi, ya da bindiğimiz uçak, And Dağlan'nın tepelerinden birine düşse ve haftalarca oradan kurtarılamadığımızdan yiyecek bulmasaydık, çevremizdeki insan cesetleri sonunda bize, en iyi lokantada hazırlanmış şiş gibi, döner gibi, yahni gibi görünmez miydi? O durumda, günaha girmemek için insan eti yemememizin, bu cesetler gibi yere yatıp ölmemizin daha doğru olduğuna bizi kim inandırabilirdi? Oralarda bulunmamış, açlık ve sefalet çekmemiş, açlıktan can çekişip ölenleri gözlememiş olanlarımız, şimdi dönüp, Kuzey Kutbu'nda yardım ulaşmayacak bölgelerde kaybolmuşlara, Leningrad'da kuşatılmışlara ve And Dağlan'nın tepelerinde açlıktan ölme tehlikesi geçirmişlere dönüp, "Ayıp ettiniz! Insan eti yemektense ölmeniz daha doğru olurdul" diyebilir miydik. Bu nereden mi aklımıza geldi? Tüyler ürpertici bir benzerlik ve bir paralelliktenl Osmanlı imparatorluğu'nun geri kalıp perişan olmasına, çökmesine yol açan, Cumhuriyetimizin kuruluşundan bu yana çağdaş uygarlık yarışının ön saflarında layık olduğu yeri bir türlü almamamızın nedenlerinin başında gelen türde bir köktendincilik, yobazlık halen ABD'yi, Lüksemburg'u ya da Belçika'yı iktidara gelecek kadar büyüyerek tehdit etmemektedir; ancak böyle bir tehdit gerçekleştiğinde onların da bu durumu hoşgörüyle karşılayıp boşvermeleri de bahis konusu olmayacaktır; işte mesela Nazi tehlikesi karşısında Alman Anayasası'na konmuş savunma maddeleri.. öyleyse, böyle bfr gerçek ve yakın tehlike karşısında bulunduğumuzda bu ülkelerde yaşayan bazı insanlar kalkıp da bize bu konuda kayıtsız kalmamızı, köktendincilik, ülkeyi alıp bildiği yöne götürürken başka tarafa bakmamızı nasıl önerebiliyorlar? * Bugünlerde sağcı gazeteler, Erbakan ve benzerlerini politik arenaya yeniden geri getirmek için her yolu deniyoıiar: Manşetlerinde, TCK'nin 312'nci maddesini "Habis Ur" olarak ilan eden de var, köktendinci politikacıların, Erbakan ve benzerlerinin mahkumiyetlerini, "aydınların susturulması için alınmış bir karar" ya da "çağdaş demokrasiyle bağdaşmaz bir demokrasi ayıbı" olarak niteleyen demeçlerini gün aşırı birinci sayfadan veren de var... Cumhurbaşkanı seçiminde istediği sonuca varmak için Fazilet Partililere Ecevit'in de "Bir siyaset adamının ömür boyu siyasetten yoksun bırakılmasını içine sindiremediğini" açıklamasından sonra Yargrtay Başsavcısı Vural Savaş, bu maddenin değiştirilmesinin rejim açısından tehlikeli olduğunu, bu maddenin benzerlerinin Batı hukukunda da yar olduğunu zaten, bu maddenin 2. fıkrası nedeniyle mahkum olan Mehdi Zana'nın Avrupa Insan Hakları Mahkemesi'ne yaptığı başvurunun, "312. madde, düşünceyi açıklama hürriyetine bir sınırlama getirmiyor" diyerek reddedildiğini açıkladı. Vural Savaş'ın teşhisi korkutucuydu: "Bu, daha çok dış ülkelerin planı. Parti liderliğine yasaklı bir kişiyi getirmek istlyorlar, politikacılara da baskı yapıyorlar. Onlar da bunu ambalaja sararak demokratikleşmenin önünü açıyoruz, sonra bizi Avrupa'ya almazlar diyerek bize satmaya çalışıyorlar!" dedi. Sayın denizaşırı kıtalarda yaşayan dostlarımız ve Avrupa Topluluğu üyesi ahbaplarımız, lütfen biraz daha derin düşünün; o zaman, nasıl aynı durumda aynı yolu tutacağınız kuşkusuz olduğu halde Kuzey Kutbu'nda, Leningrad'da ve And Dağlan'nın tepelerinde açlıktan ölme tehlikesi karşısında bulunanlara, kurtuluş yolu varken yan yatıp ölmelerinin daha uygun olacağını söyleyemezseniz, varlığına ve benliğine yönelik bölücü ve köktendinci yobaz tehdidi karşısında bulunan bir ülkenin yurttaşlarına da "Kendinizi savunmayın, bırakın sizı yesinler, yok etsinler!" önerisinde bulunamayacağınızı pekâlâ idrak edersinizl ^