Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
27 ŞUBAT 2000. SAYI727 sinden biriydi. Ibrahim Abi makro preparatlan sıralar, bütün enstitüye çekidüzen verirdi. Patoloji sınavlanndaProf. Schvvartz, îbrahim Abi'yi bir odada resmen gözaltına alırdı. Nedeni de sorulan preparatlan çocuklara uzun uzun anlatmasıydı. " tbrahim Abi, kurbanın olayım, Allahını seversen şu şişedeki neydi, söy le bana? Ibrahim Abi, Anadolu ağzıyla, ama eksiksiz bir patolojibilgisiyleaçıklar, "kopya" verdiği ögrenci "iyi" not alırdı. Schwartzolayısezer ve öğrenciyi sıkı bir sınavdan geçirirdi. Hademe tbrahim' in birçok preparatı görür görmez doğru tanısını koyduğu, mikroskopta çok deneyim sahibi olduğu, birçok patoloji asistanına da bildiklenni öğrettiği, hatta verilen birçok "acil" raporda yer alan tanıyı onun koyduğu söylenirdi. Ibrahim Abi ölünce Schvvartz mezan başındagüzel Türkçesiyle yaptığı konuşmada: " tbrahim, dünya üzerindeki pratikten yetişen patologlann en büyüğuydü" demişti. kop, Vaquez tansiyon ölçeri, refleks çekici vb. yerleştirirlerdi. Ardından tekerlekli bir sedyede demonstre edilecek hasta, tüm dosyalanılebirliktegetirilirdi: Filmleri.kanbulgulan, idrar tahlilleri vb. Amfinin uygun bir yerine Prof. Frank'ın salıncaklı sandalyesi konurdu. En son Prof. Frank girerdı amfiye. Prof. Frank'ın derslerini çok kalabalık bir dinleyici kitlesi izlerdi. Profesörler, doçentler, asistanlar, tstanbul'un dört bir yanından, hatta başka kentlerden gelen hekimler ve biz öğrenciler. lzleyenler arasında hekim olmayanlar bile olurdu, öylesine ilgi çekerdi Prof. Frank'ın dersleri. Prof. Frank, bizim profesörler gibi "tedris" etmezdi. öğrenciler gözlemler yapar, anamnez ahr, bütün muayenelerini yaparlar, teker teker bulgulannı açıklarlardı. Atladıkları bir şey olursa Prof. Frank hissettirmeden ufak müdahalelerle öğrencileri yönlendirirdi. Öğrencilerin en olmadık fikirlerine bile salgılı davranırdı. Frank'tan hiçbir zaman sert, alaycı, küçültücü bir davranış görmezdik. ögrenci yanlış ya da yersizbir düşünce ileri sürse de o, "Bakın, sizin bu söylediğiniz de düşünülebilir. Ama, ben sizden daha deneyimli olduğum için söylüyorum, bunu düşünebibneniz için şunu görmüş olmah ve şu, şu bulgularla, şu saptamalarla bunun doğrulanması gerekir. Bulgulan daha dikkatli inceleseniz, söylediğinizi destekleyecek bir sonuç çıkmadığını siz de göreceksiniz. Siz diğer bulgulara gereken önemi vermediniz, onun için böyle söy lediniz. Şimdi hepsini bir arada ele alalım" derdi. Öğrencilerin bazı düşüncelerine çok değer verir, takdirlerini belirtirdi. Bazen de öğrencinin vardığı sonuç için "Ne güzel! Bakın ben sizin bu söylediğinizi düşünememiştim. Çok, çok güzel. Size teşekkür ederim. Dilerim bu dikkat ve titizlikle yürürsünüz mesleğinizde. Şimdi bu fikirlerinizi diğerleriyle birlikte alalım " derdi. Başlangıçta amfiye biraz huzursuz ve çekingen çıkan öğrenciler bir süre sonra tam havaya girerler, en geri olanlan bile kafasmı ve dikkatini konuy a verirdi. Prof. Frank öğrencilerle tartışır, çıkardıklan sonuçlan tekrar tekrar ele ahr, gereksiz olanlan eler ve tanılamaya götürücü bulgulan bir araya toplardı. Sonunda tanıyı öğrencilere bırakır ve çoğu kez öğrencilerden biri tanıyı koyardı. Tanıya vanldıktan sonra, "Sizlere çok teşekkür ederim beyler, şimdi lütfen yerlerinize dönünüz" der ve ınsana büyük tıp bilgisi (ve duygusu) veren kuramsal açıklamalara geçerdi. Prof. Frank'ın şu sözlerini de hatırlıyorum:" Hiçbir zaman yalnızca hastalıkla karşılaşmazsmız. Her hastalıkbelli bir hastada vardır. Tıbbın bilim olarak tanımladığı hastalık bir soyutlamadır. Tek tek olgulardan yola çıkarak, eksiksiz ve mükemmel bir hastalık tablosu oluşturulmuştur. Oysa sizler günlük hayatta bir hekim olarak kitaplarla değil, tek tek hasta insanlarla karşılaşırsınız. Onun için ben şöyle söy lüyorum: Hastalık yoktur, hasta vardır. Siz, hekim olarak, belli bir ınsandaki hastalığı tanılayacak ve belli bir insandaki hastalığı tedaviedeceksiniz.Genel bir insan yoktur. Sonsuz fizyopatolojik, psişik ve sosyal olgunun meydana getirdiği belli bir insan vardır. Bir soyutlama olarak bu insan, bütün öbür insanlarla birdir. Aynı iç organlan vardır ve aynı doğa yasalanna tabidir. Ama bu insan bir birey olarak bütün öbürlerinden farklıdır. Bu yüzden bir hastalık tablosunu oluşturan genellemeleri bu özel insandan yeniden bulup çıkarmaya çalışımz. Oluşan yenı tablo çoğu kez tipik olmaz. Tipiğe yaklaştıkça işiniz kolaylaşır, uzaklaştıkça zorlaşır. Ama hekimlik bu tabloyu yeniden kurabilmektir. Konumuz insandır. Siz belli bir hastalığı değil, belli bir insanı tedavi edeceksiniz." Prof. Dr. Gerhard Kessler... Bugünlerde kapısında adının bulunduğu, ama yıkılacak hale gelmiş olan amfinin tepe camlan kınktı. Derslerde güvercinleruçuşurdu. Bir derste, bu güvercinlerden biri Prof. Nebil Bilhan'ın dazlak başına, şaklaması amfide yankılanan bir azizlikte bulundu. Nebil Hoca kıpkırmızı olmuş, elinde mendil, başını sılmeye çalışıyordu. Bu sırada Prof. Frank, Almanca bir şey ler söyledi. Nebil Hoca da kızardı. Ama Prof. Frank yakasınıbifakmadı.Türkçe "Lütfen, tercüme ediniz" dedi. Nebil Bilhan Hoca mahcup mahcup, oldukça yüksek bir sesle çevirdi. "Neyse ki, mandalar uçmuyor!" Eski, klasik hekim tipinin yerini bugün ar tık bilgisayarh, elektronik laboratuvarh çok uzmanlaşmış bir hekim tipi aldı. Ama bilimsel yöntemin önemi ve serüveni değişmedi. Bizler, metafiziğin iliklerine kadar sindiği, bilimsel yöntemi tam özümleyememiş, tarihten gelen tortulan atamamış bir toplumda yerli veyabancı 'aydın" hocalanmızınetkisiyle çağı yakalamaya uğraş veren bir kuşaktık. Çok karmaşık olgulara, tıpkı Winterstein'ın karşısındaki ögrenci gibi hemen "idrar" veya "kan" hükmünüyapıştırmayaalışık düşünce ve yetişme tarzının yarattığı dramlan gördük. Ülkemizinkoşullan, hekimin konusunun "insan" oldüğunu akıldan çıkarmamak gerektiğini, bilimsel düşünceye, bilimsel kuşkuya, ama her şeyden önce olay lan iyice gözlemlemeye en çok ihtiyacı olan bir toplum olduğumuzu her gün, her olay kafamıza kakıp duruyor. 1950'lerde bize bunlan öğretmeye kavratmaya çalışan hocalanmızı saygı, scvgi ve özlemle arumsıyorum.^ (i)Atatürk'ünölümünden sonra CHPsaflarında ve DP iktidarında çeşitli kılıklarda dozunu arttırmayabaşlayantutuculukvecumhuriyetkarşıdevrimı ortamında bu olanak çarçur edildi. Bu bilim adamlannınkürsülerinegözdikildi.inanılmaz zoıiuklar yaratıldı .Çoğu Türkçeyı iyice öğrenmişti. Ama savaş sonrasında bilim adamlarına artan dış talep de buna eklenince teker teker çekip gittiler. (2) Bu öğrenciler kaldıkları kurumlarda takunya ile dolaşırlar, zikır ve âyinlerle vakıt geçirirler, dişlerini "sünnettir" diye misvaklafırçalarlardı. Daha sonra bunların içinden adları çok duyulacak birçoksiyaset adamı çıktı. Blllmsel yanıt Prof. \Vinterstein' ın fizyoloj i derslerini ve pratiklerini büyük ilgi ile izlerdik. Fizyoloji laboratuvannda sınava girmiştik. Sözlü sınava giren dört ögrenci bir masaya oturmuştuk. Karşımızda Prof. Winterstein vardı. Hoca, içimizden birine, raftaki iki büyük şişeyi göstermiş: "Hocam! Şu şişede idrar, şuşişede kan var", Winterstein kaşlannı çatmış, Almanlann "hayır!" derken yaptıklan şekilde çenesini sağa sola çevire çevire, "Size pratik değerlendirme notu veremeyeceğim; şebekenizi veriniz." Bu, bir sömestr sonra tekrar sınava girmek anlamına geliyordu. Ögrenci," Hocam siz daha bana soru sormadan beni bırakıyorsunuz", diye itiraz etti. Winterstein hiç unutamadığım şu sözleri söyledi: "Siz şu anda bir laboratuvardasınız ve fizyoloji biliminin pratığini yapıyorsunuz. Buradabilimsel düşünmenizgerekir. Yıllarca okudunuz ve belli bir düzeye geldiniz ki, tıbbiyelisiniz. Şişelerdeki sıvılann 'kan' ve 'sidik' olduğunuancak ' sıradan bir insan olarak'söyleyebilirsiniz. Amasizbirtıpöğrencisisiniz. Her san sıvıya idrar, her kırmızı sıvıya kan diyebilir misiniz? Bana vereceğiniz yanıt çok basitti:" Şunda san bir sı vı, şunda da kırmızı bir sıvı var." lşte size tam anlamıyla bilimsel yanıt. Örneğin ben şişeye 'melanüri'lihastanınidrannıkoysaydım,siz kalkıp ona mürekkep mi diyecektiniz? Bu yüzden maalesef size iyi not veremeyeceğim. Şöy le deseydiniz kabul ederdim,' Hocam, şu şişede kan, şu şişede idrar bulunduğunu sanıyorum; çünkü burası bir fizyoloj i laboratuvarı; ama size bunun kesin cevabını verebilmem için, laboratuvar incelemelerini yapmamgerekir.' Böyle deseniz, hiç duraklamadan size en iyi notu verirdim." Hoca bunları söy lerken ben de bir düşünmüştüm, soruyu bana sorsaydı ben ne yanıt verirdim diye. Bilimsel düşünceyi daha yeni kavramaya çahşıyorduk. Kuşkusuz ben de o arkadaşın yaptığı gibi yapar, "biri idrar, biri kan" deyiverirdim. Önemli bir uyanydı hocanınki. Prof. Schwartz (solda). Almanya 'nın savaç sürgünleri Berlin 'de bir sergiyle anıldu Hastalığı değil, insanı... tç hastalıklan profesörümüz Frank'ın dersleri de hiç aklımdan çıkmıyor. Şimdi daha iyi kavnyorum, bilimsel gözlem yöntemini uygulayarak ders anlatırdı. Aşağı Gureba'daki (şimdi Vakıf Gureba) amfiye önce çevirmeni ve "muavini" Prof. Nebil Bilhan hocamız çıkar, dersle ilgili materyalin eksiksiz hazırlanmasına nezaret ederdi. Hademeler amfiye yuvarlak yüksekçe bir sehpa çıkanrlar, üzerine biriki petri kutusu koyarlardı. Petri kutularının içinde beşer altışar alkollü pamukbulunurdu. Sonra sehpaya bir stetos Prof. Dr. ErnstE. Hirsch... Prof. Dr. Fritz Neumark...