05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

3 ARALIK 2000. SAY1 767 köylere taşıyacaktık. "Bir Hüseyin Yılmaz da siz olabilirsiniz" mesajı kimlerin yaşamını değiştiren bir kıvılcım olacaktı, henüz biltniyorduk. Neyse ki, Aynalıhoca'dan aynldıktan hemen bir gün sonra bile birçok çocuğun okula kaydolduğunu duymak, yakılan mumun ışığının hiç de zayıf olmayacağının haberini vermişti. Yaramış Köyü llköğretim Okulu'ndayız. Bizi görünce hediye dağıtılıyor diye okulun önünde toplanmaya başlıyorlar. Fizik, optik, mikroskop deney ler, origami (kâğıt katlama sanatı) için hemen sınıflarayarlanıyor. Okulun bahçesinde birgrup çocuk, Aysel 'le yaratıcı dramaçalışmasınabaşlıyorlar. Ben bahçede gölge bir yere oturuyorum. Çevremi saran 78 çocuğa öykü anlatmaya çalışıyorum. Çocuklar ikinci, üçüncü sınıföğrencileri. Türkçe konuşmaktagüçlükçekiyorlar. Çocuklara Toto ve Şemsiyesi adlı kitabımdan Gökkuşağı öykümü anlatmaya başlıyorum. Öykü kahramanı Toto, gökkuşağının altından geçen her şeyin tersine dönüştüğünü duyunca patlak topunu, zayıf aldığı matematik ödevini, kırık oyuncaklannı,... bir torbaya koyup gökkuşağının altından geçirmek ister. öyküden sonra, ortaya, "Gökkuşağının altından geçilebilseydi, neyi geçirmek isterdiniz" diye soruyorum. Karmakanşık saçlannın arasındayaldızlı tokası parlayan kız, "Delik ayakkabılanmı geçirir, pınl pınl topuklu ayakkabılara dönüştürmek isterdim" diyor. Yanımdaki san dalgalı saçlı kızgözlerini ovuşturarak konuşuyor. " Yırtık okul çantamı geçirmek isterdim." Aynı gün öğleden sonra Malazgirt Yatılı öğretim Bölge Okulu'na geliyoruz. Okul yeni ama daha birçok sorunu var. öğrenciler 6. sınıf ve üstü. Okuldaki kız öğrenci sayısı 7. Kimi Aynalıhoca'dan, kımi civardakı başka köylerden gelmişler. 6. sınıfa gelip bu okula yerleşmek önemli bir ayncahk gibi görünüyor. 500 kitaplık öykü, masal, roman, ansıklopedi ve TÜBİTAK Yayınları'ndan oluşan kütüphaneyi birlikte kurduğumuz çocuklar çok sevinçliler. tkisi yerleştirmeye yardım ederken diğeri bir köşede oturmuş, kitap okumaya çahşıyor. KızlaryatakhanesindeNazh,Sedef,AyşeveÖznur'latanışıyorum.Nazlısıkıntılı. Babası. onu 6. sınıfa vermek istememiş. Köydeki okulu 5'e kadar okuyunca yeter, demiş. Annesigebe. Ycnibirkardeşbekliyorlar. 17 yaşındaki ablası üçüncü sınıfa kadar okumuş, ev işlerinı o yapıyormuş. Anne Nazlı'nınokumasını çok istiyor, "Bari sen kurtarkendini. Benim gibi, ablan gibi olma. Işin, mesleğin olsun" diyormuş. Sedefdahaşanslı. "Benim ailemdekızlann okumasına karşı çıkılmaz" diyor. "Benim üniversitede bile okumama kimse ses çıkarmaz." Gece film gösterisinden sonra sesi güzel çocuklar tekertekersahneyeçüayorlar. Sesleri birbirine benziyor, yanık, dokunaklı. Şarkıların çoğu Mahzun Kırmızıgül ve Azer Bülbül 'ün hüzün yüklü şarkılan. Beşçatak Köyü'ne vanyoruz. llköğretim okuluna öğrencilerin birçoğu gelmemiş. Köyde iki aile arasında kan davası varmış. Kısa süre önce bir çatışma yaşanmış. Bir grubun yandaşlan çocuklarını okula göndermemişler. Üstüne üstluk bir de pancar zamanı. Çocuklar pancar toplama işinde çalıştınldıklanndan okula gönderilmiyorlar. Fizik deneylerinin yapıldığı gruba ben de seyirci olarak katıhyorum. Bir ara kapı açılıyor, bir adam el inden tuttuğu çocuğu arka sıraya oturtup gidiyor. Bakıyorum, çocuğun alt kısmı çıplak, donu bile yok. Baba yüzümdeki şaşkınhğı görüyor. Ellerini ne yapayım dercesine iki yana açıyor. Dudağının kenanna eğri bir gülümseyiş yapışmış. Sınıftaki diğer çocukların giysileri de ondan pek farklı değil. Olağan bir durum olmalı bu. Kimse sınıfa yan çıplak giren bu çocuğu yadırgamadı. Yolumuz Bingöl'e doğru devam ediyor. Bulanık, Erentepe derken Yunus Emre Köyü'ne geliyoruz. Cezaevinden okula çevrilmişbiryapıylakarşılaşıyoruz.Okulyöneticileri, velilerin çocuklannı olumsuz etkiler diye bu okula göndermediklerini söylüyorlar. Demir parmaklıklar, göğü sınırlı görebildiğimiz taş avlu, duvarlann koyu grisi, kız öğrenci olmayışı, neden bilmem çocuklann birçoğunun omuzlannı kısarak korkak ve uzak bakışlan, benim de neşemi kaçınyor... Günümü aydınlatansa san kıvırcık saçlar, mavi gözleri, yeşil takım elbisesi, dimdik duruşuy la hep gül ümser gibi bakan Albatros. Adını anımsamıyorum ama ben içimden ona hep böyle seslenip duruyorum. Edcbiyat sınıfında Dalgalar Dedikoduyu Severkitabımdaki Albatros öyküsünü konuşuyoruz. Yiğit Albatros, dans tutkusu yüzündcn sıradan bir Albatros gibi yaşayamayan, dünyayı başkalarının değil, kendi gözleriyle görmeye çalışan bir deniz kuşu. Sonunda çemberin içinde kalamayacağını anlayıp koloniyiterk ediyor. Sınıfınçoğunluğu Yiğit Albatros'un yaşam felsefesine karşı çıkıyor. O ise aydınlık gülüşüyle söz alıyor, arkadaşlanna tek başına karşı çıkıyor, Yiğit Albatros'u savunuyor. "Herkcsin sıradan biryaşamıolabilir. Ama 'kafamakoydum, tutkularımın, hayallerimin peşinden gideceğim' diyen kaç kişi çıkar? ^ T* 19 PAZARIN PENCERESINDEN Fidan Sokak... SELÇUK EREZ mm Bilgisizi, okumuşu, yaşlısı, I genci boyuna diğer diyoriar... öteki yok, başka yok, hep diğer.. Kapı gıcırtısı, bostan dolabı gıcırtısı duymuş gibi oluyorum onu duyunca.. Türkçeye pek aykın değil, 'değer' sözünü de andınyor, gene de çiieden çıkanyor beni." Nurullah Ataç'ın 1953te yazmış olduklannı bir araya getiren Günce: 1 'de (Can Yayınlan, 1998) yer alan bu bölüm, dilimizi ciddiye alan bir yazarın tek kelime üstünde nasıl inceden inceye düşündüğünü yansıtıyor. Ataç gibiler yazmışlar da okuması yazması kıt kuşaklanmız ne anlamışiar? Evinizden çıkıp şöyte bir dolaşın, en gelişmiş kentlerimizin sokak tabelalarına bakın: Miralay Avni Sokak, Fidan Sokak, Karanfil Sokak.. Nurullah Ataç'ı ve Türk dilini ciddiye alanlan unutun; belediye başkanı olup da böyle cahillik yansıtan levhalar astıracaksanız, vali olup ta bu zırvalığın sürmesine tepkı göstermeyecekseniz bu ülkede çoluk çocuğa bu kadar saat niçin dil bilgisi okutup, bunlann doğrusunun "Miralay Avni Sokağı", "Fidan Sokağı", "Karanfil Sokağı" olduğunu belletiyorsunuz? Dilbilgisi derslerinde öğretmenler, sokak başlarına sizin yazdırdıklannız gibi yazan öğrencilerin notunu niçin kınyorlar? Bu tutumunuzu değiştirip meydanlara da "Taksim Meydan", "Beyazıt Meydan", sonra "Kızılay Meydan" diye yazdırın; hiç olmazsa daha tutarlı olursunuz..Ülkemizin adı da paralarda, pullarda "Türkiye Cumhuriyet" diye yazılsın bari.. Sadece sokak adlan mı? ömer Asım Aksoy, 1961 Anayasamızdaki yazım yanlışlannı anlata anlata bitiremezdi: "Anayasa (1961), Madde 145...Asıl üyelerden dördü Yargıtay, üçü Danıştay genel kuruilannca kendi Başkan ve üyeleriyle.. Burdaki "Başkan" sözcüğünün büyük harfle başlatılmasına gerek yoktur." Anayasa (1961), Madde 97Cumhurbaşkanı... Milletlerarası andlaşmaları onaylar. ...Türkçe "ant" sözcüğü "t" ile biter. Bu nedenle ..."andlaşma" sözcüklerinin "d" ile yazılması yanlıştır. Doğrusu "antlaşma"dır. Anayasa (1961), Geçici Madde 1 ..Seçim sonucunun Yüksek Seçim Kurulu'nca ilanını takibeden beşinci gün, her iki Meclis kendiliğinden toplanır. Yazım kurallanmıza göre "etmek, eylemek, olmak" yardımcı eylemleriyle birleşik eylemler oluşturan birden çok heceli Arapça sözcükler ayn yazılır. Bu nedenle yukandaki "takibeden" birleşik eylemlerinin doğru yazımı "takip eden"dlr. (Bkz. Dil Yanlışlan. Adam Yayınlan) Ataç 1957'de öldü. ömer Asım Aksoy'u da 1993'te yitirdik. Bu konuda yazılanlar azaldıkça, adını, soyadını bile resmi belgelere yanlış yazdıranlann sayılan çoğaldıkça "Herhalde dilimizi ciddiye alanlann soyu tükendi" diye düşünmeye başlamıştım ki Prof. Dr. Doğan Aksan'ın, Bilgı Yayınevi'nce bastınlmış "Türkiye Türkçesinin Dünü, Bugünü, Yannı" başlıklı kitabını görünce içime sular serpildi: Dilimizi, geçmişiyle, dünyadaki yayıhmıyla, kk İ A ^ £ddl yürüdü diâersözü özellikleriyle, bugün karşılaştığı olumsuz ve olumlu gelişmelerle ele alan bu eserin, bu yılbaşında dostlanma verebileceğim güzel bir armağan olacağını düşünüyorum.. O kadarla kalmayacak, Analar gününde bildiğim analara, babalar gününde de babalara hediye edeceğim. Frankfurt Üniversitesi ve Ankara'da Dil Tarih Coğrafya Fakültesi'nde ders vermiş olan Prof. Aksan'ın kitabının okullanmızda verilen Türkçe derslerinde yardımcı kitap olarak okutulması pek uygun olur.. Artık radyo ve televizyon yayınlannda da dilin yanlış kullanılışı ile ilgili pek çok örneğe rastlandığını Prof. Aksan hatırlatıyor: "Türkçede Maliye Bakanı gibi bir ad tamlamasının bir sıfatla nitelenmesi gerektiği zaman bu sıfat, tamlamanın başına getirilir Eski Maliye Bakanı ya da yeni telefon kulübesi, taze çalı fasulyesi gibi. Dilin bu eğilimine karşın, son yıllarda Maliye eski Bakanı, Doktor Sayın X gibi kullanımlar yaygınlaşmış bulunmaktadır. Eğer dilin eğilimi bu yolda olsaydı, çalı taze fasulyesi ya da telefon yeni kulübesi gibi tamlamalar kullanmamız gerekecekti." Nurullah Ataç... Bütün bu gerçeklerin ışığında son zamanlarda Avrupa Bırliğı'nden gelen, Mesut Yılmaz ve partisi tarafından desteklenen Kürtçe eğitim ve yayın önerilerinı okuyunca şöyle düşünmemiz gerekmez mi? Ulusal kimliğimizin en önemli unsuru olan Türkçe, bu derece özene muhtaç ve sallantıdayken biz Kürtçeyi dil haline getirmekle mi uğraşacağız? Ünlü Tıme dergisi, eski yayın yönetmeni ve ABD'nin Avusturya Büyükelçisi Henry Grunwald'dan ABD'nin ikinci yüzyılı konusunda bir yazı istemişti. 8 Ekim 1990'da yayımlanmış bu yazısında Grunwalt şöyle diyordu: "21. yy'da Ispanyolca konuşulan Güney Amerika ülkelerinden birinden göçmüş ya da bir Asyalı, bir zencinin ABD'nin cumhurbaşkanı olması olasıdır. Bu, ancak ulusuna Ingilizce seslendikçe ve bu ülkenin kuruculannın izinden aynlmadığı takdirde olumlu bir beklentidir." Sadece Türkçeyi ciddiye almakla yetinmemeli, aynı zamanda dilimiz konusunda böyle düşünüp konuşabilecek düzey ve olgunlukta lider ve devlet adamlan da aramalıyız!^ Albatros...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle