Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
B I R A NI Agop Arad'ın en biiyiik aşk duygusu Arad adını ilk olarak şiirler karaladığım, duvar gazeteleri çıkardığımız lise sıralarında duymuştum. 1940'h yılların filizlenen yeni şiir akımının kitap kapaklarındaki Arad imzası, genç şairler için bır guvence, bır "alameti farika" idi. Arad'ın çizdiği kitaba sahip olmayan şair çok azdı. Çocukluk arkadaşım Nezih Cansel'le çıkardığımız "Arka Sokak" adlı bir şiir kitapçığının kapağını Arad'ın bUyülU desenleriyle süslemek için çok uğraştık. Ancak kitabın basım işini Ustlenen bir şair arkadaşın azizliği yüzünden çabalarımız boşa gitti. Daha sonra lstanbul'da Arad'la tanışıp dost olunca bu olayı anlatmış, o da gülerek "Üziilme; bir ki(ap kapağı borcum olsun", demişti. Şiir kitabı olayından 25 yıl sonra Atatiirk'ün uşağı Cemal Granda'nın anılarını yazdığım kitap için Arad'a gidip, o sözünü anımsatarak bir kapak çizmesini istediğimde birden ycrinden fırladı: "Benden Atatürk'ü islenıe de ne istersen iste. Yiizlerce ünlii kişiyi çizdim ama onu çizemem. Benzetemem diye korkuyorum. Bakarsın beceremem, bizler azınlık sayılıyoruz, başka anlam çıkanrlar" dedi. Birkaç gün o çizmemekte direndi, ben çizdirmekte. Ama sonunda pes etti ve yaptı. Atatürk'ü ve ona hizmet eden uşağını. Hem de en guzelini. 1948'lerde dönemin etkin gazetelerinden Vatan'da ressam olarak çalışan Arad'la dostluğumuz, yayımcı Hüsamettin Bozok'un Ankara Caddesi'nde Yeditepe Yayınları'nın yarım ay biçimindeki penceresi önündeki masasında kapak resmi çizdiği günlerde gelişti. Yarım yüzyılı bulan sanat yaşamında birçok Unlü yazarın, şairin kitaplarını burada resimliyordu. Kitap kapağıyla yetinmiyor, akademi eğitiminin, 'Yeniler Grubu'ndan gelen sanatçı kişiliğinin coşkusuyla yağlıboya tablolar yapıyor, kişisel sergiler açıyordu. C U M H U R İ Y E T D E R B İ 1 0 M A R T Tablolarının değişmez teması, doğa ve insan sevgisiydi. Tarabya kıyılanrun fonunda küçük insanlar, boyacılar, simitçiler, kayıkçılar, balıkçı tablaları, vazgeçemediği tutkularıydı. Ne desenlerinden ne tablolarından bir para kazandığını sanıyorum. Kapak yaptığı yazarların hepsi arkadaşıydı. Her sergisinden sonra da tabloları Şehir Galerisi'nde kapanış günü dostları, arkadaşları tarafından yağmalanır, kapanın elinde kalırdı. Eli çok açıktı. Resim sanatında hiçbir zaman profesyonel olamadı, bir amatör olarak kalmayı yeğledi. Belki de istediği, özlediği buydu. Arad güzel hayranıydı. GUzele dayanamazdı. Şakalaştığı için çevresinden güzel kızlar hiç eksik olmazdı. 1950'lerin başında Mithat Perin ustamızın çıkardığı, Abdi tpekçi'nin, sonraları Osman N.Karaca'nın yazı işleri müdürU olduğu Istanbul Ekspres gazetesinde aynı masayı paylaştığım uzun boylu, yeşil gözlü, kumral saçlı bir kız arkadaşa gazetedeki hemen herkes âşıktı. Onunla evlenebilmek için can atanlar vardı. Yoksul bir aileden gelen, gururlu, kimseye pas vermeyen, dikbaşlı, hatta biraz hırçın bu güzel, çevresini saran tüm hayranlarım bir kenara itip alt katımızda çıkan Akın gazetesindcki Arad'ı seçti. Babası yaşındaki bu adama âşık oldu. İki yılı bulan, romanlara, filmlere konu olabilecek fırtınalı bir aşk yaşadılar. Sanırım Arad'M yaşamı boyunca tattığı en büyük aşk bu oldu. Bu yüzden aile yaşamı bile çatırdamaya başlamış, sevdiği eşinden bu ilişki süresince ayrı kalmayı göze almıştı. Sonra her benzeri yasak aşk gibi bu da sona erdi. Arad evine, kız kendi yoluna gitti. Aradan 40 yıla yakın bir süre geçtiği halde o aşkı hiç unutamadı. 75 yaşına gelmişti, ama ne zaman karşılaşsak "Onu görüyor musun? Hiç haber yok mu?" diye sorar, sonra nemli gözleri uzaklara dalardı. 1953'te Türk Sesi gazetesinde Arad'la birlikte olduk. 1946'da adımımı attığım Babıflli'deki ilk hocam Cemal Kutay'ın Paris'te elden düşme aldığı "nuhu nebiden" kalma bir rotatif baskı makinesi, Şehzadebaşı'ndaki Uç katlı ahşap bir konağın bahçesinde kurulmuştu. Herkes 2 8 1 çıkacak gazeteye durmadan yazı yedeklerken bu eski döküntü dev makineyi boyayıp adam etme görevi de boyadan ressam anlar diye Arad'a verilmişti. Günlerce merdivene tırmanıp hiç yakınmadan elinde fırça koca rotatifi boyarken kendisiyle alay edenlere "Ulan ressam mıyız, boyacı mıyız?" diye bağırıp kahkahayı başardı. Hemen her konuşmasının başına aldığı " u l a n " sözcüğünü, sevdiklerinin yüzüne onun kadar içten, duygulu, anlamlı söyleyenine rastlamadım. Con Kemal (Onan) ve Recep Bilginer'in yazı işleri müdürü olduğu Şehir gazetesinde geçirdiğimiz dört uzun yıl boyunca Arad'dan hiç ayrılmadık. Patron Nuri Atılgan'ın haftada birkaçı bulan Boğaz gecelerinin başmimarı hep Arad'dı. Gidilecek eğlence yerlerini, bu işlerin "erbabı" olarak o seçer, sonra cümbür cemaat her seferinde başka bir tavernaya, restorana gidilir, yiyip içilir, eğlenilirdi. Bu gecelerin çoğu, esprileriyle meclisi eğlendiren, masaya neşe katan Arad' ri gibi birbirinden kopar, dağılır, sonra yine birleşirler. 1965'lerde Cumburiyet'in eski ahşap binasında, Arad'ın odasında yıllar sonra yine birlikteyiz. Elif Nad'nin bir an bile boş bırakmadığı bu ressamlar odasında hem çalışılır, iş yapılır, hem vur patlasın çal oynasın eğlencenin, şamatanın türlüsü yaşanırdı. Yakası açılmadık en 'müstehcen' fıkralar nezaket kuralları içinde buradan yayılır, en umulmadık espriler, nükteler burada üretilir, tüm muzipliklcr burada tezgâhlanır, ortalık kahkahadan çınlar dururdu. Gazetede yorgunluktan bunalan herkes kendini "Agop'un odası"na atarak deşarj olmaya bakardı. Arad, dışa vuran neşeli, gamsız, boşvermiş görüntüsünün aksine iç dünyasında duygulu, yalnız, hüzünlü bir insandı. tçindeki sonsuz yalnızlığı belki de böylesine bir umursamazlık görüntüsü altında güle oynaya bastırmayı yeğliyordu. Mistik, inançlı yönleri de vardı, ama belli etmezdi. Aydın kişiliğini, Paris görmüşlü Agop Arad'ın çizgileriyle Paris:Arad, Frochot Akademisi'nde Metzinger'in öğroncl»iydl ın yüzü suyu hürmetine olurdu. Boğaz geceleri onun çınlayan tatlı esprileriyle yankılanırdı. Hafta tatillerinde eşim ve çocuklarla gittiğimiz Arad'ın Tarabya koyundaki evinde, tablolannda çokça değindiği rıhtımdaki banklara, sallanan teknelere bakarak eşi Eliz'in eliyle hazırladığı nefis mezelerle, özellikle çiroz salatasıyla öğle rakılarımızı yudumlarken ya da eniştesinin arabasıyla Belgrad ormanlarında gezintiye giderken yaşadığımız tatlı anıları unutmaya hiç olanak var mı? il genel meclisi üyesi de olan Dr. Eliz, Tarabya'da yoksul hastalarından para almayan, hatta bedava ilaç veren yönleriyle eşi bulunmaz bir insandı ve Arad için başlı başına bir onur kaynağıydı. Babıâli'de insanlar bir tesbihin tanele ğünü hiçbir zaman ön plana çıkarmaz, hep alçakgönüllü olmaya bakardı. 1979'da emekli olduktan sonra da Babıâli'den kopamadı. Cumhuriyet'teki işini yarım porsiyon sürdürmeye çalıştı. Gazeteciler Cemiyeti'ndeki Balotaj Kurulu üyeliğini aksatmadan yürüttü. Arad, 77 yıla sığan dolu dolu bir hayat yaşadı. Sayısız dostu, arkadaşı oldu. Keyfince yedi içti, eğlendi, eğlendirdi, neşe saçtı. Dost delisiydi. Şakadan çok hoşlanır, büyüklük taslamaz, çocukla çocuk olur, herkesle düşer kalkardı. Renkli yaşamını noktalarken ardında sayısız güzel anı bıraktı. Son yolculuğuna çıkarken Beyoğlu Üç Horon Kilisesi'ndeki güllerle süslü tabutu başında bir dostun mmldandıgı gibi, "tstanbul'un bir gülii daha soldıı." < 1 9 9 1 S A Y I