Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Az biraz sonra günlükçü kıan yanında bir arkadaşı da belirdi: Sansürü sordun mu? O zaman ben konuştum: Çok zor bir sorun bu. Dünyamızın bir oyunu. Ahmak, ebleh, fitne yeşerten, harala gürele, zebani kılıklı, yılan bakışlı, taze kereste, tıngır elek, şaşkın şapalak, zihni bozuk, gözil bağlı şehbaz, zırtıl, gulyabani, zittirik bir sürü insanla aynı potada kaynarız da ağzımızı açıp bir şey söyleıneyiz, söyleyemeyiz. Kimsenin kılçıklarını meydana vuramayız. Çünkü insanlar gerçeği değil, yalanı anyor. Ama kimse bu kuralın dışına çıkmamış mı? Belki Lord Byron çıkmıştır. Anılarında. Nedir, ölünce karısı da anılarını yakmış. Jean Jacques Rousseau'nun da kural dışı olduğu söylenebilir. Bir de, Oscar VVilde gibi trlandalı olan Frank Harris var. O da anıcı. O da serüvenlerini yere düşürmeden anlatıyor. Günlükçüler arasında ise XVII. yüzyıl Londra kentsoylusu Samuel Pepys sayılabilir. Gide'Ie Leautaud da gerçekleri dillendirmekle denizin murdar olmayacağına inanırlar. Günlüklerinizi günü gUnüne mi yazarsınız? Çokluk ftyle. Kimi zaman da notumu alır, ertesi gün ya da daha başka bir gün yazarım. Günlüğe hemen saldırmamanın bir yararı vardır. Zaman içinde ayrıntılar su yüzüne daha bir kolayhkla çıkar. Bu biraz da olanak işidir. Aralık aralık öyle yoğun yasarsınız ki, günlüğünüze yanaşmaya vakit bulamazsınız. Samuel Pepys bunun en şıkırdak bir örneğidir. O, birikmiş günlüklerini gece yarılarında şölenden döndüğünde, çalışma odasına kapanıp yazmak zorunda kalır. Derken sergide alapşap Fatma Oran da belirdi. tmzada olduğumu hiçbir gazetede okumadığından beni görünce şaşırdı. Yanında Cumhuriyet DERCül'de yayımlanan günlüklerimi resimleyen Nural Birden de vardı. Meydana bir gUn önce, Londra'da, Hyde Park'taki serbest kürsünün bir eşi kondurulmuştu. Ne ki, saat 16'dan önce imzacılar gelmeden bilinmeyen kişiler onu sırtlayıp götürmuştü. Ama biz, Hakkı özcan'ın önerisiyle, kürsünün boynubükük yerinde bir anı fotografisi çektirdik. Sergiden 19'da ayrıldım. Bakırköy'e Sirkeci ustunden trenle gelmiştim. Dönüşü deniz otobüsüyle yapmaya karar verdiğimden kıyıya 1520 dakika yürümem gerekiyordu. Yani gerekiyormuş. Fatma Oran, iskeleye değin bana eşlik edebileceğini söyledi. Meydandan çıkıp da çarşıya dalınca, Devlet Tiyatrosu sanatçılarından Nihat Akçan'a rasladım: Buraya kadar gelirsin de bana uğramazsın. Ben işte şurda Yeşilyurt'ta oturuyorum. Hadi yürüyün gidelim. Onu Fatma'yla tanıştınrken: Çok yorgunum. Eve dönmek için deniz otobüsüne gidiyorum. Hadi, ben de oraya kadar geleyim. Nihat'ı 19601977 Ankara günlerimden tanırım. llk yıllarda onunla sürekli ve sıcak bir arkadaşlığımız olmuitu. Onu, Fatma Oran'a tanıtırken, zıpır olduğunu da fıslamaktan geri kalmamıştım. Bir sepetçi dükkânının önünden geçiyorduk ki, Nihat fırladı, içeri daldı. Biraz sonra, elinde iki ekmek sepetiyle geldi. Birini Fatma'ya uzattı, ötekini de bana: Bu da Jale için. Jale onun konservatuvardan (tiyatro bölümü) dönem arkadaşıydı. Nihat'ın inceliğine ve dostluğuna bin teşekkür yağdırdıktan sonra Fatma'ya: Dedim ya, zıpırın teki. D A LBÜMLERDEN etmiş beşinçi yılını da geride bırakarak Türk Sineması'na emek veren, çoğu rahmetli olmuş sanatçı ve teknisyenlerden bir grup. Yıl 1947. Yer Ipekçı Film Stüdyosu. Oturanlar; seslendirme sanatçıları Adalet Cimcoz, Nevln Seval, Ferdi Tayfur. Arka sırada; Vedat Ar, ses mühendisi Hüsamettln, ipek Film'in plato müdürü Akil, Atatürk'ün kameramanı Cezmi Ar, fotoğrafçı Mlço, İhsan ipekçl. Y Uğur Cankoçak'ın albumunden B Y ıl 1956. İstanbul Üniversitesi iktisat Fakültesi'nde bir kantın hatırası. Yılmaz Pütün (daha Güneyolarak tanınmıyor), fakülteye yenı gelmiş, Mavı Dergısı'nde yazdığı hikâyelerle tanınmaya başlamış. Masada belli ki edebıyat konuşuluyor. Soldan ıkıncı Uğur Cankoçak, üçüncü Ferit Öngören. ir zamanlar, fötr şapka giydıkleıı ıçın meslektaşları arasında tenkıde uğrayan eski Istanbul'un ıkı tanınmış imamı. Sağda Karaköy'dekı Yeraltı Camıı'nde altmış yıla yakın çalışmış Hafız Alı Üsküdarlı. Solda, Eski Şişli Camıi imamı Hafız Cevdet Soydanses. 27