Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ı'deki iki olan 3ni adıyla zamanlar mra, ım nüfusun ğu yerdi. :'da yaşayan olmaya nalar yapan na Bursalı, adığımız Abdi İpekçi uk Ödülü röportaj ıiuk TllŞtl. t Imrozda halen, genellıkle yaşlılardan oluşan bın beş yuz Rum var Gençler çoktan adayı terk etmışler, A V I U . , J juney Afrika, ABD, Almanya ya da Yunanistan'da yaşamaya çalışıyorlar Yalnızlıktan bunalan Imrozlu yaşlı Rumlar da akrabalarının yanına göç edıyorlar Ama hasrete dayanamayıp dönenler de var (Fotoğraf. SAMIH RIFAT) T E larımın bin yaşındaki sevgilisi "Barba", bakacak kimsesi kalmadığı için Selanik'e çoluğunun çocuğunun yanına gitmeye karar verince, adadan ayrılmazdan önceki son gününde, arabayla onu alıp sade kendisinin bildiği pek zengin bir yataktan pitalidis toplamaya götürmemizi istemişti bizden. Ağzını bıçak açmıyordu. "Babamın mezarı ls(anbul'dadır, onu bırakıp bir yere gidemem ben" demişti Kriton da. lnsanın doğup büyüdüğü yerlerden kopması kolay mı? Hem sen kopsan bile, onlar seni bırakmaz demiyor mu, Kavafis? Vula, Yunanistan'dan annesiyle babasına armağan olarak Dido Soliriyu'nun kitabını getirmişli. Okurken neler duşUnmüşlerdi, N İ M R 0Z nuyordu ilk hasat üzümlerini, kar gibi lekesiz örtülerle bezeli tabaklarda badem kurabiyelerini, en güzel giysilerini giymiş olarak. Benim Meryem'in adı amma da sükse yapmıştı, bir de maviş gözleri. Küçük kızım Meryem; ona bu adı vermiştim, çünkü ruzgârların her minarenin ardında bir Bizans kutsal pınarını ya da daha daha eski, çok eski kutsallıklan acı bir biçimde ortaya çıkardığı bir zamanda doğmuştu acı bir biçimde, çünkü ülkemdeki insanlar, kendilerini çevreleyen bu harikulâde somutluktaki sürekliliğe gözlerini kapamışlardır. Adamızm koruyucusuydu Meryem. Merkezdeki büyük kilise, onundu. Binbir tepeye, deniz kıyısına serpişmiş ayazmalar ise, başka azizlerin de olabilirdi. Gecelerden bir gece rüyanıza girerdi azizlerden biri ve size nerede ayazma kuracağınızı soylerdi. Moda'daki "Koço"yu da ilk kuran Imrozluymuş; rüyasında ona Aya Katerina görünmüş, "İstanbul'a gi(, şurda şurda benim için bir ayazma yap, yanına da gazino aç, bak bakalım nasıl para kazanacaksın" demiş. Uyanık Imrozlu koşmuş, ilkin gazinoyu açmış. Ama çarpılır gibi olmuş, hep zarar ediyormuş. Bunun üzerine aklı başına gelmiş ve ayazmayı yapmış. Anneannem, bir torunlarının önemli sınavlarından önce hem kapıkomşu Katcrina'ya bir rnum, hem de Beşiktaş'taki TUz Baba'ya bir kilo tuz adardı. Ne olur ne olmaz, diye. "Immmmrenmekten tmmmmroz demişler madam" diye anlatıyordu heyecanla Madam Filo, "V'ani o kadar gbzelmiş ki adamız, insanlar ona imrenmiş, adını da imrenmekten tmroz lakmıslar." Kucak kucak fitilâki topluyorduk, güneşin alnında. Adanın iyice güneyinde, kırmızı toprağından dolayı "Kokina" denen yerdeydi Madam Filo'nun çocukluğunun geçtiği yazlık "dam"; gerçi kapısını kırık bulmuştuk, ama bunun keyfimizi kaçırmasına izin vermemiştik doğrusu. Cumbur cemaat pikniğe gitmiştik, oraya; Madam Filo, benim kızlara zakkunı dalları arasında gizli pınardan su içmeyi öğretmişti. Fitilâkileri lstanbul'dan cânımın cânı, tatlı Madam Anasto sipariş vermişti bana. Yaşı yetmişin üstündeydi, ama hâlâ yaz kış demeden her gün Arnavutköy'ünden Bebek'e gidiyor, Inşirah yokuşunu çıkıyor, Kosssviglerin evine gözkulak oluyordu. Harika yemekler de yapardı, Anasto'cuk. (Adada tstanbul Universitesi'ne bağlı bir su ürünleri enstitüsünün kurulmasına önayak olan, Profesör Kosswig değil miydi? Akşamüsileri tam güneş batarken dilek dilemek için her Kaleköy'e dalgakıranın ucuna gidişimizde, bu enstitunün önünden geçerdik kızlarıınla; onlara Baba Kosswigten öğrendiğim balık isimlerini sayardım, "Turkçedcki deniz balığı isimlcri Rumca, tallısu balıgı isimleri de Tatarca kokenlidir" demişti bana bir gün) Tüylü yaseminlere benzcrdi fitilâki çiçekleri, ters çevirir, üstünde bir parmak zeytinyağı yüzen su dolu kaplara kordunuz, çiçeğin dibine de azıcık zeytinyağı sürer yakardınız, aziz resimlerinin önünde saatlerce kendi kendine yanar dururdu. Daha önceki yaz sonlarında getirdiğim naylon torba dolusu fitilâkileri, komşu yaşlı madamlara dağıtmıştı Anasto, hepsi de çok sevinmişmiş, öyle demişti. Eskiden Imroz'a gidip geşimdi kimse kalmamış. "lmrenmekten lnı roz"a pek aklı yatmamıştı incecik elli Madam Eleni'nin, o da eğilmiş, bizimle birlikte fitilâki topluyordu. "Haydi canım sen de" diye karşı çıkmıştı hemen, "Birisi Tiirkçedir, birisi Rumca. Ne ilgisi var!" Bu da laf mı yani, der gibi durmuş bakmıştı Madam Filo, kırk yıllık arkadaşının yüzüne, omuzunu silkip dönmüştü, güzel şeylerin adının hangi dilden olduğu ne fark ederdi, sanki. Sahi ne fark ederdi? D oz'da bir sokak arası Göç edenler arasında, yazları gelıp bırayını adada geçırenler var (Fotoğraf SAMIH RIFAT) acaba? Şimdi ne güzel röportajlar gelir, kimbilir. "Barba! 'Benden Selam Söyle Anadolu'ya' adlı kitabı okudun mu? Neler düşündün? Senin de benzer anüann var mı?" diye soruların, sorulara cevapların, cevapların yanında fotoğrafların, fotoğraflarda fesleğen kokulannın yer aidığı. "Bizim evde kokulu otlara bayılırlar, yapraklarını koparıp parmaklarının arasında ufalarlar, burunlarına götüriıp derin derin içlerine çekerler, gecenin getirdikleriyle birlikle" diye anlalıyordu Eleni Vakalo, bir şiirinde. Bir şiir de o antoloji kitabındaydı, ah keşke yanımda olsaymış şimdi. Dimitri Usta da legarya tohumlarını ufalayıp ufalayıp kokluyordu, benim bahçenin etrafına çit yaparken. En iyi çit, legarya dallarından olurmuş. "Kopse legarya, e te ayapisu limisu" şimdi iyi uydurdum işte, çocukken Rum taklidi yaparkenki gibi. Aslı tam nasıldı, unuttum. Zaten bu hapislikte iyice unutkan oldum. Legaryayı kokla, "e te ayapisu timisu" ve sevgilini hatırla. Bakkal Bay Alanaş'ın karısı öğretmişti bana bu tekerlemeyi, legaryanın öyküsüyle birlikte. Defnenin masalı gibi bir şey; güzel kız, legarya çalısına dönüşür çeşmenin başında ve o gün bu gündür sevenler, legarya tohumlannı koklayıp iç geçirirler. Devlet Üretme Çiftliği'nin müdüründen yazılı izin almak gerekiyordu, Kefalos'tan legarya dalları kesmek için; acaba bu öyküyü biliyor muydu Mudür Bey? Hiç merak etmiş miydi? Ne garip bir düşünce, Kefolas'ta tatil yapıp denize girenlerin legaryanın adını bile bilmemesi, ama tee Avustralya'da yaşayan birilerinin ara sıra bu masalı hatırlayıp burunlarının direğinin sızlaması. Avustralya'dan, Kanada'dan, Yunanistan'dan, dünyanın dört bir yanından gelmişlerdi. Ağustostaki Meryem panayırına. En tepedeki köyde kutlanıyordu Meryem'in göğe çıkışı, bağbozumuyla karışık. Köyün mezarlığında herkes kendi yakınının mezarı başında su len, fitilâki getiren çok eşi dostu varmış, ama 17