23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ii'fcf >> * Barba Imroz'dakı son gununde, yalnızca kendısının bıldığı çok zengın bır lanık'e çoluk çocuflunun yanına gıdecek (Fotoflraf ORHAN BURSALI) yatak'tan pıtalıdıs topluyor Ertesı gün, kendısıne bakacak kımsesı kalmadığı ıçın adayı terk edıp Se Türkiye'ni adasındaı İmroz ya Gökçeada İstanbultt ülkemizde en yoğur Dört yaz ve adada başlayan üzerine ar antropoloç aşağıda y yazısı ile ' Barış ve I Yarışması'ı dalında üç ü k; • M Fatma Bursalı "Imroz'la tanışmamı borçlu olduğum Rıfat Akbelen'ın anısına saygıyla.. " T abii ki, midem bulanıyor. Onca zaman deniz üstünde çalkanmak kolay mı? Lacivert Ege, beyaz köpükler, uçsuz bucaksız gökyüzü. Yunuslar. Nevse ki, adaya az kaldı. Hangisi olsun? Yanıniıla harila da yok ki, bakayım. At kaf:ıd xn bır şey, sonu "os"la bitsin; biz kuçükken, Buyukada'nın arkasındaki Niarkos'a gıderdik ydkenliyle. Esrarlı adalann ismi "os"la biter. Ne huzur verici liman. Deniz kıyısındaki çardaklı kahve de ne şirinmiş. Kahve mi içsek, adaçayı mı? Madam Filo, tee tmroz'dan Limni'ye, annesıgile adatavşanı götürmüştü, sanki orada yokmuş gibi. Herkes kendi adasının tavşanının kokusunu arıyor demek. Tabii, böyle beceriksizce cümleler kurmayacaklar, onlar. Sahiden denizde yolculuk edip, sahiden limanlarda karaya çıkıp, sahiden adaçayı içip, sahiden gördüklerini not edip, sahiden "uzak komşumuz" ya da "barış gölü Ege" ya da "Yeniköy nire, Atina nire?" filan gibi hoş başlıklarla hoş yazılar yazanlar. Daha doğiusu çoktan yazıp yollamış olanlar. Yola çıkmak için geç kaldım, gene. Bir türlü hazırlıklanmı tamamlayamadım ki. Oysa, kıştan beri aklımdaydı, yazın bir yerlere gitmek. Ancak temmuzda alabildim ilk gezi eşyamı: Koca bir defter, çizgisiz, kaymak kâğıtlı. Uçsuz bucaksız, tıpkı sahici gezginlerin gökyüzü gibi. "Bu defteri neden istedim, ben?" diye yazmışım içine, "Gezi notları tutacaktım, değil mi? Rumlarla ilgili röportaj, gezi notu vb." lyi güzel de nereye gidebilirim, kiminle röportaj yapabilirım? Hapısteyim diye boş vermek olmaz. Hep omuzda fotoğraf makinesi, ayakta sandalet, beyaz badanalı so kaklarda gezilecek değil ya, "havalandırma'da da ne biçim yolcuhıklara çıkılır. Işte, Ege1 nin üzerindeyim, deminden beridir. Niçin mi çıktım bu yolculuğa? Bin yıldır kafamı kurcaladığı için. Küçükken kardeşlerimle başka çocukların yanından geçerken Rum taklidi yapardık, çünkü hayrandım Rum çocuklarına, Rumca konuşabildikleri için. İlk yabancı dilimdi benim Rumca, gözümü açıp da duyduğum ilk yabancı dil. Sağımız solumuz Rum doluydu; Moda'da anneler sokakta oynayan çocuklarını hep "Aaaaalkiiii", "Taaaaakiiii" diye yemeğe çağırırlardı. "Ena, Viyo, Triya, Tesira" diye sayışırdık, yortularda ellerinde mum, kapımıza gelip şarkı söyleyen Rum çocuklarına anneannem o şartlı şurtlu, namazlı niyazlı anneannem şekerle para verirdi. Yıllar sonra Ada'nın metropolitine armağan ettiğim "Yunan Şiiri Antolojisi" kitabına (Cevat Çapan'ın eseriydi, ona nasıl teşekkür etsem bilmern ki, son yıllarda kaç kere yazıp teşekkür etmek geldiyse de içimden, hep utandım, gürültü etmek istemedim). "Ne yazık ki güzel anadilinizde okuyamıyorum bu şiirleri" diye yazmıştım. Niye öyle bir garip, hafif alaycı gülümsemişti Bay Metropolit? Kırılır gibi olmuştum. lnanmıyor muydu, Rumcayı sevdiğime? (Bir de Rum meydanlarmı.) Oysa o da Bahariyeliydi, Modalı sayılırdı. Doktor Konti'yi taruyordu, Bay Pavlantos'u da, sevgili Kriton'u da. Üzuldüğüınu belli etmemeye çalışarak, hiçbir şey olmamış gibi içmiştim vişne likörlerini, yemişlim sarı kekleri. Köy yumurtasıyla yapıldıkları için sapsarıydılar. Bayan Zafir'in kekleri de öyle sarı olurdu, dantel örtülü tepside sunardı onları. Tepede bir köyde otururdu Bayan Zafir, "Ada'nın balkonu" derlerdi köyüne, o kadar güzel. Daha doğrusu o kadar güzelmiş eskiden, insanlar Güney Afrika'ya, Yeni Zelanda'ya, Avustralya'ya (aman Tanrım!), Selanik'e, Atina'ya gidip yitmeden önce. Her şey R E NM E bomboştu köyde, pencereler, sokaklar. Madam Zafir'in evine tırmanırken boşluklarla gözgöze gelmemek için başımı yerden kaldırmazdım. Sepserin olurdu Bayan Zafir'in bahçe kapısının ardındaki avlu, oysa dışarısı cayır cayır yanardı. Her seferinde şaşmısımdır bu işe, çunkü altı üstü incecik duvarlar ayırıyordu sokakla avluyu, bir de tabii içeride bir badem ağacı vardı. Benım çocuklarım tek kelime Rumca bilmiyorlardı. Bayan Zafir'in torunları da tek kelime Türkçe bilmiyorlardı. Atina'dan tatil için köye gelmişlerdi, dördü birden gözumün önünde: Mercan, Meryem, Harula, Hıristo; büyük bir ciddıyetle bademlerin kabuklarını ayıklayıp yiyorlar. Çıt çıkmıyor, saçları, renkleri, gülüşleri birbirine dolanmış dört küçük çocuk. Anneleriyle ben de bu arada kahve içiyorduk, bana ağabeyi Kosta'yı anlatıyordu Vula. Heidelberg'te ilahiyat doktorası yapmışiı Kosta, Heybeliada'daki papaz mektebinden mezundu, Almanya'dan sıkılmıştı, Yunanistan'da yaşamak istiyordu, ama onu çekemiyorlardı Yunanistan'da. Ada'ya gelmiyordu, çünkü askerlik yapmamıştı. Kosta'nın doktora tezini okumuştum önceki yaz, insan sevgisi üzerineydi, "Içindekiler" bölümünü Türkçeye çevirip Bay ve Bayan Zafir'e vermiştim Bayan Zafir her geçen yılla ne kadar da ufalıyordu çok gururlanıyorlardı oğullarıyla. Oğulları, Almanca tezin kapağına iki satır Rumca ithaf bastırrnıştı annesiyle babası için. Postayla geldiği gibi, zarfının içınde, başköşede duruyordu tez, mahfazadan mücevher çıkarır gibi binbir özenle zarfından çıkartılıyordu. "Bu ev toprak olur, biz toprak oluruz, ama bir yerc gitmeyiz, evimizi de kimseye vermeyiz" diyordu Bay Zafir. Iliklerimize kadar ısİanmış olarak varmıştık evlerine, hemen Ustümüzü değiştirmiş, kızlarım küçüklerin, ben de Vula'nın giysilerini giymiştik; sonra Zafir K ler, kızları, damatları, lorunlan hep beraber, çıtır çıtır yanan ocağın karşısına, pitalidis plakisi, fırında kuzu, ev ekmcği, bir de Bay Zafir'in kendi elleriyle yetiştirdiği üzumlerden kendi elleriyle yaptığı sarabın başına geçmiştik. Bay Zafir, tek tek yuzümüze bakmış, çok tatlı bir sesle, "Soframıza hoş geldiniz" demişti. Ne kadar ciddi bakışları vardı. övünmek gibi olmasın, minik çadırlar misaii kayalara yapışan şu pitalidislerden nefis yemekler yapmasını ben de öğrenmişiim; ama kızlarım onları denizden çıkarır çıkarmaz, bir lokmada yutmayı daha çok seviyorlardı; kirpiklerinin ucu topak topak tuz, ayacıkları yara bere içinde. Keyiflerı bari tam olsun diye, plaj çantamda limon gezdirir olmuştum. Kız Imroz Çanakkale Boflazı ndan kuzeye dofiru. ferıbotla ıkı buçul saatlık bır mesafede (Fotoflral SAMIH RIFAT) 18
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle