03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ö Y K Ü Adnan Özyalçıner Bıçak "Yağma" "Yıkım Günleri" ve "Gözleri Bağlı Adam" adlı öykü kitapları ile dergilerde yayımlanan öykülerinden tanıdığımız Adnan Özyalçıner, 1934 yılında İştanbul'da doğdu. İstanbul Erkek Lisesi'nden sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde okudu. İlk öykülerinde kişi sorunlarını ruhsal çözümleme yollarıyla yansıtma amacı, belirgin özellik olarak göründü. Geleneksel alışkanlıklara karşı çıkma çabasıyla öykülerinin kuruluşunda, anlatımda eski kurallara bağlanmamaya özen gösterdi. Teknik yönden yazarlığını geliştiren bu döneminden sonra toplumsal sorunları içeren öyküler yazdı. 70'li yılların ürünlerinde orta tabakayı ve tabana yakın kesimi, emekçileri en belirgin nitelikleriyle kişileştirmeyi başardı. rta yerdeki tahta koltuktan, buyuk bir can sıkıntısının, belki de yalnızca biçimsizce mıhlanmış tahtalardan orasına burasına batıp duran eski çivilerin ilmesiyle birdenbire fırlayıvcrince deminden beri ağzının içinde biriktirip durduğu tırnak ve deri parçacıklannı daha çok tutamazdı. Dilinin ucuyla yere puskurtup sahneye doğru: Olmadı, diye bağırdı. Olmuyor!.. Sahnede, bir bakkal dükkânı vardı. Bir de bakkal. Elindeki koskoca helva bıçağıyla tezgâhın arkasında kalakalmıştı. Sivri memeleri, kolsuz sarı kazağını delecekmiş gibi duran, çıplak kollu, çıplak bacaklı ve siyah muare etekli, kaymakam ya da yargıç kızı tipli bir kızla kasketli, poturlu üç oğlan da repliklerini yarıda kesip duruverdi. Saiona, arka pencerelerden ağır, macun gibi ağdalı bir guneşin sıcağı giriyordu. Salonda bir öğretmen daha vardı. Piyanonun başında duruyor, arada bir beyaz tuşlara dokunuyordu. Ama hep beyaz tuşlara. Hıç konuştuğu, söze karıştığı yoktu. Sahneyle de ilgilenmiyordu. Kabak kafalıydı Berikı daha çok duramadı. Dudaklarını ıslattı. Şu yan pencereleri de açar mısınız Sırrı Bey! Lütfen! Sırn Bey, kuzu kuzu pencerelere yürüdü. Kanatları, birer birer, ardına kadar açtı. Pazar yerınin uzaktan uzağa duyulan uğultusu azıcık daha büyur gibi oldu. Genç öğretmen, Hep aynı yanlışı yapıyorsun Suat, dedi sahnedeki bakkal çocuğa. Ellerinı yumruk yapıp pantolonunun ceplerine iyice soktu. Suat, kızıyor olmalıydı. Renk vermiyordu, ama oyundan da, kendinden de soğuyordu gittikçe. "Ortada bu!" Bu perde. birinci perdenin tıpkısı. Eksiksiz tıpkısı. İkinci perdedeki çılgınlıklarını unutr.ıalısın artık. Birinci perdede nasılsan üçüncü, yani bu son perdede de oylesin. Gene dükkânındasın işte! Aynı güneş, aynı pirinç çuvalına vuruyor. Aynı alıcılar... Köylü oğlanlarla sivri memeli kızı gösterdi. Dilini, ağzının içinde bir iki döndürdükten sonra: Aynı alıkça alışverişlerine devam ediyorlar, deyip sustu. Alıkça sözü karşısında köylü oğlanlar, açık açık sırıttı. Kızsa gizli gizli kıkırdadı. Aldırmadı. Diliııı, tıraşı gelmiş bıyıklarında gez O dirdi bir ıki. Kıllar, iğne gibiydi Diplerindı: ter vardı. Tuzlu tuzluydu. Ve... Birdenbire, kaşarlanmış bir alan sozcüsunün kısıkça sesiyle: Bu yuzden, dedi, o yumurtü sandığının yerini değiştirmeye hiç hakkm yok! Buna hiç hakkımız yok! Sonra o helva bıçağını helva değil de, dükkânına gelen alıcılan kesecekmişsin gibi tutman niye? Tıpkı birinci perdedeki gibi. Anlıyor musun? ikinci perdeye rağmen birinci perdedeki gibi. Sence helva bıçağı, helva kesmekten başka bir işe yaramıyor. Anladın mı? İkinci perdedeki bütun çılgınlıklarına rağmen, birinci perdenin, helva bıçağından başka bıçak tanımayan, ekmek, peynir ve helva kesmekten başkasını bilmejfi h.ıVkdl Mınıcn'sın *.en (,unku. \urümevt haşladığın yere döndün yeniden. Bir kısır dönRüdür bu. Bunu unutma hıç! "Hiç ama hiç! Saçmalayacağım. lyisi mi.." Ellerinı ceplerinden çıkardı. Pencereye gitti. Denizden hafif, şosenin tozuyla karışık bir yel geliyordu. Kupkuruydu. "Biraz ıslak olsa şu yel. Olurdu da. Ah bu şose olmasa. Neden denizle okulun arasından geçirmişler sanki. Ya da okulu neden... Üç buçuk saat. Bunaldım. Ya o Sırrı Bey... Kabak kafalı herif, ne olacak! Pencereyi aç dedim, kuzu ku7u dinledi. Oynama şu ambırtıyla desem..!' Döndü, Şunu tımbırdatmasanız olmaz qıı Sırrı Beyciğim! Sırtını penceYenin kenarına dayadı. Ellerıni betona yapıştırdı. Sıcaktı. Niye olmasın llhan bey kardeşim. Bıraktım gıtti ışte. "Allah kahretsin! Bırakmışmış işte! Niye olmasınmış..." Bir ağırhk var üstümde. Kötü bir ağırhk. Gözlerini yumdu. Sırrı Bey, burnunun dibinde bitiverdı hemen. Büyük büyük açtı gözlerini bu kez. Yorgunsun, dedi Sırrı Bey. Bence bugunlük yeter bu kadar. Hatta çok bile. Sonra çocuklar da epeyce yoruldu. Pazara da uğramak gerekiyor dağılmadan. Çoluk çocuk bekler. Sahneden Suat seslendi o sıra: Devam etmiyor muyuz hocam? flhan, kendi kendine, "Bilmem" dedi. Omuzları oynadı. Yok, devam etmiyoruz, dedi Sırrı Bey. Biz de yorulduk, siz de yoruldunuz. Bugünlük bu kadar yeter. Suat, sahneden: Allahaısmarladık, diye seslendi. Ardından, o köylü oğlanlar, sivri memeli kız, inceli kalınlı allahaısmarladıklarla çeki lip gittiler. llhan, guleç görunmeye çalıştı. Beceremedi. Şoseden, aralıksız, kamyon, otobus, araba gurultuleri, korna sesleri geliyordu. Pazar yerınin uğultuları, bitmek bilmez bir biçımde, kulaklannı buluyor; kafasını bulandırıyordu. ' 'ikii »i! ıi'ıklaııı oldııpunu hrdenhın' > \ OOlUİCpl ^IÜIM.1 ı . i p ' s l T ! ' ^ " \ l ] / U ' II J o liıı. O toz içindeki yel, gelip yü/ünu yaladı. Sonra açık gömleğinden içerı girip etınde dolandı. Ve orada soluğunu kesip kaldı. Bitişik bahçede çamaşır asılıydı. Sutyeni seçiverdi hemen. Sonra yanı başındaki uzun çizgili pijamayı. tçı tuhaf tuhaf gıcıklandı. Kasıklarına bir ağırhk oturdu. Pijamanın yanı başında kuruyan bir çocuk pamuklusu kasıklarındakı ağırlığı aldı. Küçük, karu bir tavuk, toprağın ıslak yerlerinden bulup çıkardığı solucanları gagasının ucunda sağa sola sallaya sallaya toprağından temizleyip yutu yutuveriyordu. Pamuklunun sahibi, birdenbire bahçedekı tavuğu bile tedirgin eden bir viyaklama kopardı. Saçı başı dağınık bir kadın, memelerini sallaya sallaya açık pencerenin önunden geçti. Elinde kocaman bir tahta kaşık vardı. "Mutfaktan çıkmış olmalı. Şimdi de çocuğun altını açacak. ö ö ö ö ! " Pencereden sarkarak komşu bahçedeki ağacın dalını yakaladı. Tavuk, başını alıp sallana sallana yurıidü. Erikler, boncuk gibiydi. Dalı, sıkıca tuttu. Bir avuç boncuğu yapraklarıyla birlikte sıyırdıktan sonra dalı bıraktı. Avcunu, arkaları kirli ve tuylü yapraklardan lemi/.ledi. Sonra da boncuklan, buğusuna ve ince tozuna dokunmamak için avcunun içinden ağzı ile alıp dişlerinin ırasında ikişer ikışer ezmeye başladı. Çekirdekler yeni yeni katılaşıyordu Ekşi, buruk şeylerdı Serinletiyordu Sıtmaya yakalanmak için bire birdir, dedi Sırrı Bey. llhan, birdenbire döndü, kahkahalarla gülmeye başladı. Sırrı Bey, hiç beklemiyordu bunu. llhan da öyle. Ama gene de kendini tutamadı. Çömeldi. Gözlerinden yaş gelinceye kadar güldü. "Sonu buydu. Ağladım işte! Ağlamaktır bu!" Sırn Bey, aptallaşmıştı. Siz gençler... dedi. Sözünün sonunu getirmeden: Yakalan da görürsün, diye öfkeyle ekledi. llhan, kendini toparlayınca: Kusura bakma ama hocam, diye konuştu, kasabalılardan hiç farkımız kalmamış. Kısaca güldü: Hani nerdeyse, insan sizi, cuma nama
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle