27 Nisan 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

) Y K Ü Selçuk Baran Karacalar su içmeye indiler (mi?) ayatıma girenlerin hepsi geldikleri gibi gittiler. Uçsuz bucaksız bir boşluğa doğru dolu dizgin... Ben yanlarında olmayınca kavuştukları dar dünyalara, dar'çağlara varmak için ne kadar da ivecendiler! (Yalnız öimek üzere olan birini hatırhyorum bu kargaşayı sezmiş gibiydi son sözü "bu nedir" oldu, "nedir bu Tanrı aşkına?" Ruhu acı çekiyordu, yüzünün kasılmasından belliydi. Ama benim adıma mı yoksa kendi adına mı acı çektiğini bjlemeyeceğim. Onu şaşırtan, ilk kez ytlz yuze geldiği için şaşırtan, kargaşa mıydı yoksa olümun kendisi miydi, onu da bilemeyeceğim. Bildiğim, hayatımda en önemli yere yerleşmiş olduğuydu). Sonra ince bacaklı (ya da hiç bacaksız) karacalar, beyaz, uzun otların arasında... (Beyaz uzun otların arasında ne yapmış olabilirler?) O zaman keşke yüreğimde ölüm olsaydı, dedim, ölum ışime yarayabilirdı. Karacalar, dedim, karacalar, karacalar, kızıl bacaklı, çevik, oynak, günahsız karacalar... Dunyada en son ve tek karaca kaldığı için (çünkü dünyadaki nesnelerin nerdeyse tUmü, anlamlarından boşalarak yerlerinı adlara bırakmışlardı çünkü nedense her sözcüğü yinelemekten kendimi alamıyordum ve yinelediğim her şey yok oluyordu; ardında bir tek ad bırakarak karaca deyıp duruyordum. Sonra tüm karacalar ivecen bacaklarının üzerinde sıçrayarak yok oldular. Sonra güneş battı; ben karanlıktaydım. Nerdesin ölüm, dedim. ölüm... ölüm... ölüm... O zaman ölüm de yok oldu, ardında adını bırakarak. Suna'da Rasim Bey'e rastladığımda ağzının içine düşecektim neıdeyse; Soutin'in horozlarından (resımlerini yapıp bitirene kadar kokarmış ölü horozlar... Kimse atölyesine giremezmiş; o, o kokuda uyur, kokmuş horozları, tavukları atmasını söyleyenlere kızarmış: Yenisini alacak parası var mıymış bakalım; hem ne diye bu kadar savurgan olmalı?) sanki o sıralar yanındaymış, Soutin de yakın arkadaşıymış gibi ondan söz ederken; Paris'in o büyük yapılarla çirkinleşmeden önceki kahvelerini anlatırken... Birdçn nedense Rasim Bey'e olan hayranlığımı açıklamak gereğini duydum. Sergilerinin nasıl şaşnıaz bir izleyicisi olduğumu filan. Yalnız Şahmeran'ı andıran o şişman, sürmeli, karanfil dudaklı, giysileri el kadar büyük çiçeklerle bezeli kadınlarına, ille de karaca adını vermekte direttiği şişman geyiklerine bayılıyordum da... Nü'leri... Nü yapmasa olmaz mıydı? "Haklısınız" dedi terbiyesizliğime aldırmadan bilgece gülümseyerek. "Çıplak modelle hiç çalışmadım, ondandır. Çıplak modellerden nefret ederım. Bilmediğim, tanımadığım bir kadın, sanki cansızmış gibi, bir eşya gibi oraya oturmuş... Fenama gider. Tanıdığım bir kadın benim için soyunmalı ki... öyle biri de pek yok!' "Ben size çıplak poz verebilirim" dedim, birden nasıl olduysa. Şaşırmadı, fazla sevinmedi de... "Olur" dedi sakin sakin. "Yalnız havalar ısınsın da öyle. Atölyem soğuk oluyor, üşümenizi istemem!' Havalar ısınınca atölyesine gittim. Rahatça soyunmam için beni uzun süre yalnız bıraktı. Daha doğrusu ben öyle sanmışım. Aslında kahve pişiriyormuş. "Sizi fazla yormayacağım" dedi, kahvele^ rimizi içerken. "Yani öyle saatlerce poz ver' H ielçuk Baran Günümüz romancı ve öykücülerinden Selçuk Baran 1933 yılında doğdu. Ankara Kız Lisesi'ni ve Ankara Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. On yıl kadar aynı fakültenin çeşitli enstitülerinde çalıştı. Ilk öyküsü Yeditepe dergisinde yayımlandı. Yirmi bir öyküden oluşan ilk kitabı "Haziran" 1972 yılında yayımlandı ve 1973 TDK Öykü Ödülü'nü kazandı. İkinci kitabı "Analann Hakkı" Sait Faik Ödülü'nü kazandı. "Bir Solgun Adam" ve "Bozkır Çiçekleri" adlı romanları, Milliyet Roman Yarışmalarında mansiyon aldı. Selçuk Baran'm "Kış Yolculuğu" adlı bir öykü kitabıyla "Tortu" adını taşıyan bir uzun öyküsü de yayımlanan eserleri arasında bulunuyor. menizi isteyecek değilim. Birkaç eskiz, o kadar. önemli olan, benim için soyunmayı göze almanız... Nasıl anlatsam, şimdiye kadar kimse böyle bir armağan sunmadı bana. Gene de kimsenin hakkını yemiş olmak istemem; eskilerde bana çok armağanlar sunulmuştur da unutmuşumdur; aradan o kadar çok zaman geçti ki. Yaşlılıkta insanı en çok kahreden bu zaman kavramı. Zaman, kendini ya daha dünmuş gibi gösterip oyun oynar size ya da sahip olduğunuz en güzel, en değerli şeyleri artık göremeyeceğiniz kadar uzaklara fırlatır atar. Onun için yaşlılıkta unutmak, en iyisi. Anılarımdan söz edip durduğuma bakmayın siz. Belki çoğunu uyduruyorumdur. Ya da okuduğum bir kitabın içindekileri kendim yaşamışım gibi anlatıveririm. Yaşlıhğın ayrıcalıkları işte. Yaşlı olmasaydım, karşımda soyunmazdınız. Ya da belki kendi yaşınızın size bu cesareti verdiğini yeğlemek istersiniz" Rasim Bey nerdedir şimdi? Hâlâ yaşıyor mudur? Onon iki yaşlarımda ne kadar az şey biliyordum; gene de her şeyi biliyor gibiydim. O zamanlar karaca resmı bile görmemiş olabilirdim. Ama karacanın adı vardı, bu ad önemliydi. Doğduğum kentten başka bir yere gitmemiştım. Ama binlerce kent adı biliyordum; yalnızca adlanyla vardılar, gene de öylesine ger\ çektiler ki benim için. Aşkı nasıl tatmış olabilirdim, ama aşkı çok iyi biliyordum. Adlar takıldıkları nesnelerden çok daha gerçek, inandırıcı ve güzeldiler. Bu yüzden adlar yetiyordu. Aşkın adı yetiyordu. Çünkü \ geceleri küçuk balkonumuzda serdiğim seccadeye uzanıp aya, yıldızlara ya da \ tüm gökyüzüne, (geceleri, bozkır kentleri göz alabildiğine bir gökkubbeydi o zamanlar), tüm hayata, fısıldayabildiğim tüm adlara âşık olarak saatlerce uykum gelmeden, bozkırdan kopup gelen serin, okşayıcı esintileri tenimde duya duya yatıştınrdım cinselliğimi, yatıştırdığımı sanırdım. mor ışıltıların süslediği laciverdiyle büyülü, görkemli uzanan denize dokundum. Hayır, karacalar su içmediler. Tan sökümünün kızıl aydınlığını beklediler: Uzun, kızıl, günahsız bacaklarının uzerinde öylece kıpırtısız durarak. Dalgaların kumsala vuran gümüşsü şarkılarını dinledim. Yüreğimde güzelim ölümü duydum. D \ \ Böyle yatarak eylemsiz beklemek yerine, gUnün birinde karacalann günahsız koşularına katılarak serin bir pınar başında ya da kızgın ovaların otlaklarında, doruklara ulaşmayı isteyeceğimi bilemezdim. • •* Karacalar... Karacalar... Sizler için, peşinizden koşmak için çok yaşlıyım artık. Sonra o salkım saçak gü j ney kentine indim. Kendine bir kimlik edinememiş, edinmeyi asla beceremeyecek, sesini yükseltmeyen arabeskbir şarkı gibi de süklüm püklüm. Orada sıc&ğı, teri, tuzu keşfettim. Mavi mavi, yeşil yeşil ya da uzaklardaki adaİarın çevrelerindeki gibi 21
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle