Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
a> 4) 4) u Remi S tefan Zweig, adı "Lyon Mitralyözcüsü"ne çıkan, Fransız thtilalinin azmantılarından Fouche'nin yüz haritasını şöyle çıkarır: Güzellikle hiç mi hiç ilgisi yok. tskelet gibi kupkuru bir vücut. Ensiz, kemikli ve köşeli bir yüz. Kozalak bir burun. Daracık ve her zaman kapalı bir ağız. Uykuya yatmış gözkapakları. Altında balık gözil kadar donuk gözler. Gözbebekleri kedi grisi cam bilyalar. Saçlar seyrek ve dandini. Kaşlar kırmızımsı, dokunsan dökülecek. YUz havagazı ışığındaki bir insanın yeşilimsi solukluğunda. Yalnız yanaklar kirli sarı. Zvveig onun ezgin ve bezgin bir görünümü olduğunıı da söyler. Ruh yapısı bakımından soğukkanlıdır. Kendini aşırı ve ı\ngirdek tutkulardan uzak tutar. Kadınlara ve kunıara düşkunlük göstermez. Şarap içmez. Mangır oynatmaz. Kaslarını calıştırmaz. Ömrünü odalarda dosyalar, kâğıtlar arasında geçirir. öfkesini açığa vurmaz. Yüz sinirlerinin teki bile titremez. Kansız dudakları ancak kimi gülücüklerde kıpırdar. Al sana papaz! Yaşamöykücüler çokluk saza verip çaldıkları kişilerin kaşgöz polimlerine, ağızburun basketlerine uzanmaktan kaçınırlar. Çünkü anlattıkları kişileri, çokluk kendi gözleriyle görmüş değillerdir. Başkalarının gflrüp anlattıklarına ise ne deıeeeye değin güvenebileceklerini kestiremezler. Bu yıizden Andre Maurois, lngiliz Başbakanı Benjamin Disraeli'nin (18041881), Robert Southey de tngiliz Amirali Nelsonun (17581805) yaşamlarını didik didik etlikleri haldc onlann yii/ dürümlerini saptamaya kalkışmamışlardır. Sadece huylarının, huslarının kapağını kaldırmışlardır. Gelgelelim, okurlar da yaşamını kovaladıkları kişinin tirit, hekelek, bodur, tavansupurgesi, yajabuk ya da ecitmecit olup olmadığını, Marlon Brando bakışıyla Clark Ciablc bıyığı kullanıp kullanmadığını öğrenmeye pck teşnedirlet. Hele gö/lerin l'iru/e mi, abaııu/ nuı, kinıyoni mi, gökmavisi nıı, ya da menekşe mi olduğunu öğrcnmcdcıı yalağa girmek ıstemezler. Bıııuı bilen yaşamöyküeüler de okurlarının merakını tam ortasından alınak için boyuna giınluklere, aııılura ya da bunlara ben/er kitaplara el atarlar. Gerçi Stelan Zweig, houchc'nın rnostrasını çıkarırken hangi kaynaklardan yararlandığını saklı ttıtmııştur ama, Emil Ludwig, Alman Başbakanı Bismarck'ın (18151898) portresini Johıı Ix)throp Motley'in bir romanından yürüttüğünü açıklamaktan çekinmemiştir. Motley, (18141877) Amerikalı bir politikacı ve tarihvidir. Göttingen Üniversitesi'nde okurken, yine orada okuyan Bismarck; la dostluk kurmuş ve bunu yaşamının sonuna dck sürdürmüştür. Zaten Bismarck tüm ömründe sadece iki kişiyle dost kalmıştır. Biri Keyserling Koııtu ise öbürü de Motley'dir. Motley memleketine döndükten sonra okul günlerini anlatan bir roman yazmıştıı ki romanın başkişisi Otto de Robenmarck, Bismarck'tan başkası değildir. Oııa göre Bismarck bir örgü şişi kadar ipincedir. Saçları kirpi, gözleri mor halkalıdır. Dört dil bilir. Piyano çalar. Ama Haendel'deıı başkasına yüz vcrnıcz. Giyinişi tam bir dandidiı. Arkadaşları gibi pelerin ve kasket giydiği olursa da zaman zaman uzun kuyruklu, elma yeşili frakıyla görunür. Ya da sedef düğmeli kadife elbisesiyle boy satar. Gözüpeklik, benbenlik, çapkınlık, incelik, kaba güç, yürek temizliği... her şey ondadır. Çocukça davranışlara da dört elle sarılır. Birahanelerde adının "Yumurcak"a çıkması bundandır. Kimilcri ise atılganhğı ve savaşkanlığı yüzünden ona Teselyalı ef s 1 sane kahramanı Akhilleus'un adını kondurmuşlardıc. Kimıleri de Prusyalı oluşundan ötürü onu "Yabancı" diye çağırıyordur. Bismarck'ın meyhane serüveni de hopte relellidir. Rhein ya da Mader şaraplarını graka graka devirdikten sonra gider, buuum, kendini nehre atıp soğuk bir duş alır. Dahası var: En küçük bir çamaşır parçası derisini kaşındırdığından gcceleri cıpcıbıldak yatar. Ama kimse onıınla saraka ekmeyi göze alamaz. Dövüşlerde bayrağı yıkılmayan tek kişi odur. Üç sömestrede arkadaşlarıyla 25 kcz dücllo ctmiş ve hasımlarının kılıcı sadece bir kez bedenine değmiştir. Diyeceğim, portreciler ya da yaşamöykücüler ancak tanıdıkları, yüzlerine bildik çıktıkları kişilerin patronunu çıkarıriar. Buııların ise geryeğc ne denli uygun olduğu çok su götürür. Çünkü, kulağım/ı yaklaştırın, sözcükler de insanı bir yere kadar taşır, ondan sonra: "Hadi yavrum selanıetle, ben artık geri dönüyorum" der. Insafla bakıiırsa, birinin yassıburun, biı başkasının kargaburun, bir ücüncünun Grek burun, bir dördüncüniln paıburun, bir beşincinin patlıcan burun olduğunu açıklamanın hiç bir anlamı yoktur. Bunlar insanoğlunda birtakım çağrışımlar uyandırsa da söz konusu kişinin burun mostrasını dosdop ortaya koyamazlar. Yalnız, başka bir şey yaparlar, yazarın yazısına balbadem akıtırlar. Sözü nereye uzatalım? Cemal Süreya o çıtır çıtır günlüklerinden birinde (Milliyet Sanat, I Nisan 1986) şaiı Ercüment Uçan'nın resmini şüyle çi/.iyor: Ercüment Uçan'nın portresi Albert Camus'nım ve Mustafa Baydar'm profillerini içiçe geçirince gerçekleşiyor. Gozlüğü çıkaracaksın. Ercüment'i görmüş olanlar bilir ki, bu Picasso tablosıınun kendisiyle bir alı>verişi yoktur. Sağ ve sol profilleriniıı birbirine benzemedigi bir lafkest başlılıktan öte>re geçemez. Belki uzaktan hafifçe bıırtla Ce mal'e bir aferinbad çeknıeliyi/ andırıyorduı ama, işte onun çabası da o kadardır. Hoş, bunları Cemal de biliyordur. Ama umurlamıyordur. Yalnız yazısımn bülbüllerini çogalımaya bakıyordur. F.rcüment'in sağ ve sol profillerinin tiremola ettiği var sayımına aleyk çekmesi de bundandır. Ne ki, Cemal hıınunln da yetinınemiş, Ercııment'e biı de gorev yüklemiştir. Buna gore Eıcıimeıu, çekim suasında henı gö/lerini kameraya dikecek, hem de Musiata Baydar'm go/lüklerini elinde tutacaktir. Hüseyin Ferhad'ın Cemal Sııreya'ya değinen yazısında da (Broy, nisan 1986) ayııı sahne düzeni göze çarpar. Yazıda, Cemal hoplatıhyorsa da, yerini başka biıiniıı alınasında hiç bir sakınca yoktuı. Bir başka deyişle. kişi dcğişse de durumda değışiklik olmayacaktır. İsterseni?, yazının örtüsünü azbiraz kaldııalım: Cemal Sureya sözcüklerin iç mıiziğiııi algılayacak duyargalara sahiptir. Kulak kepçeleri giderek büyümüştür bu yuzden. Arapça ve Farsça'nın arkaik armonisiııden hoşlanır, ama belli etmez. Dua eder gibi diz çöker yazı yazarken. Gören, onu şiir yazıyor sanır. Fakat o bir tarih kitabının özetini çıkartıyordur mutlaka. Hüseyin Ferhad yazısında Hilmi Yavuz'u da vak'anıivis katına çıkarır. Yüreğinin kireç tortu.sunu kanıyla sulandırarak mürekkep türettiğini ve de şiirlerini Cem Sııltanııı boğulurken elinden düşürduğü ınınyatiır okla yazdığını söyler. Dzurı lafın kcstirmesi, bu iki ya/ıda da harmanlanan kişilerden hiçbirinin kabayon tusundaıı başka bir şeye rastlayamazsınız. Buna karşılık, birinci yazıda Cemal Surcya'nın kendisi, ikinci yazıda da Hüseyin Ferhad'ın keıulisi vardır. Böyle olınası da gerekir. Çünkü taht sahibi yazar olmanın yasası budur: Masanın u/erine, başkalarının elindeki kâğıtlan değil, kendi kâğıtlarını açacaksın. Hem de remi yapacaksın, yani kâğıtlarının topunu masaya yayacaksın. Mumyalar Müzesi Ali Eskici Eskiall'den yazıyor: "Sayın Dert Babası, Demirel iyiden iyiye politikaya soyundu... Erbakan'la Türkeş de tsınma hareketleri yapıyorlar! Nedlr bunların zoru?" Evladım, bunlar düşe kalka bugünlere geldiler... Bir zamanlar üçü, Milli Cephe (MC) adı altında birleşmiş, memleketi birlikte yönetmişlerdi. Sonra düştüler... Tekrar kalktılar... Ylne düştüler. Slyasal yandaşları bugün de yönetimde söz sahibi olduğu halde yetinmiyoriar. iktldar olmanın hayali içinde yüzüyorlar. Ne tatlı şeyse iktidar olmak, akıllanndan çıkmıyor. Keşke eski günlere dönebilseler... iyi yazı malzemosidir üçü de... Mlzah sayfaları zenginleşir. MC'nin dağıldığı günlerde, 23 Aralık 1978 tadhli Ciddiyet sayfamızda yayımlanan bir yazımı aynen aktarıyorum. Bellekler canlanır belki!.. oyuncağı santyorlar! Bir gün presln altında kahverdim? Pestilim çıktı... Şimdl ezik bir vaziyette dolaşıyorum... Sakat kaldım... Kabahatl, bana kıvıramayacağım işi veren işverende göriiyorum. Artık benden hayır gelmez... Aslan adında bir işçi Anlat aslanım başına gelenl!.. Işe başladığımda gaz ocaklan konusunda hiçbir bilgim yoktu... Kısa zamanda yetiştim. Bir ocağı tek başıma yapabilir hale geldim... Tam usta olacağım sırada, bir gün, kazan patladı... Haşlandım... Patronum suçludur... Haşlanacağımı bile bile beni çalıştırdı. Bu arada beynim de haşlandı. Rakı mezesi gibi oldu... Çok üzülüyorum. Işveren ne diyor? işe girerken işverenden iyisi yoktur! Şöyle çalışınm, böyle çalışırım diye bir yığın dil dökerler... Hallerlne acır, işe alırsın; karınları doyar, kıçları pantolon görür, sonra seni beğenmezler! Kendi yeteneksizltklerini yükieyecek adam ararlar... Kafasızlar daima düşrneye, ezilmeye, haşlanmaya mahkumdur... Bundan böyle işima adam alırken, yalvarmalara kulak asmayacağım. İş yapacak adama iş vereceğim... ışten anlayanlan aeçeceğim. Görünmez Kazalar Salı gecesl JV'de iş kazaları va , nodenlerini içeron çok ilginç bir program izledik. Ugradıklan kazalar sonucu etlerl, kolları sakat kalmış; sağlıklan bozulmuş emekçilerin anlattıklarınt kendi ağızlarından dinledik. Emekçi sağlığıyla ilgili önlemlerin alınmadığı işyerlerini gördük. Programı oluşturanların inceleme olanağını bulamayacakları bir iki kaza kurbanını da biz tanıtıyoruz: İman kuvveti Fazıl Topçu Topçular'dan yazıyor»: "Baba erenler... j Bir futbol maçını kazanmak bile olsa, başarı ne güzel şeyl Dünya Kupası sırasında takımları galip gelen ülkeler nasıl da sevinçten uçtular! Gece yarısı sokaklara uğradılar... meyhaneleri açtırdılar... Çılgınlar gibi eğlendiler... Acaba bizim milli takım böyle bir mucize yaratsaydı, sabahlara kadar biz ne yapardık?" Herhalde çılgınlar gibi namaz . kılardık! ' Süleyman adında bir işçi Nasıl oldu kaza, anlat Süleyman? Biz üç arkadaş aynı koltuğun üzerinde çalı$ıyordukl Birden makineden acayip sesler gelmeye başladı. Ne olduğumuzu anlamadan, tepetaklak üçümüz de aşağıya düştük. Benim kafam çatladı. Beynlm sarsıldı... Çanem ' açıldı. Bütün kabahat bizi oraya çıkartan patrondadır... Bir gün tepesi aşağıya düşeceğlmizi bile bile çalışıyordukl.. Necmi adında bir işçi Nedir bu halln, anlat Necml? Benim Işi becerip beceremeyeceğime bakmadan, hemen tezgâhın başına oturttular. Ağır sanayl işlerini çocuk 23