Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
16 22 Mart 2014 Cumartesi İstanbul’un sosyal ve kültürel yapısı kültürel önem taşıyan bir mirasın sahibi. Bu mirasa sahip çıkmak ve çıkılmasını sağlamak Türkiye’nin temel tarihi sorumluluklarından biridir. o DOĞAN KUBAN dogankuban@itu.edu.tr u İstanbul, bütün tarihi katmanların örneklerini saklayan ve bütün dünya için sakladığı anıtsal veriler ve kentin topografik konumunun olağanüstü güzelliğine borçludur. İstanbul’un bugün sunduğu tek uluslararası boyut ithal malları sergileyen vitrinleri ve turistleridir. Yeni İstanbul taşralı estetiği ve düzensizliği ile, üçüncü dünyanın Lagos, Kahire, Karaçi gibi büyük kentlerinin Türkiye çeşitlemesidir. Bu yeni İstanbul nüfus olarak birincisinin en az 30 katı, alan olarak 40 katı büyüklüğünde bir agglomera’dır. Kent ekonomisini kavuran sınırsız toprak spekülasyonu sonucu olan yüksek yapı furyası ise dünyanın hiçbir uygar kentinde olmayan bir yoğunlukta, çağdaş planlama ve estetik standartlarını dışlamış, şaşırtıcı bir fizyonomi sergilemektedir. 1955’den bu yana giderek ağırlaşan bu süreçte politikacımüteahhit ikilisinin kent planlamasını bu denli etkilediği ve zorladığı çağdaş bir örnek bulmak zordur. Özellikle toprak yağmasının teşvik ettiği yüksek yapı uygulaması dünyanın en dengesiz kent siluetini ve kilitlenmiş trafiğini yaratmıştır. Birinci İstanbul’un surlarla çevrili anıtları dışında, bu ikinci İstanbul yerel ve evrensel hiçbir özellik taşımayan, kontrolsüz bir gelişmenin sunduğu kent yapısıyla, bir yeni koloni kenti görüntüsü sunar. Bu yeni İstanbul’u idare ettiklerini sananlar gökdelen, alışveriş merkezi, motorlu ulaşım kargaşası ve ithal tüketim pazarını sergileyen vitrinleriyle uluslararası bir İstanbul imgesi yarattıklarını düşünebilir ve kent kültürünü onlarla tanımlayıp pazarlayabilirler. Fakat bu kentin bütün albenisi surlarla çevrili eski kentin müze nitelikli varlığıdır. Ne var ki tarih İ stanbul’un her zaman uluslararası, kozmopolit özellik taşıyan kültür tarihi hiç yazılmadı. Bu boşluk da İstanbul denilen özgün tarihi metropolisin son sahibi olan Türklerin bir kültürel özelliği olarak değerlendirilmelidir. Çağdaş bir Türk okuyucusu için bu kültürün iki farklı aşaması olduğunu söyleyebiliriz: 1. İkinci Dünya Savaşından önce; 2. İkinci Dünya Savaşından sonra. Değişmenin Cumhuriyet ile geldiğini sananlar aldanırlar. Atatürk’ün öldüğü 1938 yılının İstanbul’u insanları, mimarisi, kent dokusu, Boğazı ve Adaları, nüfusu, ekonomisi, musiki ve gastronomi gibi tarihi özellikleriyle Osmanlı özelliklerini sürdürüyordu. Kentin fizyonomisinin değişmesi ve yüzlerce yıllık sosyal yapısının kökten değişmesi İkinci Dünya Savaşından sonra başlamış ve bugüne kadar sürmüştür. Birinci İstanbulConstantinopolis, Türklerden önce ve Osmanlı çağında kozmopolit, çok dinli ve dilli, dünya kenti imgesini bütün tarihi boyunca korumuş neredeyse kutlu bir Hıristiyan ve Müslüman metropolisi idi. Kent bu karakterini 1950’den sonra yavaş yavaş değiştirerek uluslararası niteliğini, kendisine benzeyen sayısız dünya kenti arasında, yitirmiştir. Tarihi ününü koruması kentin sur içindeki tarihi çekirdeğinin kültüründen nasibi almamış ve sınırsız spekülatif düşünce ile bulanmış düşünce yapısı sur içini de yeni mobilyalarla doldurmuştur. İstanbul’un sosyal yapısı bir iç göçer egemenliğidir. Bu büyük göçer kütlesi yarım yüzyılda 600.000’den 1517.000.000’a ulaşmıştır. Bu göçerin özelliği okumamışlık, ya da geç okumuşluk, kentsel yaşam deneyimi yokluğu, aşırı fakirliğin verdiği aç gözlülük ve tarihi bir kente sahip olma bilinçsizliğidir. Bugün İstanbul halkı ne kentin ne de Osmanlı’nın tarihini bilmeyen, o nedenle de tarihi kente sahip çıkmayan bir kalabalıktır. Geldikleri yörelerin verdiği bir dayanışma dışında kentlileşmiş toplum dayanışmasına sahip değildir. Bu uygar bir toplumda fiziksel çevreye karşı var olan duyarlılığın İstanbul halkında olmadığın gösteren pek çok uygulamada görülmektedir. Denizin kirlenmesi, yeşil alanların yok edilmesi, tarihi çevrenin korunmaması bu halkı ilgilendirmez. Köyden biraz daha yüksek bir yaşam standardı, yüzyıllarca kul olarak yaşamış fakir halk için, yeterli bir standart yükselmesidir. Bunu daha eski bir deneyle, ya da çağdaş dünya ile karşılaştırma şansı yoktur. Birinci İstanbul, Pagan, Hıristiyan ve Müslüman üç İmparatorluk başkenti olarak, olasılıkla, dünya tarihinin en evrensel tarihi kentidir. Bu kent tarihinin çeşitli aşamalarında tahrip edilmiştir. Fakat bütün tarihi katmanlarını örneklerini saklayan ve bütün dünya için kültürel önem taşıyan bir mirasın sahibidir. Eski İstanbul’un bu mirasa sahip çıkmasını sağlamak Türkiye’nin temel tarihi sorumluluklarından biridir. Bu günkü politik ve kültürel kargaşada bunun sağlanması Türk aydın kamuoyunun en önemli görevidir.